Etiket arşivi: neo-klasik iktisadın hegemonik konumu

Gelir dağılımı AKP döneminde bozuldu


Gelir dağılımı AKP döneminde bozuldu

Yazar: Mülkiye Haberon: Aralık 06, 2014

Portresi
Prof. Dr. Korkut Boratav,
Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeleri mulkiyehaber.net’e anlattı. Boratav,
“Bölüşüm açısından, emek gelirlerinin göreli durumunun AKP’li yıllarda bozulduğu söylenebilir” dedi.

AKP hükümetlerinin en çok övündüğü konuların başında “ekonomik istikrar” geliyor. Gerçekten de son 10-15 yıl, Türkiye ekonomisinin bir başarı öyküsü müdür?

İdeal istikrar, bitkisel hayat veya yarı-ölüm halidir. Milli gelir ve nüfus artış hızları ve enflasyon sıfırdır; milli gelirden sınıfların aydıkları paylar da değişmez. Böyle bir toplum hedefini, başarı göstergesi olarak göremeyiz.

Bir ekonominin başarısının ölçütleri nedir? Emperyalist bir dünyanın bağımlı kutbunda yer alan Türkiye’de sol perspektifle (her birinin ayrıca tanımlanması, açıklanması koşuluyla) üç ölçüt akla gelir: Büyüme, bölüşüm, bağımsızlık. Diğer göstergeler
(örneğin enflasyon) bunları etkileme doğrultusuna, derecesine göre değerlendirilmelidir.

Son 10-15 yılda, büyüme ölçütlerinin seyrini aşağıda tartışıyorum. Bölüşüm açısından, emek gelirlerinin göreli durumunun AKP’li yıllarda bozulduğu söylenebilir.
Ekonomik bağımsızlık açısından ise, hangi gösterge kullanılırsa kullanılsın, Türkiye’nin emperyalist sisteme bağımlılığı, dünya ekonomisinde meydana gelebilecek olumsuz çalkantılar karşısındaki kırılganlığı belirgin boyutlarda artmış olduğu belirlenecektir.

Yine son 10-15 yılda “sosyal devlet” iddiasından vazgeçilirken,
“sosyal yardımlar” artmış görünüyor. Bu amaçla bir bakanlık bile kuruldu.
Kömür, yiyecek paketleri gibi “destekler” ne anlama geliyor? Bir yandan da
bu “yardımların” artması yoksulluktaki artışla da bağlantılandırılamaz mı?

Son 10-15 yılda sosyal devlet kurumlarında ve bunların katkılarında önemli aşınmalar gerçekleşti. Farklı bir ifadeyle, merkezi devletin, insanlara salt yurttaş oldukları için, ve/veya sosyo-ekonomik konumlarına göre yasal yükümlülüklerden kaynaklanan katkıları aşındı. Oluşan boşluk, yerel yönetimler, dernekler, cemaat toplulukları tarafından “yoksul” olarak tanımladıkları kişilere aynî veya parasal yardımlar biçiminde telafiye çalışıldı. Nesnel/yasal ölçütler tanımlanmadığı için, keyfilik öne çıktı;
dağıtım, iktidar partisi tarafından yönlendirildi, kullanıldı. Bu, kapitalizmin erken dönemlerine özgü “yoksul yasaları” uygulamalarını andıran bir düzenlemedir.
Sosyal devletin muhatabı, “yoksul kişi” değildir; işsiz, işçi, emekli, hasta, çocuk, özürlü konumları ile yurttaştır. Bu dönüşüm, yalnızca toplumsal refah açısından değil,
siyasal, ideolojik yansımaları ile de geriye dönüştür.

Kısa süreli de olsa dünya ortalamasının üzerinde bir büyüme hızı yakalandığına yönelik iddialar var. Ancak son yıllarda bu süreç oldukça yavaşladı.
Önümüzdeki yıllarda nelerle karşılaşabiliriz?

            Neo-liberal yılların alt dönemlerine ait ortalama büyüme hızları aşağıdadır:

  Yıllar Büyüme (%)
Neoliberal Dönem 1980-2013 4,3
12 Eylül-Özal yılları 1980-1988 4,9
Neo-popülizm 1989-1997 4,3
Beş kayıp yıl 1998-2002 1,0
AKP: Lale devri 2003-2007 7,3
AKP: Normale dönüş 2008-2013 3,7

portresi1
AKP Türkiye’de kişi başına milli gelirin düştüğü
(%1 tempolu büyüme hızının nüfus artışlarının gerisinde seyrettiği) beş kayıp yıl sonrasında iktidara geldi.
Atıl kapasiteden ve dünya ekonomisinde sermaye hareketlerinin canlandığı bir konjonktürden yararlanarak 2003-7’de yüksek bir büyüme temposuna ulaşabildi.
Bu sonuç konjonktüreldir; siyasal iktidarın geçmiş neo-liberal politikaları olduğu gibi sürdürmesi dışında özel bir katkısı söz konusu değildir. Sonraki yedi yıl (%3,7’lik büyüme karnesi) AKP’nin gerçek bilançosunu yansıtır. Bu iniş-çıkış dönemini birlikte
ele alırsak, 2003-2013’ün ortalama büyüme hızı % 4,5’tir. Bu büyüme bilançosunu
Batı ülkeleriyle değil, bizim de dahil olduğumuz “yükselen ekonomiler” (yani büyük
çevre ülkeleri) ile karşılaştırmak uygundur. Örnek olarak, aynı dönem (2003-13) için Asya’nın en büyük 7 ekonomisi (Çin, Endonezya, Filipinler, Hindistan, Malezya, Tayland, Vietnam) ile karşılaştıralım. Bunların (ağırlıklandırılmamış) ortalama
büyüme hızları %6,3’tür. Yalnızca Tayland (%4,1 ile) Türkiye’nin gerisindedir.
Sonraki yedi yılın büyüme bilançosuna da bakalım: Türkiye %3,7, Asya’nın 7 büyük ekonomisi: 5,9…

Kısacası, Türkiye’nin büyüme temposunu, ağır bir krizden geçmekte olan
Batı ekonomileri ile değil benzer çevre ekonomileriyle karşılaştırırsanız,
ortada başarı söz konusu değildir. Gelecek için ne öngörebiliriz?
Geçmiş on beş yıl boyunca sermaye birikim oranı %20’ler dolayında seyretmiş;
AKP’li yıllarda da artmamıştır. Bu olgu, artan dış kırılganlıklarla birleştirilirse,
2007-13’teki ortalama büyüme temposunun yakın gelecekte de aşılmayacağını sanıyorum. Ancak, sert iniş (hatta küçülme) ve çıkış yılları içeren bir ortalama
söz konusu olacaktır.

Sürekli borçlanma ve sıcak para akışından beslenmenin ülkenin bağımsızlığı bağlamında ne tür sonuçlar doğurması beklenir?

Bunlar, yukarıda “kırılganlık” diye adlandırdığım durumun göstergeleridir.
Bunlara, kısa vadeli borçların toplam dış borçlara ve rezervlere oranını da ekleyebilirsiniz. Türkiye’ye dönük dış kaynak hareketlerinde ani bir durma veya
tersine dönme geçekleşirse, ekonomi hızla durgunlaşır; daralma, hatta
finansal krizler gündeme gelebilir.

Thomas Piketty’nin “Yirmi birinci yüzyılda KAPİTAL” adlı kitabı son aylarda yoğun olarak tartışılıyor. Siz de bu konuda yazılar yazdınız, konferans ve panellere katıldınız. Özellikle gelir adaletsizliği üzerine söylediklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin Türkiye’de bu konuda artan dengesizliğe karşı bir tür servet vergisi önerdi. Bu tür öneriler Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu sorunlar için çözüm mü?

Türkiye’de vergi sisteminde, 1980’li yılların başlarındaki duruma dönüş önemli bir iyileşme sağlayacaktır. Örneğin o dönemde gayrimenkul satışlarındaki değer artışları vergileniyordu; servet, gelir vergisi matrahının kontrolünde kullanılıyordu ve çeşitli gelir türlerini birleştiren beyannameli mükellefiyet yaygındı. Piketty’nin önerdiği servet vergisinden önce, sadece bu mütevazi düzenlemeler bile, vergi adaleti doğrultusunda önemli bir gelişme olacaktır.

Türkiye’de, üniversitelerdeki iktisat eğitimini nasıl buluyorsunuz?

Yalnızca Türkiye’de değil, tüm Batı dünyasında son kriz, iktisat öğretiminde
neo-klasik iktisadın hegemonik konumunu ciddi boyutlarda sarstı;
iktisat öğrencilerinin önerdiği revizyonlar tartışılmaya başlandı.
SBF’de iktisat eğitiminin, Batı’dakilere (hatta Türkiye’deki benzerlerine) göre
biraz daha plüralist olduğunu düşünüyorum.

Büyük değişiklikler zaman alır;
Batı’da ciddi revizyonlar gerçekleşirse Türkiye’ye de er-geç yansıyacaktır.