Etiket arşivi: Prof. Dr. Bozkurt GÜVENÇ

TOPLUMUN DİRENME HAKKI


TOPLUMUN DİRENME HAKKI

Portresi

 

Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ
Cumhuriyet
, 25.2.15

 

Bir tarafta ciddi bir hukuk sorunu olarak karşımızda duran “İç Güvenlik Paketi”,
öbür yanda Özgecan Aslan Cinayeti. Toplum, “Direnme Hakkı”nı kabul ediyor ama toplumun nasıl direneceği belli değil. Medya çelişik söylemler peşinde…
Peki, tüm bu gündemle beraber Türkiye nereye gidiyor?

Özgecan Aslan cinayeti ülke gündemine yerleşti ama ciddi bir hukuk sorunu olarak Meclis’te görüşülen İç Güvenlik Yasası Tasarısı’nı gündemden düşüremedi. Bir yanda CHP lideri Kılıçdaroğlu uyarıyor, “Bu tasarı Meclis’ten geçerse, toplumun ‘direnme hakkı’ doğar”;
öte yanda, Başkan Erdoğan yanıtlıyor, “Tasarı geçmezse gelecek seçimleri silahlı güçlerin gölgesinde yaparız.” Yani, tasarının tamamı geçse de geçmese de, koşulları ve biçemi
12 Eylül müdahalesini anımsatan bir seçim senaryosu bekliyor toplumu:

“Dediğimi yapmazsanız sıkıyönetim sürer gider. Karar sizin!”

Bir uzlaşma belirtisi yok görünürde. “Direnme hakkı” genellikle kabul ve teslim ediliyor da, toplumun nasıl direneceği belli değil. Egemenliğin sahibi yurttaşlar tartışmaları izliyor ama
ne yapacağını, “direnme hakkı”nın nereye varacağını tam kestiremiyor. Durumu tartışan medya uzmanları da bölünmüş durumda. Tasarı geçse de geçmese de toplum,
kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelecek.

Sokaktaki toplantı ve gösteri yürüyüşleri siyasal sınır ve süreçleri çoktan aştı.
Türkiye nereye?..
Belki belli; ama “direnme hakkı”nın ülkeyi nerelere sürükleyeceği belirsiz.
Seçim öncesinde, ertelenen çözüm süreci ve hükümet sözcülerinin çelişik açıklamaları belirsizliğin yol açtığı sorunları besliyor, kaygıları pekiştiriyor: Türkiye nereye?..

Medyada çelişik söylemler

Medyadaki söylemler çelişiyor. İç Güvenlik Yasa Tasarısı, hukuk devletinin sonu olur,
görüşü yanında, MİT’e ve polise verilecek yeni yetkiler zaten uygulanıyor, diyenler var.
Tasarıyı bırakıp uygulamalara bakınca, hükümetin ve yargının haber, grev ve boykot yasakları uygulanamıyor.

Yeni olan, polis ve jandarma yetkileri değil, Silahlı Kuvvetler’in seçim ortamına düşüreceği gölge uyarısı! Yabancı gözlemciler, ordu ile polisin olası çatışmasından söz ederken;
medyada, kışlasına çekilmiş ordu sözcülerinin komuta yetkisinin dağıtılmasıyla ilgili kaygılarına yer veriliyor.

Milli iradeyi temsil eden ya da ettiğine inanan Başkan Erdoğan’ın, “Tek başıma kalsam da mücadeleye devam edeceğim” sözleri, iktidar ortaklığının sona erdiğini düşündürüyor.
Rüşvet ve yolsuzlukla suçlanan bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi şimdilik önlendi
ya bedeli ağır oldu.

Muhalefet liderleriyle sözcüleri, iktidarı kıyasıya eleştirirken, Meclis’teki vicdanlı vekillerle gerçek müminleri ayırıp sakınmaya özen gösteriyor.

Durum ciddi ama umutsuz değil!
Sağduyunun er geç egemen olacağı izlenimi sanki güçleniyor.

Milyonları sokaklara dökmeden ya da teslim bayrağını çekmeden biraz daha beklemekte yarar var. “Sabrın sonu selamet” olabilir.

Sorun kadının yaşama hakkı

Özgecan cinayeti, yıllardır tartışılan ama çözülemeyen kadın hakları ve özgürlüğü sorununu gündeme taşıdı. Sorun eşitlik değil, kadının yaşama ve yurttaşlık hakkıdır.
Cumhuriyet devriminin temeli olan laiklik ilkesinin gerekçesi ve hedefi, din ile devletin ayrılmasından ya da devletin bütün din ve mezhepleri eşit tutmasından önce,
kadının “insanlığı”dır. Müslüman kadın insan haklarına sahip midir?
Yüzyıl önce, Meclisi Mebusanda, oylanan bu yasa kadınlara da uygulanacak mı sorusuna,
Reis Bey, “Ne münasebet, sadece insanlara” buyurmuştur. Daha yakın geçmişte
Devlet İstatistik Enstitüsü kurulurken (1927), “Kadınların sayılıp sayılmayacağı”sorulmuştur.

Devletin Diyanet İşleri Başkanlığı, “şeytan kadın” vaazlarına müdahale etmiyor, edemiyor.

Şeytan taşlayan toplumda, “kadın cinayetlerini, çok da abartmayın” yorumları yapılıyor.
Bir “Türk Mesnevisi” olan Kutat Kubilig’de: “Ne mutlu o kızlara ki doğmamışlardır; kadını eve kapatın, kapısını da kilitli tutun” deniyordu. Doğmuş kadınlara da
hayat hakkı yoktu. Otursunlar oturdukları yerlerde, ortalıkta pek görünmesinler.

Kadına yönelik şiddet nasıl dizginlenebilir?

Sanatçı Juan Goytisolo şöyle yazmış:

“Osmanlı kadını görünmezliği ile vardır.” Bugün biz görünenleri örtüp bir yerlere kapatmaya çabalıyor, direnenleri öldürüyoruz. Kadına yönelik şiddetin temelinde egemen erkeklerin öfkesi yatıyorsa bu şiddet ve öfke, yasalarla değil, ancak demokratik ve laik eğitimle dizginlenebilir. Ardından toplumca ağladığımız Özgecan’ımız, benim yaşlanan kuşağıma, demokrasi öncesi 40’lı yıllarda dilimizden düşmeyen “Leyla bir özge candır” bestesini hatırlatıyor.

Sevgili Türkiyemiz nereden nereye geldi!

Hayali cihan değil, utanç veriyor.

YALAN SÖYLEYEN ADAYA OY VERİLEBİLİR Mİ HİÇ!?


YALAN SÖYLEYEN ADAYA OY VERİLEBİLİR Mİ HİÇ!?

Portresi

Prof. Dr. Bozkurt GÜVENÇ
Cumhuriyet
Bilim Teknik,11.72014

 

VAZGEÇİLMEYEN “ABİLER” ÜZERİNE..

  • Her sorunu çözeceği umulan demokrasi, “Devrime Yeter” dedi; ama ekonomik büyüme ve kalkınma adına rüşvet ve yolsuzluğun üstüne varamadı. Evrensel hastalık, Batılı dillerde “Prozent/ Percent (yüzde)” olarak meşru görülüp müşteriye sunuluyordu. Ünlü Lockheed davasında, Türkiye rüşveti saptadı ama yargılamadı. 

Geleneksel ya da modern toplumlarda “abi”ler vardır. Gerçek veya sanal, ünlü ünsüz, güçlü güçsüz, görevi başında yahut emekli, amatör ve profesyonel (psiko, sosyo, eko, teo, ve politiko) abi’ler. Adlarını bildiğimiz/ bilmediğimiz ama yaşadığımız sorunlar karşısında varlıklarına ihtiyaç duyduğumuz; bulduğumuzda: “Abi, bu işin bir kolayı yok mu?” diye danıştığımız; adını ve telefonunu bir kenara yazıp sakladığımız, başımız sıkıştığında, polisten, savcıdan önce aradığımız…

Toplum hayatının her kesiminde, çocuğumuzun  eğitiminde, eşimizin sağlığında, yurttaşlık haklarımızın korunmasında, trafik, vergi, muafiyet, sigorta, askerlik vb. hukuk ve güvenlik sorunlarımızda danışmak ihtiyacı duyduğumuz, yol yordam sorduğumuz, yardım ve çözüm beklediğimiz, güvenilir abiler.

Kimi zaman bakanlıkta bir dayı, bir gazeteci veya köşe yazarı, bir kurucu müdür,
mütevelli heyet üyesi, derdi olana kapısını açık tutan, gerçek veya sanal, öyle tanınan / tanıtılan, ünlü kişilerin kendisine “abi” dediğini açıklayan abiler. Kimisi belli sorunlarda uzman, nadiren, her derde deva, abi’lerin abi’si, hocaların hocası, açıkoturumlarda
yeri doldurulamayan abiler.

Olmasalardı, yeniden yaratılmalarına katıldığımız, değerleri değilse bile fiyatları, kurları, faizleri, yüzdeleri bilen, Dolar, Avro ve altın borsalarını izleyip, doğru tahminler yapan. Söze, “Şimdi, yani baktığımızda görünen o ki;” diye başlayıp, ülke ekonomisinin yorumunda milyon / trilyon TL farkını gözeterek sürdüren, “Ancak, şu gerçeği de hatırdan çıkarmayalım ki…” uyarısıyla son veren; ölüm ve doğum yıldönümlerinde saygıyla anılan, ulusal ve uluslararası düzeyde ünlü abiler. Alçak gönüllü, fahri hizmet edenler yanında; başkasının emeği ile abi rolünde, Vatan-Millet-Sakarya nutku çekerken bile kişisel çıkarlarını gözeten, Anadolu deyimiyle “Ekmediği tarlayı biçen” abiler de vardır.”

KIRKAYAK FIKRASI 

Romatizmalı kırkayak ünlü ve güçlü bir abi, kediden derdine çare istemiş.
(Kırkayak romatizma oluyorsa, kediler neden abi olmasın ki?) Kolay, demiş Kedi Abi:

– Gel, seni bir fareye dönüştürelim!
– İyi de ağrılarım geçecek mi?
– Geçmeyecek ama ayaklarının sayısı azalacak.
– Peki ama bu işi kim yapacak?
– Biz, çözümü öneririz, herhangi bir uzman uygular.

Abilerin çözümleri hep böyle aldatıcı olmayabilir; ama toplumlar umutlanır ve o sihirbazı arar dururlar. Bulamayınca da, sorunları basite indirgeyen abilerden yakınır:

“Abi deyip inandık ama aldandık. N’olacak, nereye varacak memleketin hali?”
Bir yere varacak değil. Yurttaşlar, ünü kendinden kaynaklı abilere inandıkça,
sosyal-kültürel sorunlar böylece sürüp gidecek. Gerçek abiler, güçsüzleri, kaba güce, hukuk dışı uygulamalara, hatta devlete karşı koruyan kişilerdir.

Sahte abiler, yeraltı dünyasının ünlüleri; korku salan, güce tapan, güçten başka değer tanımayan kişilerdir.

Öyle ya da böyle, gün olur bu abilerden birine işimiz ve yolumuz düşer.
Onlardan yardım, destek isteriz.

Beğenirsek över, beğenmezsek yereriz. Abilik kolay kazanılmadığı gibi kolayca da yitirilmez. Çoğu kez insan gider sanı kalır yadigâr.

TARİHSEL ÖRNEKLER

Fuzuli, ‘Selam verdik, rüşvet değildir diye almadılar” sözüyle de anılan ünlü bir ozanımızdır. Eşsiz seramikleriyle ünlü Rüstem Paşa Camisi, muhteşem yüzyılın rüşvet anıtıydı. Onarıldıkça, ünlü seramiklerinin azaldığı söylenir. Ama “devlet ebed” yaşamış
ve Tanzimat döneminde, Saray mensuplarıyla “iş yapmanın’ (rüşvetin) İngilizce tarifesi Mısır’da yayımlanmıştı. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname eseri, Kazanlı Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” önerisi gibi.

Cumhuriyetin kültür devrimi, rüşvet ve yolsuzluk hastalığından kurtulmayı denemiş ama tam başaramamış; 2. Savaş koşullarının dayattığı karaborsaya ve Türediler Ailesi’ne
yenik düşmüştü.

Her sorunu çözeceği umulan demokrasi, “Devrime Yeter” dedi; ama ekonomik büyüme ve kalkınma adına rüşvet ve yolsuzluğun üstüne varamadı. Evrensel hastalık, Batılı dillerde “Prozent/ Per cent (yüzde)” olarak meşru görülüp müşteriye sunuluyordu.

  • Ünlü Lockheed davasında, Türkiye rüşveti saptadı ama yargıla(ya)madı. 

Zaman aşımı gerekçesiyle pek çok yolsuzluğu örtmeye çalıştı; hatta, suçlular
kamu görevleriyle ödüllendirdi., Cumhuriyetin kimi yöneticileri bulaşıcı hastalıklardan korunamadılar. “Töreler her şeyi meşru kılar” atasözü her yerde geçerliydi.

ÖZETLE

Böyle gelmiş böyle gidiyor. Sap döner keser döner, deniyor ama hesap sorulamıyor. Okur-yazar görünen %seksenin %sekseni (üçte ikisi) okumayan, ekranla uyuyan
reklamla uyanan bir toplumun, tarihten alacak dersi mi olur?

1970’li yıllarda, benden hangi adaya oy vereceğimi soran New York’lu taksi şoförüne,

‘Ben yabancıyım seçmen değilim; neden sordunuz?” dedim. Şoförün,

  • “Oy vereceğim Başkan adayının topluma yalan söylemediğinden emin olmak istiyorum,” dersini hiç unutamadım.