ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 11 Nisan 2024


Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Haftanın tüm iğneleri, kin ve nefret duygularının tutsağı olup, Adli Tıp raporu olmasına karşın 80 yaşın üzerindeki generalleri bir yıldır tahliye etmeyenlere…

 

HAİN

RTE, seçimlerin yitirilmesinde suçu olanları ve hainlik yapanları cezalandıracaklarını söyledi.

AKP’de kimler haindir?..

DESTEK

RTE, hükümet olarak önceden olduğu gibi seçilen bütün belediyelere, kentlerin hayrına (iyiliğine) yapacakları işlerde destek olacaklarını söyledi.

CHP’li belediyelerin şansı yine yok yani…

YOK

RTE’nin açıklamasından çok geçmedi; DSİ, Denizli Çal ve Uşak’ta seçimden 15 gün önce  onayladığı atık su arıtma ihalelerini 1 Nisan sabahı iptal etti.

AKP’ye oy yoksa devletten hizmet yok” inadı sürüyor…

ÇADIR

Murat Kurum’un Kadıköy’de kurdurduğu iftar çadırı 1 Nisan’da kaldırıldı.

Seçim Müslümanı!..

NAMERT

MHP milletvekili Hilmi Dursun, şirketi İsrail’le ticareti sürdürürken, ”Gazze için yola revan olmazsam namerdim” paylaşımı yapmış.

İğne kendisinden…

ÖLÜ

YSK, 3.389 ölünün oy kullandığı Hatay seçimine yapılan itirazı reddetti!!??

FETO, ”Ölüler bile oy kullansın” demişti ya bir zamanlar, buyruk sürüyor (standing order)!…

ZARARLI

Seçimi yitiren AKP’li belediyeler devir teslim öncesi kasa boşaltma, adamını işe alma yarışına girişti.

Gidişleri bile zarar…

DESTEK

Her konuşmada Filistin’i desteklediğini söyleyen iktidar, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının başlamasından 6 ay sonra dışsatım (ihracat) kısıtlaması kararı aldı (kimi kalemlerde).

Filistin derken İsrail’i mi kastetmişlerdi?..

CHP’nin tarihsel zaferi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
08 Nisan 2024, Cumhuriyet

Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart 2024 belediye seçimlerinde, Türkiye çapında % 38 oy alarak ve 1. parti olarak, tarihsel bir zafer (utku) kazandı.

Böylece CHP, 1977’den beri ilk kez 1. parti oldu; SHP’nin 1989’da elde ettiği belediye seçimi zaferini, 2024 yılında yinelemiş oldu.

Böylece AKP de iktidara geldiği 2002 yılından beri ilk kez bir seçimi yitirmiş oldu.

Halk bu kararıyla, bir yandan ekonomik sömürü düzenine, bir yandan da demokrasinin, laikliğin ve hukuk devletinin ortadan kaldırılmasına karşı itirazını ortaya koydu.

AKP’liler ve onların medyadaki uzantıları ise bunun hâlâ farkında değiller. AKP’liler hâlâ seçim sonuçlarının nedenlerini, uyguladıkları sömürü ve baskı düzeninin dışında arıyorlar.

AKP’nin bu yanlış tanısı nedeniyle CHP genel seçimleri de kazanacaktır. Ancak genel seçime dek geçen dört yıl içinde olan yine halka olacaktır.

  • AKP iktidarının sömürü ve baskı yönetiminin mimarı ve en büyük sorumlusu “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
  • Dolayısıyla AKP’nin seçim yenilgisinin nedenini Erdoğan’ın dışındaki kişilerde araması
    boş bir çabadır.
  • AKP neden yenildiğini anlamadığı için yenilmeye devam edecektir.
  • 31 Mart seçimleri AKP için sonun başlangıcıdır.

***
Ekonomik kriz, siyasal görüşü ne olursa olsun, halkın tümünün ortak sorunudur ve
seçim sonuçlarındaki en önemli etkenler arasında yer almaktadır.

Ancak 31 Mart seçimleriyle birlikte halk,

– laiklik karşıtı tarikatlara, cemaatlere, derneklere,
– bu vakıflara ve siyasetçilere;
– aylardır ortalığı ayağa kaldıran şeriatçı ve hilafetçi odaklara;
– Mustafa Kemal Atatürk düşmanlarına;
– siyasetin, devlette kadrolaşmanın ve eğitimin dinselleşmesine de

kırmızı kart çıkarmıştır.

AKP’nin laiklik karşıtı faaliyetleri ve anayasal düzeni yıkarak teokratik bir düzen kurma girişimleri;
– hem küskün ve öfkeli CHP seçmenlerinin sandığa gidip partilerine sahip çıkmasını,
– hem İYİ Parti, Zafer Partisi ve Memleket Partisi seçmenlerinin CHP’nin lehinde sandıkta bir ittifak kurmasını,
– hem de Türkiye’nin din, mezhep ve felsefi görüş üzerinden kutuplaşmasının bir ulusal güvenlik sorununa dönüştüğünü gören her partiden seçmen kitlelerinin CHP’ye destek vermesini sağladı.

31 Mart seçimleriyle birlikte halk, düşünceyi ifade, yayınlama, medya ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellere; “Gezi” ve “28 Şubat” kumpas davalarında masum insanların hapislerde çürütülmesine; seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasına; siyasetçilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına aykırı bir biçimde hapiste tutuklu-hükümlü kalmalarına da kırmızı kart çıkarmıştır.

AKP iktidarı bu uygulamalarında ısrar ettiği sürece seçim yitirmeye devam edecektir.

Ayrıca, seçmeni oy kullanırken karar vermeye yönelten en büyük nedenin ekonomi olduğu varsayılacak olsa bile, siyasal alandaki bu baskılar ortadan kalkmadıkça, AKP yine seçim yitirmeye devam edecektir.

  • Çünkü AKP iktidarının demokratik ve laik bir hukuk devletini ortadan kaldırmış olması, ekonomik krizin temelindeki nedenlerden biridir.
  • Türkiye’nin özel koşullarında, demokratik ve laik bir hukuk devleti olmadığı sürece, ekonomik kalkınma, kategorik olarak olanaksızdır.

***
31 Mart seçimleriyle artık şunun da anlaşılmış olması gerekir:

  • Başta Türk Silahlı Kuvvetleri,
    Milli İstihbarat Teşkilatı,
    Emniyet Genel Müdürlüğü,
    Jandarma Genel Komutanlığı,
    İçişleri Bakanlığı,
    Milli Savunma Bakanlığı,
    Adalet Bakanlığı ve
    Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere,

    devletin kurumlarındaki demokrasi, laiklik ve hukuk devleti karşıtı kadrolar tasfiye edilmedikçe, devlet ile halk arasındaki uçurum varlığını sürdürecek ve bu uçurum
    bir ulusal güvenlik sorunu olmayı sürdürecektir.

Mustafa AYDINLI şiiri : DUYUN BENİ

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı

 

 

DUYUN BENİ

Düşersem neşter altına
Türkülerle bayın beni
Bir rehavet uykusunda
Uyur isem ayın beni
***
Kim ki gerçeklerden kaçar
Aklıyla arayı açar
Yersiz yurtsuz kalsam naçar
Dost gönlüne koyun beni
***
Açgözlü bir dem duyamaz
Azını çoğa koyamaz
Kırk atlı çıplak soyamaz
Güç yeterse soyun beni
***
Ne geride ne sondayım
Bir kavgada en öndeyim
Haklı olandan yandayım
Söylüyorum duyun beni
***
Aydınlı’yım yan çizersem
Halkımdan ayrı gezersem
Hak aramaktan bezersem
O gün öldü sayın beni

CHP’nin tarihi fırsatı

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLANProf. Dr. Can Ceylan

08 Nisan 2024, Cumhuriyet

31 Mart 2024 yerel seçimleri geride kaldı. CHP 47 yıl sonra seçimlerden ilk kez birinci parti olarak çıkarken, daha önce tercih edilmediği bölgelerden de oy alarak halkın her kesiminden güvenoyu almayı başardı. Seçim öncesi partili cumhurbaşkanının “Yerel yönetimlerle merkezi yönetimler ele ele vermezse o şehre hiçbir şey gelmez.” şeklinde aba altından sopa göstermesine karşın, deprem bölgelerinde bile, CHP’nin büyük oranda oy alması, CHP belediyeciliğinin vatandaşa karşı sorumluluğunu daha da artırmıştır.

Bu seçim göstermiştir ki; dinsel değerler üzerinden yapılan istismar siyaseti, tarikatlar ve cemaatlerle yakın işbirliği, sadaka siyasetinden medet ummak, ana muhalefet partisi hakkında siyasal etikle bağdaşmayan çirkin söylemlerde ve suçlamalarda bulunmak; oyların konsolidasyonu (pekiştirilmesi) açısından artık yarar sağlamıyor.

EMEKLİ SEÇMEN

2024 yılı seçmen verileri, ülkemizde 15 milyon 851 bin 244 emekli seçmenin bulunduğunu,
her dört seçmenden birinin emekli olduğunu göstermekte. Son yıllarda artan geçim sıkıntısı, bilimsellikten uzak tutarsız ekonomi yönetimi, açlık sınırı ve altında yaşayanlar gibi emekli vatandaşlarımızın da CHP adaylarını umut olarak görmesi sonucunu doğurmuştur.

31 Mart seçimlerinde “1 milyon 32 bin 610” genç seçmenin ilk kez oyunu kullanması da kuşkusuz seçimlerin sonucuna etki etmiştir. Keza, son yıllarda ülkede iş bulma umudu kalmayan, bulsalar bile hak ettikleri ücreti alamayan gençler, farklı bir siyasal anlayış arayışına girmiştir. Tüm bu tepki oylarının; ülke insanı bu denli zor koşullarda yaşam savaşımı verirken, iktidar her ne denli insancıl gerekçelere dayandırsa da, anlamlı biçimde sınır mayınları temizlendikten sonra ülkeye denetimsiz sığınmacı kabul edilmesi, zaten zor durumda olan ülke ekonomisinin iyiden iyiye dar boğaza sokulması… sonucu verildiği de açıktır.

Ülke seçmeninin son dönemdeki şeriat çığırtkanlarından, rejim değişikliği kıpırdanışlarından, hukukun üstünlüğü ilkesinin ve yargı bağımsızlığının derin yaralar almasından rahatsızlık duymasının da seçim sonuçlarını etkilediğini söylemek sanırım yanlış olmaz.

GENÇ ADAYLAR

Sonuç olarak, CHP’nin eline tarihsel bir fırsat geçmiştir.

Bundan sonraki süreçte, aldığı tarihsel sorumluluğu, rüzgârı arkasına alarak daha üst noktalara taşıması; yerel yönetimlerde sergileyeceği çağdaş, bilimsel, çözüm odaklı, üretken yönetim anlayışı; kişisel çıkar ve nepotizm belediyeciliğine fırsat vermemesi ve geçmişte yaptığı siyasal hataları yinelememesi ile olanaklı olacaktır. Nitekim, önceki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’ nun, CHP’nin kurucu kodlarından ödün vermesi ile 2023 genel seçimlerinde ittifak yapılan AKP kökenli sağ muhafazakâr partilerin, TBMM’ye 40 milletvekili sokmaları unutulmuş değil. 31 Mart’ta bu partiler, %1 oy bile alamayarak halkta karşılık bulamamış, CHP’nin yanlış stratejisi, Meclis’teki gücüne kendi istenciyle zarar vermiştir. CHP’nin kurultaydaki değişim atılımından sonra, hiçbir parti ile ittifaka girmeden, kendi ilke ve değerlerini savunarak, genç adayları alana sürerek, halka umut aşılayarak seçimlerden birinci parti olarak çıkması; sonraki süreçte aydınlık, çağdaş bir Türkiye’nin ve güçlü bir ekonominin işaret ve umut fişeği olarak seçim tarihimizdeki yerini almış, umutları yeşertmiştir.

“BÜYÜK SOYGUN.!”

ImageDr. Vecdet Öz

AKP iktidara geldiğinden bugüne dek toplanan toplam vergi tutarı yaklaşık 3 trilyon 200 milyar $’dır.

Yurt dışından alınan kredi yaklaşık 500 milyar $’dır.

Özelleştirmeden elde edilen gelir (AS: “girdi” daha doğru!) 71 milyar $’dır.

Hazine ise swaplar göz önüne alınmadığında 60 milyar $ eksi bakiyededir..

Bu demektir ki;

  • AKP, iktidarı süresince toplamda 3 trilyon 831 milyar $ para harcanmıştır..

Bu parayı 21 yıla bölersek yılda 182 milyar 428 milyon $ gibi astronomik bir rakam harcanmış demektir..

2023’te bütçe giderlerinin 4 trilyon 470 milyar TL ile gelmiş geçmiş en yüksek rakam olduğu göz önüne alındığında, 21 yıl boyunca gerçekleşen 3 trilyon 831 milyar $’lık çıktının boyutu dudak uçuklatır cinstendir!

Çünkü;

  • Hükümetin hizmet diye dayattığı tüm büyük yatırımlar, Hazineden beş kuruş çıkmadan,
    vatandaşı 10-20 yıl arası borçlandırarak üstelikte fahiş fiyatlarla yaptığı rant yatırımlarıdır..

Halbuki 182 milyar 428 milyon $ ile;

– her yıl 120 adet Osman Gazi Köprüsü
– veya 50 adet Keban Barajı
– veya 150 adet Çam-Sakura Şehir Hastanesi
– ya da 150 adet Tokat Havalimanı inşa edebilirsiniz..

Öyleyse kasada olması gereken yüklü bakiye nerededir??

Şimdi anladınız mı ?

– 2002’den bu güne %130 artmış hiper enflasyonun,
– 20 kat artmış dövizin,
– %100-200 arası zamlanmış zorunlu tüketim malzemelerinin,
– %90’ı yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren toplumun
– ve derin ekonomik çöküşün

nedenini..

Bir öğretim üyesi olarak “Türkiye ekonomisi nasıl batırılır?” başlıklı bir kitap yazmam gerekseydi, hiç endişe etmeden AKP’nin 21 yıllık iktidarını kaleme alırdım ve kitabın son cümlesini de

  • Aldıkça al, çaldıkça çal, istersen ver yüz arzuhal, ne sorgu var, ne sual
    zihniyeti yüzünden battık..

diye bağlardım..

Böylesi şanslı bir coğrafyada, altından üstünden zenginlik fışkıran
bir ülkenin bu duruma düşmesi beceriksizlik ve kader değil,
kasıtlı ve organize bir soygundur!

Şu asla unutmasın ki              ;

  • AKP, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir ve
  • 21 yıl önce devletin böğrüne saplanmış paslı bir hançerdir..

Bütün dileğim, bu hançeri çıkarma ve kayıp paraların hesabını sorma görevinin bizlere nasip olmasıdır..

DEVLETİN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ ve DEM PARTİLİ BELEDİYE BAŞKANLARI

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AKP’nin devlet kurumlarına ne denli zarar verdiğinin görüntülerini üzülerek, içimiz yanarak izliyoruz.

Milli Eğitim gerici tarikat ve cemaatlerin, onların vakıf ve derneklerinin oyuncağı olmuş durumda.

Maddi olanağı yeterli olan aileler çocuklarını devlet okulları yerine daha çok güven duydukları özel okullara göndererek çözüm bulmaya çalışıyor.

Türk halkının çoğunlukla en güvenilir kurum olarak belirttiği TSK yerlerde sürünüyor.

Askeri okullar başta olmak üzere tarikat-cemaatler, bu kurumu ele geçirme yarışında.

Herkesin askeri olması gereken komutanlar, rütbeleri üzerinde iken iktidar partisinin seçim çalışmalarında destek verir görüntülere giriyor.

Bu durum Silahlı Kuvvetlerin çökertilmesi için düşmana, savaşa gerek kalmadan çöküşü demektir. Tarihi bilenler, Balkan Savaşı faciasının nedeninin benzer durum olduğunu da bilirler.

Ahlak yerlerde sürünüyor ve bu çöküntü de ne acıdır ki ahlaklı, erdemli olmayı temel alan dinin kötüye kullanılmasıyla gerçekleşiyor.

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

Sonuçta her sorunun düğüm ve çözüm noktası olan adaletin çöküşü ise çözümsüzlüğün göstergesidir.

  • M ü l k  ( D e v l e t )  ç ö k m e k t e d i r !!!!

Çözümsüzlük derken umutsuzluk vurgusu olsun demek istemiyorum, bu düzen ve yönetim içindeki çözümsüzlüğü kastediyorum.

Yargının siyasallaşması, liyakat yerine sadakatın esas alınması ile çürümüş, kokuşmuş bir adalet düzenine demir atılmıştır.

Seçimlerde İl-İlçe Seçim Kurulları ile YSK’nın uygulamalarına bakın, yargıçlarımızın ne durumda olduğuna karar verin yeter.

Yüzde 10’un üzerinde oy farkı ile kazanılmış bir yerde iktidar partisi itiraz ediyor derhal kabul, tek bir oyla kaybedilmiş yerde muhalefet itiraz ediyor, ret.

Van’da DEM partiden PKK ile ilişkisi apaçık ortada olan bir kişi aday oluyor ses çıkarılmıyor. Adam seçimi kazanınca, yerel ceza mahkemesi kendi önceki kararını bozarak adaylığının uygun olmadığına hükmediyor.

Ortalık karışınca korku  ..oku devlete tükürük yalatılıyor. Milleti tükürüğüyle boğacaklarını söyleyen militan kazanıyor.

Hata, adama mazbata verilmesinde değil.

Hukuk devletiysen hakkedene vereceksin.

Hata, hakkı olmadığı halde zamanında doğru karar vermeyip seçimi ve yargıyı oyuncak etmektir.

Hangi partiliye veya adaya yapılsa ben de itiraz ederim.
***
İstanbul’daki yangında belediyeyi suçlamak için fırsat yakalayan yansız (tarafsız) cumhurbaşkanı, yargının, devlet kurumlarının bu durumuna neden tek sözcük ile değinmez?

İliç’teki faciayla ilgili neden tek sözcük etmez?

Çünkü çürüme ve kokuşmada tek adam iradesinin payı büyüktür.

Sonuç; atalarımız sözündedir :

  • “YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE”!!

Adalet, mülkün temelini çökertmektedir.

Acele tedbir (İvedi önlem)…

08 Nisan 2024

2024 Dünya Sağlık Günü: “Benim Sağlığım-Benim Hakkım”

Dostlar,

7 Nisan, “Dünya Sağlık Günü” olarak kutlanıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) doğum günü!
Bilindiği gibi DSÖ, 2. büyük dünya paylaşım savaşının ardından büyük umutlarla “Milletler Cemiyeti – Cemiyeti Akvam’ın yerine kurulan uluslararası örgüt “Birleşmiş Milletler”in (BM) uzmanlık örgütlerinden biri. BM, bir tür “Dünya Hükümeti” gibi düşünülebilir,
DSÖ de onun
Sağlık Bakanlığı..
DSÖ her yıl 7 Nisan’da (doğum gününde) kendisi insanlığa bir tür armağan sunuyor!
Gelecek yaş gününe dek, verilere dayalı olarak (Kanıta Dayalı Tıp) dünyanın en önemli sorununu
öne çıkarıyor. Bir savsöz (slogan, motto) geliştiriyor ve o çekirdeği iletileri, uyarıları, dilekleri,
yol
gösterileri ile örüyor. Bir küresel farkındalık oluşturmaya, gerçekçi gündemlere odaklanmaya çabalıyor.

Bu bağlamda her yıl kapsamlı bir “Dünya Sağlık Raporu(World Health Report) da yayınlıyor.
Bu kaynaklara Örgütün resmi web sitesinde (www.who.int) ücretsiz erişilebiliyor ve indirilebiliyor.

DSÖ, UNICEF, UNESCO, ILO, UNEP, UNDP.. 16 temel birimden, “Uluslararası Bakanlık” tan birkaçı. Bu kurumlar “keşke” siyasallaştırılmasa ve teknik uzmanlık kurumları olarak bilimsel açıdan özgür, yönetsel ve akçalı bakımdan da özerk çalışabilseler. Yeterli olanaklar sağlansa. Ama öyle olmuyor… Bir bakıyorsunuz Sam Amca öfkeleniyor ve DSÖ bütçesine katkısını kısıyor…
***
Bu yıl savsözümüz – söylemimiz “Benim Sağlığım – Benim Hakkım“!
Uzun yıllar Sağlık Bakanlığında Dış ilişkiler Daire Başkanlığını başarıyla yürüten saygın dostumuz Bekir Metin, bu yıl da öncü oldu ve konuyu DSÖ kaynaklarında inceledi, web sitesine taşıdı.

Benim Sağlığım – Benim Hakkım” önemli bir iletiyi yükleniyor.. “Sağlık haktır“!

Oysa küreselleşTİRmeci neo-liberal emperyalistler, tam da tersini “kapital aşkı” ile yaratıcı (!) biçimde bulup, “Paran kadar sağlık!” diye dayatıyorlar. Yaman bir meydan okuma..
Son 4 onyıldır epey yol da aldılar. Hele SSCB 35 yıl önce dağılınca, seçenek kamusal sağlık hizmeti modeli de kalmadı, kapitalizmin korkusu da…

Bu abanmadan Türkiye de payını fazlasıyla aldı;

– sağlıkta da büyük ölçüde küreselleşTİRildi,
– sağlık hizmetleri özelleştirildi – piyasalaştırıldı,
– kamu olabildiğince geri çekilerek denetleyici (?!) – düzenleyici (!?) “uslu” bir role indirgendi..

Sağlıkta Dönüşüm” paketi ile (Health Transformation) Türkiye’ye dayatıldı ve “sevdalı taşeron AKP=RTE” eliyle Haziran 2003’te başlatılarak 21 yılda neredeyse tamamlandı.

Net olarak bilinmeli ki, Sağlık sektöründe yaşanan tıkanma, bu emperyal politikaların ürünü..

Dolayısıyla, “Benim Sağlığım – Benim Hakkım” savsözü ancak, böylesi politikaların ekonomo- politik altyapılarının oluşturulmasına katkı sağlarsa işlevsel olabilecektir, değilse havada kalır.

Bu kavrayış ile yol alalım gelecek 7 Nisan’a, 2025’e dek.. dileriz. Hekimlerin, öbür sağlık emekçilerinin kitlelerde böylesine bir bilinç (ayrımına varma!) oluşması için öncü aydın sorumluluğu önümüzde. Sayın Metin’i konuyu işleyip gündeme getirdiği için kutlarken, başta siyasal partiler ve politik karar vericiler, basın, aydınlar, akademi – üniversite ve sivil toplumu göreve çağırıyoruz.

21. yy’da, doğum öncesinden başlayarak erişilebilecek en üst düzeyde sağlık hizmetleri ve gereçlerini en temel insan hakkı olarak tanımamak, ortaçağa savrulmaktır. Kaldı ki, sağlıklı-eğitimli toplum olmadan uygarlığı, bilimsel-teknolojik ilerlemeleri daha ileri taşımak da oldukça güçtür. DSÖ’nün “Tek tıp – tek sağlık” anlayışı ile “insan – hayvan – çevre sağlığı” bütüncül yaklaşım konusu olmalıdır. Başka türlüsü zaten “sürdürülebilir” değildir. 3. binyıl kalkınma hedefleri (MDG) bir daha ötelenmemelidir.

Başta İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) olmak üzere (10 Aralık 1948, md.25) pek çok uluslararası anlaşma ve sözleşmeye konmuş olan SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI” nı tam olarak gerçekleştirmek, 21. yy. şafağında gezegenimizde erişilen uygarlık düzeyine çok yakışacaktır.
3 yalın gerekçeyle :

1. Çünkü hem bu başarının yaratıcısıdır sağlıklı – eğitilmiş insangücü;
2. Hem de onsuz (sağlıklı – eğitilmiş insangücü) uygarlığı sürdürüm olanaklı değildir.
3. Başka türlüsü insan onuru ile bağdaştırılamaz..

Neo-liberal utanmaz kapitalizm, insan onuruna yakışır “sağlıklı yaşam hakkı” nı teslim ederek ilkelliğinden bir parça kurtulmalı ki, o da “biraz daha” sürdürülebilir olsun, ömrünü uzatabilsin (!!??) İnsanlık uyanıyor.. bu yabanıl (vahşi) ve ölçüsüz sömürü sürgit götürülemez.

  • Uygarca uzlaşılar çağımızın kaçınılmaz gerekleridir.

En temel adımlardan ilki, “HER AİLEYE 1 ÇOCUK” ilkesi ile, aşırı ve mutlak olarak gereksiz, yaşama açık tehdit olan nüfus artış hızını düşürmek olmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 08 Nisan 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net
        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

2024 Dünya Sağlık Günü: “Benim Sağlığım-Benim Hakkım”

2024 Dünya Sağlık Günü: “Benim Sağlığım-Benim Hakkım”

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 7 Nisan 1948 yılında resmi çalışma yaşamına başladı. 1948’de Birinci DSÖ Genel Kurul (Asamble) Toplantısında DSÖ’nün kuruluşunu kutlamak için bir Dünya Sağlık Günü oluşturulması çağrısında bulunuldu. Son yıllarda 7-14 Nisan tarihleri arası Sağlık Haftası olarak kutlanmaktadır.1950’den beri Dünya Sağlık Günü her yıl 7 Nisan‘da farklı bir tema ile kutlanmaktadır. Her tema DSÖ’nün güncel öncelikli alanını yansıtır.

Dünya Sağlık Günü“, 7 Nisan’ın çok ötesine taşarak; süregelen, uzun erimli bir sağlık hakkı savunuculuğu programları başlatmıştır.

Dünya Sağlık Günü, temel halk sağlığı sorunlarına odaklanmak için dünya çapında bir fırsattır. Türkiye’nin de üyesi bulunduğu DSÖ Avrupa Bölgesi, üye devletlerden ve seçilen tema konularında etkinlikleri ve çözümlemeleri (analizleri) vurgulayarak katkıda bulunur ve DSÖ Ülke Ofisleri, politika yapıcılar ve öbür paydaşlar arasında, saptanan temaya (Benim Sağlığım-Benim Hakkım) dikkat çekmek ve tartışmayı teşvik etmek için özel etkinlikler düzenler.

7 Nisan 2024 Pazar günü, Dünya Sağlık Günü olarak “Benim Sağlığım, Benim Hakkım” teması çerçevesinde kutlanıyor. Bu gün herkesin, her yerde, nitelikli sağlık hizmetlerine, eğitime, bilgiye, güvenli içme suyuna, temiz havaya, iyi beslenmeye erişim hakkını savunuyor. Uygun barınma, insana yakışır çalışma ve çevre koşulları ve ayrımcılıkla karşılaşmama… temel sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanamamayı ortaya koyuyor.

2024 Dünya Sağlık Günü

Dünya çapında milyarlarca insanın sağlık hakkı giderek daha çok tehdit altına giriyor.
Hastalıklar ve afetler ölüm ve engellilik nedenleri arasında büyük yer tutuyor.
Çatışmalar yaşamları çökertiyor; ölüme, acıya, açlığa ve psikolojik bunalımlara neden oluyor.
Fosil yakıtlar hem iklim faciasını (Climate Disaster!) tetikliyor hem de temiz hava soluma hakkımızı elimizden alıyor; iç ve dış hava kirliliği her 5 saniyede bir can alıyor!

DSÖ’nün “Herkes İçin Sağlık Ekonomisi Konseyi”, en az 140 ülkenin sağlığı anayasalarında bir insan hakkı olarak tanıdığını belirledi. Ancak çoğu ülke, halklarının sağlık hizmetlerine erişim hakkını güvence altına alacak yasaları çıkarmıyor ve uygulamaya koymuyor. Bu, 2021 yılında en az 4,5 milyar insanın, yani dünya nüfusunun yarısından çoğunun temel sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanamadığı gerçeğini destekliyor.

DSÖ Avrupa Bölgesi’nde ve dünya genelinde milyonlarca kişinin sağlık hakkı
giderek daha fazla tehdit altında!

Hastalıklar ve afetler ölüm ve engellilik nedenleri arasında büyük yer tutuyor.
Çatışmalar yaşamları mahvediyor; ölüme, acıya, açlığa ve psikolojik bunalımlara neden oluyor.

DSÖ Avrupa Bölge Ofisi boşlukları ve zorlukları ele almak, sağlık sistemlerini güçlendirmek ve başarıların üzerine inşa etmek için Türkiye’nin de içinde yer aldığı 53 üye devleti desteklemek için çalışıyor. DSÖ’nün Herkes için Sağlık vizyonunu Bölgedeki yaklaşık 1 milyar insan için somut eyleme dönüştürüyor.

Kamu (Halk) için iletiler…

– Sağlık haklarınızı bilin. Şunları yapma hakkına sahipsiniz:

  • Hiçbir ayrım gözetmeksizin güvenli ve nitelikli sağlık bakımı.
  • Sağlık bilgilerinizin korunması ve gizliliği.
  • Sağaltım (Tedavi) hakkında bilgi edinme ve aydınlatılmış onam (rıza) verme.
  • Maddi ve manevi varlığınızın bütünlük ve özerkliği.

Kendi sağlığınız hakkında kararlar alın..

Temel bir insan hakkı olan sağlık hakkınızı koruyun.

Herkesin, gerek duyduğu sağlık hizmetlerine, parasal sıkıntı yaşamadan, gerek duyduğu yer ve zamanda ulaşabilmesi gerekiyor. Sağlık hizmetlerine erişemiyorsanız, bu kabul edilemez.

İşte harekete geçmenin kimi yolları                    :

  • Savunuculuk-siyasal önderlere çağrıda bulunun, eylem isteyen sağlık topluluklarına katılın, dilekçelere ve tartışmalara katılıp katkı verin.
  • Neyin değişmesi gerektiği ve nasıl değişmesi gerektiği konusunda uzlaşmaya varmak için topluluğunuzu (örneğin iş yerinde, ibadethanelerde vb. yerlerde) örgütleyin.

Sağlık hakkını, daha geniş insan haklarımızın temel direği olarak savunun.

Sağlık hakkımıza saygı duymak, güvenli içme suyuna, temiz havaya, iyi beslenmeye,
nitelikli barınmaya, insan onuruna yakışır sağlıklı – güvenilir çalışma koşullarına ve şiddet ve ayrımcılığa sunuk (maruz) kalmama haklarımıza saygı duymak anlamına gelir.

En iyi sağlığı erişmek bir önceliktir.

Sağlıkla ilgili karar alma süreçlerine katılın. Nasıl katılacağınıza ilişkin örnekler :

Belediye toplantıları ve vatandaş meclisleri, odak grupları ve danışma toplantıları, sağlık konseyleri, yönlendirme kümeleri (grupları) ve inceleme kurulları vb. kuruluşlarda kararlara katkı vermek.

Dünya Sağlık Örgütü’nün kuruluşu, işleyişi, örgüt yapısı, Türkiye temsilciliği kısa tarihçesi hakkında ayrıntılı bilgiye www.healthworldnews.net/tarihce” erişkesiyle (linkiyle) ulaşabilirsiniz.

Kaynak: DSÖ Merkez ve Avrupa Bölge Ofisi, Cenevre, Kopenhag, 7 Nisan 2024
Haber : Bekir Metin, Ankara, 7 Nisan 2024

JİNGOİZM, IRKÇILIK, SALDIRGAN MİLLİYETÇİLİK ve ATATATÜRKÇÜLÜK

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Jingoizm terimi, başta İngiltere olmak üzere, sömürgeci Batılı ülkelerin, Siyahi Afrika, Amerika, Uzak Doğu Asya, örneğin Hindistan… gibi ülkelere sözüm ona bilim(!) ve uygarlık(!) götürmek, o ülke halklarını çağdaş dünyaya eklemlemek(!) gibi son derece insancıl(!) amaçlarla işgal etmek, o halklar ve devletler üzerinde siyasal ve askersel egemenlik kurarak onların ulusal kaynaklarını kolaylıkla sömürebilme temeline dayanıyordu.

18. ve 19. yy’da İngiltere, yeryuvarlağında üzerinde hiç güneş batmayan bir imparatorluktu. Şimdiki ABD bile 1776 yılına dek İngiliz Devleti’nin sömürgesiydi.

18. yy’ın önemli bir politika adamı ve düşünürü olan Randholph ChurhillRULE BRITANIA!!!” yani “HÜKMET İNGİLTERE!!!” diyerek İngilizlerin küresel egemenliğini haykırıyordu. Bu dönemler İngilizlerin dünyaya meydan okuduğu zaman dilimiydi.
İngiliz devletinin o yıllardaki sömürgeci ve işgalci tutum ve davranışları da JİNGOİST olarak tanımlanıyordu.

JİNGOİZM, bir ülkenin, kendince; kendi ulusal dış ve iç çıkarları ya da vazgeçilmezleri konusunda ırkçı , aşırı ve saldırgan milliyetçi bir tutum takınarak, başta tehdit ve savaş seçenekleri olmak üzere, başka azınlıkları, halkları ve ulusları zor kullanarak kendi egemenliği altına alma ve onlara sürekli buyurma ya da zorla boyun eğdirme siyasetine dayanır.

Jingoizmin dıs politikaya dayalı görünümü, başka uluslara karşı aşırı militarizme ya da savaşa dayalı tehdit, iç politikadaki görünümü ise etnik ve dinsel azınlık ya da farklılıklara karşı onları yok sayma, basķı altında tutma ve polisiye önlemlerle, zorla sindirme ve yok etme olarak karşımıza çıkar.

Örneğin 1930 ve 40’lı yılardaki Faşist Mussolini İtalya’sı ve Hitler’in Nazi Almanya’sının saldırgan iç ve dış politikaları Jingoizmin tipik örnekleridir. Nazi Almanya’nın siyasal yönetimine göre, Alman ulusunun yaşadığı bütün sorunlarının temelinde Yahudi ırkı vardır. Yahudi nüfus, Hitler Almanya’sına göre, Alman ırkının saflığı ve ekonomisi için büyük tehdit ve başka devletlerin de yurt içindeki işbirlikçisi konumundadır. O nedenle de yok edilmelidir….

Jingoist, ırkçı ve saldırgan milliyetçi yaklaşımların önce dış, sonra da iç politika açılarından temel sakıncaları şöyle özetlenebilir :

A- Jingoizmin Dış Politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Barışçı, diplomatik seçenekler yerine sürekli tehdit savaş seçeneğini ilk sıraya alma.
Başka ülke ve uluslara karşı saldırgan ve aşağılayıcı bir dil kullanma…

2- Barış ve uzlaşma seçeneği yerine fetih, işgal ve başka uluslardan toprak kazanma ve onlara hükmetme gibi saldırgan emel ve istekler taşıma.

3- Saldırgan ırkçı ve işgalci seçenekler nedeniyle uluslararası istikrarın tehlikeye girmesi,
küresel kamplaşma, kutuplaşma ve düşmanca tutum ve davranışların barış iklimini zehirlemesi. Halkların ekonomik ve toplumsal gönenç (refah) artışlarına kaynak aktarmak yerine,
militarist silah harcamalarının artışı…

4- Ortaya çıkan savaşlar nedeniyle, can yitiklerinin, ölümlerin ve engelli kalan insanların artışı. Ekonomik yıkım ve çöküşe zemin hazırlama. Savaş ve tehditlere dayalı iç ve dış göçlerin, istikrarı bozar biçimde hızlanması…

5- Savaşlar, tutsaklar ve ekonomik yıkımlar nedeniyle hukukun, insan haklarının askıya alınması. Tutsaklara, azınlıklara ve yabancılara kötü işlem (muamele). Kadınlar ve çocukların derin yoksulluğa (sefalete) sürüklenmesi.

6- Aşırı kibir ve kof gurur, başka uluslara karşı kin ve geçmişin abartılı olarak yüceltilmesi ve kutsanmasına dayalı olarak tarihsel olaylara takılıp, sürekli geçmiş düşlemi (hayali) ve özlemi ile yaşamak. Başka ulus ve ülkelere hep tepeden bakmak, onların ırkçı duygularını diri tutarak kendine düşman yaratıp bunları dış ve iç politikada kullanmak. İç ve dış düşman üretemezseniz toplum ve devlet için “beka” sorunu üretemez siyasal tabanınızı kendinize inandıramazsınız.

B- Jingoizmin İç politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Jingoizm, iç toplumsal yapıda, çoğunluk lehine olarak, ırkçılığa, saldırgan milliyetciliğe, bağnaz ve dinbaz yobazlığa bürünerek çoğulcu toplumsal yapıdaki kültürel fay hatlarını derinleştirebilir. Ayrıştırmayı, kutuplaştırmayı, mikro milliyetçilik ve azınlık ırkçılığını harekete geçirebilir. Toplumsal dayanışma, barış ve kardeşlik duygularını tuzla buz edebilir.

2- Jingoizm, sosyolojik olarak, tarihsel ve kültürel uzlaşmacı ve barışçı kültür bağlarını çözebilir. Empati (duygudaşlık), hoşgörü ve farklılıklarla birlikte yaşama kültürünü ırklar, inançlar, dinler ve mezhepler arasında tarihsel ve kültürel olarak oluşan barışçı ve uzlaşmacı ortak (kollektif) bilince zarar verebilir.

3- İç yapıdaki, bilimsel, eğitsel, yönetsel, ekonomik, hukuksal, sosyal, kültürel adaletsizlikleri, yanlışları ve ayrımcılıkları gizlemek için Jingoizmi yani ırkçı ve saldırgan milliyetçilik söylemlerini ve toplum vicdanındaki ilahi ve yüce dinsel ırkçılık ya da şövenizmi bir örtü aracı yaparak siyasal iktidarın başarısızlıklarını halkın gözünden ve algısından gizlemek. Siyasal olarak en çok gözlenen durum da budur. Irkçı ve dinbaz, hamasi söylemlerle yoksulluğu, hukuksuzluğu, yolsuzluğu ve başarısızlığı halkın gözünden kaçırmak.

SONUÇ

Ulusumuzun kurtarıcısı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin kurucusu, Ülkemizi ve toplumumuzu evrensel ve çağdaş bir uygarlığa hazırlayan büyük devrimlerin mimarı ve yaşama aktarıcısı büyük insan, Ulu Önderimiz M.K. Atatürk:

a “Yurtta barış ve dünyada barış” diyerek hiçbir zaman saldırgan iç ve dış politika izlememiştir. Toplumsal farklılıklar arasında düşmanlık ve fay hatları oluşturmaktan uzak durmuştur. Bunun hep tersini, yapmış, her zaman birleştiriciliği yeğlemiştir.

Başka uluslara karşı yaptığı ve kazandığı savaşlar bir saldırı ve sömürge kurma, başka halklar ve uluslar üzerinde bir egemenlik kurma savaşı değildir. Tersine bir öz savunma ve yaşamsal olarak, Türk toplumunun var olabilme savaşıdır. Yaşadığı dönemde, imzalanmış olan Lozan Andlaşması (24 Temmuz 1923) ve organize ettiği Balkan ve Sadabat Paktları nedeniyle Ortadoğu ve Balkanları bir barış iklimine çevirmiştir.

b- M. Kemal Atatürk, emperyalistlere karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı nedeniyle, emepryalist güçlerin yenilmezliğine son vermiştir. Mazlum ve mağdur olup özgürlük ve bağımsızlık bekleyen uluslara yol gösterici ve umut verici bir örnek önder olmuştur.

c- Atatürkçülük bir Çağdaşlama devrimidir. Bütüncül (topyekun) toplumsal değişim hareketidir. Özgür aklın, deneysel ve eleştirel bilimin verilerini kullanarak Türk Toplumunu siyasal, eğitimsel, ekonomik, hukuksal, ekinsel (kültürel), sanatsal, düşünsel ve davranışsal… her alanda a’dan z’ye evrensel ve çağdaş bir yapıya taşımaktır.

d- Atatürk Milliyetçiliği ırkçı ya da saldırgan, başka ulus ve toplumlara karşı düşmanca duyuşlar (hisler) ve eylemler taşımaz. Saldırganlık ve düşmanlık O’nun karakterine terstir. Atatürk‘e göre “Milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.”

Atatürk milliyetçiliği tam bağımsızlığı, sömürü karşıtlığını, başta ekonomi ve teknoloji olmak üzere her alanda toplumun ekonomok gönencini (refahını), sağlık düzeyini, bilgi ve kültür konumunu çağdaş bir düzeye çıkarmak demektir.

e- Atatürk, Türkiye toplumunu ümmetten millete, hanedan fermanlarıyla yönetimden anayasal düzenle yapılanan ve ulusal istençle (milli iradeyle) biçimlenen eşitlikçi hukuk devletine; bireylerini de müritlikten yurttaşlığa terfi ettirmiş; fikri, irfanı ve vicdanı özgür bireylerden oluşan bir ulus kurmak istemiştir

  • Türkiye’nin geleceği ırkçlıkta, saldırgan milliyetçilikte, din, mezhep.. vb. ayrımcılıkta, azınlık ve etnik kümelere karşı ötekileştirmeler ya da mikro milliyetçilikte değildir.

Tersine, her konuda, hukuk ve adalet ilkelerine uygun olarak uzlaşmada ve birleştiriciliktedir.

  • Atatürk, Türkiye’nin ezeli ve ebedi birlik iskeleti ve o iskeletin çözülmez bağ dokusudur,  çimentosudur. Bu doku asla çözülmemeli ve çözdürülmemelidir.

Ayrıca demokratik ve laik Cumhuriyetin temel yapısını, hukukun üstünlüğünü, çoğulcu ve
çağdaş demokratik düzeni özde benimsemeyenler ve içine sindiremeyenler asla gerçek Atatürk milliyetçisi ve Atatürkçü olamazlar.

Hiçbir kişi ya da kurum, Türk Toplumunu Atatürkçü bir rotadan çıkaramayacaktır.

Bu uygarlık kervanı kesintisiz yürüyecek ve sonal (final) hedefine mutlaka ulaşacaktır.

Atatürk sevgisi ve Atatürkçü yol bu halkın hem beynine ve hem de gönlüne silinemez biçimde kazılmıştır. Gereklerini yapmak koşuluyla kötümser olmaya gerek yoktur.

Hukuk ve sistem gözüyle 31 Mart

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu 

Siyaset, 04.04.2024, BİRGÜN

Demokrasi + hukuk + özgürlük için oy, karanlık üçlüye karşı oy demek.

Hukuk, haysiyet ve ahlak dışı cepheleri, çil yavruları gibi dağıtarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde fetret dönemi açan PBDBY ayracını kapatma umudu için 31 Mart oyu çok değerli.”
(BirGün, 29 Mart).
***
Ne mutlu! En başta, “Çin Ordusu ve çil yavruları” metaforunu ödünç aldığım CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ve kişiliğinde Parti’nin bütün emekçilerini, adaylarına oy veren seçmenleri kutluyorum.

Nereden nereye? CHP’nin, Ekim 1979 Senato kısmi seçimlerinde 1977 genel seçimlerine göre %15 oy yitirmesi üzerine Başbakan B. Ecevit’in, ‘halkın ciddi uyarısı’ gerekçesi ile istifası, Hükümeti değiştirdi.

AKP’nin 2023 genel çifte seçimlerine göre 2024 yerel seçimlerinde uğradığı oy yitiği daha yüksek.

Parlamenter rejim kaldırılmasa ve demokrasiye inanan bir başbakan bulunsa idi, “halkın güvensizliğinedeniyle istifa ederdi.

Ama bugün, ne hükümet var ne de demokratik inanç!

  • Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.”

Tarihimizde ilk olan bu anayasal düzenleme, “tarafsız” CB’nin, “Parti Genel başkanı” olmasına kapalı.

Haziran 2015 seçimlerinde ilk kez azınlığa düşen AKP, 2024’te 2. Parti konumuna geçti.
Resmen ‘yerel’ olsa da, ulusal ölçekte plebisite çevirmek için Erdoğan, seçimleri,
CHP’ye karşı Devleti seferber ederek yürüttü.

  • ‘Çin ordusu’ gibi Anadolu işgaline yönlendirilen merkezi güçler,
    halkın oyu ile ‘çil yavruları’ gibi dağıtıldı.

Bu nedenle seçimleri yitiren, “hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik” simgesi Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBBDY) oldu.

PBDBY, Anayasa ve din, toplum ve ülke tahribatı için kullanıldı:

  • Anayasa ve din, AKP tarafından tepeden dayatıldı.
  • Din, ticarileştirilerek ve siyasete alet edilerek iktidar ve rant aracı haline getirildi:

Ortaöğretimi imamhatipleştirirken, laik okul ders programlanın dincileştirmesi, onbinlerce cami inşaatından devasa Diyanet bütçesine, cemaat ve tarikatların Devlet içinde palazlanmasına dek, siyasal  İslam” harekatı hiç hız kesmedi.

Anayasa da öyle…

  • Nasıl oluyor da, Anayasa’yı sürekli ihlal eden AKP,
    Anayasa değişikliği veya yeni anayasa isteyebiliyor?

Yanıt, şu dörtlüde:
– Anayasasızlaştırma,
– anayasal dezenformasyon,
– yalancı anayasacılık ve
– ‘Cumhuriyet’in askıya alınması’ olarak fetret dönemi.

Son on yılda bütün değerler gibi anayasal kural, kurum ve ilkeler de dejenere edildi (yozlaştırıldı).

Toplum ve ülke bakımından kıyım ve kırım koşutluğu da açık.

Ülke kaynaklarını yerli ve yabancı işbirliklerine peş keş çeken AKP,
eski ortağı ile hesaplaşma bahanesi ile
toplu kıyımla mağdur ettiği kitlelere “ağaç kabuğu” reva gördü.

Kültürel, doğal ve toplumsal değer ve kazanımlar, hukuk dışı kıyım ve kırım araçlarıyla zedelendi.

Özetle, hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik, yoksullaşTIRma etkeni oldu.

Hükümetler ötesi değil yalnızca, devletler ötesi (Osmanlı ve Cumhuriyet) kazanımlar olarak Bakanlar Kurulu tasfiyesi bile, kurumsal bir yıkım.
Özerk kurul ve kurumlar bir yana, devletin bütün “ortak bellek düzenekleri” silindi.

Haliyle 31 Mart, hukuk, demokrasi ve akıl dışı gidişata son vermek için halkın iradesini dışa vurduğu büyük bir tarih.

Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde çok partili rejim getiren CHP,
son çeyreğinde AKP’nin, Cumhuriyeti tasfiye için kapatmak istediği
siyasal münavebe yolunu yine  açan Parti oldu.

  • Özetle, PBDBY tasfiye edilmeden, anayasal düzen ve demokratik siyasal sistem kurulamaz.

Bunun yol ve yöntemleri ayrı bir yazı konusu.
Bugünü, yine ‘hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik’ ürünü olan üçlü katliam ile noktalayalım:

  1. Hukuk (C. Atalay) : AYM kararının uygulanmaması.
  2. Demokrasi (A. Zeydan) : Mazbatanın seçimi yitirene verilmesi.
  3. Emekçi (29 cana mezar olan yangın : Düşünce suçu yaratmak için niyet okuyan
    kamu güçlerinin, yaşam alanı olan yapılaşmalara hukuku uygulamamaları.
    ================================
    Yazarın Son Yazıları

Epidemiology of Respiratory Transmitted Diseases

Dear Phase 2 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

We’ll conduct a 2 hours lecture face to face for Phase 2 Students of Atılım Univ.
Medical School
with a title / topic of

Epidemiology of Respiratory Transmitted Diseases

Here are the 66 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF, 3.7 MB)

Epidemiology_of_Resp._Transmitted_Infections

A few tips to be kept in mind                                  :

  • Many leading causes of death receive little mainstream attention. If news reports reflected what children died from, they would say that around 1,400 young children die from diarrheal diseases, 1,000 die from malaria, and 1,900 from respiratory infections – every day.
  • Acute respiratory tract infections are the most common illnesses in all individuals,
    regardless of age or gender.ØEpidemiologic surveys and community-based studies conducted since the beginning of the 20th century have determined the rates of illness and the pathogens involved in such infections.
  • Acute respiratory tract infections (ARI) are the main cause of morbidity and mortality among children aged <5 years in the developing world.
  • Respiratory viruses are spread via three different transmission routes: contact, droplet, and aerosol transmission.
  • Respiratory viruses can be transmitted via 4 major modes of transmission:
    Direct (physical) contact, indirect contact (fomite), (large) droplets and (fine) aerosols.

***
As considering fight against Covid-19 pandemic, as a basicly respiratory transmitted infection, current content of slides, no doubt should be of valuable and important for all users.

With respect and love. 04 April 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BA, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
LLM in Health Law
BA in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik