Etiket arşivi: Elazığ Cüzzam Hastanesi

Prof. Dr. Türkan SAYLAN…

Prof. Dr. Türkan SAYLAN…

Merhum Prof. Saylan’ın 7. ölüm yıldönümü dün idi. (18.05.2009)
Bu vesile ile biz de hocamız ile ilgili arşivimizi karıştırdık..
O’nunla yakın çalışma olanağımız oldu.. Paylaşmak istediklerimiz var..
*****
Saylan hocayı İstanbul Tıp Fakültesi 5. sınıfında tanıdım (1975-76). Sanırım o zaman Dermatoloji doçenti idi. 1 aylık stajımızda derslerini dinledik. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi içinde bir küçük bölümde Lepra / Cüzzam kliniği açılmıştı ve Anadolu’dan gelen hastalara hizmet veriliyordu. Hoca bu konuda ünlenmişti, her ay Elazığ’daki asıl Cüzzam Hastanesi’ne uçuyor, birkaç gün oradaki hastalara da bakıyordu. Tıp öğrencileri arasında saygı uyandıran bir çabaydı. Bizler de bu hastaları görme olanağı bulmuştuk İstanbul’da.

Bir de Ankara Üniv. Tıp Fak. Cebeci Hastanesi içinde yataklı Lepra (Cüzzam) Bölümü vardı. Merhum Prof. Atıf Taşpınar hoca soruna el atmıştı Sayan hocadan çoook yıllar önce. Bu hastaneyi de Hacettepe Tıp Fak. Toplum Hekimliği Bölümünde ihtisas yaparken görmüştük.
*****
Temmuz 1981’de Halk Sağlığı Uzmanı olduk zorunlu hizmet çıkmadan hemen önce. İş arıyorduk. Türkan hoca bize “Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimliği” görevini önerdi. Kabul ettik. Bakırköy’deki Cüzzam kliniğinde bir süre Lepra eğitimi aldık ve bu arada Sağlık Bakanlığı atamamızı yaptı. Kasım 1981 gibi bu hastanenin asıl Başhekimi olarak 28 yaşında göreve başladık. Hastane önceki yüzyıldan (?) kalma ve çoook köhne idi. Oysa Elazığ’da bir dernek kurulmuştu bu amaçla ve Saylan hoca durumu epey toparlamıştı (?)..

Planımıza göre biz Doğu Anadolu’da aynı zamanda Cüzzam saha çalışması ile sorunun Epidemiyolojisini inceleyecek ve üniversite dışından Doçentlik tezi yapacaktık.

Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimi olduğumuz 1980 başlarında, Sayın Prof. Gülendame Saygı ile kendileri Sivas’ta hoca iken yürüttüğümüz ortak bir bilimsel çalışma ile merhum Prof. Türkan Saylan‘ın “ilginç-dramatik” öyküsünü de artık yazmalıyız.. Aradan 32 yıl geçti.. bizimle mezara gitmesin, ayrıca insanların gerçeği bilme hakkına saygı borcumuz da var… Bizim bilimsel çalışma verilerimizi, Prof. Saylan ve ekibi Marmaris’te 9. Cildiye Kongresinde, kendilerininmiş gibi sunmuşlardı! Bu “aşırmayı” (intihali, bilim hırsızlığını!) görünce Gülendame hoca ve biz verilerimize dayalı bilimsel makalemizi Türkiye Parazitoloji Dergisinde yayımlamış ve bir dip notu düşerek;

  • “Bu çalışma, daha önce gerçek sahipleri olmayan kişilerce Marmaris’te 9. Cildiye Kongresinde sunulmuştur..”
    diye hazin durumu saptamak zorunda kalmıştık..
    Bu Derginin künyesi aşağıda :* Saygı G, Saltık A. Lepralı Hastalarda Bağırsak Asalakları. Türkiye Parazitoloji Dergisi
    7: (1-2); 53-57, 1984Sayın Prof. Dr. Gülendame Saygı hanımefendiyi, bir meslek büyüğümüz olarak saygı ile anıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 19 Mayıs 2016, Ankara

(http://ahmetsaltik.net/2016/04/09/ataturk-siroza-alkol-nedeniyle-yakalanmadi/)
=======================

  • 80. Yılında Cumhuriyet ve Karşıtları (DTCF, panel) Ankara, 25.10.03 (Ortada biz, solumuzda merhum Prof. Türkan Saylan ve Mustafa Balbay solda merhum Prof. Alpaslan Işıklı ve Prof. Çağrı Erhan..) ile birlikte aynı masada konuşmacı idik.

Cumhuriyet_karsitlari_Balbay_Saylan.._ile

Dostlar,

Ocak ayının son haftası Dünya Cüzzamla Savaş Haftası..
1981-82’de, Türkiye’nin en büyük ve ilk Cüzzam Hastanesi’nin başhekimi idik.

İstanbul’da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi yerleşkesinde küçük bir Cüzzam (Lepra) hastanesi daha açılmıştı. Bir de, Ankara Tıp Fakültesi Cebeci yerleşkesinde Lepra Araştırma ve Uygulama Birimi vardı. Bu son 2 birim halen en alt düzeyde etkinlikteler. Ülkenin en büyük Cüzzam hastanesi ise, Elazığ’da, o da gerilemekte. Hastalığın kökü kazındıkça (eradikasyon) kurumsal kapasite de doğallıkla daralıyor. Eradikasyon ise, gerek tıbbi-sosyal savaşımla gerekse toplumsal yaşam koşullarında iyileşme ile birlikte gidiyor.

  • Ülkemiz Cüzzam savaşının en yakın tanıklarından biriyiz.
    Umarız günü gelince biz de söyleyeceklerimizi aktarma olanağı buluruz. Yine de, vefa dışına düşmeyi kesin redle, içten emeği geçen herkesi şükranla anmak isteriz.

Sevgi ve saygı ile. 26.01.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
Elazığ Cüzzam Hastanesi Eski Başhekimi

www.ahmetsaltik.net

http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post-new.php
===================================

Ben de ADD’ye çok emek veriyorum. Edirne’de ÇYDD ile de işbirliği içindeyiz. ÇYDD Genel Kurul temsilcisiyim. Ancak Aralık 2000’deki kongreye… (07 / 02 / 2001, Edirne’den mektubumuz..)
===================================
Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nce düzenlenen, Sn. Prof. Dr. Türkan SAYLAN ve Sn. Prof. Dr. Hüseyin BATUHAN’ın konuşmacı olacağı;

Çağdaşlaşma Yolunda Bilim, Uygarlık ve Türkiye
konulu paneli onurlandırmanızı saygıyla dileriz

  • Prof.Dr.Ahmet SALTIK              İnci YURDAKUL
    ADD Edirne Şubesi Başkanı       ÇYDD Edirne Şubesi Başkanı
    Yer  : Türkan Sabancı Kültür Mrk.
    Gün : 29 Mayıs 1997 Perşembe, saat 15.00
    Not  : Çiçek getirilmemesi, dileyenlerin Derneğe bağış yapması rica olunur.
    =====================================….İstanbul’da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucu heyeti ile yapılan bir toplantıda bu kuruluşu temsilen konuşan Prof. Dr. Türkan Saylan, Atatürkçülüğün bittiğini ve Atatürk ilkelerinin geçerliliğini yitirdiğini hiç çekinmeden açıkça söyleyebilmiştir. Bunun üzerine, iki ayrı grubun bir araya gelerek ortak bir dernek kurmaları mümkün olamamış ve Atatürk ilkelerinin geçersiz kaldığını öne süren bir heyetin öncülüğünde İstanbul merkezli Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adı altında ayrı bir örgütlenmeye gidilmiştir. Muammer Aksoy’un inançlı Atatürkçü çizgisi doğrultusunda ADD Ankara merkezli örgütlenirken, yeni Bizans sürecine doğru sürüklenen İstanbul’da, Atatürk ilkelerinin geride kaldığını öne süren bir kurucu kadronun öncülüğünde farklı bir dernek örgütlenmesine gidilmiştir. İstanbul kamuoyu yeni dönemde Atatürksüz bir geleceğe yönelirken ADD oluşumuna uzak durmuş ve bu doğrultuda İstanbul basınında ADD’nin kuruluşuna olumsuz tepkiler gösteren yayınlar çıkmıştır. (SORULARLA ADD, Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN 08.09.2013, Ankara)
    ===================================
    * ÇYDD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği – Genel Başkan: Prof. Dr. Türkan Saylan – Projenin Adı: Demokrasi ve İnsan Hakları Hareketinin Başlatılması. – Tarih: 02.03.2004 – AB`den Aldığı Para: 49.955,75 Avro
    AB`den milyarlarca euro hibe alan sivil toplum kuruluşları…
    Yılmaz Dikbaş  (Araştırmacı-Yazar) Yayınlanma tarihi : 2009-10-15 12:39:26
    =====================================
    Protestan Misyonerleri SEV-ÇEV-ÇYDD
    Yılmaz DİKBAŞ, Araştırmacı-Yazar
    http://www.asahaber.com/modules.php?name=Kose_Yazilari&file=yazi_oku&sid=49, 29.12.06Şu üç Sivil Toplum Örgütü, Avrupa Birliği’nden ‘Hibe’ almışlardır:
    Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), (Protestan misyonerliği yapmaktadır..)
    Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) ve
    Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD). (ÇYDD, SEV ile birlikte çalışmaktadır.)
    =====================================
    Prof. Dr. Türkan Saylan (AB’den 200.000 Avro hibe alan ÇYDD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı). 12 Mayıs 2001 tarihinde İstanbul’da yapılan bir toplantıda, ARI Hareketi Başkanı Kemal Köprülü salondaki gençlere şöyle diyordu:

    “Siz gençler, Ankara’yı tamamen unutun. Bu sistem iflas etti”[1]
    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde düzenin iflas ettiğinin ilan edildiği bu toplantıda, toplantıya katılan ÇYDD Başkanı Prof. Türkan saylan da bir konuşma yapmıştı. T.C. Başbakanlığı bünyesinde ‘İnsan Hakları Komisyonu’ oluşturuldu. Bu komisyon; LOZAN Antlaşmasında Müslüman olmayan azınlıklara haklar tanındığına, her türlü dilde eğitimin serbest bırakılarak dayatmacı ‘KEMALİST’ rejimden vazgeçilmesine hükmetti. İnsan Hakları Komisyonu’nda yer alan kuruluş ve kişiler ABD hazinesinden, NED (National Endowment for Democracy)
    kanalıyla paralar almışlardır. 73 üyesi bulunan İnsan Hakları Komisyonu’nda şu kişi, dernek ve vakıflar bulunmaktadır:[2]
    Prof. Dr. Türkan Saylan (ÇYDD),

[1] Mustafa Yıldırım, “Sivil Örümceğin Ağında”, sf. 176
[2] A.g.e. Sayfa:569
Kaynak : MANDACI PROFESÖRLER Yılmaz Dikbaş, yilmaz108@hotmail.co.uk Araştırmacı-Yazar 14 Şubat 2007, Antalya
=========================================

900 üncü dosya : 12 Eylül 1980 darbesinin 32. yılı; İşkenceleri unutamıyoruz..


Dostlar,

12 Eylül haftasını uğurluyoruz..

Tam 32 yıl önceydi..

Biz, Hacettepe Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda tıpta uzmanlık eğitimi alıyorduk.

Her gün 20 dolayında insanımız karanlık cinayetlere kurban giderken;
askeri darbenin kanlı kulvarı da döşeniyordu..

Zaten 12 Mart 1971 darbesi öncesinde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç,
“Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı..” buyurmuştu (!).. 27 Mayıs Devriminin ülkemize armağanı olan özgürlükçü 1961 Anayasasının 35 maddesi 12 Mart döneminde değiştirilmişti.

Ama ülke, gene de, Başbakan Demire’in deyimiyle “70 sente muhtaç” idi!

Bu kez 24 Ocak 1980 kararları ile ülkemiz tam bir ekonomik sömürge kılındı.
Ama alınacak yakıcı önlemler ancak sıkıyönetimle halka dayatılabilirdi.

Gereği yapılıyordu Atlantik ötesiyle işbirliği içinde..

Algısı yönetilen garip halkımızın deyimiyle “anarşitler” bir türlü rahat durmuyordu.
Devlet böyyüklerimiz de anarşiye hikmetli tanılar koyuyor ve “sağ – sol çatışması” diyorlardı.

Başbakan Süleyman Demirel ise;

– “Sokaklar yürümekle aşınmaz..” buyuruyor ve
– “Bana sağcılar – Milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz..” diye diklenerek
açıkça sağdan yana, sola karşıt politik tutum koyuyordu.

* * * * * *

Biz de bu süreçte çok ağır bir bedel ödemiş, emniyet başkomiseri olan babamız
Halis Zeki Saltık‘ı İstanbul Sirkeci’de bir operasyonda görev şehidi olarak vermiştik.
46 yaşında idi henüz.. Tarih 7.7.1980 idi ve 7 kurşun yemişti..

Birkaç aydır Ankara’da bizimle kalan acılı anamız, bizi sabah erkenden uyandırdı ve
ironik bir sevinçle;

– Kalkın kalkın, askeri darbe olmuş.. dedi.

Akan kan o gün “bıçak gibi” kesildi ?!

Zavallı anamız da, ister istemez, “Birkaç ay önce neredeydiniz??” isyanındaydı.

Annemiz 13 yıl sevgin (aziz) eşinin derin yasını tuttu. O psikoloji (kronik yas sendromu) içinde de dalgınlığının ürünü olarak feci bir trafik kazasında bizlere veda etti..

13 yıldır zaten yaşayan bir ölüydü.

* * * * * *

Ailemiz 12 Eylül’e 2 aziz varlığını kurban verdi aslında : Annemiz ve babamız..

Bizi geçelim, anababamıza doyamadık ama bizden küçük 2 kardeşimizin yitiği çok daha büyüktü. Anne ve babamız yaşasalardı, aramızdaki yaş farkı giderek önemsizleşecek ve belki de “arkadaş” olacaktık birbirimizle..

Bir de 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi olaylarında gözaltına alınan Hukuk Fakültesi öğrencisi kuzenimiz var.. Ali Asker Saltık.. Tam anlamıyla telef oldu..
Yıllarca Metris’te tutuklu hapis kaldı ve örneğin tırnakları sökülerek işkence gördü.

Ruh ve beden sağlığını yitirdi.. Yıllar sonra fakülteyi bitirdi, avukatlık stajını da yaptı ama, 1959 doğumlu bu kardeşimiz, hiçbir biçimde yaşama tutunamadı..
Çalışamıyor, yaşları 80’i geçen anababasıyla birlikte acı yazgısını (!?) paylaşıyor..

* * * * * *
Bu arada biz de, öyküsünü çok ilginç ve öğretici bulacağınızı umduğumuz biçimde fişlendik! Aktaralım tarihe not düşmek üzere :

Rahmetli Türkan Saylan ile ters düşerek, Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimliği görevimizden istifa etmiş, bir Halk Sağlığı Uzmanı olarak ekmek parası için zoraki muayenehane açmıştık. Bir süre sonra Elazığ Polis Okulu bir hekim alınacağı ilanı verdi ve başvurduk. Babamız o ocaktan geliyordu, ekmeğini yemiştik, bir süre hizmet verelim, “vefamız olsun” diye düşündük. Ancak aylarca yanıt verilmedi. 2. kez dilekçe verdik, yanıt istedik.

Hiç gerekçe göstermeden “..atamanız uygun görülmemiştir..” dendi 2 satırla.
O dönemde, 12 Eylül’ün hızlı başlangıç yıllarında “Güvenlik Soruşturması” diye bir zorunluk konmuştu kamuda görev almak için.

Yani açık açık fişleniyordu insanlar.. Demek ki biz de fişlenmiştik. Oysa babamız emniyet şehidi idi ve göreve alınacağımızı düşünüyorduk. O halde epey boynuzumuz, kuyruğumuz olmalıydı.

Annemizin çok zoruna gitmişti. Ankara’da Emniyet Genel Müdür yardımcısının odasında idik. Annemiz ısrarla suçumuzu soruyordu. Emniyet Genel Müdür yardımcısı ise “açıklayamam” diyordu elindeki dosyaya bakıp. Fişlenmiştik. Tek yol yargı idi,
belki öğrenebilirdik..

İçimize sindiremedik ve Ankara İdare Mahkemesinde dava açtık.
Birkaç yıl geçti aradan.

O sıralar ABD’ye gittik ve 4 ay kadar kaldık. Dönüşümüzde Ankara’da dava dosyasına baktık. En sonda, 3 kırmızı hilal damgalı, çok gizli anlamında bir zarf vardı.
Yasaya göre biz onları göremiyorduk. İdare savunmasını yaparken dilediği evrakı, belgeyi dosyaya koyabilir, “gizli” olarak da niteleyebilirdi. Artık yargıçlar nasıl yönlendirilirse.. Adalet hak getire.. Bir biçimde, bu zarfın içindeki Emniyet
Genel Müdürlüğü’nün sözde savunma belgelerine bakabildik. Dehşet içinde idik.. Derken bir azar sesi ve sert bir elle müdahale ile dosya elimizden alındı.
Ne görmüştük?

1. Kürtçülük yapmaktaydık..
2. Dev-Sol sempatizanı idik..
3. Mesleğimizde başarısızdık..
4. Yurt dışına çıkmamız Palu’da bir mahkeme tarafından yasaklanmıştı..
5. Halk Sağlığı Uzmanlığı Polis Okulu hekimliği için uygun değildi..
(Pratisyen hekim arıyorlardı..)

Bunlar, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün savunma belgeleriydi,
bizi Elazığ Polis Okulu hekimliğine atamamak için!

Derin bir acı içinde ne yapacağımızı düşünürken, davamıza bakan mahkeme başkanının kapısını çaldık. Deneyimli yargıç perişanlığımızı fark etmiş olmalı ki,
bizi dikkatle dinledi :

Kürtçe’nin “K” sını bile bilmiyorduk, mesleğimiz hekimlik idi,
tüm insanlar bize eşit uzaklıkta idi. Savaşta bile!

Babamızı, söylendiğine göre Dev-Sol militanları vurmuştu ve davaya müdahil idik üstelik.. Fakat Dev-Sol smpatizanı (militanı bile değil!) olmakla suçlanıyorduk.

Hekimlere başarı sicilini ne zamandan beri polisler veriyordu?? Hacettepe ve İstanbul Tıp Fakültesi gibi ülkenin en yüksek puanlarıyla girilen fakültelerde okumuş ve
uzmanlık eğitimi almıştık. İstanbul Tıp Fakültesini 83 not ortalaması ile bitirmiştik (1977).. Öğrenciliğimizde ve sonrasında kendi çabamızla yurtdışı eğitim de almıştık.

En sonki ise tümüyle uydurma idi.. Üstelik dosya numaraları da veriliyordu ve elbette sanal (uydurma, yalan!) idi. Hiçbir biçimde bu tür bir davaya muhatap olmamış,
Palu’yu hiç görmemiştik, talimatla da ifademiz alınmamıştı vs.
“Dosyayı getirtin..” diye İdare Mahkemesine ısrarlı olduk..

Ayrıca yurt dışına çıkmamız güya yasaktı ama ABD’den yeni dönmüştük. Pasaportumuzun giriş çıkış damgaları ve tarihleri Palu …… mahkemesinin gerçekte olmayan ama Emniyet Genel Müdülüğü’nün gerçek dışı bildirimde bulunduğu yasağını yalanlıyordu.

Ne yapacaktık?

Sayın Mahkeme Başkanı bir dilekçe yazarak belgeleri eklememizi istedi.
Türk Tabipleri Birliği’nden de rahmetli Genel Sekreter Nevzat Eren imzasıyla,
bir Halk Sağlığı Uzmanı’nın Polis Okulu Hekimliğini bir pratisyenden
daha yetkin yapabileceğine ilişkin “teknik görüş” aldık.

Davayı kazandık!

3 yılı geçmişti.. Ekmek paramızı bir Halk Sağlığı Uzmanı olarak muayenehanemizde kazanıyorduk! 1986’lara gelmiştik. Emniyet Genel Müdürlüğü temyiz sonrası umudunu yitirdi ve bizi o göreve çağırdı. Reddettik buruklukla.. Ama, Sağlık Bakanlığı’na
kamu görevine dönmek için başvuru yapacağımızı, “fişlemenin iptaliyle” kamu görevine dönüşümüze engel olunmamasını rica ettik Elazığ Emniyet Müdürlüğünden..

Babamızı tanıyanlar da vardı.. Fişleme kaldırıldı ve o günlerde Elazığ’a bir konferansa gelen TTB Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek’e sunduğumuz dilekçe ile (Müsteşar Tandoğan Tokgöz’e iletti) İl Sağlık Müdürlüğü’ne Halk Sağlığı Uzmanı olarak atandık. Müdür Vekilimiz ise bir psikiyatri uzmanı idi.

Kısa süre sonra Bölge Halk Sağlığı Laboratuvarı Müdürü olduk.
2 yıl kadar sonra da, 1988’de Edirne’deki Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak atandık, bu Anabilim Dalını kurduk ve 2004’te Ankara Tıp Fakültesi’ne geçene dek 16 yıl yönettik..

* * * * * *
Bunları konuyu özelimize çekmek için yazmadık..

Herkes başından geçenleri yazsın, geleceğin tarih yazıcılarına kaynak olsun istedik.

ABD toplumsal bellekte kalıcı bir iz bırakmak istedi.

Post travmatik (travma sonrası) stres bozukluğu kalıcı olsun ve onyıllarca,
kuşaklar boyu sürsün istediler..

Bilinç altında “Ruhsal apseler” oluşsun ve boşaltılamasın, zonklasın diye..

Toplum ayrışsın ve birbirine düşman olsun istediler..

Ulusal kaynaşmamızı engellemek içindi 12 Eylül 1980 kurgusu. ;
Kin ve nefret tohumları saçtılar..

Sorumlularını 32 yıl sonra yargılayamıyoruz elbette..

AKP 12 Eylül’den hesap sorma uydurnasıyla toplumu aldatarak duygu sömürüsü yapıyor.

ABD’de CIA Başkanı, darbeden birkaç dakika sonra Başkanın kulağına eğilerek
şu tümceyi kuruyordu :

– “Mr. President, Our boys have done it..” (It : coup d’eta; darbe)

Bizim oğlanlar bekleneni (darbeyi) yaptı..

* * * * *

12 Eylül 1980 darbecileri binlerce insanımıza akıl almaz işkenceler uyguladı; unutmadık!

12 Eylül dönemini anlamak için şu rakamları mutlaka göz önünde tutmak gerekiyor:

650 bin kişi gözaltına alındı,
1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı,
7 bin kişi için idam cezası istendi,
517 kişiye idam cezası verildi,
50 kişi infaz edildi,
idamı istenen 259 kişinin idam kararı TBMM’ye gönderildi,
71 bin kişi TCK’nın 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
98 bin 404 kişi ‘örgüt üyesi olmak’ suçundan yargılandı,
388 bin kişiye pasaport verilmedi,

171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi,

300 kişi kuşkulu şekilde öldü,
Cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirdi,
14 kişi açlık grevinde öldü,
16 kişi ‘kaçarken’ vuruldu,
95 kişi ‘çatışmada’ öldürüldü,
73 kişiye ‘doğal ölüm’ raporu verildi,
43 kişinin ‘intihar ettiği’ açıklandı,
937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı,
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,
30 bin kişi yurt dışına çıkmak zorunda kaldı,
23 bin 677 derneğin çalışması durduruldu,
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli, 120 öğretim üyesi ve 47 yargıcın
işine son verildi,
400 gazeteci için 4 bin yıl hapis cezası istendi,
31 gazeteci cezaevine girdi,
300 gazeteci saldırıya uğradı,
3 gazeteci silahla öldürüldü. (www.kemalistler.net, 15.9.12)

* * * * * *
27 Mayıs Devrimi’nin ve ulusumuza -hatta insanlığa- görkemli armağanı
1961 Anayasasının 
intikamı hala alınamadı!?

24 Ocak 1980 kararları ile ülke piyasa ekonomisine ümüğünden bağlandı.
Ama anayasada hala sosyal hukuk devleti vb. kamusal kavramlar vardı..
Son raund galiba sözde “yeni anayasa” ile tamamlanacak..

Büyük Atatürk‘ün tam bağımsız, onurlu, başı dik anti-emperyalist örnek mazlum ülkesi
Türkiye, emperyalisterin elinde oyuncak oldu iktidara getirdikleri işbirlikçiler eliyle.

Şimdilerde, BOP eşbaşkanı yöneticileriyle kendi kendisini parçalamakla meşgul..

Bir de, 30 yıl sonra, 5 generalden 2’si kalmış geriye, onlar da 90’ı geçmiş ve
sözde yargılıyoruz onları.. Mahkemeye bile gelemiyorlar zavallı ihtiyarlar. Bu denli de gerçeklikten kopuk şizofrenik bir tutumla halkı gerçekte kendimizi kandırarak!??

32 yıl sonra acı ve günümüze dönük ağır kaygılarımızla..
Ama daha fazlasıyla da umutla!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 15.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net