Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Hukuk devleti-Hukukun Üstünlüğü

Alev Coşkun
Alev Coşkun
Cumhuriyet, 13.11.23

Hukuk devleti Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tüm karar ve uygulamalarında hukuka bağlı ve saygılı olması demektir.

Evrensel demokrasinin temeli hukuk devletidir. Bu da ilk kural olarak siyasal iktidarın gücünün hukuk ilkeleri çerçevesinde sınırlandırılması ve hukuk içinde denetime bağlı tutulması demektir. Hukuk devleti, faaliyet ve kararlarında hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuksal güvenliği sağlayan devlet olarak tanımlanır.

POLİS DEVLETİ, HUKUK DEVLETİ

Ortaçağda “polis devleti” geçerliydi, daha sonra “kanun devleti” modeline, sonra da “hukuk devleti” ne ulaşıldı. Bu süreç büyük acılara, kan dökülmesine, ihtilallere neden olmuş ve yüzyıllar sürmüştür.

Günümüz evrensel demokrasisinin temellerinde özgür, adil, dürüst hukuka bağlı genel seçimler, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güvencelerle korunması,
güçler ayrılığı ilkesine dayalı ve güçlerin birbirini denetlediği bir anayasal sistem
vardır. Bunlara ek olarak yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini gerçekleştirecek, vatandaşın anayasal haklarının güvencesini sağlayacak bir Anayasa Mahkemesi’nin varlığı ve işlerliği koşuldur…

GÜÇLER AYRILIĞI

Demokrasinin temel ilkesi güçler ayrılığının bilimsel temellerini Fransız düşünür Montesquieu atmıştır. 1748’de yayımlanan “Kanunların Ruhu” (De L’esprit Des Lois) kitabında “İktidarın kötüye kullanılması vatandaş özgürlüğünü ortadan kaldırır. Siyasal gücü elinde bulunduran güç, onu kötüye kullanmak eğiliminde olacaktır. Bu nedenle, gücün gücü denetlemesi gerekir” diye yazmıştır.

Montesquieu’nun bu yargısı, insanlık tarihinde yüzlerce kez doğrulanmıştır.

Günümüz “azgelişmiş hibrit demokrasi” lerinde daha da kötü bir durum ortaya çıkmıştır.
Böyle modellerde Yürütmeyi elinde tutan güç, seçimlerde çoğunluğu sağlayarak Meclisi de denetim altına alıyor. Yürütme ile Yasama adeta bir elde toplanıyor. Geriye bir tek Yargı kalıyor.

YARGI

Yargı da Yürütmenin etkisi altına girerse, artık gerçek evrensel demokrasiden söz etmek olanağı ortadan kalkıyor. Bu nedenle, bağımsız yargının varlığı çok önemlidir. Bu noktada özellikle bağımsız ve tarafsız Anayasa Mahkemesi’nin varlığı önem kazanıyor.

YASALARIN ANAYASAYA UYGUNLUĞUNUN YARGISAL DENETİMİ

Meclis’in kabul ettiği bir yasa anayasaya aykırı ise ne olacaktır?

Yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilk kez, ABD’de gerçekleşti. ABD yüksek mahkemesinin 1803’te Marbury v. Madison davasında aldığı karar, yasaların yargısal denetiminin yolunu açmıştır. Böylece anayasa hukukunda ve demokrasi kuramında bir devrim oldu. Montesquieu’nun güçler ayrılığı ilkesi hukuksal açıdan gerçekleşiyordu. ABD Yüksek Mahkeme Başkanı John Marshall’ın yazdığı kararda şöyle deniliyordu:

Her hukuk kuralı, kendinden üstün olan hukuk kuralı karşısında gücünü yitirir.

– Anayasa, yasalardan üstün bir hukuk kuralıdır.

– Şu halde, yasalar anayasa karşısında güçlerini yitirirler. Bu durumda yargıç yasaya göre değil, anayasaya göre davayı karara bağlamalıdır.

AVRUPA’DA DURUM

Hukuk devletinin Avrupa’da gelişimi yüzyıllar sürmüştür. Avrupa’da anayasa mahkemelerinin kuruluşu ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşebilmiştir.

2. Dünya Savaşı öncesi Almanya ve İtalya, demokrasinin ortadan kaldırılıp otoriter yönetimlerin güç kazanmalarının simgesel örnekleridir…

Demokrasinin olanakları kullanılarak iktidara gelen Hitler, 1933-1945 yılları arasında Nazi partisine dayalı olarak ülkeyi yönetti. Anayasa rafa kaldırıldı, anayasaya aykırı yasalar Meclisten geçirilip uygulandı…

Aynı durum İtalya’da da yaşandı. İtalya’da Mussolini’nin faşist düzeni aynı yöntemlerle gerçekleştirildi.

2. Dünya Savaşı sona erince başta Almanya ve İtalya, yaşadıkları bu demokrasi karşıtı durumdan ders aldılar. Avrupa ülkeleri yeni anayasalar yaptılar. ABD’de 1803 yılından beri uygulanan yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilkesini kabul ettiler. 1947’de İtalya, 1949’da Almanya, 1959’da Fransa yeni anayasalarında anayasa mahkemelerinin kuruluşunu gerçekleştirdiler. 1976’da Portekiz, 1978’de İspanya bu yolda yürüdü…

TÜRKİYE ve 1961 ANAYASASI

1961 Anayasası, işte Avrupa’daki bu gelişmelerden etkilenmiştir. Bu nedenle 1961 Anayasası, Türklerin tarih boyunca yarattıkları en ilerici, hukuka bağlı bir anayasa olarak değerlendirilmiştir.

Avrupa’daki bu yeni anayasalar çağdaş egemenlik anlayışını kabul ediyordu. Egemenliğin tek başına bir organ, bir kişi, bir siyasal iktidar tarafından kullanılmasını ve siyasal gücün diktaya doğru gidişini önlemek için anayasa mahkemelerini kuruyordu. Çağdaş demokrasilerde, Meclis çoğunluğuna dayanarak bir siyasal partinin her istediğini yapması artık olanaksızlaşıyordu.

Hukukun üstünlüğü ilkesi ve demokrasinin kendini korumak hakkı her şeyin önüne geçiyordu. Avrupa ülkelerinde anayasa mahkemeleri ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kuruldu. Böylece, siyasal iktidarın yetkileri sınırlandırıldı.

Bugün dünyada anayasa mahkemesi olmayan ülkeler, demokratik olarak kabul edilmiyor.
Eksik, hibrit, etkin olamayan yarı demokrasi olarak değerlendiriliyor.

ANAYASA NE DİYOR?

Bu temel girişten sonra son büyük kargaşaya geçebiliriz. Geçen hafta Türkiye’de yüksek yargı organları arasında çok ciddi bir deprem yaşandı. İstanbul’daki ilk mahkeme ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi, anayasanın kimi temel hükümlerine karşı geldiler. Milletvekili seçilen Can Atalay’ın cezasının devre sonuna bırakılıp milletvekili dokunulmazlığı gereği cezaevinden çıkarılması gerekiyordu. Anayasa Mahkemesi bu konuda hak ihlali olduğuna karar vermişti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu karara uyması gerekiyordu. Ancak 13. Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı ele almadan topu taca atar gibi Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. 3. Ceza Dairesi yetkisini aşarak Anayasa Mahkemesi yargıçları hakkında suç duyurusunda bulundu. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyması gerekiyordu.

YETKİ AŞIMI-ANAYASAYA AYKIRILIK

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) düzenlemiştir. “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlığını taşıyan 11. maddesi temel ilkeyi şöyle koymuştur:

  • Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”

Anayasanın 148. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini saymıştır. 158. maddenin son fıkrası da şöyledir:

Diğer mahkemelerle Anayasa Mahkemesi’nin görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararları esas alınır.” Anayasanın 153/son fıkrası çok açıktır:

  • Anayasa mahkemesinin kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar”

Bu durumda, ilk mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyması gerekirken, dosyayı Yargıtay’a göndererek anayasaya aykırı davranmıştır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi kendisini mahkemeler üstü bir konuma taşımıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı incelemeye alınmış ve karar etkisiz duruma getirilmiştir.

Oysa anayasanın yukarıda belirtilen ilgili maddeleri, AYM kararlarının bağlayıcılığını hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde ortaya koymaktadır.

Tüm hukukçular konuşuyor, Barolar Birliği, tüm barolar hareket halindeler, direnç gösteriyorlar… Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk ve eski AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın değerlendirmeleri önemlidir. Her ikisi de bu durumu hukuksuzluk, anayasaya aykırılık, akıl tutulması, hukukun kötüye kullanılması olarak nitelendiriyorlar. (10 Kasım 2023, Karar gazetesi)

Bu karmaşa neden yaratılıyor? Kimi yorumcular Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin siyasete alet olduğunu belirtiyorlar. Tüm bu olanların AKP’nin hazırlamakta olduğu yeni anayasa için bir altyapı hazırlığı olduğu belirtiliyor.

Adalet Bakanı da konuya “Yeni anayasayla krizler çözülür” diye işaret etti.

KİME YARAR?

Bu karmaşa hiç kimseye yarar getirmez. Aslında en büyük zararı AKP iktidarı almaktadır. Zaten hukukun üstünlüğü raporlarında en kötü ligde bulunuyoruz. Bu durum Batı dünyasında kuşku ile karşılanacak, Türkiye’yi demokratik olmayan ülkeler düzeyine düşürecektir. Anayasa Mahkemesi konusundaki tartışmalar bir yarar sağlamaz, AKP aleyhine tartışmalara neden olur. Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Erkan, Ocak ayında New York’a gidecekler, yatırımcılar toplantısına katılacaklar… Kendilerine her şeyden önce bu hukuksuzluk sorulacaktır… Yatırımcı, hukukun zedelendiği yere gelmek istemez.

Hukuk devleti, tüm devlet organlarının hukuka bağlılığını temel koşul olarak kabul eder… Özellikle de yüksek yargı organlarının hukuka bağlı olması gerekir. Anayasa ve temel hukuk kuralları, siyasal amaçlar için kötüye kullanılmamalıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik Meclisi : Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin açıklama 

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin açıklama 

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin Hatay Milletvekili Ş. Can Atalay başvurusunda verdiği ihlal kararı üzerine bu gün aldığı “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması”, “milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması” ve “hak ihlali yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması” şeklindeki kararı ile Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi’ni tanımadığını ilan etmiştir.

Laiklik Meclisi yirmi yılın aşkın süredir ülkemizi topyekûn kuşatan gericiliğin gelinen aşamada hukuku kendi gereksinimleri doğrultusunda yeniden yapılandırma çabalarına karşı durmaya devam edecek, Anayasa Mahkemesi’ni tanımayan siyasal iktidarın “yeni” Anayasa girişimlerinin tam karşısında bir mücadele (savaşım) hattı oluşturacaktır.

Bu doğrultuda, verilecek mücadele yalnızca bir hukuk mücadelesi değil, 21 yıllık gerici siyasal iktidarın tüm girişimlerine karşı Laik Cumhuriyet mücadelesi olacaktır.

Laiklik Meclisi
8 Kasım 2023, Ankara

***
 İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA

Şikayetçi                    : ……………………………..  T.C. No:
Adresi                         :
Şikayet Edilenler     : 

1- Tekirdağ İl Milli Eğitim Müdürü Ersan ULUSAN ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
2- Tekirdağ Gençlik ve Spor İl Müdürü Ahmet ÜZGÜN ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
3- T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı Tekirdağ İl Müftüsü Mustafa SOYKÖK ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
4- Batman İl Milli Eğitim Müdürü Mahmut KURTARAN ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
5- Batman Gençlik ve Spor İl Müdürü Mehmet Şafi Özperk ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
6- T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı Batman İl Müftüsü Nihat KÖK ve yapılan yazışmalar sonrası anılan filleri işlediği tespit edilecek şahıslar,

Suçlar                         : T.C. Anayasası 10. ve 24. maddelerine, 1739 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Temel Yasası’nın tümüne, 5237. s. Türk Ceza Yasası 257. maddesine aykırılık

Açıklamalar               :
07.11.2023 tarihli haber* vasıtasıyla ilköğretim öğrencilerinin Tekirdağ ve Batman’da camilere taşındığını, öğrencilere cami temizletildiğini öğrenmiş bulunuyorum.

İlköğretim öğrencisi çocukların eğitim adı altında öğretmenlerinden alınıp din görevlilerine teslim edilmesi, okuldan çıkarılıp camiye götürülmesi başta Anayasamızın ve Millî Eğitim Temel Yasası‘nın ruhuna bütünüyle aykırılık teşkil etmektedir. Uygulanan politikalar nedeniyle Türkiye’de eğitim-öğretimde yaşanan sorunlar ağırlaşmakta, her geçen yıl eşitsizlikler derinleşmekte ve çocuklarımızın akılcı ve bilimsel eğitim alması gerekirken maruz bırakıldıkları bu durum çocukların eğitim hakkının istismar edilmesidir.

Kaldı ki, özellikle son 20 yılda eğitimi hedef alan gerici dönüşüm, Millî Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrettiği büyük yetkiler, özellikle yurttaşlara neredeyse tek seçenek olarak dayatılan imam hatip okullarının sayısı, ÇEDES, karma eğitimin tasfiyesine dönük adımlar, müfredatta bilimsel başlıkların dini içeriklerle ikamesi, ilköğretim öncesine kadar yaygınlaşan Kur’an kursları, tarikat ve cemaat uzantısı yapılarla imzalanan protokollerle eğitimin tümüne nüfuz etmesi gibi saldırılarla yaygınlaşmakta ve derinleştirmektedir.

Çocukların ve gençlerin akıl ve bilim yoluyla, sorgulayan kuşaklar durumuna gelmesinin ve dünyayı değiştirme iradesi kazanabilmesinin koşulu ancak ve ancak laik ve bilimsel bir eğitim sistemiyle mümkündür. Okuldan alınıp cami temizletilerek değil.

Kaldı ki, kamunun hizmetine açık olan ortamların profesyonellerce temizlenmesi gerekmektedir.

Hijyenik olmayan mekanları çocuklara temizletmek, korumasız bir şekilde çocukları temizlik yapmaya mecbur etmek ile çocukların sağlığı da tehlikeye atılmaktadır. Ayrıca bu eylem angaryadır ve Anayasa m.18 gereği hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın internet sitesinde kurum politikaları sekmesinde MEB’in vizyon ve misyonu kaleme alınmıştır:

VİZYON : Hayata hazır, sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştiren bir eğitim sistemi.

MİSYON : Düşünme, anlama, araştırma ve sorun çözme yetkinliği gelişmiş; bilgi toplumunun gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanmış; millî kültür ile insanlığın ve demokrasinin evrensel değerlerini içselleştirmiş; iletişime ve paylaşıma açık, sanat duyarlılığı ve becerisi gelişmiş; öz güveni, öz saygısı, hak, adalet ve sorumluluk bilinci yüksek; gayretli, girişimci, yaratıcı, yenilikçi, barışçı, sağlıklı ve mutlu bireylerin yetişmesine ortam ve imkân sağlamaktır. * https://www.meb.gov.tr/vizyon-misyon/duyuru/8851 

Oysa pratikte işbu politikaların tam tersi bir işleyiş sürmektedir. Millî eğitimin, Millî Eğitim Bakanlığı dışındaki yapılar ile çevrelenmesine göz yummak başta Anayasamız olmak üzere tüm ulusal düzenlemelerimize aykırıdır. Çocuklarımızın geleceğine sahip çıkmak hepimizin yükümlülüğüdür.

Oysa toplumun her alanını dini referanslarla şekillendirmeyi amaçlayan bu politikalar ile çocuklarımızın geleceğinin karartılması yolunda ilerlenmektedir.

Son olarak ÇEDES projesiyle eğitimin dinselleştirilmesi, ilkokul hatta anaokullarına dek inmiştir. Din görevlilerinin derslere girmesi, okula gitmesi gereken öğrencilerin camiye götürülmesi, orada içeriği belli olmayan sohbetlere katılmaları ve hatta çocuklara cami temizletilmesi kabul edilemez.

Eğitimi her geçen gün daha da dinselleştiren, öğretim birliğini bozan gerici tüm uygulamalar Anayasa ve yasalarımıza aykırı iş ve işlemlerdir.

Ayrıca, ilgili kamu görevlileri öğrencilere cami temizleterek 5237 s. Türk Ceza Yasası m. 257 gereğince görevi kötüye kullanma suçu işlemiştir.

Kaldı ki, ilgililerin bu yaklaşımı Anayasa m. 24 ile güvence altına alınan “din ve vicdan hürriyeti güvencesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.

Kamu görevlilerinin bu eylemleri T.C. Anayasası 10. ve 24. maddelerine, 1739 sayılı  Millî Eğitim Temel Yasası’nın tümüne ama özel olarak 4., 12.,15. maddelerine, 5237. s. Türk Ceza Yasası m. 257 maddesine aykırılık oluşturmaktadır.

Unutulmamalıdır ki; toplumun gelişmesi ancak ve ancak eğitimli bireylerin kazanılması ile olanaklı olacaktır. ÇEDES projesi kapsamında uygulandığı iddia edilen işbu eylemlerin Devrim Kanunlarına aykırılık oluşturması nedeniyle soruşturulmasını ve şüphelilerin cezalandırılmasını isteme gereği doğmuştur.

Hukuksal nedenler      : T.C. Anayasası, Türk Ceza Kanunu, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, uluslararası düzenlemeler ve mevzuat

Sonuç ve İstem           :

Yukarıda açıkladığım ve re’sen gözetilecek nedenlerle; şüpheliler hakkında soruşturma yapılar cezalandırılması için kamu davası açılmasına karar verilmesini talep ediyorum. 09.11.2023

  • https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/cedes-projesi-tepkilere-karsin-farkli-uygulamalarla-suruyor-ders-cami-2138190

Yakınıcı (Şikayet Eden)

ÇEDES dayatmalarına hayır! Öğrencilerin cami temizliğinde ne işi var?

ÇEDES dayatmalarına hayır!
Öğrencilerin cami temizliğinde ne işi var?

Toplumun her alanını dinci referanslarla biçimlendirmeyi amaçlayan AKP iktidarı, çocuklarımızın geleceğini karartma yolundaki cüretini her gün artırıyor.

Son olarak ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) adını verdiği projeyle eğitimin dinselleştirilmesini ilkokul hatta okul öncesine dek indiren siyasal iktidarın bu uygulamasında, her türlü derse imamların girmesinin yanı sıra okula gitmesi gereken öğrencilerin camiye götürüldüğü, burada içeriği belli olmayan sohbetlere katıldıklarına ve hatta kendilerine cami temizletildiğine tanık oluyoruz!

Eğitimi her geçen gün daha da dincileştiren, öğretim birliğini bozan gerici ÇEDES uygulamalarına dur diyoruz!

Laiklik Meclisi olarak, 09/11/2023 Perşembe günü (yarın) konu ile ilgili olarak İstanbul (Çağlayan) Adliyesi’nde saat 10:30’da sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacak, saat 11:00’da da Adliye önünde konuyla ilgili basın açıklamamızı gerçekleştireceğiz.
Başta avukatlar ve öğrenci velileri olmak üzere, tüm halkımızı bu suç duyurumuza güç vermeye ve büyütmeye çağırıyoruz.

Karanlığa teslim olmayacağız!
Laikliği kazanacağız!

BU GÜN 10 KASIM, ATAMIZI ŞÜKRAN ve MİNNETLE ANIYORUZ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eeski Dekanı

Bu gün, Ulu Önderimiz, M.K. ATATÜRK‘ün maddi olarak aramızdan ayrılışının, fakat manevi açıdan, Türk Ulusunun sonsuza dek gönlüne kazılışının 85. yılındayız. Atamızın hiç eskimeyen, eskimek bir yana, giderek daha çok değer kazanan fikir, eylem, ilke ve devrimleri çağdaşlaşma rotamızı göstermeyi ve ışıtmayı sürdürüyor.

ATATÜRK diyor ki; ”

  • Beni görmek behemehal (mutlaka) yüzümü görmek değildir.
    Eğer beni anlayabiliyorsanız bu kafidir
    .”

Ancak biz topyekun (bütün) ulus olarak Atamızı doğru anlayıp gerekenleri yaptık mı? Sanırım bu konuda büyük bir mahçubiyet (eziklik) içindeyiz…

Peki Atatürkçülük nedir?

  • Özgür aklın ve pozitif bilimin verilerini kullanarak; Türkiye Cumhuriyeti’ni
    – siyasal, hukuksal, demokratik, ekonomik, teknolojik, sosyal ve kültürel…
    her açıdan çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma hedeflerine ATATÜRKÇÜLÜK denir.”

Atatürk sevgisinin, Atatürk’ün fikirleri, devrimleri ve ideallerinin ebedi (sonsuza dek) yeri Türk Ulusunun yüreği ve bilincidir.

Atamıza saygı, sevgi ve şükranlarımız sonsuzdur.

CHP’de parti içi demokrasi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 13 Kasım 2023

CHP’de, parti içi demokrasi sorunu çözülmeden gerçekleşen tüm kongrelerin ve kurultayların, partiye de ülkeye de bir yarar sağlaması olanaksızdır.

CHP’nin halka açılmasının tek yolu tüm üyelere açılmasıdır. Üyelerine kapalı olan bir siyasal partinin, halka açılıp geniş kitlelere ulaşması da olanaklı değildir.

Bu çerçevede, bir önceki CHP yönetiminin gerçekleştirmeyi planladığı tüzük kurultayı, 4-5 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleşen 38. olağan kurultaydan önce gerçekleşseydi, farklı bir kurultay sonucu ortaya çıkabilir, CHP’nin tabanı ve üyeleri, parti üst yönetiminde daha etkili biçimde temsil edilebilirdi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 38. olağan kurultaydan önce yaptığı açıklamalarda, tüzük kurultayının, eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetimi tarafından, 38. olağan kurultaydan sonraki bir tarihe ertelenmesini eleştirmişti.

Ancak Özgür Özel’in genel başkan seçilmesinden sonra, kendisini destekleyen bazı milletvekilleri, tüzük kurultayının 2024 belediye seçimlerinden sonrasına ertelenmesi gerektiğini ifade etmeye başladılar!

Özgür Özel’in, parti içi demokrasi çağrısı yaparken samimi olup olmadığını, antidemokratik bir tüzükle yetkiyi ele geçirdikten sonra, tüzüğü zamanında değiştirip değiştirmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.
***
CHP’nin tüm üyelere açılmasının ve kendi tabanını temsil etmesinin yolları bellidir.

İlçe ve il başkanlarının ve yönetimlerinin, ilçedeki ve ildeki tüm üyeler tarafından seçilmesi; genel başkan ve parti meclisi üyelerinin de, tüm illerdeki ve ilçelerdeki üyelerin tamamı tarafından seçilmesi ve delegelik sisteminin bertaraf edilmesi, önemli bir çözüm yoludur.

Delegelik sistemi korunarak bir demokratikleşme süreci gerçekleşecekse, ilçe delegelerinin seçildiği ve sade üyelerin oy kullanabildiği tek kongre olan, ancak siyasi partiler yasası gereği yargı denetiminin olmadığı, mahalle kongrelerinin demokratikleşmesi; bu kongrelerin gerçek bir kongre formatında yürütülmesi; buradaki usulsüzlüklerin ve antidemokratik uygulamaların, iç yönetmeliklerle ve etkili bir denetim mekanizmasıyla önlenmesi gerekmektedir.

Çünkü ilçe yönetimini ve il kongresi delegelerini seçen ilk delegeler bu kongrelerde, üyeler tarafından seçilmektedir. Daha sonra üyeler bir daha oy kullanma hakkına sahip olamamaktadırlar; tüm seçimler delegeler üzerinden yürütülmektedir. İl kongrelerinde il delegeleri, il yönetimini ve kurultay delegelerini seçmektedir, kurultay delegeleri de, kurultayda, parti meclisi üyelerini ve genel başkanı seçmektedirler.

Mahalle kongrelerinde süreç antidemokratik bir biçimde başladığında, bu zincirleme bir biçimde, yukarıya kadar devam etmektedir.

Bunun dışında, tüm üyelerin aday olabileceği çarşaf liste ile mahalle, ilçe ve il kongrelerinde ve kurultayda seçime gidilmesi zorunlu kılınmalı, delege ağalarının ve delege mühendislerinin işini kolaylaştıran blok liste uygulaması tamamıyla kaldırılmalıdır.

Kongrelerde ve kurultayda, ilçe ve il başkanı birden fazla genel başkan aday adayına, aday olabilmeleri için imza verilebilmeli; böylece bir veya iki adayın, delege üzerinde kurulan baskıyla bir imza tekeli yaratması engellenmeli; tüm adaylar kürsüye çıkıp delegelere düşüncelerini, ilkelerini, hedeflerini anlatabilmeli; delegeler de kararlarını buna göre vermelidirler.

Partinin milletvekili, belediye başkanı ve belediye meclis üyesi adayları, %5 oranında bir genel merkez kontenjanı dışarıda tutulmak koşuluyla, tüm üyelerin oy kullanabildiği bir önseçimle belirlenmelidir.

Parti üyelerinin, partinin temel ilkeleri, ideolojisi, programı ve tüzüğü hakkında bilgi ve bilinç sahibi olmalarını sağlayacak parti içi eğitim süreci mutlaka etkin kılınmalı; öncelikle bu eğitimi verecek eğitmenler yetiştirilmeli; en az üç ay sürecek bir parti içi eğitim sürecinden geçmeyen üyelerin, aktif üyelikleri sonlandırılmalı, bu üyeler pasif üye haline getirilmelidir.

Demokrasi hedefine odaklanmak

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset, 09.11.2023, BİRGÜN

Öncelikle CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’i kutluyor ve içten başarılar diliyorum.

“Çifte demokrasi sınavındaki CHP” (2 Kasım), ilk sınavdan başarılı çıktı. Parti yönetimi seçim yoluyla el değiştirdi (mikro); sırada, ülke ölçeğinde siyasal iktidarın el değiştirmesi (makro) var. Yerel yönetimlerde başarı, genel seçimlerin itici gücü olacak.

Ulusal ölçekte başarı için anayasal demokrasi hedefi belirleyici olacak.

Bu nedenle CHP, yürürlükteki anayasal kurgu içinde siyasal iktidarı elde etme ve Anayasa değişikliği yoluyla demokratik yönetimi kurma ana amacına odaklanmalı.

Çünkü temel sorun, 2017 kurgusudur.

Bu kurguyu sorgulamaksızın, demokratik olmayan iktidara talip olmakla yetinmek, Türkiye’ye demokrasiyi getiren CHP’nin tarihsel misyonu ile de çelişir.

Halk Fırkası yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, ilerleyen yıllarda devlet kamu tüzelkişiliği ve parti tüzel kişiliği ayrışmasıyla demokrasi öncüsü olan CHP, Cumhuriyet’in değil yalnızca padişahlığın da gerisine düşen 2017 kurgusunu meşrulatıramaz ve o bağlamda ülkeyi yönetemez.

ÇÖKÜŞ ve HEDEF

100. yılında Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının çürüme nedeni, siyasal sorumluluktan bağışık parti başkanlığı yönetimidir. Bu nedenle CHP için değişmez hedef, erkler ayrılığına dayanan Anayasal demokrasi olmalı. Demokratik hukuk devleti amacı konulmadığı sürece,  ‘Kişi+Parti+Devlet’ birleşmesi kanıksanmış ve meşrulaştırılmış olur.

Süreç olarak; Anayasa’nın, 2017’de içi boşaltılan “demokratik hukuk devleti” normu (md.2) ışığında yorumlanması, saygı görmesi ve uygulanması sürekli istenmeli ve izlenmeli.

TBMM önünde sorumlu hesap verebilir Hükümet ve yargı bağımsızlığı öngörmeyen Anayasa değişikliğine yönelik her adım kesinlikle reddedilmeli.  ‘Parti başkanlığı yoluyla saltanat’ tuzağının aşılması, yöntem olarak ancak dünyevi söylem ve demokratik seferberlik eşliğinde bir Anayasa değişikliği ile gerçekleşebilir.

ÜÇ DÜZLEM

İnsan haklarına dayanan demokratik devlet”,  üç düzlem bütününde düşünülmeli:

 Demokratik toplum,
 Yerel demokrasi,
– Ulusal ölçekte yasama.

Mikro demokrasinin gerçekleşme mekânı olarak demokratik toplum, hak ve özgürlüklerin saygı gördüğü çoğulcu toplumdur. Dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, demokrasinin toplumsal özneleridir. Belediyeler, il özel idareleri ve köyler, yerel demokrasi birimleri olarak ulusal demokrasi güvenceleridir. Ulusal ölçekte demokrasi ile örtüşen organ olarak Yasama üzerinde mikro demokrasi aktörleri ve yerel demokrasi birimleri belirleyici bir yer tutar. Ama nitelikli yasama, “hukuk yoluyla demokrasiye inançlı siyasal partilerin çabası ile gerçekleşir.

BAŞARI İÇİN…

Yasama yoluyla demokrasinin ulusal ölçekte inşasına katkıda bulunmak, CHP’nin öncelikli hedefi olmalı.

Yerel yönetimler ağını ülke geneline yayma çabasında sosyal ve katılımcı belediye anlayışı asla savsaklanmamalı.

CHP’nin demokratik toplum alanındaki çalışmaları, nitelikli yasama ve yerel demokrasi için de belirleyici olacak. Mikro demokrasi özneleri, katılımcı demokrasi ve yönetimin itici güçleridir. CHP, bu alanı çok yönlü olarak değerlendirmeli.

“Makro demokrasi”ye giden yolda parti içindeki tutarlılık, inandırıcılık ve güveni tesis, emek, liyakat ve hukuka saygı ile sağlanır.

KİTLE PARTİSİ

Toplumu demokratik gelecek yolunda seferber etmek, kitle partisi özelliğinin öne çıkarılmasını gerekli kılar. Parti yönetimi, örgüt, seçmen ve halkla ilişkiler bakımından kitle partisi, kadro partilerinden ayrılır.

Sosyal demokrat parti olarak, emek ve katılımcılık, eşitlik ve özgürlük ideolojik çerçeveyi belirler. Kuşkusuz hukuka inanç, ahlaki ve etik ilkelere bağlılık, önkoşullardır.

Demokratik yönetim için ülkenin tek fırsatının yeni Anayasa olduğunu topluma benimsetmek için, amaç-araç tutarlılığı çizgisinde toplumsal bilinç ve baskı oluşturacak bir muhalefete ihtiyaç var.

Nitelikli yasama ereğinde beş yıllık birlikte çabamız ışığında sevgili Özgür Özel, yetenekleri, hukuka inancı ve çalışkanlığı ile CHP’yi demokrasi hedefine odaklama umudunu pekiştirmekte. Kolay gelsin! Dayanışma ile…

ADD Besni Şubesi konferansımız – 10 Kasım 2023

ADD Besni Şubesi konferansımız – 10 Kasım 2023

Cumhuriyetimizin 100.,
ATATÜRK’ün 85. veda yılı

Yansıları izlemek için tıklayınız… (PDF, 69 yansı, 7.9 MB)..

Besni Konf. 10.11.23

Sevgi ve saygı ile.
10 Kasım 2023, Besni / Adıyaman

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     witter : @profsaltik

Mustafa Kemal Atatürk  anılmayı değil, anlaşılmayı bekliyor…

Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet Tarihi Uzmanı
Bağlıköy – Lefke / KKTC

  • “İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, fâni (ölümlü) Mustafa Kemal;
    diğeri milletin içinde yaşattığı  Mustafa Kemaller idealidir. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa beni bir
    Türk anası doğurmadı mı? Feyiz (verimlilik) milletindir, benim değildir.”
                                                                                      Mustafa Kemal ATATÜRK / 1935

Falih Rıfkı Atay’dan bir anı :

  • “Bir gün, Ankara veya  İstanbul şehirlerinden birine ‘Atatürk‘ adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına: ‘Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih, zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir. Fikirleri tercih eder.” demişti.
    Falih Rıfkı Atay, Babanız Atatürk, Pozitif Yyn., 2009,  s. 113.

Cumhuriyetimizin yüzüncü yıl dönümü nedeniyle 1 milyon 182 bin 425 yurttaşımızın, on üç gün önce Anıtkabir’e koşarak Ata’sına gönül borcunu sunmuş olması, Büyük Atatürk’ün öngördüğü gibi, tarihin doğru tercih yaptığını bir kez daha kanıtlamıştır. Çünkü Anıtkabir ziyaretinde bulunan veya bulunamayan milyonlar, ancak O’nun fikirleri (Atatürkçü düşünce sistemi) ile esenliğe çıkılabileceği iletisini vermiş bulunuyorlar.

O halde; O’nun gibi düşünmek, O’nun gibi çalışmak ve O’nun gibi koşmak gerekir!

Fikirleri (ilkeleri) ile 21’inci yüzyılı da peşinden sürüklemekte olan Büyük Atatürk’ü, sonsuzluğa geçişinin 85’inci yıl dönümünde, giderek çoğalan bir sevgi, saygı ve özlemle anıyor, ışıklar yoldaşı olsun diyoruz.

85 Yıldır O’nu Niçin Anıyoruz??

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

(Biraz kısaltılarak Cumhuriyet‘teki köşemizde bu gün yayınlamıştır, syf. 10 ve pdf burada :
85 Yıldır O’nu Niçin Anıyoruz, Ahmet SALTIK
)

Yarın 10 Kasım, Gazi’nin bizlere vedasından bu yana 85 yıl geçti.
Ölen insanların ardından anma değişik gerekçelere dayandırılabilir. Duygusal düzlemde sevgi ilki olmalı. Sevgi ile iç içe ya da ayrık, daha üst bilinç düzeyinde “vefa-şükran borcu” da gerekçe. Sonki ise nesnel tarih bilincine dayalı olsa gerek. İşte bizim dememiz tam da bu.

Kemal Paşa SÖYLEV’inde ısrarla söyler :

  • Sevr Andlaşması salt bir savaş yenilgisi dayatması değildi Osmanlı’ya.
    Batılıların yüzyıllardan beri hazırlayageldikleri soykırım tasarımı idi!

Türkleri Anadolu’da yok etme, tarihten silme.
Birkaç milyon “kılıç artığı” idiler, bulaşıcı hastalıklardan kırılıyorlardı. Çok yoksul ve  eğitimsizdiler. Sanayi yoktu, karasabanın sapına yapışmışlardı kendileri gibi cılız öküzleri, katırları ile. Anadolu’nun yalıtılmış 1/3’ünde birkaç kuşağa kalmaz hem asimile edilirler hem de biyolojik olarak tükenirlerdi…

İşte vedasından 85 yıl sonra Kemal Paşa’yı, biz Türk Ulusunu soykırımdan kurtardığı için anıyoruz.

Ardından Saltanatı kaldırıp Cumhuriyete geçerek, Padişahın kulları olmaktan bizi kurtardı, yurttaşlığa terfi ettirdi.

Neredeyse hiçbir altyapı olmamasına karşın, Batı’nın yüzlerce yılda çok kan dökerek başarabildiği Rönesans, Reform.. Anadolu Aydınlanmasını 15 yılda büyük ölçüde gerçekleştirdi; İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin itirafları bunlar.

Halkın kendini yönetme hakkı olan “Egemenlik” unutturulmuştu. Mutlak monarklar sözde
doğal hukuk” kuramı uydurarak, kiliseyi yedeklerine çekip “Tac”ı kutsallaştırmış, dokunulmaz – erişilmez kılmışlardı. Aristokrasi, Ruhbanlar ve Feodal beyler üçlüsü, çelik ittifakla örgütsüz
halkı acımasız sömürmekteydiler.

Kemal Paşa’nın buna kökten itirazı vardı.
İngiliz, Amerikan, Fransız, Çin, Rus… devrimlerini çok iyi incelemişti.
Oysa gasp edilen Egemenlik, analarının ak sütü gibi halkın – ulusun hakkı idi.
Bu amaçla 23 Nisan 1920’de Halkın ilk Meclisi açıldı ve “Hakimiyet bila kaydı şart milletindir” ilkesi duvara kazındı, gönüllere yerleştirilmeye çalışıldı.

  • İnsanlık tarihinin en büyük devrimi, egemenliğin sözde, yitik – mistik göklerden
    yeryüzüne indirilmesi ve gerçek sahibine teslimidir.

Kemal Paşa Anadolu’da bir yandan Batı işbirlikçisi ve Oğuz boyu köklerinden koparak
yoz hanedanlaşmış Osmanlı saltanatına, bir yandan 7 düvele meydan okuyarak başardı
bu en büyük devrimi.

Üstelik Türk Devrimi, tarihin en kansız devrimi sayılabilir.

Son ve hain – alçak – soysuz padişah Vahdettin, İngiltere’ye sığınarak ülkeyi terk etmişti. Hanedanın kanı akıtılmamış, sürgüne yollanmıştır. Atatürk Devrimi insancıldır,
halkın gördüğü onca zulme karşın. Saltanat, Türkleri Anadolu’da unutmuştur adeta.

Özgün ve bütüncül bir ideoloji üretmiştir Devrim ve adını Batılılar koymuştur : Kemalizm! Atatürk “6 Ok” ile

  • Cumhuriyetçilikle monarşiyi
  • Halkçılıkla oligarşiyi
  • Devletçilikle, kamuculukla özelleştirmeciliği ve serbest piyasacılığı
  • Laiklikle teokrasiyi
  • Milliyetçilikle, ulusçulukla ümmetçiliği yıkmıştır
  • Devrimcilikle tutuculuğu ve statükoculuğu yıkmıştır.

Laiklik, Cumhuriyetin özünde olan, ulus egemenliğinin ana ilkesidir.
Batılılar yüzlerce yıl kanlı din-mezhep savaşlarından sonra çareyi seküler-dünyasal devlet düzeninde buldu. Kemal Paşa 1937’de Anayasaya koydu.

  • Laiklik yoksa cumhuriyet ve demokrasi olmaz, dinbaz baskıcı yönetim olur.
  • Laiklik yoksa ruhbanın, halifenin, şeyhülislamın, ulemanın, tarikat-cemaatın egemenliği olur.

Devrimci Atatürk, emperyalizme karşı “tam bağımsızlık“, saray saltanatına karşı
ulusal egemenlik“, geri bıraktırılmışlığa karşı bilimsel akılcılıkla “çağdaş uygarlık” savaşımı vermiş; ezilen sömürülen, halklara özgürlük, bağımsızlık ve çağdaşlık yolunu göstermiş,
Yurtta barış dünyada barış” felsefesiyle insanlığa örnek olmuş, uluslararası
kurtuluş öncüsü“dür.

Vedasından 85 yıl sonra bile insanlığı aydınlatıyor ve emperyal oyunları bozuyor.
Düşün ve eylemi geçen bunca yıla karşın hala canlı, geçerli.
Ulusun, özellikle kadınların bağlılığının büyüyerek sürmesiyle, karşıtlarının O’nu
Ulusun gönlünden, bilincinden ve tarihten silmek istemesinin nedeni burada.

Atatürk, ölümü göze alarak Padişahın, Halifenin, tarikat-cemaatların, şeyhülislamın, ulemanın sözde rehberliğine karşı çıktı. Aklı, bilimi, felsefeyi ve sanatı temel alan devrimler yaptı.

  • Hitler, Stalin, Mussolini, Salazar, Franko, Metaksas… diktatörleşirken;
    Atatürk, Yurttaş İçin Medeni Bilgiler kitabı yazdı; demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü,
    yurttaş hak ve özgürlüklerini.. belletti halkına, 1930’larda.,

Ulusu etnik ve dinci temelde bölerek, “şeriata dayalı gerici – yobaz darbe” yakın gündemde ve
Batı güdümünde.
Ulusal kaynaklar talan edildi, yerli dinci ve yabancı sermayeye peş keş çekildi,
halk yoksullaşTIRıldı.

  • Kurucu irade “6 Ok” birer birer kırılmak isteniyor bu yıkımı sürdürebilmek için!

Türkiye yeniden sömürgeleştiriliyor.

Oysa Kemalizm-6 Ok; tüm mazlum uluslara hala evrensel reçetedir, günceldir,
bu saldırılara çelik kalkandır!

ATATÜRK, Kemalist ideoloji ve onun özü “6 Ok” ile, başarıya ulaşmış, mazlum uluslara
örnek olmuş, somut ürünü Türkiye Cumhuriyeti ile, üstte açıkladığımız yıkıcı-yok edici saldırılardan bizi korumayı sürdürmekte.

Bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olarak tanımladığı kutsal emaneti Cumhuriyetimiz,
tüm hayın saldırılara karşın yüz yaşını doldurdu. Lozan Andlaşması ayakta.

O, gurur ve güvenle, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” demişti.

Türk ulusu için yapmak istediklerinin çok iyi kavranacağını ve gereklerinin yerine getirileceğini öngörüyor, hatta biliyordu.

İşte tüm bu yalın olguları bir kez vurgulamak, ulus ve küresel kamuoyu ile paylaşmak, kararlılığımızı belirtmek, her şeyin ayrımında – bilincinde olduğumuzu duyurmak için Atamız’ı, vedasından 85 yıl sonra gene anıyoruz ve bunu sürdüreceğiz.

Çok iyi bilinsin ki                                                          :

  • “..Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersek, vazifeye atılmak için içinde bulunacağımız vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceğiz…”
  • “…Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunsa da;
    hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle
    tevhit etse de… Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşürülmüş olsa da….”

Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!

Yarın 10 Kasım 2023’te, hafta boyunca, tüm 10 Kasımlarda ve her nefes alışverişimizde
Atatürk Devrimlerine – laik Cumhuriyete kol – kanat gererek sonsuza dek yaşatacağımızı
dünya aleme haykırmak için O’nu gene anıyoruz 85 yıl sonra! (09 Kasım 2023)
======================
85 Yıldır O’nu Niçin Anıyoruz, Ahmet SALTIK

9 maddede yüksek yargı savaşı: Çürüyen yargı çatırdamaya başladı

Eski Anayasa Mahkemesi raportörü, soL yazarı, TKP Parti Meclisi üyesi Ali Rıza Aydın, yargı savaşına dair ilk gözlemlerini yazdı.

Çürüyen yargı çatırdamaya başladı

1) Can Atalay’la ilgili hukuk ve yargı faciası, bir kayıkçı kavgasına dönüştü. Anayasallıkla, hukuk devleti ilkeleriyle, hak arama özgürlüğüyle, adil yargılanma hakkıyla, yargı etiği ilkeleriyle, yargıç ve mahkeme hiyerarşisiyle ilgisi olmayan bir “ben haklıyım” inatlaşması vitrine çıkarıldı. Çürüyen yargı artık çatırdamaya başladı.

Yargı süreciyle ilgili ayrıntıları tartışmak gereksiz ve yetersiz

2) Hukuklu hukuksuzluk, kuralsızlık ve yargısızlaştırılan yargı içinde bu facianın Anayasanın ya da ilgili yasaların içinde maddeler arayarak değerlendirilmesi anlamsız. Ağır ceza mahkemesi mi, Yargıtay mı, Anayasa Mahkemesi mi, şu ya da bu organ ya da usul yasası mı, suç duyurusunu kim kimin için yapabilir, AYM üyeleri için suç duyurusu hangi organa yapılır, AYM üyeleri nerede nasıl yargılanır, Yüce Divan’a iddianameyi kim gönderecek, suç duyurusunda bulunulan üyeler kendi kendilerini yargılayamayacağına göre Yüce Divan nasıl toplanacak… Daha onlarca soru sorulabilir. Ancak olay bu soruların ötesinde, çok kapsamlı, hukuksal, siyasal, ideolojik tartışma ve değerlendirmeyi gerektiriyor.

Mütalaa ve Yargıtay kararı Anayasa ihlalidir

3) Yargıtay Başsavcılığı mütalaası ve bugün verilen Yargıtay 3. Dairesi kararı Anayasa ihlalidir. AYM Anayasayı yorumlama yetkisine sahip bir kurumdur ve AYM kararları da bağlayıcıdır. Konunun anayasal yönü bu kadar net.

Yargıtay kendi meşruiyetini de yok saymaktadır

4) Burada yargı bağımsızlığına sığınılamaz. Yargı dahil hiç kimse ve organ Anayasada kendisine verilmeyen yetkiyi kullanamaz. Anayasayı yok sayan Yargıtay, kendi meşruiyetini de yok saymaktadır.

Yargıtay, Gezi’yi mahkum edip, AYM denetimini ortadan kaldırmak isteyen siyasi iradenin parçası haline gelmiştir

5) Yargıtayın “ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği cihetle, bu bağlamda Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar” bulunmadığını söylemesi ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasını anayasal yön dışında üç başlıkta okumak gerekiyor.

(i) Can Atalay’a özgürlük ve milletvekilliği verilmemesi yönündeki siyasi iradeye yargı,
Anayasayı ihlal ederek, ortak olmuştur. Yargı siyasi iktidarın bir ayağı gibi çalışmıştır.

(ii) Can Atalay’a özgürlük ve milletvekilliği verilmemesi yönündeki siyasi irade, aslında Haziran Direnişi ve bu Direnişe katılan milyonların suçlanarak mahkum edilmesidir ki Yargıtay kararı burada “yargısal katliam”a dönüşmüştür.

(iii) Yargıtay, 2008 yılındaki Anayasa değişikliğini iptal eden ve AKP’nin laik cumhuriyet ilkelerini ihlal suçunu sabit gören Anayasa Mahkemesinden intikam alma konusunda AKP’nin aracısı olmuştur.

(iv) AYM kararlarının tanınmaması ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına Anayasa ve anayasal denetim yönünden de bakılması gerekir. Anayasa Mahkemelerinin anayasal denetim organları olarak devreye sokulması, parlamentoların ve yargı organlarının halk adına denetimlerinin gereği olarak ortaya çıkmış, burjuva devletleri buna kendi istikrarları yönünden evet demiştir. Anayasal denetime güvenlerinin arkasında AYM’lerin de sınıfsal oldukları gerçeği yattığı için bu denetimi kendi çıkarlarına kullanmayı düşünmüşlerdir. Ancak savaşımlarla kazanılan ve hukuksallık kazanan haklar ve anayasal denetim kendi siyaset ve egemenliklerine çelme vurdukça, bu denetime cephe almaya başlamışlardır. Sansür kararı gibi iptal çıkmayan konularda susan AKP ve MHP’nin beğenmediği kararlara isyanları belleklerdedir. Yargıtay kararı bu isyanın yansıması olarak okunmalıdır. AYM kadrolarıyla oynamak da yetmemiştir. “Yeni anayasa” planları içinde bu krizin AYM aleyhine sonuçlanması, denetimsizliği sevenlerin fırsatçılığı şaşırtıcı olmayacaktır.

AYM’nin ne adım atacağı sorusu, sorunu çözmez, perdeler

6) AYM’nin yanıtı da elbette merak konusudur. AYM de anayasal yetkisini kullanarak suç duyurusunda bulunursa taşlar yerine oturacak mı, çöküş hızlanacak mı? AYM’ye karşı isyan durdurulacak mı? Bu sorular sorunu çözmez, kördüğümü açmaz. Siyasal ve ideolojik baskının özünün perdelenmesine yarar.

Kurumları parçalamak düzen içi çözüm üretemiyor

7) Kriz çıkarıp kurum ve kuralları parçalamak, işlevsizleştirmek girişimlerinin düzen içinde çözüm olmadığını, AKP’nin bu alandaki becerisini hep yaşadık.

Yargı içi kapışma deyip kenara çekilmek değil, siyasi savaşım gerekmektedir

8) Siyasi iktidarın denetimsizlik çabasına düzen siyasetinin vereceği yanıt da bugüne kadar yaptıklarından bellidir. Kimse bu facianın yargı içi kapışma olduğu gibi bir hafifliğe sığınamaz. Siyasi savaşım tam da burada hızlanmalı, eyleme geçmelidir. 

Sessiz kalanlar Cumhuriyeti yıktı, halk yeniden kurmalıdır

9) Cumhuriyetin nitelikleri ve laiklik başta olmak üzere Anayasanın uygulanmamasına gözlerini kapatanlar, 2010 Anayasa değişikliklerine sessiz kalanlar bugünlere gelişi, faşizme geçişi hazırlamıştır.

  • Yasayla darbelerden yargıyla darbelere gelinmesi Cumhuriyetin yıkılmasının sonucudur.

Halk için cumhuriyetten başka çözüm kalmadığı açıktır.