Etiket arşivi: öğretmenliğin “ebedi öğrencilik” olduğunu

‘Buraya kitap okumaya değil diploma almaya geldik!’

‘Buraya kitap okumaya değil,
diploma almaya geldik!’

Tayfun Atay
Cumhuriyet
, 13.8.17

ÖSYS sonuçları ve kontenjan açıkları tartışılması gereken o kadar çok eksene sahip ki kanımca en doğrusu bir “yazı dizisi” hazırlamak olabilir. Bunu düşünecek arkadaşlarım için başlık da önereyim: “Üniversite nereye?”

Veya çok daha güçlü ve vurucu şekilde, “Elveda Üniversite!..”

Böyle bir başlığı bana en çok duyumsatan, sevgili hocam Prof. Bozkurt Güvenç’in öğrenciliği dahil olmak üzere neredeyse ömrünün 70 yılını verdiği üniversite ortamına “veda”sına sebep teşkil eden bir hadise…

Kendisinden insan nedir, kültür nedir, toplum nedir, bilim nedir öğrendiğim, dolayısıyla öğrettikleriyle bırakın bin yılı sonsuza dek kulu-kölesi olacağım Bozkurt Hoca, 1990’larda emekli olduktan sonra da okumaya, yazmaya, öğrenmeye, öğretmeye devam etmiş, neredeyse asırlık bir üniversite emekçisi…

Daha önce de yazmıştım, ben ondan öğretmenliğin “ebedi öğrencilik” olduğunu öğrendim!..

Bozkurt Hoca çok yakın zamanlara kadar bazı vakıf üniversitelerinde ders vermeye davet edilmekteydi. En son, özel bir üniversite, farklı disiplinlerden doktora öğrencilerine bir “insanbilim” (antropoloji) formasyonu kazandırma düşüncesiyle ondan ders talep etti.

Hoca, kendisinin “rahle-i tedris”inden geçmiş hepimiz için bir örnek-model oluşturan yöntemiyle, ilk derste dersin temel okuma listesini sunarak kitapların içerik tanıtımını yapmış. Ve hayli “yetişkin” konumdaki 25 öğrencisinin her birinden bu kitaplardan birini okuyup derste ayrıntılı eleştirel değerlendirmeye tâbi tutan bir sunuş yapmasını, sonrasında da bunu bir yazılı rapor haline getirmesini istemiş.

Bu, öğrencinin dersteki başarısını belirleme yolunda temel ölçütlerden biriydi. Dersten sonra Bozkurt Hoca odasına çekildiğinde kapı çalındı. Bir öğrenci dersteki öğrenciler adına konuşmaya geldiğini belirterek ona şunları söyledi:

  • “Hocam, biz buraya okuyup yazma öğrenmeye değil, diploma almaya geldik. Bizim kitap okuyacak vaktimiz olsaydı zaten buraya gelmezdik.”

Bozkurt Hoca ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra, bu kitaplar okunup topluca değerlendirmeye açılmadan böyle bir dersin amacına ulaşamayacağını ve onlara da bir yararı olmayacağını ifade etti. Bunun üzerine öğrenci kendi “ara çözüm”ünü önerdi:

“Siz zaten bu kitapları okumuşsunuz. Bize bunların bir özetini verseniz, biz de o özetleri çalışıp sınava girsek olmaz mı?”

Hoca’nın cevabı: “Olur tabii, ama bunun adı üniversite olmaz, medrese olur.”

Öğrenci hiç mi hiç tatmin olmamış bir yüz ifadesiyle çıkıp gitmiş. Ama bitmedi! Ertesi gün, üniversitenin ilgili enstitüsünden bir yönetici, muhtemelen kendisinin yaşından çok daha fazla yıl üniversitede ve üniversiteyi “yaşamış” Bozkurt Hoca’yı aramış bu meseleye binaen (AS : sorun nedeniyle..) ve…

“Aman Hocam, öğrenciler bizim velinimetimiz, onlara bu kadar sert davranmayalım! Emeğinizin karşılığını da onlar sayesinde ödüyoruz…” demiş!..

Bozkurt Hoca’nın cevabı, teşekkür etmek ve “Artık benim burada yapabileceğim hiçbir şey olamaz” diyerek ayrılma kararını bildirmek olmuş. Bu, ömrünü bilime, düşünceye, eğitime adamış bir insanın, emekçisi, gönüllüsü, tutkunu olduğu üniversiteye elveda dediği an… Ama aslına bakılırsa gerçek anlamda “Üniversite”nin bu ülkeye, topluma, hepimize “Elveda” dediği anlardan biri!.. Şimdi kontenjanları sinek avlayan üniversitelere de böyle geldik.

“Çalıştım, okudum, yazdım, öğrendim, anlattım, yorumladım, tartıştım” diyerek değil… “Bedava mı sandın, para verip aldım” diyerek ortalıkta dolaşan… “Diplomalılar” üreterek!..
=====================================
Evet dostlar,

Bozkurt hocamızla 1978-79’da Hacettepe Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Bölümünde tıpta uzmanlık eğitimi için bulunduğumuz yıllarda tanıştık. Biz asistan hekimlere Sosyal ve Kültürel Antropoloji konferansları verdi. Sağlık ile Kültür arasındaki bağları kurmamız için yol gösterdi. ”Sosyaş ve Kültürel Değişme” adlı klasik yapıtını o zaman da tanıdık ve doğallıkla, nazlanmadan bir güzel okuduk. Zaten o yıllarda Vakıf üniversiteleri yoktu. Bir – iki özel yüksek okul açılması denemesi olmuş, onların da yanılmıyorsak 1971’de Anayasa Mahkemesince güzelim 1961 Anayasasına aykırılığı nedeniyle kapatılmasına karar verilmişti. Sonasında Bozkurt hoca Japonya’da bulundu bir süre ve ”Japon Kültürü” adlı bir başka klasik daha üretti. Cumhuriyet‘te  tadına doyulmaz makaleler yazdı. ADD (Atattürkçü Düşünce Derneği) Bilim – Danışma Kurulunda birlikte çalışma olanağı bulduk..

Bozkurt hocamız gerçekte bir mimar.. Bize derslere geldiğinde sorumuz üzerine açıklamıştı.. Doktora eğitimi için ABD’ye gittiğinde, bir öğrenci sosyal etkinliğinde çok değişik uluslarda insanlarla karşılaşıyor ve orada bu kültürel varsıllık dikkatini ve ilgisini uyarıyor. Rotasını mimarlıktan Antropolojiye döndürüyor ve bizi çoook yetenekli bir mimardan yoksun bırakmakla birlikte benzersiz bir İnsanbilimci örneği sundu hatta bu alanda bir ”ekol”, rol modeli oldu. Tıp Fakütesinde öğrencilerimize, asistanlarımıza…. Tıbbi Antropoloji derslerini O’nun sayesinde zaman zaman üstleniyoruz.

İşte Vakıf Üniversitelerinin perişan durumu bu.. Sözde kâr amacı olmayan eğitim kurumları. O zaman temel amaç üniversiter eğitime katkı vermek kalmıyor mu geriye? Dolayısıyla paralı öğrencilerin

  • “Bedava mı sandın, para verip aldım” söylemi nasıl doğdu ve bu ürkütücü aşamaya geldi?

Sevgi ve saygı ile. 13 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail..com