ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Ocak 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Bu hafta bütün “İĞNELER”, emperyalist uşaklarınca kahpece şehit edilen, kalpaksız kuvva-yı milliyeci UĞUR MUMCU‘nun
    saygın anısına sunulmaktadır.. 
  • Anadolu aydınlanması durdurulamayacaktır!

 

SORUNLU

RTE, ülkede kimsenin Cumhuriyet’le ilgili bir tereddüdü ve Cumhuriyet’in banisiyle ilgili bir derdinin olmadığını söyledi.

Seçim yaklaştı…

ŞANS

GS Başkanı Özbek, AKP’li Kurum’un adaylığı için, ”İstanbul için şans” dedi.

Kendisi GS için şanssızlık…

ADALET

Üç hakim ve üç savcı, Adnan Oktar lehine kanıtları değiştirmiş.

Kedi sevgisi?..

MAKLUBE

RTE/AKP, Tekirdağ ve Bursa’ya maklubecileri aday yaptı.

FETÖ’ye övgü düzmeyen, maklubeci olmayan AKP’li var mı?…

UZAYLI

RTE, uzaya astronot gönderilmesi ile ilgili, “Türkiye Yüzyılı’na ilk kez gerçekleştirdiğimiz insanlı uzay göreviyle adım atıyoruz” dedi.

Sanırsın ki roketi biz fırlattık…

TASARRUF

RTE, son on yılda yapılan tasarrufun büyük yararını gördüklerini söyledi.

Söyleyene bak!..

FIRILDAK

2009 yılında Saadet Partisi’nden Elazığ – Maden İlçe Belediye Başkanı olan Musa Orhan;
AKP, Demokrat Parti, İyi Parti’nin ardından yeniden AKP’den aday oldu.

Dönekler, fırıldaklar yuvası…

DERSİM

Özgür Özel, Kamer Genç’in ölümünün yıl dönümünde, Tunceli’den “Dersim” diye söz etti.
Oysa Genç, Dersim denmesine karşıydı.

Birilerine yaranmak için yalanmak, Atatürk Cumhuriyetini anlamamak…

FATURA

Isparta Atabey AKP Belediye Başkanı Tevfik Atasoy, kişisel harcamalarını belediyeye fatura etmiş.

AKP’liyse koy sepete…

Mustafa Aydınlı şiiri : UĞURA SESLENİŞ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk Ozanı

(AS : Sayın Prof. Emre Kongar, 23.1.24 günlü Cumhuriyet gazetesi köşe yazısında bu güzelim şiirin tümüne yer vermiştir.. Sn. Aydınlı’yı kutlarız..)

 

UĞUR’a SESLENİŞ…

Yoktu senin eşin, ne de benzerin
Nasıl doldurulur bilmem ki yerin?
Halkına mal oldu bütün eserin
Halkının sevgisin, gör Uğur Mumcu
                        ***
İsterler ki kimse bir şey sezmesin
Aydın düşünmesin, kalem yazmasın
Halkı uyandırıp işi bozmasın
Yaşatmak isterler kör, Uğur Mumcu
                        ***
Boştan yere yobazlara çatmadın
Elli yıldır yanlış adım atmadın
Onurunu, kalemini satmadın
Yar idin halkına yar, Uğur Mumcu
                        ***
Şimdi moda her boyaya boyanmak
Solcu yatıp sabah sağcı uyanmak
Ne zor imiş yokluğuna dayanmak
Yanıyor yüreğim kor, Uğur Mumcu
                        ***
Yılanın başını seze gelmiştin
Gerçeği korkmadan yaza gelmiştin
Ne yılmıştın ne de dize gelmiştin
Bir idin dünyada, bir Uğur Mumcu
                        ***
Çıkarını savunurken halkının
Korkusuydun nice hırsız tilkinin
Duruşunla yüz akıydın ülkenin
Gönüllerde ettin yer, Uğur Mumcu
                        ***
Kuvvayı Millici, kalpaklı idin
Milletin vicdanı, hem aklı idin
Susturdular, çünkü sen haklı idin
Gerçek aydın olmak zor, Uğur Mumcu
                        ***
Bilgisiz düşünce olamaz derdin
Hakkı arkaladın, haksızı yerdin
Bu kutsal davada canını verdin
Bu davaya aday, her Uğur Mumcu
                        ***
Ardından verilen namus sözleri
Gelmiyor yerine üzer bizleri
Ortalığa saçtın nice gizleri
Kalemin gençliğe ver, Uğur Mumcu
                        ***
Aydınlı içimi döker, söylerim
Acıdan bağrımı söker, söylerim
Katillerin belli, çıkar söylerim
Susmaktır aydına ar, Uğur Mumcu

Kalpaksız Kuvvacı’ya Saygı

Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet Tarihçisi
Bağlıköy – Lefke / KKTC

“Bir yanda sahte Müslümanlar, din tacirleri, inanç sömürücüleri… . Bir elleri siyasette, öbür elleri ticarette, ayakları da tarikatlarda dolananlar… Öte yanda işlerine geldiği sürece bu sahte Müslümanlarla kol kola girip öpüşen, onlara siyasal destek sağlayan sahte Atatürkçüler… Bir yanda sahte Atatürkçüler, öbür yanda sahte Müslümanlar…” / Uğur Mumcu / 1987

Otuz bir yıl önce, 1993, 24 Ocak’ta, alçakça bir suikast (öldürü) ile yaşamdan koparılan eşsiz yurtsever, Kalpaksız Kuvvacı, araştırmacı gazeteci-yazar Uğur Mumcu, 01.03.1987 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “İmambayıldı” başlıklı köşe yazısında, yukarıda alıntılanan güçlü gözlemine yer vermişti.

Mumcu’nun, 37 yıl önce yapmış olduğu bu çarpıcı değerlendirme -ne yazık ki- bugün de en küçük bir sapma olmaksızın güncelliğini koruyor!

Kalpaklı Kuvvacı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yendiği kör cehalet ve bağnazlık dahil, ulusun makûs (kötü giden, aksi) yazgısı, yeniden böylesine ters yüz edilmemeliydi!

  • Şimdiye değin nere(ler)de hata(lar) yapıldı ve halen yapılmaya devam ediyor? Neden?

Uğur Mumcu’nun 31’inci ölüm yıl dönümünde sorulması gereken sorular bunlar olmalı!

Bu soruların yanıtı ise basit (yalın) ve aslında (gerçekte) hepimiz biliyoruz!
Kendimizden kaçmanın bir anlamı yok!
Yukarıda geliştirilen soruların yalın yanıtı -kirli siyaset ve ticaret uğruna- yaygın ve etkili “ÇAĞDAŞ,  LAİK EĞİTİM ”den kop(arıl)madır.

Yıkımı onarıp, sürekli kılacak olansa, ancak aydınlanmacı, güçlü bir “siyaset kurumu”dur.

Böylesi bir siyasal erk olmanın yolu ise, karanlığın üzerine yine Uğur Mumcuların yüreği ile gitmekten geçer.

Canı pahasına, karanlığa karşı kalemi ve yüreği ile savaş açan, katıksız Atatürkçü, yiğit vatan evladı Uğur Mumcu’yu katleden (öldüren) namert emperyalist uşaklarını ve onların soysuz tetikçilerini lanetliyoruz… Bu ve öbür kontrgerilla cinayetlerini aydınlat(a)mayanları da!

31 inci ölüm yıl dönümünde O’nun unutulmaz anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.

Işıklar hep yoldaşı olsun…

AKLINIZDA BULUNSUN…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Hukuksuzluğun ilacı hukuktur.
Adaletsizliğin ilacı adalettir.
Ahlaksızlığın ilacı ahlaktır.
Edepsizliğin ilacı edeptir.
Düşmanlığın ilacı dostluktur.
Savaşın ilacı barıştır.
Saygısızlığın ilacı saygıdır.
Kin ve nefretin ilacı sevgidir.
Kötümserliğin ilacı iyimserliktir.
Kaygı ve korkunun ilacı esenliktir.
Şiddetin ilacı ikna etmektir.
Yolsuzluğun ilacı dürüstlüktür.
Beceriksizliğin ilacı liyakattir.
Cehaletin ilacı akılcı eğitimdir.
Kıskançlığın ilacı özgüvendir.
Bağımlılıktan kurtulmanın ilacı özgürleşmedir.
Dinsel bağnazlığın ilacı laikliktir.
Diktatörlüğün ilacı demokrasidir.
Kötülüğün ilacı iyiliktir.
Namertliğin ilacı mertliktir.
Bencilliğin ilacı cömertliktir.
Güvensizliğin ilacı güvendir.
Savurganlığın ilacı tutumluluktur.
Keyfiliğin ilacı anayasadır.
Anarşi ve kaosun ilacı düzendir.
Kibirin ilacı alçakgönüllülüktür.
Dinbazlığın ilacı bilinçli ve içtenlikli dindarlıktır.
Bölücülüğün ilacı birleştiriciliktir.
Irkçılığın ilacı insanların kardeşliğidir.
Önyargının ilacı özeleştiridir.
Hoşgörüsüzlüğün ilacı duygudaşlıktır.
Vicdansızlığın ilacı vicdandır.

SOL TV ile görüşme : AKKUYU Nükleer Santralı İşçilerinde Menenjit Olguları

Akkuyu’da menenjit kaynaklı işçi ölümleri kesinleşti:
‘Hükümet yabancı patronla el ele işçileri öldürüyor’

soL, Akkuyu Nükleer Santrali inşaatındaki son gelişmeleri ve menenjit hastalığı ile yaşananların halk sağlığı açısından boyutlarını işledi.

Kötü çalışma koşulları, hak gaspları ve mobbing gibi sorunlarla sıkça gündeme gelen Akkuyu Nükleer Santrali, bu kez de menenjit salgınıyla gündeme gelmişti.

soL‘un Akkuyu çalışanlarından edindiği bilgiye göre; inşaatta baş gösteren salgın hastalık nedeniyle 2 işçi yaşamını yitirdi, 10’a yakın işçi yoğun bakımda. Menenjit iddialarını doğrulayan Mersin Tabip Odası Başkanı Dr. Nasır Nesanır da 2 işçinin yaşamını yitirdiğini ve birinin kesin ölüm nedeninin menenjit olduğunu belirtti.

Sağlık Bakanlığı ve öbür ilgililer tarafından konuya ilişkin henüz bir açıklama yapılmazken, akıllara inşaatta daha öncesinde de yaşanan sağlık sorunları geliyor. İnşaatta, taşeronlaşma nedeniyle denetimsizlik artıyor, sorumlular ise anonimleşiyor.

soL, Akkuyu Nükleer Santrali inşaatındaki son gelişmeleri ve menenjit hastalığı ile yaşananların halk sağlığı açısından boyutlarını işledi.

İşçiler ve sağlık personeli doğruluyor, şirket ve hastane önlem alıyor

soL‘un gündeme getirdiği olaya göre; yaklaşık 1 haftadır süregelen salgın nedeniyle yoğun bakıma kaldırılan ve yaşamını yitiren işçiler olduğu belirtiliyor. Akkuyu Nükleer Güç Santralı inşaatında çalışan işçiler, 5 çalışma arkadaşlarının menenjit nedeniyle kaldırıldıkları Silifke Devlet Hastanesi’nde yaşamını yitirdiğini söylerken, Silifke Devlet Hastanesi’nde çalışan bir sağlık emekçisi ise işçilerin iddialarını doğruluyor.

İşçilerden alınan bilgiler kapsamında salgının ciddi boyutlara ulaştığı, maske dağıtımının yapıldığı ve kimi işçilerin izolasyona alındığı öğrenildi. İnşaat firması tarafından olaya ilişkin işçilere atılan bilgilendirme mesajında ise inşaat sahasında menenjit vakasının tespit edildiği ve hastalığa karşı önlem alınması gerektiği belirtildi. Ayrıca şirketin, Silifke’deki eczanelerden çok sayıda siprofloksasin etken maddeli antibiyotik aldığı öğrenildi. “Siprofloksasin“in, akut menenjit tedavi protokolünde hastayla teması olabilecek yetişkinlere profilaktik (koruma) amaçlı verildiği biliniyor.

Öte yandan Silifke Devlet Hastanesi’nde maske ve koruyucu donanım zorunluluğu getirildi. Bu önlemin, salgının artması olasılığına karşı alındığı düşünülürken, hastanede çalışan sağlık emekçilerinden edinilen bilgiye göre ise salgına karşı sağlık personeline aşı yapılmaya başlandı.

İddialar doğrulandı

soL‘un Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde ulaştığı kaynaklar da menenjit salgınını doğruladı.

İnşaat sahasındaki salgın nedeniyle 2 işçinin yaşamını yitirdiği, 10’a yakın işçinin de yoğun bakımda tedavi görmekte olduğu aktarıldı.

Bakanlığın, salgının nedenine ilişkin elindeki veri ise inşaattaki kötü barınma koşulları ve sağlanamayan hijyenik koşullar.

Mersin Tabip Odası Başkanı: Bir işçinin kesin ölüm nedeni menenjit

soL‘a konuşan Türk Tabipleri Birliği’ne bağlı Mersin Tabip Odası Başkanı Dr. Nasır Nesanır da menenjit iddialarını doğruladı.

22 yaşındaki bir işçinin kesim ölüm nedeninin menenjit olduğunu aktaran Dr. Nesanır, 25 yaşındaki bir işçinin daha yaşamını yitirdiğini ancak yapılan kan tahlili sonucuna göre menenjit çıkmadığını belirtti. Dr. Nesanır, işçinin öncesinde antibiyotik kullandığını, bu yüzden de ölümün menenjit kaynaklı olup olmadığının bilinemeyeceğini vurguladı. Dr. Nesanır, menenjit tanısıyla yoğun bakımda tedavi gören işçi bulunmadığını ifade etti.

Hastanede gerekli önlemlerin alındığını belirten Dr. Nesanır, vakalarla yakın teması olan sağlık personeline koruyucu ilaç verildiği ve gerekli aşıların yapıldığını aktardı.

Dr. Nesanır, söz konusu durumun salgın olarak tanımlanıp tanımlanamayacağına ilişkin sorumuza ise şu yanıtı verdi:

“Hiç vaka yokken, bir vakanın çıkması bile salgın olarak değerlendirilebilir. Örneğin gripte bir vaka bulunuyorsa bu salgın değildir, çünkü salgın tanısı hastalıktan hastalığa göre değişir. Ama menenjit gibi görülmeyen bir hastalığı görüyorsanız, bu bir vaka bile salgına işaret edebilir.”

Bizim katkılarımız                                    :

‘Önlem alınması ve öngörülmesi gerekirdi’

Beyin zarı enfeksiyonu olan menenjit, ölüm oranı ve hastayı engelli bırakma riski yüksek olan bir hastalık. Üst solunum yoluyla bulaşan hastalığın belirtileri ise şöyle:

Birden başlayan ateş, şiddetli baş ağrısı, bulantı, kusma, halsizlik, uykuya eğilim, uykudan kalkamama, iştahsızlık ve hastalığın tipik bulgusu olan ense sertliği.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, salgın ve salgına müdahaleye ilişkin soL’a değerlendirmelerde bulundu.

Prof. Saltık, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaat alanında sıkça görülen besin zehirlenmelerinin ardından mutlaka yoğun hijyen önlemlerinin alınması ve başka bulaşıcı hastalıkların da çıkabileceğinin öngörülmesi gerektiğini vurguladı.

Böylesi salgınlarda işyeri sağlık ve güvenlik birimine büyük sorumluluk düştüğünü ifade eden Dr. Saltık, mevzuata göre bu denli büyük bir işletmede birkaç işyeri hekiminin bulunması gerektiğinin altını çizdi.

Yapılması gereken sağlık taraması ve hijyen önlemi

Yapılması gereken ilk işin, işçiler arasında sağlık taraması yapmak ve barınma koşullarını değerlendirerek kapsamlı bir hijyen önlemi almak olduğunu aktaran Dr. Saltık, işyeri tarafından alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

  • İşçilere kapsamlı  sağlık taraması yapmak,
  • hijyen önlemlerini arttırmak,
  • hastalığa karşı yapılan Menenjit aşısının anımsatma dozunun uygulanması,
  • işçilerin barındığı ve çalıştığı yerlerin dezenfekte edilmesi,
  • çalışma ortamlarında işçiler arası fiziksel uzaklığın sağlanmasına yönelik önlemler alınması,
  • barınma alanlarında kişi başına düşen alanı-hacmı artırmak,
  • erken tanı için işçileri hastalık hakkında bilgilendirmek,
  • erken tanı koymaya çalışmak ve hastalık belirtilerine sahip işçilerin hemen işyeri sağlık ve güvenlik birimine başvurmasını sağlamak.
  • Menenjit tanısı alan hastaların il-ilçe sağlık müdürlüğüne bildirimi
  • Menenjit tanılı işçilerin ailelerinde tarama ve koruyucu önlemler… 

En önemli koruyucu yöntemin aşı olduğunu aktaran Prof. Saltık, menenjit aşısının Sağlık Bakanlığı’nın aşı takviminde bulunduğunu ancak tek doz uygulandığını belirtti. Saltık, söz konusu aşının 11-12 yaşlarında yapılmasının önerildiğini ve 4-5 yıl sonrasında anımsatma dozunun önerildiğini belirtti ve bu kapsamda

  • her işçiye hemen Menenjit aşısı anımsatma dozu yapılması gerektiğini vurguladı.

Risk altında olan özel işçilere de dikkat çeken Dr. Saltık, şöyle konuştu:

“Ayrıca risk altında olan özel işçiler olabilir. Dalağı alınmış, HIV pozitif/AIDS’li olan, doku ve organ aktarımı (nakli) yapılmış, kanserli, bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanan, vb.
İşyeri Sağlık – Güvenlik Birimi hekimlerinin, işçilerin dosyalarında tarama yaparak bu işçileri hemen ayırması ve gerekirse koruyucu antibiyotik vermesi önemli. Bu işçilerin işten de izinli sayılması gerekir.

Ayrıca iş yerinde sendika varsa, 6331 s. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na göre İşyeri Sağlık ve Güvenlik Biriminden teknik ve tıbbi destek alındıktan sonra, işverene uyarıda bulunulması ve gerekli tıbbi – teknik önlemlerin alınması istenebilir. Söz konusu önemler hemen alınmazsa, işçinin yaşamı ciddi ve yakın tehdit altına gireceğinden işçinin çalışmayı reddetme hakkı vardır (m.13).”

‘Verilerin saklanması suçtur’

İşçiler ve bölgede yaşayan yurttaşların doğal olarak etkileşimde olduğunu belirten Dr. Saltık,  bu nedenle salgının topluma yayılma riski olduğunun da altına çizerek sözlerini şöyle sürdürdü:

  • “Mersin İl Sağlık Müdürlüğü ve Gülnar İlçe Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Başkanlığı’nın konuyu çok dikkatle araştırması ve hastalık kaynaklarını bularak kurutması gerekir. Durumu halktan saklamak yerine, halkla işbirliği içinde salgın yönetiminin yapılması gerekir. Sağlık Bakanlığı’nın, Mersin İl Sağlık Müdürlüğü’nün, Gülnar İlçe Sağlık Müdürlüğü’nün verileri saklaması suçtur. (TCK m. 195; 1593 s. yasa md. 57, 64..) Bu, salgının büyümesine, daha çok insanın hastalığa yakalanmasına, ölmesine ve engelli kalmasına neden olabilir. Söz konusu akıl ve bilim dışı tutum bırakılmalı ve salgınla saydam, güven veren, bilimsel, halkla işbirliği içinde mücadele edilmelidir. Hastanelerin, aile hekimlerinin ve özel sağlık kuruluşlarının konuya ilişkin en kısa zamanda uyarılması gerekir.”

******

‘Hükümet, çıkarları için yabancı patronlar ile el ele verip kendi işçilerini öldürüyor’

Patronların Ensesindeyiz Genel Koordinatörü Neslihan Eroğlu da soL‘a değerlendirmelerde bulundu.

Hükümet, çıkarları söz konusu olduğunda yabancı patronlar ile el ele verip kendi işçilerini öldürüyor” açıklamasında bulunan Eroğlu, herhangi bir yetkili tarafından konuya ilişkin açıklama yapılmadığını ve böylece olayın üstünün örtülmeye çalışıldığını vurguladı.

Eroğlu’nun açıklaması şöyle:

“Dünden beri şantiyede çalışan işçilerden bilgiler geliyor. Aynı zamanda hem hastanede çalışan sağlık personelinden hem de bölgedeki eczacılardan edindiğimiz bilgiler doğrultusunda şantiyede bir salgın durumu söz konusu. Üstelik ölümle sonuçlanan bir salgın.

Ne yazık ki bu aşamada yetkililerden ya da şantiyenin yüklenici firmasından açıklama yapılmadığı için bilgileri orada kendi güvenliklerinden de endişe eden işçi arkadaşlarımızdan alabiliyoruz. Üstelik dünden beri konuya ilişkin Sağlık Bakanlığı tarafından da bir açıklama yapılmadı. Şu anda konunun üstünü örtmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar da bu tür bir salgının çıkma nedeninin alınmayan önlemler nedeniyle olduğunu iyi biliyorlar.

Bu ölçekte yoğun işçinin çalıştığı büyük şantiyelerde, barınma ve yemek koşullarında alınması gereken önlemler olmak zorundadır. İşçilerin sağlıklı koşullarda barınması, hijyenik koşullarda yemek yemeleri gerekmektedir. Ancak konuya ilişkin, herhangi bir yetkili tarafından açıklama yapılmamasından da anlaşılacağı üzere yine patronları koruyorlar.

Daha öncesinde de işçilere yönelik yeterli güvenlik önlemleri alınmadığı gerekçesiyle yüklenici firma değişikliği yapılmış, çok sayıda işçi işten çıkartılmıştı ve santral, Rus patronlar tarafından inşa edilen bir şantiye haline gelmişti. Ancak görüyoruz ki, bunlar yalnızca bahane. ‘Yeterli önlemler alınmıyor‘ mazereti gösterilen işyerinde bugün bir salgın baş gösteriyor. 

Biz bu yaşananları tanıyoruz; 3. havalimanı şantiyesinde işçileri tahta kurulu koğuşlarda yatırmalarından, bir başka şantiyede kötü yemekler yedikleri için zehirlenen inşaat işçilerinden biliyoruz. Hükümet çıkarları söz konusu olduğunda yabancı patronlar ile el ele verip kendi işçilerini öldürüyor.”

İşçilerin ölmesinin ve yoğun bakıma kaldırılmasının sorumlusu kim?

Akkuyu Nükleer Santrali, inşaata başlandığından beri sıkça gündeme geliyor. Uzun çalışma saatleri, habersiz işten çıkarmalar, iş cinayetleri, alınmayan iş sağlığı-güvenliği önlemleri, gıda zehirlenmeleri, hijyenik olmayan barınma koşulları, hak gaspları ve daha nice sorun…

Bunca sorunun yanı sıra, bu salgında da olduğu gibi meydana gelen birçok baka sorunda da yetkililer tarafından elle tutulur bir açıklama yapılmıyor. Çünkü taşeronlaşma nedeniyle denetimsizlik artıyor, sorumlular ise anonimleşiyor.

Akıllara ise “Bu nükleer santral Rusya’ya aittir” diyen Akkuyu Nükleer Güç Santrali şirketinin CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva ve Zoteeva’nın sözlerine karşılık “Akkuyu, bir Türk şirketidir” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar geliyor. Peki şimdi işçilerin ölmesinin ve yoğun bakıma kaldırılmasının sorumlusu hanginizsiniz?

Terörle Mücadele mi, Teröristle Mücadele mi?

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Terörle mücadelede şehit verdiğimiz her olaydan sonra yetkililer artık klişe (basmakalıp) söylemlerini yineliyorlar:

-“Kanları yede kalmadı”
”Biz daha çok terörist öldürdük”
-“Terörle mücadeleye azim ve kararlılıkla devam edilecektir”
-“Son terörist etkisiz hale getirileceğe kadar mücadeleye devam”
-“Arkasındaki güçleri biliyoruz”…….

Bunlar bilinçli kamuoyunda hiçbir anlam ifade etmemektedir. Terörü bitirme amacına hizmet etmeyen, tümüyle iç politikaya yönelik söylemlerdir.

Verilen şehit sayısı ile öldürülen terörist sayısının karşılaştırılması yanlıştır.
Bunun bir ölçütü yoktur. Şehit olan bir Mehmetçiğe karşı kaç terörist öldürülürse öldürülsün,
o şehidin karşılığı olamaz. Savaşın sonucunu ölenler değil, geride kalanlar belirler.

“Son terörist?”

Öldürülen teröristlerin yerine yenileri geliyorsa “son terörist” nasıl belirlenebilir?
Teröristleri öldürmekten daha önemli olan örgüte katılımların önlenmesidir. Bu da ekonomik, sosyal, eğitimsel, ruhbilimsel, önlemleri gerektirir. Katılanların sayısı öldürülenlerin sayısından çok olursa terör bitmez (havuz problemi).

“Azim ve kararlılıkla……” ya gelince;

Bu güne kadar şehit verdiğimiz her olaydan sonra bu ifade de tekrarlanmakta, fakat bir şey değişmemektedir. Artık anlamsız hale gelmiştir “Terörle azim ve kararlılıkla mücadele etmek” zaten bu ifadeyi kullanan yetkilerin asli görevidir.

“arkasındaki güçleri biliyoruz.”

Terör örgütünün arkasında ABD’nin olduğu açıktır.

Bunu bilmek ve söylemek yetmez. Bu ülkeye karşı etkili önlemler alınmalıdır.
Bizim ABD’ye karşı kullanabileceğimiz en önemli gücümüz
coğrafyamızdır.
Türkiye coğrafyası kullanılmaksızın ABD’nin bölgedeki  eylemleri daha uzun zaman alır ve daha çok maliyetli olur. Bu nedenle,

  • İncirlik başta olmak üzere
  • ABD’nin yararlandığı üs ve tesisler ile hava sahamız,
    terörü desteklediği sürece bu ülkeye kapatılmalıdır.

Sonuç

Biz “terörle mücadele” etmiyoruz. Askere havale edilen “Teröristlerle mücadele” ediyoruz.
Bu nedenle 40 yıldır kesin sonuç alamadık. Terörle mücadele, askeri boyutunun yanında ekonomik, sosyal, ruhbilmsel, uluslararası ilişkiler boyutları olan çok boyutlu bir mücadeledir. Bütün bunlar devlet aklı, bilgi ve deneyim birikimi kullanılarak ilgili kurum ve kuruluşlarca saptanacak bir devlet stratejisi içinde, birbiri ile uyumlu ve bütüncül olarak uygulanmalıdır.

40 yıldır sonuç alamadığımız dikkate alınarak, şimdiye dek yapılan hatalar gözden geçirilmeli, mücadelenin tüm boyutlarını içeren bir “terörle mücadele politikası” saptanmalı ve uygulanmalıdır. Bu amaçla güvenlikle ilgili kurum ve kuruluşlar ile bilim insanlarının görüşleri alınmalıdır.

Yoksa daha çok şehit verir, her olaydan sonra aynı söylemleri yinelemeyi sürdürürüz.

Stratejideki hata taktik başarılarla düzeltilemez.

24 Ocak

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
22 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

İki gün sonra tarih 24 Ocak olacak. 24 Ocak tarihi üç açıdan önemlidir.

24 Ocak 1980 tarihinde, Süleyman Demirel’in başbakan olduğu dönemde, Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın hazırladığı ekonomik önlem planı açıklandı. Bu plan, serbest piyasa ekonomisinin, özelleştirmelerin, ithalatın ve yabancı yatırımların desteklenmesini, kamucu ekonomik girişimlerin ve sübvansiyonların önemli bir ölçüde ortadan kaldırılmasını ve “Kamu İktisadi Teşebbüsleri”nin bütçelerinin kısıtlanmasını öngörüyordu.

ABD tarafından desteklenen ve 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbeden sonra, Turgut Özal, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı ve devlet bakanı oldu ve bu ekonomik politikaların uygulanmasına devam edildi.

Türkiye’de halkın sömürülmesine neden olan ekonomik düzenin temellerinden birisi o dönemde atıldı.
***
13 yıl sonra, 24 Ocak 1993 tarihinde, Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu öldürüldü. Türkiye’nin en iyi araştırmacı gazetecilerinden ve köşe yazarlarından birisi olan Uğur Mumcu, kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele veren ve kendisini sosyalist olarak tanımlayan birisiydi.

Ancak Uğur Mumcu, sahte sosyalistler gibi, sosyalizm ile Cumhuriyet devrimleri arasında bir çelişki görmemiş, aksine,

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerini ve antiemperyalist mücadelesini, sosyalizmin temellerini oluşturan bir aşama olarak yorumlamıştı.

Uğur Mumcu aynı zamanda, Milliyet gazetesi yazarı Abdi İpekçi’ye ve Papa Jean Paul’e karşı gerçekleştirilen suikastları araştıran en önemli gazetecilerden birisiydi. Uğur Mumcu, papa suikastının arkasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği gizli servisi KGB’nin olduğuna ilişkin ABD medyası tarafından ortaya atılan iddiaları çürütmüş, suikastı gerçekleştirenlerin yıllarca ABD ve CIA ile nasıl işbirliği yaptıklarını belgeleriyle ortaya koymuştu.

Türkiye’deki “ülkücü” örgütlenmelerin, MHP’nin ve ÜGD’nin, 1970’li yıllarda, Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketleri bertaraf etmek için, ABD ve CIA ile yürüttükleri işbirliği konusundaki en önemli araştırmaları yapan gazetecilerden birisi Uğur Mumcu idi.

Uğur Mumcu aynı zamanda, Türkiye’deki köktendinci, şeriatçı, hilafetçi, İslamcı örgütlenmeleri de araştırmış, onların yurt içindeki ve yurt dışındaki bağlantılarını belgelemiş, Türkiye’nin yakın geleceğindeki en büyük tehlikelerden birisinin, laiklik karşıtı hareketler olduğunu yazmıştı, AKP iktidarı döneminde sonradan yaşanacak olanları, o zaman öngörmüştü.

Uğur Mumcu, PKK terörü konusunu da, yurt içindeki ve yurt dışındaki bağlantılarıyla araştırmıştı ve PKK’nin emperyalizmin maşası olduğunu kanıtlamıştı.

Uğur Mumcu son yıllarında, Batman merkezli terör örgütü Hizbullah’ın devletin içindeki bazı odaklarla ilişkilerini ve Hizbullah’ın bu yasa dışı odaklar tarafından PKK’ye karşı nasıl kullanıldığını araştırıyordu.
***
Sekiz yıl sonra, 24 Ocak 2001 tarihinde, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, Hizbullah terör örgütü tarafından öldürüldü.

Gaffar Okkan, terör örgütleri arasında ayrım yapmamış, hem PKK terörüne karşı hem de Hizbullah terörüne karşı mücadele vermişti. Hizbullah’ın çökertilmesi ve 17 Ocak 2000 tarihinde Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu’nun ele geçirilmesi operasyonu, büyük ölçüde Gaffar Okkan’ın başarısıydı.

Gaffar Okkan’ın, öldürüldüğü gün izleyeceği güzergâh hakkındaki ayrıntılı bilgilerin, terör örgütü Hizbullah’ın eline nasıl geçtiği, Hizbullah’ın bu eylemine kimlerin destek olduğu ve bu cinayetin arkasında kimlerin olduğu hâlâ ortaya çıkarılamadı.
***
24 Ocak, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğini anlamamız için, önemli bir tarihtir. 

Uğur Mumcu’nun ve Gaffar Okkan’ın karşı durduğu ne varsa, onları temsil edenler, bugün iktidardadır, devletin kadrolarındadır, Meclis’tedir, “meşrulaşmış” ve olağanlaşmış bir haldedir.

24 Ocak karanlık bir gündür!
==================================

Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

24 Ocak22 Ocak 2024

Sürekli ‘riskler üreten yönetim’

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 18.01.2024, BİRGÜN

Çevresel otoriterlik ve borçlanma öncüsü Türkiye, RAD değil RÜD oldu.

RİSKTE KAPSAYICILIK

Başlıca risk öbekleri ile başlanabilir.

Hukuk: Siyasal sistem ve rejim değişikliği Anayasa ile başladı ve Anayasa’ya saygısızlık ile sürüyor.

Tarih: Adaletten askeriyeye, eğitimden kamu yönetimine yaklaşık iki yüzyıllık evrim süreci ile hesaplaşma hız kesmiyor.

Ülke: Çevresel, doğal ve kültürel değerlere saldırı, egemenlik riski de yaratıyor. Ülkenin bölünmez bütünlüğü, Akkuyu’dan Akbelen’e, limanlardan gelecek kuşakların iradesine ipotek koymaya uzanıyor.

İktisat: İktisadi istikrarsızlık, dengesizlik ve sefalet, ilk üç risk alanı ile iç içe. Özelleştirme adına sürekli satış ve en değerli kuruluşları Cumhurbaşkanlığı’ndaki Varlık Fonuna geçirme çelişkisi, risk özeti.

Kurumlar: Anayasal kurumlar ya lağvedildi (yürütme-hükümet) ya iki parti başkanı güdümüne konuldu (yasama) ya da siyasal beklenti ve hedefler doğrultusunda araçsallaştırıldı (yargı). Sonuç, genel çürüme.

Toplum: “Dindar ve kindar”, “illet ve zillet” vb. söylemlerle toplum kararlı ve sürekli olarak kutuplaştırıldı; yurttaşlık değersizleştirildi.

Uluslararası ilişkiler: kişisel tutkulara indirgendi ve Türkiye’nin uluslararası toplum önündeki saygınlığı sürekli zedelendi.

‘Bileşik kaplar’ gibi iç içe olan risk öbekleri üzerine birkaç somutlaştırma:

ADALET

Mahkemede adaletsizlik, yargı kararlarını etkisiz kılma iradesi ile toplumun bütün alanlarına yayıldı. AYM kararlarına karşın Ahlat Sarayı inşaatı veya limanlara ilişkin özelleştirme sözleşmelerinin ihalesiz uzatılmasına için yeniden yasal düzenleme, yalnızca sosyal devlet karşıtı değil, gelecek kuşakların iradesini de ipotek altına alan bir egemenlik sorunu.

  • Gezi ve Can Atalay kararları ise, bu egemenlik gaspının sorgulanmasını engelleme amaçlı.

ASKERİYE

Hiyerarşi zedelendi, hastaneler kapatıldı ve okullar dejenere edildi.

Askeri hastaneleri açmama inadı ve ‘şehit kanı yerde kalmayacak’ söylemi arasındaki çelişki sürekli duruma geldi.

20 günde şehit sayısı 20’yi aştı; ama Milli Güvenlik Kurulu yerine, Ankara’da görevli kişiler, ‘güvenlik zirvesi’ adı altında Dolmabahçe Sarayında fiili bir toplantı yaptı.

BÜTÇE

Tasarrufu, A4 kâğıdı üzerinden anlatan Hazine ve Maliye Bakanı, 45 dakikalık toplantı yolluk ve ödeneğinden ne ölçüde haberli?

En çok ihlal edilen (çiğnenen) vergi yükümlülerinin hakları ve denk bütçe sorununa girmiyorum.

Kur korumalı mevduat zenginleşmesi ve emekçi-emeklilerin yoksullaşması arasındaki çelişkinin kaynağı, tek kişinin iradesi: dini politikaya alet ederek (NASS) parası olanları zenginleştirmek ve köşk-saray harcamaları ile tek kişi saltanatını süreklileştirmek.

EĞİTİM

Ortaklarının ihanetini bahane ederek, KHK ile tasfiye ettikleri liyakatli öğretmenler eğitim kadroları dışında tutulurken, ÇEDES’ten cemaat ve tarikatlarla protokole uzanan uygulamalar, genç dimağları uyuşturma amaçlı. AKP-MHP ittifakının liyakat karşıtlığı, kamu yönetimi bütünü için geçerli.

Özetle, Avrupa’da kullanılan RAD, tam tersine Türkiye için RÜD (risk üreten Devlet) olarak da okunabilir. Zira 2017 Anayasa kurgusuyla devlet ve yönetimi özdeşleştirme seferberliği hız kesmiyor.

EN BÜYÜK RİSK NE?

Yanıt: hesap soramamak ve vermemek.

Meclis’e bilgi veren Bakanların siyasal sıfat ve sorumluluğu yok. Meclis’le bağlantıları yalnızca göreve başlarken içtikleri Anayasa andı.

Görev sırasında Anayasa yerine sürekli TALİMAT yollaması yapanların, “af talebi/af kabulü” şeklindeki Anayasa dışı uygulama nedeniyle çekilme hakları bile yok.

Özet             : Bakanlar, TBMM önünde sorumlu değil; CB ise TBMM’yi muhatap alma gereği bile duymuyor.

  • “Hesap verebilir yönetim” olmadığı sürece riskler sarmalından çıkış olanaksız.

O nedenle “demokratik hukuk devleti”  mücadelesi, şu çifte yol ve hedef birlikteliğinde yürütülmeli:

  • Yürürlükteki Anayasa’ya saygı ve
  • siyaseten sorumlu hükümet.

1984 Eruh-Şemdinli Kalkışmasından 2024’e : 40 Yıllık Hesaplaşma, BOP vs…

Ahmet SaltıkAhmet Saltık
Cumhuriyet, 18 Ocak 2024
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/1984-eruh-semdinli-kalkismasindan-2024e-40-yillik-hesaplasma-bop-2164297?utm_source=Anasayfa&utm_campaign=Cumhuriyet&utm_medium=Yazarlar

1984 Eruh-Şemdinli kalkışmasından 2024’e :
40 yıllık hesaplaşma, BOP vs…

Maşa PKK ilk saldırısını 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’ye yaptı. Bu bir ayrılıçı-bölücü kalkışma bildirimi idi. Aşağıdaki Harita, ABD’nin resmi Silahlı Kuvvetler Dergisi “US Armed Forces Journal”da Haziran 2006’da yayınlandı. Başlığı “BLOOD BORDERS – The Greater Middle-East Project”, “Kan Sınırları – Büyük Ortadoğu Projesi” idi (Alb. Ralph Peters, http://armedforcesjournal.com/blood-borders/). Türkiye’de kısaca BOP diye adlandırıldı. Başbakan Erdoğan TV’lerde onlarca kez Bush ile “BOP eşbaşkanı” olduğunu açıkladı, “.. bu işi yapıyoruz..” dedi. Anlayamamış mıydı acaba aşağılık kurguyu? Ya şimdi?? Yıllar sonra?? Hala mı?? Yoksa??!!

Yazar, “How a better Middle East would look?” sorusuna (!), “sözcü” olarak yanıt arıyordu. 22 ülkenin sınırları + REJİMLERİ değiştirilecekti bu amaçla. Yitirecek ve kazanacak ülkeler de tek tek sayılmıştı, Türkiye “yitirecekler” içindeydi. ABD Dışişleri Bakanı C. Rice, “Orta Doğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek, buna Türkiye de dahil” başlıklı makalesini yazdı (7 Ağustos 2003, Washington Post). Sonra İtalya’da NATO toplantısında, gözümüzün içine sokula sokula gösterildi bu harita ve Türk subayları salonu terk ettiler. Kararlılık iletisiydi!

Irak’la başlanacaktı. 57. Hükümetin başı Ecevit karşı çıktı, MHP birden bire koalisyondan çekildi. Ağır 2001 ekonomik bunalımı sürüyordu. 3 Kasım 2002 erken seçimini, öngörüldüğü üzere AKP-RTE kazandı. %34.3 oy ile 363 milletvekili çıkardı, TBMM’de temsili ise %66 oldu. “BOP Eşbaşkanlığı görevi” yürütüldü. Irak işgal edildi ve bölündü, kuzeyinde özerk Kürt devleti kuruldu, Barzanistan! Bir milyonu aşkın Iraklı öldürüldü, güneye sürüldü, ABD askerlerince yüzbinlerce kadının ırzına geçildi! RTE, Wall Street Journal’e verdiği demeçte (31.3.2003)

  • “..Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum..” diyebildi!

Ne de olsa, kendi sözleriyle “.. bu işi yapıyordu”..

Sıra Suriye’de idi. 2011’de Esat şeytanlaştırıldı ve iç savaş çıkarıldı. BOP Eşbaşkanı RTE, vekalet savaşını üstlendi. Esat devrilecek, Suriye’ye de Irak’ta ve hep olduğu üzere demokrasi-insan hakları götürülecekti! Bu ülkenin kuzeyinden Akdeniz’e erişecek kukla Kürt devleti hedefti. Sonra İran, ardından Türkiye.. Büyük Kürdistan ve Ermenistan tamamlanacaktı. Mustafa Kemal Paşa Sevr’i yırtmış, Lozan’ı kabul ettirmişti. Olsun, biraz gecikme ile (yüz yıl kadar!) tarih yine yatağına oturtulacak, post-modern Sevr uygulanacak ve “Ortadoğu daha güzel görünecekti”(!), sözcü Peters’in “Kan sınırları” makalesinde öngörüldüğü üzere.

Siyasal islamcı AKP, Ortadoğu’da emperyalizm adına kanlı vekalet savaşları da dahil tüm istemleri tam bir “sadakatla” yerine getirecek, buna karşın iktidarda kalacak, teokratik monarşik rejim kuracak, Anadolu federe İslam devletine dek uzanan açılıma “evet” diyecekti. Ülkede ekonomik talan ile islami sermaye öne çıkarılacak, soyguna yer yer ortak edilecek ama eğitimsiz bırakılarak çürütülen halk kitleleri oy deposuna dönüştürülecekti. On milyonu aşkın düzensiz-niteliksiz göç dalgası ile laik-çağcıl-Kemalist ulusalcı kuşaklar baskılanacaktı.

  • Cumhuriyetin yüz yıllık görkemli devrimci kazanımlarına savaş açılacak, CIA akıl hocalarının buyruklarıyla Atatürk unutturulacak (!), Türkiye yeniden bir ilkel halife-sultan rejimine döndürülecekti.

Türkiye yüzyılı” böylesi bir hayın emperyal planı kodlamakta gerçekte.

AKP/RTE her bakımdan teslim alınmış durumda.

Trump’ın ve Senato başkanının RTE için söyledikleri bellekte :

  • Aptal olma..
  • Erdoğan’ın hesaplarını incelemenin zamanı geldi..

RTE, en azından bu ürkünç şantajı kavrayacak yetide.
Dolayısıyla “uslu uslu” BOP eşbaşkanlığını sürdürecek, “bu işi yapacak” kendi sözüyle; Patrimonyal sultan iken ölecek.

Ne yapmalı                       ???

Reçete hala net değil mi??
Kurtuluş, öncelik ve ivedilikle emperyalizmin taşeronu siyasal kadroları dışlamakta.
İlk adım 31 Mart yerel seçimleri, ardından erken genel seçim.
Muhalefet ve tüm yurtseverler oyunu tüm çıplaklığıyla böylece ortaya koymalı ve
halkı uyandırmalı; tarihsel bir uzlaşı ile!

Cumhuriyet Gzt makalemiz, Ahmet SALTIK 18.1.24

TBMM’ye sorular

Prof. Dr. Fazıl Sağlam

16 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Türk tarihinin en saygın kuruluşudur.

Kuruluşunun 104. yılındaki böyle bir Meclis, kimseden talimat almadan kararını kendisi vermelidir. Başkanı da aynı gereğin yerine getirilmesini sağlamalı; milletvekili Can Atalay’la ilgili olarak bir bardak suda koparılan yapay ve sahte bir fırtınaya boyun eğerek saygınlığı zedelenmemelidir.

Can Atalay olayı son derece basittir. Anayasa Mahkemesi (AYM), 2021 yılındaki Gergerlioğlu kararından bu yana aynı şeyi söylüyor: Yasama dokunulmazlığına 1982 Anayasası’nda getirilen “Seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar” şeklindeki istisna, yasallık ilkesinin gerektirdiği belirlilik ve öngörülebilirlikten yoksundur. 83. maddedeki bu düzenleme bir istisna kuralıdır. Böyle bir istisna, yargı kararlarıyla belirlenirse, dokunulmazlığın (yani asıl kuralın) öngördüğü güvenceler de karşılanamaz.
Bu nedenle bu güvenceleri gözeterek “14’üncü maddesindeki durumlar” deyişinin hangi suçları içereceğini belirlemek yasama organının görev ve yetki alanı içindedir.

YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI

İşte havanda su dövercesine günlerce sürdürülen yapay tartışmanın özü burada yatıyor.
Bu yalın gerçeğin üstü örtülmemeli. Üstelik AYM kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamları ile gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağını (anayasa m.153/son) artık herkes biliyor. Bu bağlayıcılığın yer aldığı anayasa kuralının emredici nitelikte olduğunu da ben eklemiş olayım.

‘DANIŞMA MECLİSİ’

TBMM, AYM’nin işaret ettiği düzenlemeyi iki yıl önce etkili hak arama güvenceleriyle birlikte yasallık ilkesini karşılayacak biçimde yerine getirmiş olsaydı, bugün böyle bir konu tartışılmayacaktı. Üstelik “14. maddesindeki durumlar” istisnası, bir hukukçunun kaleminden çıkmış bir ifade de değil. Önceki anayasalarımızın hiçbirinde böyle bir istisnaya yer verilmedi. “Danışma Meclisi” metninde bile böyle bir istisna yer almadı. Belli ki bunu ekleyen 12 Eylül askeri yönetimi.

Şimdi gündemdeki sorular şunlardır              :

TBMM, AYM’nin işaret ettiği “14. maddedeki durumlar” kapsamındaki suçları belirleme görev ve yetkisini mi yerine getirecek? Yoksa “hangi suçların 14. maddedeki durumlar” kapsamında olacağına ben karar veririm” diye dayatan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne mi boyun eğecek?

Bir de kavramları terse çevirerek AYM’nin yargısal aktivizm yaptığını söylüyorlar. “Yetki kanun koyucudadır, yargıda değil” diyen bir AYM mi yargısal aktivizm yapıyor; yoksa “14. maddedeki durumların hangi suçları içereceğine ben karar veririm” diyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi mi?

DEMOKRATİK DEVLET

Bu sorulara yanıt ararken göz önünde tutulması gereken bir başka önemli hukuk gerçeği daha var. Can Atalay hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce onaylanıp TBMM’ye bildirildiğinde Meclis Başkanlığı, Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürme işlemini gündeme almadı ve AYM kararını bekledi. Böylece demokratik hukuk devletine yaraşır örnek bir davranış sergiledi. Buna karşılık Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay’ın AYM’ye yaptığı bireysel başvuru, bilgisi dahilinde olduğu halde, AYM kararını beklemedi; alışılmadık bir hızla Can Atalay’ın mahkûmiyet kararını onayladı. Böylece, AYM kararından önce Can Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesini sağlamış oldu. Bu gayret ve telaşı, yargı adaletiyle, hukuk devleti ilkesiyle ve AYM kararlarının bağlayıcılığı kuralıyla bağdaştırmak olanaksızdır.

Anayasa hukukçusu yurttaşın diyecekleri bu kadar.
Tarihe nasıl geçmek istendiği ise TBMM üyelerinin takdirine kalmış.