Etiket arşivi: politika faizleri

Dediği oldu, yine kazanan bankalar

authorYALÇIN KARATEPE

EKONOMİ21.10.2022, BİRGÜN

Faiz indirimi kararının öncelikli olarak bankalara yarayacağı açık. 1 trilyon 443 milyar liraya ulaşan kur korumalı mevduat miktarını düşününce, 150 baz puanlık faiz indiriminin bankalar açısından ne kadar yarar sağladığı ortada.

Daha bir yıl öncesine kadar Merkez Bankası (MB), faiz kararına dayanak olarak çekirdek enflasyona baktıklarını ve bunun altında bir faiz oranı uygulamayacaklarını falan söylüyordu. Çoktandır o söylemden vazgeçmişlerdi. Uzun zamandır referanslarının Erdoğan’ın faiz beklentisi ve bu konuda yaptığı açıklamalar olduğunu biliyoruz.

Dün, MB’nin faiz kararı günüydü. Siz bakmayın gün içinde TV ekranlarına yazılan “Gözler MB’nin faiz kararında” benzeri başlıklara. Aslında kimsenin açıklanacak kararı merak ettiği filan yoktu. Niye merak edelim ki? Madem referansları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz konusundaki tavrı, o da zaten biliniyor. Erdoğan politika faizlerinin tek haneye ineceğini söylemişti. O sözünü söyledikten sonra faizleri merak etmeye de gerek kalmadı. Belki merak uyandıran tek konu şu olabilirdi: Faizler tek haneye bir hamlede mi indirilecek yoksa aralık ayına kadar kademeli olarak mı indirilecek.

ŞAŞIRMAKTAN VAZGEÇTİK

Ve dün saatler 14.00’ü gösterdiğinde faiz kararı açıklandı. MB politika faizini 150 baz puan indirerek %10,5’e düşürdü. Genellikle 100 baz puan ve katları şeklinde yapılan faiz indirimlerinin 150 baz puan olarak yapılması da bana ilginç geldi. Sanırım MB, çok detaylı (ayrıntılı) analizler sonucunda bu karara vardıkları izlenimi vermeye çalışmış ama biz bu kararın nasıl bir süreç sonucunda alındığını çok iyi biliyoruz. Belki de 150 baz puan indirerek bir şaşırtmaca da yapmak istemiş olabilirler, ama piyasaların MB kararlarına şaşıracağı zamanlar çoktan geçti.

Dünkü faiz kararına ilişkin yapılan açıklamada MB, “Kurul, takip eden toplantıda da benzer bir adım atıldıktan sonra faiz indirim döngüsünün sona erdirilmesini gündeme almıştır.” diyerek kasım ayı toplantısında faiz konusunda nasıl bir karar alacağını da dün ilan etmiş oldu. Faizler kasım ayında 150 baz puan daha indirilecek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek haneli faiz beklentisini karşılayacak ve yılın geri kalanında faizlerde bir değişikliğe gitmeyeceğini de açıklamış oldu.

KAZANAN BANKALAR

Faiz indirimi kararının öncelikli olarak bankalara yarayacağı açık. Kur korumalı mevduata (KKM) bankaların ödeyeceği faizin üst sınırı düzenleme ile “politika faizi artı üç puan” olarak belirlendiği için, KKM faizi %13,5’ e inmiş oldu. 14 Ekim tarihi itibariyle 1 trilyon 443 milyar liraya ulaşmış olan KKM miktarını düşününce, 150 baz puanlık faiz indiriminin bankalar açısından ne kadar yarar sağladığını da hesaplayabilirsiniz. Bankacılık sektörü endeksinin bu hafta başından dün kararın açıklandığı ilk dakikalara kadar %18 artmış olması da bunun bir göstergesidir.

KKM faizlerinin düşüyor olması, Hazine’nin ödeyeceği kur farkının artmasına yol açacaktır ama bu kimin umurunda? Yılın ilk dokuz ayında 85 milyar lira kur farkı ödemiş olan Hazine’nin daha fazla ödeyecek olmasını mı dert edecekler sanıyorsunuz? Üstelik buna MB’nin ödediği tutar dahil değil. Neyse ki onların para basma matbaaları var da basıp ödüyorlar. Sadece, o matbaaya biraz fazla mesai yaptırmaları yeterli olacak. Neyse canım çok da dert etmeyin. Bu ödemeler Hazine kayıtlarına “faiz” olarak girmediği için çok da sorun etmiyorlar sanırım. Yılın ilk dokuz ayında ödedikleri 207 milyar liralık faizin %41’ine denk gelen oranda kur farkı ödemesi “kur artışlarına karşı koruma gideri” olarak tanımlandığı için vatandaşa sunulan bir hizmet gibi görüyorlar diye düşünüyorum. Biliyorsunuz, hizmette sınır yoktur. Bu hizmet parası olanlara yönelik olsa da sonuçta bir hizmettir, değil mi?

MÜDAHALELERLE DÜŞÜYOR

Tek başına politika faizini düşürerek diğer TL faizlerinin düşmediğini gören iktidar, başka müdahaleler ile TL faizlerini indirmeye çalışıyor. Bankaların kullandırdıkları krediler ile orantılı olarak hazine kâğıdı alma zorunluluğu tahvil faizlerinin düşmesine yol açıyor. Dün 10 yıllık Hazine tahvilinin faiz oranı %10,5 seviyelerine kadar gerilemiştir. Enflasyonun %85 olduğunu hatırladığımızda bu oranın ne kadar düşük olduğunu siz de takdir edersiniz.

İçeride yaptıkları düzenlemeler ile faizlerin aşağı gelmesini sağlayan iktidar, yurtdışı piyasalarda yüksek faiz ödemeye devam ediyor. En son 6 Ekim’de yapılan, 2,5 milyar dolarlık üç yıl vadeli “sukuk” ihracında faiz oranı % 9,75 olarak gerçekleşti. Bu ay yurtiçine ihraç edilen “sukuk” için oluşan yıllık bileşik faizin %10,7 olduğunu hatırlayınca, içeride TL’ye hangi oranda faiz veriyorsa, dışarıda dolara yaklaşık o oranda faiz verdiğini görüyoruz. Pardon, söz konusu sukuk olunca faiz dememek lazım, sanırım kira demeliyiz. Ama ne derlerse desinler siz ödediklerinin ne olduğun biliyorsunuz.

Faiz kararı açıklandığında kurlarda da bir hareket olmadı. Ekim ayı başından beri 18,55 civarında sabitlenmiş bir dolar kuru var. Karar açıklandıktan sonra da kurlarda bir değişiklik olmadı. Karar öncesi 18,58 olan dolar kuru, karar sonrasında da 18,58 idi.

Avro kuru ise dolar – avro paritesinin hareketine bağlı olarak bir miktar değişip duruyor. Demek ki iktidar avroyu değil doları önemsiyor ve imkânı oldukça da dolar kurunu sabit tutmaya çalışıyor. Nasıl sabit tuttuklarını da tahmin ediyoruz elbette. Bir taraftan, vatandaştan gelmesi muhtemel döviz talebini kur korumalı mevduat hesapları üzerinden karşılanırken, diğer taraftan “net hata ve noksan” olarak tanımlanan ve kaynağı kamuoyu tarafından tam olarak bilinemeyen döviz girişi (ilk 9 ayda 28 milyar dolar) üzerinden diğer döviz talebini karşılamaya devam ediyorlar. Bu gidişatın ekonomik sonucunun pek de hayırlı olmayacağı açık.

Neyse ki seçimlere az kaldı.

Yolun sonu mu?

Açık ekonomi koşullarında yerli parayı koruyabilmek için elindeki tek silah olan faiz aracını kullanmayınca, mevcut ekonomik sistemin işleyiş mantığı uyarınca, TL’nin önünde sonunda değer yitirmesine seyirci kalmak kaçınılmazdı. Yerli paranın savunmasız kaldığı böyle ortamlarda ortalık doğal olarak spekülatörlere de sonuna kadar açılırdı. Tıpkı 1994 krizinde olduğu gibi. Bakmayın bizimkilerin “Libya”, “Ayasofya” hamlelerimize dış güçler TL’ye saldırarak yanıt veriyorlar diye topu taca atma taktiklerine; içinde debelendikleri ekonomik sistemin bazı kurallarını es geçmenin ve nihayetinde zor yoldan öğrenmenin sonuçlarını yaşamaktalar.

Piyasa” dedikleri görünmez şey, şimdiden yapacağını yaptı. Piyasada faizler (gösterge tahvillerin yani en çok işlem gören 2 yıllık tahvillerin ortalama faizi) %9’lar bandından %13’ler bandına yükseliverdi, ki %40’tan fazla bir artış anlamına gelir. Başka hesapla, enflasyonun altındaki bir düzeyden üstündeki bir düzeye çıkıverdi; önü de açıktır. TCMB gerçi politika faizlerini yükseltmedi bu aralıkta; ama sabit tutarak sipere çekildikten sonra dolaylı yöntemlerle fonlama maliyetlerini artırmaya başladı. Saray yola getirildiğinde politika faizleri de ayarlanacaktır. Peki hangi düzeye çıkması beklenebilir?

Sol Gazete‘ye yazdığımdan daha fazla ekonomi üzerine görüş açıklıyorum. Geçen cuma günü telefon demeciyle bana ekonomideki hal ve gidiş sorulduğunda şöyle demiştim:

“Eğer neoliberal sistemin mantığıyla hareket edilirse, iktidar faizleri yükseltmek zorunda kalacak. Nereye yükseltecek? Enflasyon haddinin üzerine yükseltecek. Şu an %8’lerden hemen %12’lerin üzerine çıkması gerekecek. Ama bu yalnızca kurun yatışması açısından zaman kazandırır;  %15’leri, belki 18 ve 20’leri görmesi gerekecek ki kuru yatıştırsın. Böyle bir faiz hamlesi biraz da iktidarın paniğe kapıldığı izlenimi vereceği için hem dövizi frenleyici etkisi olur hem de yeniden döviz talebini artırıcı yan etkisi olabilir. (…) Kurun bu kadar yükselmesi enflasyonu olumsuz etkileyecektir. İthalat ve büyüyen dış borç faturası da halka yansıyor olacak. Dolayısıyla yeni bir yoksullaşmanın kapısı ardına kadar açılacaktır. Faizlerin yükselmesi de yatırımlara önemli ölçüde sekte vuracak; işsizliği bir kez daha sıçratacaktır. (…) Sistem dışı çözüm asıl kalıcı çözümdür. Sermaye hareketlerinin kontrol edilmesi, dolarizasyona gidişin mutlaka durdurulması gerekiyor. Ama bugün gerek iktidar gerekse konvansiyonel muhalefet için sanki başka bir araç yok.” (Evrensel, 8 Ağustos 2020).
***
Aslında AKP iktidarı kimi yan yollardan kısmi sermaye denetimleri yapmaya zorunlu kalmıyor değil; ama bunlar 1989’da girilen denetimsiz sermaye hareketleri rejimini değiştirecek nitelikte değil.

Palyatif önlemler aranmaya da devam ediliyor. Ama hep el yordamıyla, sınama yanılma yöntemleriyle. Örneğin Nisan 2020’de özel bankaların kaynaklarını daha çok krediye, daha çok menkul kıymetlere (büyük bölümü devlet iç borçlanma senetlerine), daha çok swap işlemlerine (yani TCMB ile döviz-TL takası yapmaya) ayırmasını sağlamak üzere “aktif rasyosu” diye bir sistem icat ediyorsunuz. Buna göre payında bu sayılan aktif unsurların yer aldığı denklemin paydasına bankanın pasifini yani esas olarak mevduatı yazarsanız ve 100 ile çarparsanız bir rasyo (oran) elde edersiniz. İşte bu oranın dört haftalık ortalamasının konvansiyonel bankalarda asgari 100, katılım bankalarında ise 80 olmasını kurala bağlayıp buna uymayanlara ceza keserseniz, özel bankaları da kamu bankalarına benzetme adımını atmış olursunuz.

Amaç nedir? Bankalar mevduatlarının en azından tümünü (hatta sağladıkları dış borçları da buna eklerseniz fazlasını) kredilere, menkul kıymetlere ve swap işlemlerine tahsis ederek
a) ekonomiyi kredilerle hareketlendirmeli;
b) devlete borç verme kanallarını açık tutmalı;
c) TCMB ile döviz swapları yaparak (topladıkları DTH’lar üzerinden döviz verip karşılığında TL alarak)

hem Merkez Bankası’nın nakit döviz ihtiyacını karşılamalı hem de TL kredi kaynaklarını büyütmelidirler. (DTH yani döviz tevdiat hesaplarının TL mevduatları aştığı bir dolarizasyon cenderesinde, sisteme boyun eğmiş çaresiz bir iktidarın çırpınışlarıdır bunlar).

BDDK 15 Mayıs ve 9 Temmuz duyurularında “aktif rasyosu” kuralına uymayanlara 326 milyon TL’lik; Ağustos başında ise HSBC’ye 180 milyon, Albaraka’ya 20,6 milyonluk cezalar kesildiği açıklamalarını yapmıştı. Çok güzel ama, Türkiye’deki özel bankalardaki yabancı sermaye payının yüksekliğini dikkate almazsanız, bindiğiniz dalı kesme olasılığınız oldukça yüksektir. Nitekim gelen tepkiler üzerine olmalı, kurların patladığı bir evrede, dün açıklanan yeni BDDK kararına göre konvansiyonel bankalarda aktif rasyosu 95’e, katılım bankalarında 75’e indirilmiş durumda. Üstelik, menkul kıymetler tanımı genişletilerek bankaların biraz rahatlatılması da sağlanmış görünüyor. Bakalım devamı nasıl gelecek.

Ama 58,9 milyar dolarlık iç ve dış, döviz ve altın swap işlemleriyle (bunun 44,9 milyar dolarlık bölümü yurtiçi bankalarladır) TCMB brüt döviz varlıklarını artırırken ve tam da bu nedenle, TCMB’nin swap hariç net dış varlıklarının (döviz ve altın rezervlerinin) Mart ayından itibaren eksi bakiye vermeye başlamasına ve Haziran 2020’de -36,3 milyar dolara kadar gerilemesine yol açarken, yolun sonuna gelindiğinin işaretleri ve Ağustos ayındaki döviz şokunun hazırlayıcı öğeleri de oluşmaya başlayacaktır. Şişirilmiş kredi hacminin ve iç talebin, er ya da geç ithalatı kışkırtacağı bunun da döviz talebini arttıracağı, TCMB’nin döviz rezervleri gerilerken bunun döviz kurlarına baskı yapacağı bilinen (bilinmesi gereken) bir gerçekti. Ama bu oyun sonuna kadar oynandı; çünkü bu iktidarın dağarcığında ânı kurtarmaktan ötesi yoktu.

***

Şimdilerde IMF’nin 2000 sonrasındaki istikrar ve yapısal uyum programının 2003-2008 (ve kısmen 2010-2012) arasındaki uygun iç ve dış koşullarda “başarılıymış” gibi sonuçlar vermesini kendi eserleriymiş gibi sahiplenen eski AKP’li siyaset esnafı, tekrar bu sözde “altın çağ”a dönmenin şartlarını sıralamakta. Babacan’ın DEVA partisinin önceki gün açıkladığı 10 maddelik “deva reçetesi”, IMF’yi aratmayacak bir neoliberal sıkılık öneriyor. Sadece iki başlığı vermek yeterlidir: Enflasyon hedeflemesinin ve serbest sermaye hareketlerinin etkin bir biçimde kullanılması; “mali kural” denilen ve bizim “ekonomik anayasa” olarak adlandırabileceğimiz modele geçilmesi yani kamucu politikaların peşinen reddedilmesi… Bu arada, bugünkü konumuzu ilgilendirmesi bakımından, bankaları ucuz ve kolay kredi vermeye zorlamaktan vazgeçilmesi ve bu doğrultuda aktif rasyosu uygulamasına son verilmesinin de ayrı bir madde olarak düzenlendiğini ekleyelim. Ama bu son madde veya makul gözüken kimi maddeleri esas alamayız; yukarıda verdiğimiz iki başlık, reçetenin özüdür.

Peki anamuhalefet partisinin Babacan reçetesinden çok farklı bir ekonomik programı olacak mıdır? Sanmıyoruz ve esas sorun da zaten buradadır.