Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı
Anadolu, yerleşmek ve yaşamı sürdürmek için çok zor bir coğrafyanın, aynı zamanda çetin bir kültürel yaşamın adıdır. Onlarca kültür ve uygarlığın gelip geçtiği, her birinin belli bir iz bıraktığı bu coğrafya, ısmarlama ve yapay hiçbir topluluğun millet olmasına izin vermez. On binlerce yıllık geçmişi vardır. Zor tutunulan bu topraklarda kök salabilen çok nadir milletler ve kültürler olmuştur. En erken tarih olarak Antikçağ’dan başlasak ilk önce felsefenin beşiği olan Anadolu ile karşılaşırız.
Dünya tarihinde felsefenin doğduğu toprakları içine alan Anadolu’ya salt nüfus ve askeri güçle tutunmak; yalnız bu yolla millet olabilmek mümkün olmamıştır, olmayacaktır. Hele derme- çatma bir lisan, dış kaynaklı kışkırtma ve büyük bir milletin asli , doğal parçası iken parçalanarak bütünlüğe ulaşma hayali ile tarihin hiçbir döneminde millet olunamamıştır.
Anadolu, İslam öncesinden başlayarak Türkleşmiş, İslam’dan sonra da Türkleşme süreci devam etmiştir, etmektedir. Nüfus yoğunluğu ve askeri dehanın yanında, dünyanın en güçlü dillerinden olan Türkçe, on binlerce yıldır biriken Türk kültürü, çeşitli Türk devletleriyle somutlaşan Türk uygarlığı ve bağrında her kültürü, ırkı ve dini ustalıkla uzlaştıran bir Türk yaşam felsefesi, Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk’ün bu topraklara, bir daha sökülmemecesine kök saldığı temel etmenlerdendir.
Türk, Anadolu’da geçmiş ve halihazırdaki bütün kültürlere Türk hoşgörüsü, Türk adaleti ve hakkaniyeti ile yaklaşmıştır, öylece yaklaşmayı sürdürmektedir. Türk bayrağı altında, Cumhuriyet’imizin sağladığı adalet, hakkaniyet, eşitlik ve kardeşlik, sınırlarımız içindeki her bireyi çepeçevre sarmakta, kucaklamakta ve selamlamaktadır.
Anadolu toprakları çetindir. Her aklına esen topluluk, köklü bir milletin asli parçası olarak kalmadıkça burada kendine ne bir toprak parçası, ne bir bayrak ne de bir sınır tayin edebilir. Büyük Türk milleti, onu oluşturan parçalarından meydana gelir. Irk, kan, kafatası ya da bölgesel farklılık savları ile büyük millete rağmen parçayı büyütmek, Anadolu coğrafyasının hiçbir hayalci topluluğuna nasip etmediği bir rüyadır. Çünkü Anadolu sıradan bir yerleşimle tutunulacak topraklardan oluşmaz.
Felsefe burada doğdu; dünya tarihinde ilk bilimsel girişimler burada ortaya çıktı. Ayrıntılar bir yana, felsefe ile Hıristiyanlık uzun süre burada kapıştı, çarpıştı, barıştı, karşılıklı etkileşti. İslam medeniyeti Anadolu’yu mesken edindi, yine Anadolu’dan tüm Ortaçağ’a, hatta modern çağa seslendi. Dinler, kültürler, çok çeşitli topluluklar, göçler derken Anadolu, ancak Türk milleti gibi büyük bir milletin inisiyatifine, insafına, öngörüsüne, kimliğine ve idaresine teslim olabilirdi. Nitekim yakın tarihe bakarsak, Selçuklular, Osmanlılar ve en son Cumhuriyet Türkiye’si ile artık en zor sınavlardan geçilerek bugünlere geldik.
Türkleşme sanıldığı gibi sadece askeri ve idari bir süreçle açıklanamaz. Anadolu Ahmet Yesevi, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedreddin, Seyyit Nesimi, Otman Baba, Karacaoğlan ve Fuzuli gibi Türk irfan ve ilim kahramanlarının maddi – manevi eğitimleriyle, mücadeleleriyle Türkleşme sürecinin mayasıyla yurt olmuştur. Atatürk Cumhuriyeti, Türkleşmenin en son ve en temelli senedi, ifadesi ve sonucu olmuştur.
Türkleşme, hangi ırktan ve dinden olursa olsun, bu süreçte harcı olan her isimli isimsiz kahraman kişi ve toplulukların ortaklaşa inşa ettikleri maddi-manevi Türk kültürünün adıdır.
- Kürt sorunu yalanı, büyük Türk milletini, parçalarına ayırarak Anadolu’daki köklerini söküp atma projesidir. Milletten aşirete, devletten başıboş yığınlara dönüştürmektir.
Her din, ırk ve kültürü büyük bir millet çatısı altında eşit ve adil bir şekilde toplayıp bir arada tutan Türklük, herhangi bir etnisiteye, dine ya da bölgeye referansla ortaya çıkmamasına rağmen; ırkçılıkla, ayrımcılıkla suçlanarak tarihsel gerçekliklerin üstü örtülmek istenmektedir.
Oysa Anadolu’da Türklük dışında bir millet tanımı kaçınılmaz olarak bir ırkı ya da dini temel almak zorundadır. Herkesin milleti olan Türk milleti, “Kürt Sorunu” kışkırtıcılığı ile başlayan, insanları etnik kökenlerine göre sınırlayıp sözüm ona her ırksal yığın için devlet olma projesi dayatan postmodern ırkçılık söylemleriyle gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Anadolu topraklarında Türk’e ve Türklüğe muhalif her sav, ırkçılık ve dincilikle maluldür. Irkçılık ve dincilikle devlet ve millet teşkil edildiği tarihte görülmüş değildir.
Kürt sorunu yapay ve dış destekli bir söylemdir. PKK terör örgütü bir Kürt kalkışması değildir ve olmamıştır. İçeride ve dışarıda Kürt sorunu yalanını, kışkırtıcılığını üstlenen aparatlara bir bakın. Bunlar, başta PKK terör örgütü, onu destekleyen Türkiye düşmanı bazı emperyalist ülkeler ve içeride onların temsilciliğini yapan haraç mezat, ucuza satılmış kuklalardır.
- Kürt, Türk milletinin asli üyelerindendir ve büyük çoğunluğu bayrağına, vatanına ve devletine yürekten bağlıdır.
- Sorun, Kürt varlığı değil, Kürt’ü sorun edenlerin varlığıdır.
Eğer hayat pahalılığı, eğitim – öğretim sorunları, sağlık ve güvenlikle ilgili zorluklar varsa bunlar herkes için geçerlidir. Bölgesel kalkınmışlık ve refah farkları Türkiye’de yalnız belirli yerlere özgü değildir. Kaldı ki isteyen istediği bölgeye gidip yerleşebilmekte, işini, geleceğini tayin edebilmektedir.
Kültür mü dediniz?
Kürtleşen Türkler ve Türkleşen Kürtler gerçeği, Türk kültürünün etnik ırkçılığa dayanmadığını; büyük millet olmanın komplekssiz, özgüvenli olmak anlamına geldiğini gösterir. Türk kültürü, tarih boyunca farklı topluluklar arasındaki devasa kültürel geçişleri, kendini zenginleştirerek karşılayabildi ise, aynı millet içindeki benzeşik kültürel öğelerin geçişlerini daha kolay karşılayabilir, karşılamaktadır.
Aynı köyde bile bazı kültürel farklar olabilir. Köyü mü bölelim? Türkçe konuştuğu halde Karadeniz ağzı, Ege ağzı, Orta Anadolu ağzı farklıdır; o zaman ağızlara göre mi sorun yaratalım?
Kürt sorunu safsatasını öne sürenler iki amaç güderler: Birincisi büyük Türk milletini ırk ırk, mezhep mezhep parçalamak ve emperyalistlerin ağızlarına uygun lokmalar haline getirmek. Bu misyon, dışarıdaki sahiplerine dönük bir amaca dayanır. Ama içeriyi ihmal etmezler.
İkincisi, ülkenin hayati çıkar ve sorunlarını unutturmak, önemsizleştirmek.
Mavi Vatan, deniz yetki alanlarımız, Ege adalarındaki çıkarlarımız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin korunması, Karabağ’ın Ermeni katillerden arındırılması…. Tek kelimeyle Cumhuriyetimiz ve bağımsızlığımızın gerektirdiği ulusal çıkarlarımız, Kürt sorunu söyleminin ajanlarınca “yayılmacılık” olarak damgalanır. Oysa Kürt insanın derdi ülke menfaatlerini kendi adına çiğneyenlerin başarısını dilemek değildir. Her akıllı Türk vatandaşı bilir ki, ülkemizin ve milletimizin çıkarına olan her şey, kendisinin de çıkarınadır.
Sorun, Kürt sorunu” değil, “”Kürt sorunu var” diyenlerdir
PKK’nın resmî giyimli siyasi temsilcileri Kürtlerin vicdanında asla yer bulmamıştır ve bulamayacaktır. Diyarbakır anneleri ile şehit anneleri, Kürt sorunu var diyenlerin asıl sorun olduklarını açıkça ortaya koymuştur.
Kürt sorunu var diyenler, şark kurnazıdır. Dillerinin altında Kürt’ü sorun olarak gördüklerini milletçe fark ediyoruz.
Kürt’ü sorun görmek, hem Kürt üzerinden, hem de Kürt adına ırkçılık ateşini harlamaktır.
Sorun olan Kürt değil, Kürt’ü sorunlaştırıp büyük Türk milletine tuzak kurmaktır.
Türk milleti aynı tuzağa iki kez düşmeyecektir.