Etiket arşivi: şelale etkisi

İkizdere’de Doğaya Kıyılırken

Prof. Dr. Çağatay GÜLER
Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzmanı
Cumhuriyet, 23 Mayıs 2021

Taşocakları ile ilgili en eski bilimsel kitap Georgius Agricola’nın 1550 yılında madenler ve taşocaklarıyla ilgili olarak yazdığı kitaptır. Çok eski kaynaklarda bile özellikle verimli toprakların, bağların ve zeytinliklerin yıkımına yol açması nedeniyle bu gibi yerlerde madenlerin ve taşocaklarının açılmaması gerektiği vurgulanmıştır.

Ülkemizde birçok taşocağı “mermer ocağı” olarak adlandırılır. Bu bir tür kurnazlıktır. Eğer mermer ocağı diyerek kandıramıyorlarsa buradan çıkarılacak taşın “çok özel olduğu”, “başka yerde bulunmadığı” söylenir. İstenen, yöre halkının kendilerine bir tür övünme payı çıkarmasıdır. Aslında o yer seçilirken ne doğanın gözyaşlarına bakılır ne de çevrede yaşayanların başına gelecek olanlara aldırış eden olur. Bir tek şey çok iyi hesap edilmiştir: Maliyet. Çalışır durumdaki kimi taşocakları görmezden gelinerek hep yenileri açılmaya çalışılır. Önce taşocağının açılıp sonra çıkan taşın kullanılacağı ihaleler yaratılmış mıdır ki? Oysa “Taşocaklarının yerini doğal birikimler belirler” safsatasını geçerli tek doğru saysak bile doğanın, tarihsel değerlerin korunmasına, ekolojik ve çevresel olumsuz etkilerin önlenmesine özen gösterilmesi zorunludur.

İNSANİ DEĞERLER

  • Taşocaklarının kazma, parçalama ve oymaya bağlı etkilerine ek olarak yeraltı suları, yüzeysel sular, karasal bitki örtüsü, doğal yaşam, toprak, hava ve kültür kaynaklarına da olumsuz etkileri olabilir.

Açılan taşocakları su gereksinimlerini daha çok yüzeysel su kütlelerinden ve akarsulardan sağlamaktadır. Eğer su taşıyan katmanlara inilirse önemli miktarda yeraltı suyu boşaltılmaktadır. Taş ocağı açılması önemli bir kazma ve oyma işlemidir. Altyapı, yollar, depolar, şantiye personeli için yapılan barınaklar, bu barınakların ısınma gereksinimi sağlanırken önemli müdahaleler yapılır. Ayrıca süreçle ilgili parçalama, kırma, öğütme düzenekleri bir diğer önemli altyapı müdahalesi sayılmalıdır. Kimyasal olarak tepkimeye giren bazı mineral kayaların oksijen ve suyla temasına bağlı hava ve toprak kirliliği tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Birçok kaya kurşun, çinko, demir vb. metal madenlerini de bulundurur. Bu tip taşocaklarında toz ve akıntı çökeltileri çok tehlikeli olabilir. Kayaların çıkarılması doğal sistemi bozar. Bu sistem bozukluğu birbirini izleyen bozulmalar zincirini başlatır. Buna “şelale etkisi” denmektedir. Aslında taşocaklarının sayılan etkileri birbirinin nedeni ve sonucu olan etkiler dizisidir. Bir sonuç, dolaylı olarak neden haline gelerek kendisini güçlendiren bir kısır döngü oluşturabilir. İsterseniz kimi zaman bir “yasak safariye” dönen avlanma “olasılıklarına” değinmeyelim. Bu, taşocakları ile değil “insani değerlerle” ilgili bir konu.

Taşocaklarıyla ilgili sorunların çoğu açık ocak madenciliğiyle ilgili sorunlardır. Birçok ülke kömür, kömürle karışık madde, bitümenli kum ve kil dışındaki her türlü taş, kireçtaşı, kumtaşı, dolomit, mermer, granit, inşaat malzemesi çıkarmak üzere kullanılan tüm ocakları taşocağı kapsamında sayarak sıkı düzenlemeler getirmiştir.

Rumi 1317 (Miladi 1901) yılında yayımlanan Taşocağı Nizamnamesinde bile “Bir köy veya kasaba yahut birden çok köylere mahsus mera, koru ve diğer umuma ait arazi-i metrukede ocak açılması ve işletilmesi için ruhsat verilmesi, ancak o köy ve kasaba halkının o araziden sağlamakta oldukları yararın zedelenmemesi şartına bağlıdır”, “Gerek devlet ormanlarında gerekse diğer ormanlarda ocak açmak ve işletmek için dilekçe verildikte, ocağın açılmasında orman ile çıkarılacak maddenin sağlayacağı yararlar birbiriyle karşılaştırılarak orman bakımından sakınca olmadığı o yerdeki orman görevlilerinden inceleme ile anlaşıldıktan sonra…” gibi hükümler vardı.

GERİ KALMANIN ÖNEMİ

Taşocakları temelde önemli bir jeolojik müdahaledir. Bu nedenle jeolojik ve hidrolojik etkileri de kapsayacak biçimde tam bir çevresel etki değerlendirmesi zorunludur. Taşocakları, gençliğimizde dört elle sarıldığımız ÇED kapsamına alındığında doğaya daha akılcı ve ilkeli yaklaşılacağı konusunda umutlanmıştık. İlk fırsatta ÇED kapsamı dışına çıkarıldı. Zaten ÇED’in de salt adı kaldı. Ocak hekimliğim döneminden tanıdığım bir köylümüz özetlemişti:

“Tiyatora abi bunlar, hep tiyatora. Gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş?”

Gelişmiş ülkelerde taşocaklarının sayısının azaltılması, var olanların daha büyük işletmeler haline getirilmesine, en yüksek kapasiteyle kullanılmasına, artık ve kalıntı maddelerin en aza indirilmesi için kullanım oranlarının artırılmasına, kullanım ömrü bitince çevresel esenlendirmesine ağırlık verilmektedir. Esenlendirme dediğimiz bizimkilerin ağızlarını doldura doldura söylemelerine karşın hiç yapmadıkları, yapmayacakları “rehabilitasyon”. Yani tahribatın geriye döndürülerek ekolojik dengenin yeniden kurulması! Herkes sömürür, yakıp yıkar ve arkasına bakmadan kaçar. Çevre ve Halk Sağlığına yönelik koruyucu önlemler zaten “gereksiz” bir maliyet öğesidir!

Geri kalmanın bedeli bu. Bilmek, yalnızca olacağını bildiğiniz, gösterip uyarmaya çalıştığınız kötülükleri önleyemeyeceğinizi anlayınca yaşanacaklar için bir tür ağıt yakmaya yarıyor.