Lütfü KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı
ENERJİ KRİZİ YOK…
YÖNETME KRİZİ VE AÇGÖZLÜ ŞİRKETLER VAR…
Türkiye günlerdir enerji sorunuyla yatıp kalkıyor. Sorunun iki boyutu var. Birisi büyük ölçüde dışa bağımlı hale getirilen birincil kaynak (petrol, doğalgaz) isteminin karşılanması, öbürü ise 85 milyon insanımızı ilgilendiren yüksek enerji fiyatları. Her iki konunun da enerji üretiminin birincil ve ikincil (elektrik enerjisi) kaynakları ile ilgisi olsa da bugünkü kaos (AS: karmaşa) politikalarının sorumlusu siyasal iktidar ile iktidar tarafından gözlerden gizlenen aç gözlü enerji şirketleri ve arkasındaki uluslararası güçler…
Enerji, özellikle elektrik enerjisi, genellikle karmaşık ve teknik bir konu olarak algılandığı için, geniş kitleler bu konuyu zor ve karmaşık bir alan olarak görürler ve konu üzerine eğilmek istemezler. Evet, elektrik enerjisi üretim, iletim, dağıtım ve tesis konuları çerçevesinde oldukça teknik bilgi birikimi gerektiren özel bir alandır. Ancak sıra üretilen enerjinin fiyatlandırılıp satılmasına geldiğinde, öbür ürünlerin fiyatlandırılması ve pazarlanmasından hiçbir farkı yoktur. Sonuç olarak elektrik de bir ürün, yani maldır. Biraz daha özel bir mal… Diğer ürünlerden tek farkı, üretildiği anda tüketilmesi gereken bir mal… Hızla bozulan domates ya da çilek gibi ürünlerde nasıl bir üretim-tüketim denge ve planlaması gerekiyorsa, elektrik üretiminde de çok ama çok daha fazla hassas (duyarlı) bir üretim planlaması gerekmektedir. Bu nedenle de TEK elden ve KAMUSAL olarak yürütülmesi ZORUNLU olan bir hizmettir. Tam da bu nedenle 1970 yılında TEK (Türkiye Elektrik Kurumu) kurulmuş, adı bugün daha da anlamlı duruma gelmiştir. Ancak ne yazık ki 12 Eylül sonrası Özal politikaları ile 1994 yılında bu kurum parçalanmış ve yutulması kolay lokmalara bölünmüştür.
ENERJİ PİYASALAŞTIRILIYOR
Elektrik tüketiminin yaygınlaşması, sanayinin gelişimi, her eve giren çok sayıda elektrikli araç sayısının artması ve artık vazgeçilemeyecek bir tüketim malı durumuna gelen elektrik enerjisi, palazlanan özel sermayenin iştahını kabartmaya başlamıştır. Ancak o yıllarda gerek yasaların uygun olmaması, gerekse özel şirketlerin henüz sermaye ve bilgi birikimi düzeyinin yetersiz olması nedeniyle özel sektör bu alana girememiştir. 1990’lı yıllarda elektrik üretimindeki darboğaz gerekçe gösterilmiş, bu darboğaza bir de 17 Ağustos 1999 depremindeki büyük çaplı elektrik kesintisi eklenince, istenen ortam olgunlaşmıştır. Deprem gecesi karanlık ve ölüm birlikte gelmiş bu nedenle “ne pahasına olursa olsun elektrik” neredeyse slogan durumuna gelmiştir. Yİ (Yap İşlet), YİD ( Yap İşlet Devret), İHDS (İşletme Hakkı Devir Sözleşmesi), Otoprodüktörler ve lisanssız üreticiler gibi değişik üreticiler devreye girmiş ve küçük lokmalara bölünen bu piyasa ve dolayısıyla dev tüketici kitlesi yutulmaya hazır lokma durumuna gelmiştir. Bu piyasanın yasal düzenlemesi ise IMF’nin Türk ekonomisine doğrudan müdahalesi anlamına gelen 2001 ekonomik krizi (bunalımı) sırasında ülkemize gönderilen IMF tahsildarı Kemal Derviş eliyle yapılmıştır. Bilinen adıyla “15 günde 15 yasa” düzenlemeleri arasında en önemlisi de elektrik piyasası ile ilgili olanıdır. İngiltere tarafından gönderilen ve tercüme hataları ile dolu bu yasa ile EPDK (Elektrik Piyasası Düzenleme Kurulu olan adı daha sonra Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna dönüşmüştür) kurulmuş ardından elektrik dağıtımının özelleştirilmesi dayatılmış, bu amaçla da TEDAŞ ayrı isimlerle parçalanmıştır. Elektrik dağıtımının özelleştirilmesi başlangıçta bir anlamda Osmanlı dönemindeki İltizam yöntemine benzer. Sıcak paraya gereksinimi olan siyasal iktidar, üretilen elektriğin dağıtımı, bakımı ve ücretinin toplanmasını Mültezimlere bırakmıştır. Dağıtım şirketlerinin satın alınmasına sermayeleri yetmeyen bu “çağdaş” mültezimlere kaynak, kamu bankalarından ya da hazine garantisi ile yabancı bankalardan sağlanmıştır.
DAĞITIM KÂRI YETMEYİNCE…
Dağıtım şirketlerini paylaşan ayrıcalıklı “çağdaş” mültezimlerin bankalara geri ödemeleri geldikçe sağladıkları kazançlar yetmez olmuş, kimisi borç ertelemesine gitmiş, bir kesimine temlik konmuş, bir bölümüme de yeni olanaklar sağlanarak kamuya ait üretim şirketlerinin (santraller) İşletme Hakkı Devri ile verilmesi yoluna gidilmiş, böylece tavizler (ödünler) başlamıştır. Bu arada özel firmalar, ilk olarak, 1 Temmuz 2006’da kamuya ait bir bölüm santralin bakımda olduğu bir sırada “teknik arıza” adı altında büyük bir enerji krizi yaratmış, oluşan kriz sonucu tek bir iletim güzergâhına gelen aşırı yüklenme gerçek bir krize dönüşmüş, ülkenin bütün batı bölgesi karanlığa gömülmüştür. Kimi özel firmalar basına yaptıkları açıklamalarda, “biz yaptık gerekirse yine yaparız” anlamına gelecek sözler söylemiştir.
ENERJİDE KARABORSA DÖNEMİ YA DA DUY
Yaratılan bu yapay bunalımı aşma gerekçesi ile EPDK yeni bir yöntem “keşfetti”. Bu yöntemin adı DUY (Dengeleme ve Uzlaştırma Yönetmeliği) idi. DUY adı verilen bu yöntemin ne olduğu halkımıza pek duyurulmadı. Duyurmak isteyenlerin sesi kesildi. DUY uyarınca her gün bir sonraki gün için üretici firmalar enerji satış fiyatlarını saatlere göre açıklayacaklar, böylece gün içinde artan enerji istemine göre en düşük fiyattan başlanarak en yüksek fiyata doğru özel santraller devreye girecekti. Yani gereksinimin en yüksek olduğu saate dek enerji üretmeyen firmalar bütün gün enerji üretmek yerine puant tarifesi denilen saatlerde yüksek fiyata enerji satacak, en düşük fiyatla ise Temel Yük Santrali adını verdiğimiz kamuya ait santraller üretim yapacaklardı. Kamuya ait EÜAŞ (Enerji Üretim AŞ) gün boyu ürettiği enerjiyi 32.86 Krş/kWh fiyatla satarken, öbürleri (15 Şubat 2022 için oluşan fiyat) 152.4 Krş/kWh fiyatla satacaktı. Bu durumda hem dağıtım şirketine hem de üretim şirketine sahip olan ayrıcalıklı şirketler kendi ürettikleri enerjiyi EPİAŞ’a (Enerji Piyasası AŞ) pahalıya satarken, EÜAŞ’tan ucuza aldıkları enerjiyi de tüketiciye pahalıya satarak esas faturayı halka ödetmektedirler. Tam da bu sırada ülkede yaygın biçimde KAMULAŞTIRMA istemleri yükselirken, siyasal iktidar bir kez daha özel firmaları tepkilerden kurtarmak amacıyla EPDK üzerinden açıklama yaparak fiyatları dağıtım şirketlerinin değil kendilerinin belirlediğini söylemekte, dağıtım şirketlerinin sadece “kargo şirketleri” olduğu gibi acayip bir söylem geliştirmektedir.
KAMUSAL DENETİMİN YOK OLMASI…
Tek elden yürütülmesi gereken enerji pazarında, yakın zamanlara dek üretim tesislerinin neredeyse tümü kamuya ait iken, günümüzde kamunun elindeki 60 üretim tesisine karşılık özel kesimin elinde 10.397 üretim tesisi bulunmakta, bunları yönetmek, bir bölümü zor durumdaki bu şirketlerin açlıklarını bastırmak olanaksız duruma gelmektedir. Oysa ülkede kamunun elindeki 60 üretim tesisi yaklaşık 100.000 MW’lık kurulu gücün (99.819 MW) %21,4’ünü elde bulundurulurken, geriye kalan 10.397 santral ise kurulu gücün % 78,6’sını oluşturmaktadır. Ülkede enerji alanında bu denli büyük kazançlar varken kayırılmış bazı şirketler, olmayan öz kaynaklarıyla borçlanarak enerji tesisi kurmaya saldırmışlar ve ülkede oldukça yüksek bir kapasite fazlası oluşmuştur. Özel şirketlerin elinde bulunan bu kapasite fazlası, şimdi şirketlerin borçlarını ödeyebilmesi için karaborsa yöntemi ile enerji satmaya muhtaç duruma gelmiş ve bu gereksinimleri siyasal iktidar tarafından karşılanır duruma gelmiştir. Kazançların büyük olmasına karşın öz sermayeleri olmayan özel firmalar borç batağındadır. Bu borç batağı alacaklı bankaları da zorlamaktadır. Kazançlar o denli çekicidir ki kısa süre önce Limak’ın elinde olan UEDAŞ (Uludağ Elektrik Dağıtım AŞ) İngilizlere satılmıştır. Sırada öbür şirketler vardır. 1999’da Anayasamızdaki engeli kaldırılan Uluslararası Tahkim yolu ile yabancı firmalar yakın gelecekte daha büyük sorunlarla gündeme gelecektir.
Uzun sözün kısası, bugün ülkede, bir süre önce İran’dan gelen doğalgazın kesilmesi ile yaşanan birincil kaynak bunalımı bir ölçüde aşılmış, bu arada sanayi üretimi bir süre aksamıştır. Şimdi büyük bir kitleyi zorlayan yüksek fiyat tepkisi vardır ve bu tepki yatıştırılamamaktadır.
- Bugün ülkemizde ikincil enerji (elektrik enerjisi) krizi yoktur.
Tersine şu anda atıl kapasite vardır.
Ancak ülkenin enerji kaynaklarını dışa bağımlı duruma getirip özelleştirme ile yaratılan bir ENERJİ YÖNETİMİ KRİZİ vardır. - Bir de aç gözlü, doymak bilmeyen, yerli, yabancı üretim, dağıtım firmaları… Bu tablo bir beceriksizliğin sonucunda değil, bilinçli bir tercih sonucu oluşmuştur.