Prof. Dr. Tolga Yarman
CHP Kurultay Onur Üyesi
- İktidar “şantaj” (kaçınılamayacak baskı) altındadır. Cumhurbaşkanımız’ın hakkında ABD Temsilciler Meclisi’nde açılmış bulunan “mal varlığı soruşturması” bunun baş bir göstergesidir. Şantajın ucu, “Kanal İstanbul”u kazmaya, iktidarın mecbur bırakılmasına kadar varmaktadır.
- Muhalefet, iktidara, dış baskıyla çanak tutmaktadır. Bunun çok örneği vardır. Bilhassa rejim, 2017’de, “geçersiz” oy pusulaları “geçerli” sayılmak suretiyle değiştirilirken, muhalefet sesini çıkartmamıştır. Cumhurbaşkanı’nın “yüksek öğrenim” görmemiş olması, İstanbul 15. Noterliği’nden diplomanın, “aslı” yerine “suretinin” onaylanmasıyla, iyice sübut bulurken, muhalefet bu konuya, anayasayı ihlâl pahasına, ne 2014’te ne de 2018’de, ses çıkartmamıştır. Buna karşılık söz konusu Noter ve “diplomanın aslına uygunluk onayını ön büroda sağlayan Kâtibe”, Noterler Birliği’nden “ceza” almıştır.
- İçeride finans kaynaklarımızı tırtıklayan “kara delikler” kocamanlaşmıştır. Mezhebî dürtülerle dünyanın dört bir yanında yapılan, dış harcamaların ardı arkası, gelmemektedir. PKK, acılarımızın merhemi olmadığı bir yana, kaynaklarımızı soğuran diğer bir kara deliktir.
- Türkiye, bir anlamda yağmalanmaktadır. Hazinemiz soyulmuştur.
- Türkiye’nin toplumbilimsel fay hatlarından kök alan, laik-antilaik çatışması, aynı bağlamda Türk-Kürt, alevî-sünni ayrışması, dışarıdan, fena halde kaşınmaktadır.
- “Yeni Osmanlıcılık” ve “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) zemininde kundaklanan “mezhep savaşında”, Türkiye ne yazık ki, ham hayaller içinde, oyuna gelmiştir; taraf olmuştur. Kendi eliyle, dünyada benzeri görülmemiş ve bir tek Kürtçüler’e dokunmamış, müthiş stratejik bir tehcir ve etnik temizlik uzantısında, kendi kucağında, Türkmeni, Arabı, hemen hepsi, mezhebî olarak Şam’dan ayrıştırılmış “sünnisi”, ile, beş milyon Suriyeli’yi, o arada enva-i cins, “taşıma teröristi”, buluvermiştir.
- Tam da bu amaçla, yargıda demokratişleşme bahanesiyle, 12 Eylül 2010 referandumu yapılmış, “yargı” kafeslenmiştir. Ele geçirilen yargıyla, tek kurşun dahi atılmadan, Silahlı Kuvvetler’in tepesi, “çakma delillerle”, biçilmiştir. Bu suretle, “cemaat unsurları” ordunun tepesine kadar tırmanmıştır; 15 Temmuz 2016 faciasına, bu suretle sebebiyet verilmiştir.
- Ankara; Güney Sınırımız”la Suriye arasında tesis olunmak istenmiş “Kürtçü Koridor”a, kendi elimizle neden olduğumuzu, idrak etmemizden sonradır ki, buna mani olmaya çalışmıştır. Ancak işte, Türkiye, son toplamda,1980’lerdeki İran-İrak savaşındaki İrak gibi, İran’a karşı, ağızdan yel alsın, Saddamlaştırılmak istenmiştir.
- Son yirmi yıl; “dincilerden” memlekete hiç bir yarar sağlanamayacağını, göstermiştir. Şu da var ki, onları başımıza, laikofaşistler, Gardrop Atatürkçüleri, samimi inananları küstüren, “görenekten” nasibini alamamış, Cumhuriyet’i anlamamış, Atatürk’ü hiç anlamamış, halka, sanki “anadan doğma onu gütmek için bu dünyaya gelmiş” gibi, tepeden bakan, kibirlerinden geçilmeyen, “sözde ilerici gabiler”, bela etmiştir…
- Seçmene ve sandığa derin bir saygı içinde ifade ediyorum, iktidarın çok parası vardır, sandığın ise, olağan şekliyle bir fiyatı… İktidarın oylarının düşmesi, sandığın fiyatını yükseltir. Bu fiyat, çok çok, on milyar doları geçmez ki, bu, iktidarın cebinde, “rahat” bulunan bir tutardır. Bu demek olmaktadır ki, çok akılcı, bir o kadar inanç ve coşku dolu bir hareketin öncüsü olamazsak; muhalefet; iktidara, yine ve yeniden, iktidarın sebebiyet verdiği bütün gayrı meşru tasarrufların ayrıca aklanmasına imkan verilecek olarak, altın tepsi içinde yeni ve bu sefer, “süresiz bir iktidar” sunacaktır, ki bu, ulusal soluğumuzu, Allah korusun, tam kesmek üzere, BOP’un günümüzdeki stratejik hedefi dahi olabilir.
Bugün 4 Haziran 2021. Yukarıda, günceldeki temel sorunlarımızı, kavrayabildiğim kadarıyla özetledim. Bu durumda şunları muhakkak yapmalıyız:
- Misak-i Milli [Milli Yemin / Kurtuluş Savaşımız’ın Siyasi Çerçevesi (7 Şubat 1920)], o arada, Sevgili Amiral Cem Gürdeniz’in “mavi vatanı” kapsayan, sınırlarımızın dışında ve macera peşinde, hiçbir biçimde koşmamalıyız. Örneğin, önümüze hangi “albenili, ancak amansız bir zoka örten davet” konulursa konulsun, ayıkmalı, “cup” diye Şam’da, Emeviyye Camisinde Cuma Namazı kılma peşinde koşmaktan çıkmalıyız. Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı gibi; Osmanlıyı’yı kurtarmak ya da diriltmek hayalinden çıkıp, en önce ve yalnızca Anayurdumuz’daki dirliğimize kilitlenmeliyiz. Aksi, hem mümkün olmamakta hem de hafsala dışı kaynak kaybına neden olmaktadır. Olsa olsa, avara kasnak gibi boşta enerji tüketmek üzere, başkalarının çevirdiği çarklara hapsolmak demek olmaktadır… Sovyetler Birliği yıkılırken, Rusya’nın, kendini Sovyetler’den çözme sürecinde, yaptığı, tam da budur. Bizse, akıntıya karşı kürek çekmekteyiz. Buradan çıkmak ve en önce yurdumuzun dirliğini ihya etmek zorundayız.
- Bu kıstas, aynı zamanda, “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” ilkesiyle eşdeğerdir. Yani, bizim kimsenin topraklarından gözümüz yoktur, aynı bağlamada tek bir karış toprağımıza göz dikenin, anasından emdiği sütü, kimsenin kuşkusu olmamalıdır ki, burnundan getiririz…
- “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” koşulunun baş yaptırımı, yurtta sosyal adaletin ve gelir dağılımında gerçekçi bir eşitliğin sağlanmasına omuz vermektir… Aynı bağlamda, Karadeniz Bölgemiz’le Güneydoğumuz’u, Batı İllerimiz’le Doğu İllerimiz’i, “ilerici göçer dinamiklerle”, “ilerici yerleşik dinamikleri”, sarmaştırmaktır… Giderek, toplumbilimsel yarılmaların kanamasına, son vermektir. Bunların başında, laik-antilaik çatışmasının çözümlenmesi ve buradaki açmazların giderilmesine dönük öğretinin oluşturulması ve ulusumuza anlatılması gelir…
- “Cumhuriyetimiz” için binlerce kitap yazılmıştır. Daha binlercesi yazılacaktır. Cumhuriyet’i, hele günümüzde, gençlere anlatabilmek üzere, kestirmeden, şu iki temel anlayışla tasvir etmeyi dilerim:
1) Cumhuriyet; “yönetimde akıl” demektir, ki, bu düstur TBMM alnına, “Hakimiyet Kayıtsız, Şartsız Milletindir”, şeklinde kazınmıştır. Ne padişah vardır, ne halife-i ru-yi zemin (Yeryüzü’nde, “Yaratıcı” adına yönetim eyleyecek vekil); ne kul vardır, ne teba… Bir tek Millet’in şuuru ve iradesi vardır. Hakimiyet O’nundur.
2) Cumhuriyet, aynı bağlamda, “inançta akıl” demektir, ki bu düstur, “laiklikte”, vücut bulur. “İnançta akıl”, en önce, “inanç barışı” ve “inanç özgürlüğü” demektir. Aynı bağlamda, “Diyanet İşleri Başkanlığı bir Cumhuriyet Kurumu’dur” ve “Cumhuriyet’in laikliği”, ilk şıkta, “yönetim anlayışımız” çerçevesinde dile gelenler yanı sıra, “inancımızda, nakilden evvel, akıl”, demektir. Cumhuriyet’in laikliği, kestirmeden söylersek, demek ki, her şekilde, yönetimde ya da inançta “akıl”, demektir. Başka bir deyişle Cumhuriyet’in inançla bir sorunu yoktur, güya inanç adına “dediğim dedik”, diyen tartışmayı, sorgulamayı dışarlayan, kafasını belli bir “şekle” mengenelemiş dayatmacıyla, yobazlıkla, hurafeyle, sorunu vardır.
O kadar böyledir ki, Çanakkale Savaşları’ndan, giderek Kurtuluş Savaşımız’dan, “Allah Allah” nidalarını, giderek “inanç üstünlüğümüzü” çıkartırsanız, geriye pek bir şey kalmaz… Ancak; o savaşların; Gazi’nin ve silah arkadaşlarının üstün dehalarını, tarih bilinçlerini, vatanseverliklerini, cesaretlerini, kahramanlıklarını, hiç utanmadan es geçerek, üstüne üstlük, elbette derin, “anlamı” dahi bilinmeden, bir tek salat-ı tefriciye duası okumak suretiyle kazanıldığını ileriye sürenlerle, ödünsüz mücadelemiz vardır.
Bakın, sabah namazından sonra, Beyazıt Camisinden kendin bilmez bir hırsla çıktıktan sonra, aşağıya Mahmut Paşa Sobacılar Çarşısı’na inip, bir soba borusuna binerek, “deh” deyiverince, Apollo vari Ay’a uçuvereceği hipnozuna kapılmak, ne kadar illetli ise; bıçkının bıçkını bir astronot olarak, her türlü hazırlığını ifa ettikten sonra füze rampasına doğru yola revan olmadan, insanın içini, inanç üstünlüğüyle doldurması, dua ile, misyonuna kilitlenmesi, tam tersine bir o kadar, bu toprakların ulviyetine yaraşır bir davranıştır.
- Cumhuriyet, demek ki, yönetimde ve inançta, biat ve nakle karşı, akıl ve akılcılık, giderek özgür irade, demektir. Bunu, baş bir öğreti olarak, yığınlara anlatmalıyız.
- “Klerikus” (kiliseden maaşlı ceberrut memur) kavramına karşı “layman / laikus” (sokaktati ve birincisinin tahakkümünde yaşamaya baş kaldıran adam) kavramından kök alan “Laiklik” sözcüğünü, Türkçeleştirme tembelliğine ayrıca kapılıp, öylece bırakarak, kuşaktan kuşağa, dil iklimimizde, istismarla olsun çağrıştırdığı olumsuzluklara da sırtımızı dönerek, aktarmaktan çıkamazsak, Cumhuriyet’i kuranların neyi kast ettikleri anlaşılmaz oluyor ve ortalık bağnazlığa, giderek hurafeye kalıyor.Hurafe ile, göreneğin özünü ortaya koyup, yukarıda işaret ettiğim şekliyle geniş cepheli bir mücadele başlatmamız, önem taşıyor… Tam da bu noktada Emperyal İngiliz Muhibi (yalakası) İskilipli Atıflar‘la (ki, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için idam fetvası vermiştir), Kuvva-yı Milliye’nin inanç önderi Börekçizade Rifatlar’ın, birbirlerinden ne kadar ayrı olduklarını anlamamız ve anlatmamız gerekiyor… Yoksa Türkiye “Ilımlı – Ilıman – İslamcılığın” kucağında, emeviyeleşmeye, vahabileşmeye, yozlaşmaya ve taşeronlaşmaya itiliyor. “Laikiz” diye, göreneğin özüne sırtımızı dönmeye kalkarsak, ortalık görenek diye, “işbirlikçi İskilipliler’e” kalıyor… Demek istediğim, budur…Bölgede, petrol ve doğal gaz sömürüsüne, en büyük mâni, Atatürk Cumhuriyeti olduğu için, Cumhuriyetimiz yozlaştırılmak üzere, elden gelen her türlü şer eylem gündeme getirilmiştir. Rejim bunun için değişmiştir. Bölgede mezhep savaşları bunun için körüklenmiştir… Böylesi bir operasyona ne yazık ki, muhalefet, ayrıca alet edilmiştir.
Dış dayatmalı ve iktidarı olduğu kadar muhalefeti de kapsayan, kurguyu bozmanın yegâne yolu; her cenahtan ilericileri toplayacak tabandaki seçmenle, Cumhurbaşkanı adayımızı belirleyebilmek üzere, “önseçim” gerçekleştirmektir… Bu yönde kamuoyu oluşturulmalıdır…
- Adaylar belli bir yöntemle örneğin beşe indirgenir, sonra yarıştırılır.
- Bir rüzgar estirelim… Fikrî zenginlik çağlasın… Coşku olsun, heyecan dorukta olsun… Umutlar kocaman kocaman tomurcuklansın…
- Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını nasıl tasavvur ediyoruz, anlatalım, görüşlerimizi, önerilerimizi yarıştıralım, onları yan yana koyalım… Dev bir yürek olalım, dev bir erek… Bütün Türkiye ile, bölge ile, dünya ile kucaklaşalım… Barışı kurumsallaştıralım… Seçeceğimiz aday, cumhurbaşkanımız olacaktır… O’nun etrafında kilitlenince Türkiye, enginlere sığmayacak, taşacaktır…Güneş ufuktan şimdi doğar… Gümüş dere durmaz akar… Yürüyelim arkadaşlar!..
***
29 Mayıs Salı İkindi vakti… Üniversite’deki dersimden, Polonezköy tarafından ormanlar içinden geçe geçe geliyorum… Telefonum çaldı, baktım, Sevgili Prof. Övgün Ahmet Ercan… Sevinçle açtım telefonumu… Yavaşladım ama, yol almaktayım… “Türkiye için Ne Yapmalı” Kitap Projesi’ni, anlatıyor Ahmetçim… Fikir soruyor… Dilim döndüğünce söylüyorum… Bir de yazı istedi, kitap için… Heyecan duydum… Yukarıdaki yazı böylece yazıldı. Prof. Ercan’a, şükranlarımı sunuyorum… Türkiye için hep beraberce, bir şey yapacaksak, işte tam da böyle yapacağızdır… Öteki, birbirinden değerli yazarların yazılarını okumak için can atıyorum… Onları ayrı ayrı, şimdiden, kutluyorum… Türkiye için çok şey yapacağız. Allah utandırmasın!
***
1963’te Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Üniversite öğrenimini Fransa’da gördü; Institut National des Sciences Appliquées de Lyon Mühendislik Okulu’ndan, 1967’de mezun oldu. “Doktora çalışmasını” ABD’de yaptı; Massachusetts Institute of Technology’den, 1972’de “Bilim Doktoru” ünvanını aldı. İTÜ’de, 1982’de Profesör oldu. CHP kapatıldıktan sonra yerine kurulan Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) (Ankara, 1983), kurucu üyesi oldu… … Binlerce öğrencinin hocası… Pek çok akademik yapıtı, bulunuyor. Yıllarca, birikimleri ile toplumun sorunlarının kesiştiği alt alanlarda, hep ulusumuzu ve insanlığı savundu.