-
‘Ortak bir tespitten hareket ediliyor: Öngörülemeyen, ancak etkileri frenlenebilecek bir salgın karşısında kapitalizm bir sistem olarak veya bugünkü (‘neoliberal’) düzenleme biçimi içinde çaresiz kaldı. Üstelik çaresizlik, sistemin yoksul, azgelişmiş çevresinde değil, merkezinde ortaya çıktı. Salgının yaygınlığı, kurban sayıları, oranları ABD’de, İngiltere’de ve üç büyük AB ülkesinde zirve yaptı.’
- “Koronavirüs sonrasında dünya eskisi gibi olmayacak…”
Bir öngörü, bazen de bir çağrı olan bu ifadeyi defalarca duyuyoruz.
- Ortak bir tespitten hareket ediliyor: Öngörülemeyen, ancak etkileri frenlenebilecek bir salgın karşısında kapitalizm bir sistem olarak veya bugünkü (“neoliberal”) düzenleme biçimi içinde çaresiz kaldı. Üstelik çaresizlik, sistemin yoksul, azgelişmiş çevresinde değil, merkezinde ortaya çıktı. Salgının yaygınlığı, kurban sayıları, oranları ABD’de, İngiltere’de ve üç büyük AB ülkesinde zirve yaptı.
İzolasyon ortamındayım. “Koronavirüs sonrasında dünya?” sorusunu tartışan yazılar hem önemli, hem de çekici oluyor. Bazılarını okurlarımla paylaşmak, tartışmak istiyorum.
Bugün, salgının merkezinden (İngiltere’den) başlayacağım: Kapitalizm için yeni bir toplumsal sözleşme çağrısı…
Financial Times yeni bir “toplumsal sözleşme” öneriyor…
Financial Times (FT), Batı kapitalizminin, özellikle de İngiliz finans sermayesinin sözcülüğünü üstlenmiş seçkin yayın organlarından biridir.
“FT Editörler Kurulu” imzası ile 3 Nisan 2020 tarihli sayısında yayımlanan bir yazının uzun başlığı dikkat çekicidir:
- “Virüs, toplumsal sözleşmenin kırılganlığını (“frailty”) ortaya koydu:
- Herkese yarayacak bir toplum oluşturmak için radikal reformlar gereklidir.”
Bu gazetenin Editörler Kurulu zaman zaman bu türden çağrılar yapar. Pek çoğu, neoliberal doğrultuda “toplumsal mühendislik” önerileridir. Küreselleşmenin fanatik savunucusudur; bu nedenle Trump’ın korumacılığına ve Brexit’e karşı çıkar.
Gazete, “dünyanın hali, ülkelerin kaderleri” ile de yakından ilgilenir. Lügatçesinde emperyalizm sözcüğü yer almaz. Örneğin Editörler Kurulu, 13 Kasım 2019 tarihli bir yazıda Bolivya’daki ABD destekli askerî darbeye, “bu bir darbe değildir” diye teşhis koydu; utanmadan devrik Başkan Maduro’yu kusurlu buldu.
Editörler Kurulu’nun bu özellikleri 3 Nisan tarihli yazının yukarıda aktardığım başlığı ile uyumlu görünmüyor. Yazının devamı da aynı “aykırı” doğrultuda seyrediyor. Önemli kesimlerini aktarıyorum:
“Koronavirüs ve onunla mücadele için gereken yasaklamalar, mevcut eşitsizliklere ışık tutuyor; yenilerinin de yaratılacağı ortaya çıkıyor. Tüm ülkeler hastalığı yenmenin ötesinde bir sınavdan geçiyor: Bugünkü çıkar ortaklığı duygusu, kriz sonrasında toplumları biçimlendirecek mi?”
“Batı’nın liderleri Büyük Buhran ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında şu gerçeği öğrenmişlerdi: İnsanlardan fedakârlık talep etmek için herkese yarayacak bir toplumsal sözleşme önerilmelidir. Bugünün krizi, zengin toplumların bu idealden ne kadar uzakta kaldığını ortaya koydu.”
“Savaşı kazanan liderler, sonraki güzergâh için zaferi beklemedi. Franklin D. Roosevelt ve Winston Churchill 1941’de Birleşmiş Milletler’e giden yolu açan Atlantik Bildirisi’ni yayımladı. Britanya 1942’de Beveridge Raporu’nu yayımladı; kapsayıcı bir refah devletini üstlenmiş oldu.”
FT Editörler Kurulu, 2020’nin insanlarına seksen yıl önce sonunda kapitalizmin liderlerinin uzlaştığı “toplumsal sözleşme”yi hatırlatıyor: “Herkese yarayacak bir refah devleti…”
Bu ifade, kapitalizmin sermaye ve emek arasında çıkar ortaklığını öngören bir düzenleme biçimini özetliyor. Bu toplumsal uzlaşma, kırk yıla yaklaşan bir dönem boyunca kapitalist dünya sistemini biçimlendirdi ve “Altın Çağ” diye de adlandırıldı.
Batı’daki temel yapı taşlarından biri, Britanya’da birkaç yıl sonra başlatılacak refah devleti ilkelerini öneren Beveridge Raporu idi. Sonraki yıllarda İngiltere’nin iki büyük partisi, Muhafazakâr ve İşçi partileri, bu programın kurumlaşmasını bir anlamda ortaklaşa gerçekleştirdi. İngiltere, 1945 sonrasında Batı’daki yönelişlere de bir anlamda örnek oldu.
Financial Times’ın çağrısı altı ay gecikmiştir…
Refah devletinden neoliberalizme geçiş… Bu tarihçeye burada giremem. İki tespitle yetineceğim:
(1): Kapitalizmin Altın Çağı, sömürgeciliğin son bulması, sosyalist blokun etkisi, Bağlantısızlar Hareketi ve uluslararası Keynes’cilik sayesinde Üçüncü Dünya’yı da kapsadı.
(2): İngiltere, bu dönüşümün başlangıcını da, bitimini de simgeledi. Margaret Thatcher, 1979’da refah devletinin giderek tasfiyesini hedefleyen bir programla seçimi kazandı ve Batı’da neoliberal karşı devrimi başlatan siyasetçi oldu.
“Karşı devrim” diyorum; zira, neoliberalizm, aslında, sermayenin dünya çapında sınırsız tahakkümünü gerçekleştirme tasarımıdır. FT Editörler Kurulu’nun bugün özlemle andığı refah devletini de reddeden bu tasarım, sonraki kırk yıla da damgasını vurdu.
FT, bu karşı devrimci dönüşümün sonuçlarından Nisan’da yakınıyor ve seksen yıl öncesinin toplumsal uzlaşmasına dönüş çağrısı yapıyor.
Ne var ki bu çağrı, altı ay gecikmiştir. Ülkesinde Ekim 2019’da erken seçim kararı alındı. Jeremy Corbyn’in liderliğindeki İşçi Partisi, “refah devletine dönüş”ün ilk adımlarını oluşturan bir programla iktidara aday oldu. Üstelik, Brexit’e öncelik veren neo-faşist Boris Johnson’un Muhafazakâr Partisi’nin rakibi olarak…
Bu kritik dönemeçte FT Editörler Kurulu ne yaptı? Brexit sorununu unuttu; İşçi Partisi’nin programına karşı sermaye çevrelerinin başlattığı sert muhalefetin ön saflarında yer aldı. 25 Eylül 2019’te “Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi Britanya’yı yönetmeye ehil değildir” başlığı altında bir yazı yayımladı.
Düzmece bir “Yahudi karşıtlığı” (anti-semitizm) suçlamasına FT de katıldı; Corbyn’in Aralık’taki seçim yenilgisini coşkuyla karşıladı. Editörler Kurulu bununla yetinmedi. Refah devleti programıyla İşçi Partisi’ni sola taşıyan Corbyn’in etkisi tümüyle tasfiye edilmelidir. Bu çağrı, 15 Aralık 2019’da FT Editörler Kurulu imzasıyla “İşçi Partisi sol kanadının gücünü kırmalıdır” başlıklı bir yazıda yer aldı.
Etkili olduğu da söylenebilir. FT’nin yeğlediği Sir Keir Starmer, delegelerin %56’sının oylarıyla İşçi Partisi liderliğine getirildi. Eşi Musevidir.
İnsanlığın çaresizliği…
Bir ileti izledim: İspanya’da bir TV muhabiri kendisine ulaşan bir sesli mesajı ağlayarak aktarıyor:
“Madrit’te 65 yaşını aşkın hastalara müsekkin veriliyor; solunum cihazları alınıyor;
bu insanlarımız ölmeye terk ediliyor…”
Durum budur!
Sermayenin sınırsız tahakkümü, koronavirus salgını karşısında insanlığı çaresiz bıraktı.
Bu tahakkümü hayata geçirenler, yönetenler, ona alet olanlar paniğe kapıldı. FT Editörleri gibi “böyle devam edemeyiz” diye yakınmaya başladı.
Ama aynı zamanda emeğin, yoksulların, Altın Çağ’daki kazanımlarının bir bölümünü geri almaya dönük tüm örgütlenmeleri insafsızca önlemeye öncelik verdiler. Tahakkümü hayata geçiren tüm ideolojik, politik araçları sonuna kadar kullanarak…
“Güney” coğrafyası söz konusu olduğunda, emperyalizm, devlet gücü ile devreye giriyor. Koronavirüs dahi, örneğin Venezuela ve İran’da sözü geçen hegemonyayı pekiştirmek için fırsat olarak kullanılıyor.
Bu yazıda, Financial Times’ın Yazı Kurulu’ndan 4 örnek verdim. Tarih sırasıyla tekrarlayayım:
Bolivya’da faşist darbeyi destekledi;
İngiltere’de Corbyn’in iktidara layık olmadığını vurguladı;
İşçi Partisi’nde sol kanadın tasfiyesini talep etti.
İngiltere’de salgından ölüm oranı %13’e yaklaşıp dünya zirvesine çıkınca da utanmadan “refah devletine dönüş” çağrısı yaptı…
Elbette insanlığın vicdanı, yani sol kanadı da suskun değildir; koronavirüsü ve sonrasını tartışmaktadır. İzlemeyi, aktarmayı, değerlendirmeyi sürdüreceğim.