Haluk Bilginer: ‘Cesur olmak zorundayız’
KORKMAYAN APTALDIR.
BEN DE KORKUYORUM AMA KORKAK DEĞİLİM,
CESARET KORKUYA RAĞMEN BİR ŞEYİN ÜZERİNE GİTMEKTİR
SÖYLEŞİNİN PERDE ARKASI: KARŞISINDAKİNİ HİPNOTİZE EDİYOR
(http://www.hurriyet.com.tr/haluk-bilginer-cesur-olmak-zorundayiz-40342420)
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Haluk Bilginer: Diziniz ‘Masum’un adından yola çıkarsak, sizce ne kadar masumuz?
– Masumiyeti nasıl tanımladığınıza bağlı. Önceden planlı bir kötülük varsa, niyetiniz kendi menfaatiniz için birini ortadan kaldırmaksa bunu yapmak masumluk değildir.
Bunu nasıl başaracağız?
– Aklımız ve vicdanımızla… Akıl ve vicdandan başka sığınacak hiçbir şeyimiz yok.
Benim vicdanım bana yetiyor. Yetmeyenler düşünsün!
Peki yaşanan tacizlere, kadının uğradığı şiddete, çocuk istismarına baktığımızda
ne kadar vicdanlıyız?
– Üzülerek söylüyorum ki biz vicdanımızı yitirdik. Yaşadıklarımızın önemli bir sebebi
artık vicdan muhakemesi yapamamamız.
MAALESEF KAN KANIKSANMAYA BAŞLADI
Toplumdaki tabuları ve erkek egemenliğini nasıl görüyorsunuz?
– O tabular artık yıkılıyor. Üstelik o tabuları koyanlar yıkıyor. İçi başka, dışı başka insanlardan kork! Bayağı kork… Çok ürkünç… Erkek egemenliğine de gelirsek… Erkekler beş para etmez! Bu dünya erkeklerden arındırılmalı.
Çok iddialı oldu. Siz de erkeksiniz ama…
– Bunu ‘Erkekleri yok edelim’ anlamında söylemiyorum. Erkek iktidarını yok edelim diyorum. Keşke dünyayı kadınlar yönetiyor ya da dünyanın çoğunluğu kadınlardan oluşuyor olsaydı…
Erkek iktidarını yok edelim diyorsunuz ama sanki bizler ‘erkek iktidarı’nı ve
gücü seviyoruz…
– Bu bizim toplumumuzda ve benzeri toplumlarda hâlâ halledilmemiş bir sorun.
Bayılıyoruz güce.
Nedir sebep?
– Aileden başlıyor… Mesela “Babama çok saygı duyarım” gibi laflar duyarsınız. Bu tuhaf bir cümle. Saygı duymak ne demek? Sevgiye ne oldu? Ben sana onun Türkçe mealini söyleyeyim, “Babamdan korkarım”. Despottur baba… Böyle babaların olduğu bir toplumda siz kendi ailenizi kurduğunuzda da böyle bir güç peşindesinizdir hep.
Dizinizin fragmanlarında şiddet ve bunu sıradanlaştırmış bir aile var.
Günümüzde şiddeti sıradanlaştırdık mı?
– Kan kanıksanırsa çok tehlikeli bir şey olur. Maalesef kan kanıksanmaya başladı.
Artık patlayan her bombadan sonra istatistik konuşuyoruz sadece. İnsanları;
ölenler ve ölenler yüzünden etkilenenleri çok az konu ediyoruz. Bu da çok tehlikeli…
Peki kanıksanan şiddet bizi ne kadar korkak yaptı?
– Korku çok insani bir duygudur. Korkmayan aptaldır zaten. Ben de korkuyorum ama
korkak değilim. Cesaret korkuya rağmen bir şeyin üzerine gitmektir.
O yüzden cesur olmak zorundayız…
Tutuklanan gazetecilere, işsiz kalan oyunculara bakınca cesur olmak ne kadar mümkün?
– Sana tek sözüm; her zaman cesur olmak zorundayız!
AHLAK BEKÇİLİĞİ YAPARAK SAPIK OLDUK
Az önce sohbet ederken dijitalde daha özgür sanat yapılabilme ‘ihtimalinden’
mutlulukla bahsettiğinizi fark ettim…
– Aslında zaten var olması gereken, erdem olmayan bir şeyi özlüyoruz.
Ben buna ‘kolay açılır kapak sendromu’ diyorum.
Nedir o?
– Bir zamanlar bir kola firması metal kapaklar dilimizi kesmesin diye kapakları plastiğe çevirdi. Bunun da reklamını kamuoyuna, ‘kolay açılır kapak’ diye yaptı. Bu bir erdem mi? Ya şekerli su satıyorsun. Bir de elimi kesseydim senin şekerli suyunu açarken! Bu, doğal olan bir şeyi erdemmiş gibi göstermek. Bu reklamı bir Batı ülkesinde yapsalardı, onlarla dalga geçerlerdi. Ama Türkiye’de satışları arttı.
Ekranda içki kadehlerinin buzlanması, öpüşme sahnelerinin kesilmesi ya da ‘gay’ kelimesinin bip’lenmesi… Dijitalde bunlardan muaf mı olacağız?
– Evet, dijital yapımların amaçlarından biri sansürden ya da bazı kurallardan muaf olmak. Mesela ‘Masum’ dizisini ulusal kanallarda yayımlamamız mümkün değil. Çünkü artık Kemal Sunal’ın ‘Eşşoğlueşşek’ lafı dahi bip’leniyor.
AR PERDEMİZ YIRTILDI BİZİM!
Beren Saat bir röportajımızda “Tuttu Frutti’yle büyüdük de sapık mı olduk” demişti.
Bu sansürler gelecek için herhangi bir şeyin çözümü olabilir mi?
– Büyük harfle yaz burayı: ASLA. Tarihte bunun bir örneği yok. Sansür, baskı başka yerden fırlar, başımıza başka işler açar. Biz aslında ahlak bekçiliği yaparak sapık olduk.
Ahlak bekçiliğini görev olarak gören herkes önce kendi ahlakına bakmalı.
Peki ‘ahlak’ı siz nasıl tanımlarsınız?
– “Ahlak; utanmayı bilmektir”. Bu Ercan Kesal’ın ‘Cin Aynası’ kitabındaki öykülerinden birinin adı. Önce utanmayı bileceğiz.
Utanma duygumuzu kaybettik mi?
-Tabii, ar perdemiz yırtıldı bizim!
Peki kendinize otosansür uyguladığınız oluyor mu?
– En kötüsü o zaten. Uygulamamaya çalışıyorum ama bir toplumda yaşarken ister istemez
onun kurallarıyla yaşamaya başlıyorsunuz.
‘BEN-HUR’, İÇİNDE OLMAKTAN KEYİF ALDIĞIM BİR İŞTİ
‘Ben-Hur’ filminin fragmanında isminizin yanlış yazılmasıyla ilgili haberler yapıldı. Sahneleriniz az bulundu. Geriye dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz bir iş miydi?
– Hayır. İçinde olmaktan keyif aldım. Film uzadıkça içinden birçok sahne atılmış. Dolayısıyla benim oynadığım sahneler yoktu filmde. Tabii o kadar çaba gösterdik, haftalarca orada kaldık, bari şu sahne olsaydı diye düşünüyor, insan ama yapacak bir şey yok. Öyle filmler biliyorum ki çocuk başrol oynadığını zannediyor sonra bir bakıyor filmde yok. Karakterini tamamen atmışlar.
Sanat bir şeyleri düzeltebilir mi?
O kadar çok şeyi düzeltir ki aklınız almaz. Sadece tiyatroya giderek, sergi gezerek, konser dinleyerek… Bunların hepsini yapın demiyorum. Sakın yanlış anlamayın. Asgari ücretle dört kişi yaşayan bir aileye “Neden tiyatroya gitmiyorsun” diye sorarsan adamı döverler. Sadece sanat denen olguyu yaşamımızın bir parçası haline getirmemiz gerek diyorum. Sanat, bir estetiğin peşinde koşmak, empati kurmaktır. Mesela seyirci tiyatroda bir oyun izlerken karakterle empati kuruyor. Empati kuran insan kötülük yapamaz, gidip birini öldüremez, bağıramaz. Bir ülkede sanat yoksa empati yoksunluğu artar.
BİR TANE TÜRKİYE VAR:
BURADA KALIP DEVAM ETMEKTEN BAŞKA ÇARE YOK
Bizi üzen bunca şeye rağmen yola nasıl devam edeceğiz?
– Yaptığımızın en iyisini yapmaktan başka çaremiz yok.
Herkesin dilinde gelecek için bir ‘B planı’ var. Bu noktada devreye o mu giriyor?
– Yok. Bir tane Türkiye var. Türkiyeliyiz. Türkiye’de üretiyor ve yaşıyoruz. Onun için burada kalıp devam etmekten başka çare yok.
Siz kalbinizi ve aklınızı korumak için ne yapıyorsunuz?
– Hâlâ tiyatro yapıyorum. Biri uzaydan dünyaya ve Türkiye’ye baksa ve burada film çeken, tiyatro yapan insanları görse “Bunlar ne yapıyor? Nasıl oluyor da oluyor” diye düşünür. Bizler ‘Nasıl oluyor da oluyor’u oldurmaya çalışan insanlarız. Sürekli ‘bir şeylere rağmen’, bir şeyler yapıyoruz. Kimse bize gümüş tepside olanaklar sunmuyor.
ÖFKE DOĞRU KULLANILIRSA İYİ BİR ENERJİDİR
Burada (Oyun Atölyesi) her şeyi kendi şartlarınızla mı yapıyorsunuz?
– Evet. Keşke tiyatro melekleri olsaydı ama yok. Ben bu tiyatro salonunu (Oyun Atölyesi) neden yaptım biliyor musun?
Neden?
– Öfke… Öfke doğru kullanırsanız iyi bir enerjidir. Tiyatro yapıyorsunuz ve oynayacak yeriniz yok. Bir yer yapmak zorundasınız kendinize…
Bütün bu konuştuklarımızdan sonra; umutlu musunuz?
– Geleceği parlak görüyorum. Ama hangi gelecek olduğundan emin değilim… Yakın gelecek mi? Uzak gelecek mi? Gelecek parlak olmak zorunda.
Yeni nesil hakkında ne düşünüyorsunuz?
– Umudumu kaybetmedim.
ATATÜRK’Ü AKIL KULLANARAK ANLAYABİLİRİZ
Peki başkanlık sistemiyle ilgili ne söylersiniz?
– İnternette sokak röportajlarında görüyorum. Ellerinde mikrofon, çeşitli şehirlerde dolaşıyor ve “Anayasanın 18 maddesi değişiyor, ne düşünüyorsunuz” diye soruyorlar. Hiç kimsenin bir fikri yok. Bu insanlar yarın, öbür gün referandumda ‘evet’ ya da ‘hayır’ diye oy verecek. ‘Hükümet yapıyorsa vardır bildiği’ diyorlar. Hükümetin tek başına yaptığını sanıyorlar. Bunu hükümetin değil, Meclis’in yaptığını, Meclis kavramını da bilmiyorlar.
Başkanlık sisteminin getirileri ve götürüleri ne olur?
– ‘Masum’dan iyice uzaklaştık…
O zaman son bir soru; bir söyleşinizde “Atatürk’ü insan olarak anlamak gerekiyor” demişsiniz. Şimdilerde Fenerbahçe’nin basketbol maçlarında Atatürk marşları söyleniyor. Bir yerde Atatürk heykelleri kaldırılıyor. Sizce o zamanlarda ettiğiniz bu cümle üzerinden ne kadar yol aldık?
– Evet. Atatürk’ü iyice irdeleyerek ve akıl kullanarak anlayabiliriz. O marşlar Atatürk için söylenseydi 1923’ten beri her gün söylenirdi. Ama ne için söylendiğini keşke daha iyi anlayabilseydik.
MEŞHUR OLMAK O KADAR BÜYÜTÜLECEK BİR HALT DEĞİL
‘Masum’, Türkiye’de internet için çekilmiş ilk dizi. İnternet televizyonculuğu sizce neleri değiştirecek?
Artık televizyonun geleceği de buraya gidiyor. Özel televizyonlar reklam almak zorunda. Bunun da bazı kuralları var. Mesela 50 dakikada bir reklama girmek gibi… Bu yüzden diziler artık 150 dakika! Her hafta senaristler sinema senaryosundan uzun dizi senaryosu yetiştiriyor. E bunun kalitesinden ne bekleyebiliriz? Oyuncudan ne bekleyebiliriz? Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok. Gerçi bizde olan bir sürü şey dünyanın hiçbir yerinde yok!
Peki internet televizyonculuğu oyuncuları maddi olarak ne kadar tatmin eder?
O parayı sizin kaşınıza gözünüze ödemiyorlar. Onlar para kazandıkça kazanılacaktır.
BİR ZAHMET AKLIMIZI KULLANALIM!
Ulusal bir kanala yapılan işi, o akşam büyük bir kitle izliyor. Ama internet dizileri daha sınırlı bir kitleye ulaşacak. Oyuncular belki artık sokakta o kadar büyük ilgi göremeyecek. Bu egolarınızı nasıl etkiler?
Görmeyiversinler canım! Meşhur olmak o kadar büyütülecek bir halt değil. Emin olun, ünlü olduğunuz zaman ertesi gün anonim olmak istersiniz! Yolda rahat rahat yürümek, boş boş bakınmak lüks olmaya başlıyor çünkü. Bak, seri katil de ünlü, matah bir şey mi?
Ünlü olmak, yolculuk sırasında başına gelecek bir şey. Hedeflenen şey olması aptallıktır.
Yeni dizinizin ‘sözü’ ne?
“Bir baba, evladı için ne yapmaz”. Bu sorunun da cevabı şudur;
bir baba evladı için her şeyi yapar. Bunu en iyi evladı olanlar anlar. Akılla açıklanacak bir şey değil.
Bir senaryo, seyredenin aklında ‘Bu iyi karakter’ ya da ‘Bu kötü karakter’ gibi bir algı bırakıyorsa, o kötü yazılmış bir senaryodur. Ama insanın içindeki iyiyi ve kötüyü gösteriyorsa,
o zaman gerçekten insanı gösteriyor demektir. Mesela bir filmde; toplama kampında 1500 kişiyi öldürdükten sonra Beethoven dinleyerek ağlayan ve çocuklarıyla okulları üzerine sohbet eden subay beni daha çok ilgilendiriyor. Çünkü o senaryo bana kötülüğün sıradanlığını anlatır.
Sanat zaten iki tarafı göstermek için var.
Biz ekranda her şeyi iyi ve kötü olarak kodlamaya mı alıştırıldık?
Evet. Birisi doğruysa, karşısındaki yanlıştır diye düşünüyoruz. Belki ikisi de yanlış, belki ikisi de doğru. Biraz analitik düşünmek gerek. Maalesef bizde bu çok yok. Griyi ve grinin tonlarını algılamak zorundayız.
- Aklımız var. Onu kullanmalıyız bir zahmet!
Dizileri çok fazla takip edemiyorum ama karşıdan baktığımda birbirine benzeyen çok fazla dizi olduğunu görüyorum. 150 dakikaya yakın sürüyorlar. Her gece o kadar boş vaktimiz var mı bilmiyorum.
======================================
Dostlar,
Halk Bilginer, ülkemizin – Cumhuriyet devrimlerinin yetiştirdiği en yetkin tiyatro sanatçılarından biri.Dolayısıyla O’nunla söyleşi çok değerli ve öğretici. İçinde bulunduğumuz şu zor günlerde bir sanatçı olarak gene topluma yol gösteriyor..
- Aklımız var. Onu kullanmalıyız bir zahmet!
- Yaptığımızın en iyisini yapmaktan başka çaremiz yok.
- Sanat o kadar çok şeyi düzeltir ki aklınız almaz.
- Bir tane Türkiye var. Türkiyeliyiz. Türkiye’de üretiyor ve yaşıyoruz.
Onun için burada kalıp devam etmekten başka çare yok. - Atatürk’ü iyice irdeleyerek ve akıl kullanarak anlayabiliriz.
Uzun söyleşiden bizim altını çizdiklerimiz özetle bunlar..Büyük ATATÜRK boşuna mı uyarmıştı;
- Sanatçı,alnında ışığı herkesten önce algılayan kişidir…
Evet, bu karabasan dönemini de Türkiye aşacak elbet.
Tersini düşünmek tarihin eytişimine (diyalektiğine) ters.. Ancak zaman boyutunu kestirmek
kolay değil.. Yine de ‘çok uzun’ süreceğini doğrusu hiiiç sanmıyor ve düşünmüyoruz..
Türkiye’nin devrimci – cumhuriyetçi – özgürlükçü birikimi ve bilinci bu dayatmaya yenilmez!
Sevgi ve saygı ile.
22 Ocak 2017, Tekirdağ
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com