Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

İNSANLIĞIN BÜYÜK YANILGISI : HATALAR ÇAĞI OLARAK 20. YÜZYIL

Yusuf Samim Lütfü

İlk yarısında yaşanan ve o zamana dek hiç yaşanmamış kitlesel yitiklere neden olan iki paylaşım savaşı değil yalnızca, ömrümün çoğunu geçirdiğim bir zaman dilimini hayırla yad edemememin (anamayışımın) nedeni! Bugün çoğunluğun gerçekliğe sadakati önemsemediği, estetik yargı yetisinden yoksun olduğu, gelir adaletsizliğinin ve fırsat eşitsizliğinin tavan yaptığı adaletsiz bir dünyada yaşıyorsak bunun nedenini bir önceki yüzyılda ve o yüzyıldaki tercihlerimizde aramalıyız.

20. yüzyılın son on yılına girilirken reel sosyalizm ile birlikte Aydınlanma‘ya ilişkin ne varsa
yerle bir oldu; ne aklın ve bilimin öncülüğü ne de toplumsallık kaldı günümüze. Ekonomide şirket kârının maksimizasyonu (ençoklaştırılması) ile politikada etnik ve dinci temelli politikaları ön plana çıkaran bir neo-liberalizm, ahlaksal olarak Anglosakson kökenli yararcı ve çıkarcı (pragmatik) ahlakı ve yaşam biçimi olarak da tamı tamına Aydınlanma karşıtlığı olan
post-moderniteyi otuz yılı aşkın süredir medya aracılığı ile bizlere, akademi aracılığıyla çocuklarımıza vazgeçilmez ve tek doğru (!) olarak dayatıyor.

İşte benim 20. yüzyılı hayırla yad etmememin (anmamamın) nedeni, Dünya Savaşlarından bile daha tahripkâr (yıkıcı) olduğunu düşündüğüm bu post-modernite, yani bu akıl ve bilim karşıtlığı, bu akıl dışı özgürlük savunusudur.

Aşırı bireyci (toplumsallık ve eşitlik karşıtı), aşırı öznelci (nesnellik karşıtı ve perspektivist),
sözde bir “özgürlük” için “aklı ve bilinci” bilimde, sanatta ve ahlakta ikinci düzleme iten,
tamı tamına Aydınlanma karşıtı olan post-modernitenin soykütüğüne baktığımızda,
karşımıza ilk 19. yüzyıl sonunda elinde çekici ile tüm değerlere saldıran Nietzsche çıkıyor. O’nun açtığı yoldan 20. yüzyıl başında tümüyle bir burjuva ideolojisi olmakla birlikte kendilerini “burjuvazi karşıtı” olarak tanımlayan avangardlar ve onları da izleyerek 60’lardan başlayarak zuhur eden (ortaya çıkan) ve günümüze egemen olan post-modernleri görüyoruz.

Bu arada en ilginç gelişme, kelime (sözcük) anlamı çağcıllık olan “modernite” konusunda yaşanan dönüşümde olmuştur. 18. yy Aydınlanmasının etkisindeki 19. yy “modern insanı” iki ayağı üzerinde dururdu: Aklın ve bilimin üstünlüğü, öncülüğü (Aydınlanma / akılcılık) ile insana ve onun aklına olan sınırsız güven (Hümanizm / insancılık). İşte Nietzsche öncülüğünde avangardlarca yadsınan ve yıkılan (post-modernlerce yenisi kurulan) bu “modernite” kavramı ve onun modern insanıydı. Günümüzde bir modern sanat galerisine gittiğinizde (örn. Tate Gallery London) modern sanat yapıtlarının neleri betimlediğini gördüğünüzde, modernite kavramının 20. yüzyılda uğradığı değişimi çok net görür ve anlarsınız. 19. yüzyıldan farklı olarak 20. yüzyılın “modern” (çağcıl) insanı müzikte tonaliteyi, resimde mekânı, perspektifi ve figürü, yalnızca bilimde değil ahlakta ve inançta da metafiziği külliyen reddeden (tümüyle yadsıyan) yeni bir “modern” dir.

Bilinç dışının bilince, kaosun ahenge (karmaşanın uyuma) ve farklılığın eşitliğe üstün geldiği
bu yeni “modern” çağda ahlakın yerine psikoloji, suçluluğun yerine de anksiyete (bunaltı) geçirilmiştir (D. Bell). Bu yeni “modern” dünyada artık olaylar (olgular) değil yalnızca yorumlar vardır!

Bana sorarsanız, Nietzsche ile başlayarak avangardların ve sonra da post-modernlerin moderniteye saldırmaları gerçekte anlaşılır bir şeydir. Onların yanılgısı, modernitenin yumuşak karnı olan antroposentrik hümanizm dururken, modernitenin Aydınlanmasına ve akılcılığına saldırmalarıdır. Hatalarının bedelini bugün hâlâ ödüyoruz.

20. yüzyıl akıl karşıtlığının akılcılığa, paçozluğun estetiğe, sahtenin-sanalın gerçeğe, adaletsizliğin eşitliğe, kaosun (karmaşanın) düzene galebe çaldığı (üstün geldiği) bir hatalar çağıdır.

21. yüzyıl da onun ardılı, şimdilik… (Nisan 2024)

31 MART 2024 SEÇİMLERİ NELERİN İŞARETİ?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

TOPLUMDAN SİYASAL İKTİDARA, “MİLLİ İRADE” ANIMSATMASI ve SİYASAL SARI KARTLI “BİR NİSAN” ŞAKASI…

Ayrıştırmayıp birleştirenler kazandı. Yüce önderimiz M.K. Atatürk de

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETIİ DENİR.

diyerek, ulusu ayrıştırarak değil, birleştirerek kazanmıştı…

TÜRK TOPLUMU;

– Ulusal (milli) iradenin (istencin) tartışılmazlığına,
– Halifelik ve Saltanat devrinin kesinkes kapandığına,
– Ekmeğine, özgürlüğüne, yaşam biçimine,
– Laikliğe, demokrasiye, dinbazlık yapanlara,
– Atatürk’e, çoğulculuk içinde kalarak ulusal birliğe,
– Akıl (us) ve bilim temelli ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASINA,
– Toplumsal cinsiyet ayrımcılığına,
– Evrensel çaĝdaş uygarlık anlayışına,
– Hukukun üstünlüğüne, adalete, insan haklarına,
– Üretim odaklı ve adil paylaşıma dayalı ekonomik düzene

GÜÇLÜ BİR BİÇİMDE SAHİP ÇIKTI!

Sosyolojik olarak feodal, tarımsal, dogmatik ve teokratik değerlerle; demokratik bilgi toplumunu, akıl (us), bilim ve kent kültürünün eğittiği çağdaş bireyleri yönetme dönemi önemini yitirdi.
***
HERKESE MUTLU BAYTAMLAR

– Akıl bayramınız bilimsel BİLGİYLE,
– Gönül bayramınız içten SEVGİYLE,
– Dostluk bayramınız dürüst İLGİYLE,
– Kültür bayramınız nezaket ve GÖRGÜYLE,
– Ulusal bayramlarınız ulusumuza içtenlikli BAĞLILIKLA,
– İnanç bayramlarınız da yaşam boyu iyi ahlak, adalet ve dürüstlükten AYRILMAMAKLA
biçimlensin.

TÜM YAŞAMIZIN BAYRAM TADINDA GEÇMESI DİLEĞİYLE BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…

Anadolu baharı ve esintileri

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 11.04.2024, BİRGÜN

“Hukuk ve sistem gözüyle 31 Mart” (4.4.24), ‘gelinen yer’ betimlemesine özgülenmişti. Bahar ve esintisi ise, ‘gidilecek yönü’ işaret ediyor. Ulusal ölçekteki yön belli: siyasal münavebe; siyasal iktidarın serbest seçimler sonucu el değiştirmesi. Esinti potansiyeli ise, dışa ve uluslararası topluma yönelik.

SİYASAL MÜNAVEBE

31 Mart seçim sonuçları, kendi Genel Başkanı’nın deyimiyle AKP’yi “sandığa gömme” umudu yarattığı için ‘siyasal münavebe baharı’ olarak görülebilir.

Kısa bir bellek turu: İktidarlarının 10 yıllık anayasızlaştırma sürecine tepki olarak ‘post-modern demokrasi mantığı’ nı simgeleyen Gezi sahiplenmesinin 2. yılında TBMM’de ilk kez azınlığa düştü. Koalisyon hükümeti kurdurmamak için Anayasa ihlal edilerek 1 Kasım’da (2015) seçimleri yineledi. İki seçim arasında, Anadolu tarihinin en acı toplu katliamları oldu.

2016’da ise, ‘Allah’ın lütfu’ olarak nitelediği eski ortağının darbe girişimi ardından (15 Temmuz), müstakbel ortağı Anayasa değişikliğini fitilledi.

2017’de Hükümet ve siyasal sorumluluk düzenekleri, mühürsüz zarf ve oylarla tasfiye edildi. Amaç, “siyasal münavebe” yolunu kapatmaktı.

31 Mart 2024 seçim sonuçları, bu nedenle yaşamsal: ‘post-modern demokrasi mantığı’nın sandığa yansıması ve her ikisi birlikte, bir tür ‘yerel kongre iktidarları’ ruhunun yüzyıl sonra yeniden canlanması.

DÖRTLÜ KUŞATMA

Avrupa ve Batı: 28 Mayıs’ta (2023) ‘siyasal münavebe’ umudunu kesen Batı, ‘Erdoğan yönetimi ile ilişkiler, Avrupa yararına nasıl sürdürülebilir?’ hesabına girdi. Hatta siyasal münavebenin gerçekleşmemesi, birçoğunun işine geldi. “Göçmen stoku!” en başta gelen neden. Anayasacı ve siyaset bilimciler ise, Putin Rusya’sı yörüngesine sürüklendiği görüşü ile Türkiye’ye anayasacılık çalışmaları içinde yer vermemeye başladı.

Doğu ve Asya: Türkiye, tarihinde bu denli yüksek sayıda göçmen, hatta ‘çete ithali’ne tanıklık etmedi.

Güney ve Güney Batı: İlkin, ‘Emevi camisi hayali’ üzerinden Suriye’ye sonuna dek açılan kapılar akla gelse de, ‘Mısır-Tunus-Türkiye’ üçgeninde Müslüman Kardeşler iktidarı da hep gündemde. Msır’da askeri darbe ile Tunus’ta ise sivil darbe ile devrildi…

Ya Kuzey? Hemen Rusya akla geliyor: Akkuyu’ya doğru attığı kement, en karanlık olanı. ‘Kanal İstanbul’ hayali de müstakbel kâbus. Üstelik Kanal, Türkiye’nin benzersiz stratejik konumunu ve üç Sözleşme’ye taraf olmakla hiçbir ülkenin sahip olmadığı gücü de sorgulatabilir. Montreux Sözleşmesi ve iki çevre sözleşmesi: Akdeniz’e doğru Barselona Sözleşmesi ve Karadeniz’e doğru Bükreş Sözleşmesi. Emsalsiz (eşsiz) bir durum!

VE ESİNTİLERİ

2024, çok sayıda seçim yılı. Özellikle Avrupa’da yükselen sağ ve ırkçı popülist rejimlere karşı demokratik mücadeleler için 31 Mart, ‘Doğu esintisi’ olarak itici güç oluşturabilir.

Doğu ve Asya’ya: ‘çete ithali’ yerine, seçimler yoluyla siyasal iktidarın el değiştirmesi konusunda ulusal kazanımlarını sahiplenen toplum olarak, otoriter yönetimlerin ezdiği halklara ‘demokrasi ihracı’!

Güney ve G. Batı yakasına; “laik ve demokratik hukuk devleti”ni yaşatma birikim ve kararlılığı sonucu, sandık yoluyla ‘siyasal İslam’ için yola çıkan iktidara son verme gücü.

Marmara’dan Akdeniz’e ve Karadeniz’e; egemenlik gücü ile bölge ve dünya barışına katkı olanağı ve Marmara’nın eklemlediği çifte havzanın ekosistemini koruma kararlılığı üzerine 28 Devlet’e işbirliği mesajı.

SANDIK İSTİSMARININ SONU

31 Mart seçimlerinin en geç 2028’de veya daha erken bir tarihte yapılacak genel seçimlerde siyasal münavebe (değişim) umudunu açmış olması kayda değer. Kuşkusuz, bu umudu gerçeğe dönüştürmeye yönelik somut öneriler, ayrı bir yazı konusu.

Türkiye Cumhuriyeti, TBMM tarafından ‘eşitlik-yurttaşlık ve laiklik’ temelinde sandık yoluyla kuruldu; asırlık (yüzyıllık) kurumlarını 2017’de mühürsüz oy ve zarflarla tasfiye edenler, yine sandıkla tasfiye edilecek…

Medya laiklik mücadelesinin neresinde?

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen

zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları
10 Nisan 2024, Cumhuriyet

31 Mart yerel seçim süreci, siyasette dinin yoğun olarak kullanıldığı bir dönem oldu. 22 yıldır AKP döneminde toplumun üzerine çöken siyasal İslam baskısı, en azından dinci bir politika izlemeyen muhalefetin, dinin siyasette kullanılmasına tepki göstermesini gerektirirken bir de baktık ki muhalefet partileri sağdan oy kapmak için dincilik yarışına girmiş!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, seçimden birkaç gün önce İzmir Bayraklı’da ayet okuyarak oy isterken AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsmailağa Cemaati’ni ziyaret etti, CHP’li Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Eskişehir Emek Mahallesi’nde İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hicret Vakfı’nı ziyaret etti.

Ardından CHP Manisa Alaşehir Belediye Başkanı Ahmet Öküzcüoğlu, seçimden sonra ikinci dönemine Kuran’ı öperek başladı, Ekrem İmamoğlu mazbatasını alınca ilk döneminde olduğu gibi yine ailesiyle birlikte makamında imam eşliğinde dua etti ve bu görüntü medya ile paylaşıldı, Erdoğan da kabinenin bazı üyeleri, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş ve medya ile birlikte Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi’ni Arapça dualar okuyarak ziyaret etti, YRP’li belediyelerin kapısına üzerinde İslam peygamberi Muhammed’in bir hadisi yazan tabelalar asıldı.

ÇİFTE STANDARTLI GAZETECİLİK OLMAZ

Laikliği çiğneyen bu davranışlar, dinci gericiliği savunan yandaş medyada zaten eleştirilmedi. Muhalif / bağımsız medyanın büyük bir bölümü, yalnızca Erdoğan ve YRP ile ilgili olanları öne çıkarıp eleştirirken muhalefetle ilgili olanları gündemine almadı. Her ikisini de eleştirenler, anayasadaki laiklik ilkesini savunan bir elin beş parmağı kadar az sayıdaki gazeteciydi.

Oysa seçim sürecinde ve sonrasında tanık olduğumuz bu görüntülerin hepsi anayasadaki laiklik ilkesine açıkça aykırıdır. Seçimi kazandığı için dua etmek isteyen, bunu evinde ya da başka bir özel alanda yapabilir ama belediye başkanının makamı kamusal alandır. Kameralar önünde makamda yapılması, dinin devlet işlerine karıştırılmasıdır.

Aynı biçimde, isteyen Hırka-i Saadet Dairesi’ni ziyaret edebilir ama laik bir devlette cumhurbaşkanı ve kabine üyelerinin bunu medyanın önünde yaparak şova (gösteriye) dönüştürmesi laik devlet ilkesi ile uyuşmaz.

Tarikatlar ve cemaatler, 1925 tarihli 677 sayılı Devrim Yasası ile kapatılmıştır, bu yasaya aykırı oluşumların oy için ziyaret edilmesi, meşrulaştırılmaları sonucunu yaratır ki, Türkiye’nin bugün en büyük sorunu budur!

96 YIL ÖNCE BUGÜN LAİKLİK İÇİN DEV BİR ADIM ATILDI

  • Bir siyasetçinin ayetle oy istemesi, Kuran’ı öperek göreve başlaması,
    kapıya hadis asması gibi olaylar ise tam olarak din sömürüsüdür.
     

Toplumda herkes inançlı olmadığı gibi farklı inançta olanlar da var. Bir kamu kurumunun belli bir din ya da mezhebi öne çıkarması, tarafsızlığı (yansızlığı) yok eder.

  • Bu ülkede tam 96 yıl önce bu gün, 10 Nisan 1928’de yapılan değişiklikle, anayasanın 2. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslamdır” hükmü çıkarıldı! (AS: Din insanadır!)

Laikliğin özü, kamusal alanı dinin biçimlendirmemesi, toplumda egemen olan inancın öbürleri üzerinde baskı kurmamasıdır. Ancak Türkiye’de laiklik salt yazılı metinlerde kaldı, siyasetçiler tarafından her gün çiğnenir oldu ve medya da bu duruma kendi işine geldiği gibi yaklaştığı için toplum uyutuldu.

Geçen hafta katıldığım bir söyleşide, eğitim düzeyi yüksek, gündemi izleyen ve gazete okuyan bir kitleye bu olaylardan söz ettiğimde, kimsenin muhalefetin seçim sürecinde laikliği hançerleyen davranışlarından haberinin olmadığını gördüm. Hatta yanıma gelip, “Bunları ilk kez sizden duyuyoruz. Medyada yer almadı bunlar..” diyenler oldu.

Öyleyse soruyorum                        :

  • Bağımsız/muhalif medya laiklik mücadelesinin neresinde?
  • Adam kayırmaya devam ederken laikliği gömmeye devam mı?
  • Birini eleştirip diğerini görmezseniz, o gazetecilik ciddiye alınır mı?
    Eleştirdikleriniz size gülüp geçmez mi?

Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 11 Nisan 2024


Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Haftanın tüm iğneleri, kin ve nefret duygularının tutsağı olup, Adli Tıp raporu olmasına karşın 80 yaşın üzerindeki generalleri bir yıldır tahliye etmeyenlere…

 

HAİN

RTE, seçimlerin yitirilmesinde suçu olanları ve hainlik yapanları cezalandıracaklarını söyledi.

AKP’de kimler haindir?..

DESTEK

RTE, hükümet olarak önceden olduğu gibi seçilen bütün belediyelere, kentlerin hayrına (iyiliğine) yapacakları işlerde destek olacaklarını söyledi.

CHP’li belediyelerin şansı yine yok yani…

YOK

RTE’nin açıklamasından çok geçmedi; DSİ, Denizli Çal ve Uşak’ta seçimden 15 gün önce  onayladığı atık su arıtma ihalelerini 1 Nisan sabahı iptal etti.

AKP’ye oy yoksa devletten hizmet yok” inadı sürüyor…

ÇADIR

Murat Kurum’un Kadıköy’de kurdurduğu iftar çadırı 1 Nisan’da kaldırıldı.

Seçim Müslümanı!..

NAMERT

MHP milletvekili Hilmi Dursun, şirketi İsrail’le ticareti sürdürürken, ”Gazze için yola revan olmazsam namerdim” paylaşımı yapmış.

İğne kendisinden…

ÖLÜ

YSK, 3.389 ölünün oy kullandığı Hatay seçimine yapılan itirazı reddetti!!??

FETO, ”Ölüler bile oy kullansın” demişti ya bir zamanlar, buyruk sürüyor (standing order)!…

ZARARLI

Seçimi yitiren AKP’li belediyeler devir teslim öncesi kasa boşaltma, adamını işe alma yarışına girişti.

Gidişleri bile zarar…

DESTEK

Her konuşmada Filistin’i desteklediğini söyleyen iktidar, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının başlamasından 6 ay sonra dışsatım (ihracat) kısıtlaması kararı aldı (kimi kalemlerde).

Filistin derken İsrail’i mi kastetmişlerdi?..

CHP’nin tarihsel zaferi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
08 Nisan 2024, Cumhuriyet

Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart 2024 belediye seçimlerinde, Türkiye çapında % 38 oy alarak ve 1. parti olarak, tarihsel bir zafer (utku) kazandı.

Böylece CHP, 1977’den beri ilk kez 1. parti oldu; SHP’nin 1989’da elde ettiği belediye seçimi zaferini, 2024 yılında yinelemiş oldu.

Böylece AKP de iktidara geldiği 2002 yılından beri ilk kez bir seçimi yitirmiş oldu.

Halk bu kararıyla, bir yandan ekonomik sömürü düzenine, bir yandan da demokrasinin, laikliğin ve hukuk devletinin ortadan kaldırılmasına karşı itirazını ortaya koydu.

AKP’liler ve onların medyadaki uzantıları ise bunun hâlâ farkında değiller. AKP’liler hâlâ seçim sonuçlarının nedenlerini, uyguladıkları sömürü ve baskı düzeninin dışında arıyorlar.

AKP’nin bu yanlış tanısı nedeniyle CHP genel seçimleri de kazanacaktır. Ancak genel seçime dek geçen dört yıl içinde olan yine halka olacaktır.

  • AKP iktidarının sömürü ve baskı yönetiminin mimarı ve en büyük sorumlusu “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
  • Dolayısıyla AKP’nin seçim yenilgisinin nedenini Erdoğan’ın dışındaki kişilerde araması
    boş bir çabadır.
  • AKP neden yenildiğini anlamadığı için yenilmeye devam edecektir.
  • 31 Mart seçimleri AKP için sonun başlangıcıdır.

***
Ekonomik kriz, siyasal görüşü ne olursa olsun, halkın tümünün ortak sorunudur ve
seçim sonuçlarındaki en önemli etkenler arasında yer almaktadır.

Ancak 31 Mart seçimleriyle birlikte halk,

– laiklik karşıtı tarikatlara, cemaatlere, derneklere,
– bu vakıflara ve siyasetçilere;
– aylardır ortalığı ayağa kaldıran şeriatçı ve hilafetçi odaklara;
– Mustafa Kemal Atatürk düşmanlarına;
– siyasetin, devlette kadrolaşmanın ve eğitimin dinselleşmesine de

kırmızı kart çıkarmıştır.

AKP’nin laiklik karşıtı faaliyetleri ve anayasal düzeni yıkarak teokratik bir düzen kurma girişimleri;
– hem küskün ve öfkeli CHP seçmenlerinin sandığa gidip partilerine sahip çıkmasını,
– hem İYİ Parti, Zafer Partisi ve Memleket Partisi seçmenlerinin CHP’nin lehinde sandıkta bir ittifak kurmasını,
– hem de Türkiye’nin din, mezhep ve felsefi görüş üzerinden kutuplaşmasının bir ulusal güvenlik sorununa dönüştüğünü gören her partiden seçmen kitlelerinin CHP’ye destek vermesini sağladı.

31 Mart seçimleriyle birlikte halk, düşünceyi ifade, yayınlama, medya ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellere; “Gezi” ve “28 Şubat” kumpas davalarında masum insanların hapislerde çürütülmesine; seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasına; siyasetçilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına aykırı bir biçimde hapiste tutuklu-hükümlü kalmalarına da kırmızı kart çıkarmıştır.

AKP iktidarı bu uygulamalarında ısrar ettiği sürece seçim yitirmeye devam edecektir.

Ayrıca, seçmeni oy kullanırken karar vermeye yönelten en büyük nedenin ekonomi olduğu varsayılacak olsa bile, siyasal alandaki bu baskılar ortadan kalkmadıkça, AKP yine seçim yitirmeye devam edecektir.

  • Çünkü AKP iktidarının demokratik ve laik bir hukuk devletini ortadan kaldırmış olması, ekonomik krizin temelindeki nedenlerden biridir.
  • Türkiye’nin özel koşullarında, demokratik ve laik bir hukuk devleti olmadığı sürece, ekonomik kalkınma, kategorik olarak olanaksızdır.

***
31 Mart seçimleriyle artık şunun da anlaşılmış olması gerekir:

  • Başta Türk Silahlı Kuvvetleri,
    Milli İstihbarat Teşkilatı,
    Emniyet Genel Müdürlüğü,
    Jandarma Genel Komutanlığı,
    İçişleri Bakanlığı,
    Milli Savunma Bakanlığı,
    Adalet Bakanlığı ve
    Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere,

    devletin kurumlarındaki demokrasi, laiklik ve hukuk devleti karşıtı kadrolar tasfiye edilmedikçe, devlet ile halk arasındaki uçurum varlığını sürdürecek ve bu uçurum
    bir ulusal güvenlik sorunu olmayı sürdürecektir.

CHP’nin tarihi fırsatı

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLANProf. Dr. Can Ceylan

08 Nisan 2024, Cumhuriyet

31 Mart 2024 yerel seçimleri geride kaldı. CHP 47 yıl sonra seçimlerden ilk kez birinci parti olarak çıkarken, daha önce tercih edilmediği bölgelerden de oy alarak halkın her kesiminden güvenoyu almayı başardı. Seçim öncesi partili cumhurbaşkanının “Yerel yönetimlerle merkezi yönetimler ele ele vermezse o şehre hiçbir şey gelmez.” şeklinde aba altından sopa göstermesine karşın, deprem bölgelerinde bile, CHP’nin büyük oranda oy alması, CHP belediyeciliğinin vatandaşa karşı sorumluluğunu daha da artırmıştır.

Bu seçim göstermiştir ki; dinsel değerler üzerinden yapılan istismar siyaseti, tarikatlar ve cemaatlerle yakın işbirliği, sadaka siyasetinden medet ummak, ana muhalefet partisi hakkında siyasal etikle bağdaşmayan çirkin söylemlerde ve suçlamalarda bulunmak; oyların konsolidasyonu (pekiştirilmesi) açısından artık yarar sağlamıyor.

EMEKLİ SEÇMEN

2024 yılı seçmen verileri, ülkemizde 15 milyon 851 bin 244 emekli seçmenin bulunduğunu,
her dört seçmenden birinin emekli olduğunu göstermekte. Son yıllarda artan geçim sıkıntısı, bilimsellikten uzak tutarsız ekonomi yönetimi, açlık sınırı ve altında yaşayanlar gibi emekli vatandaşlarımızın da CHP adaylarını umut olarak görmesi sonucunu doğurmuştur.

31 Mart seçimlerinde “1 milyon 32 bin 610” genç seçmenin ilk kez oyunu kullanması da kuşkusuz seçimlerin sonucuna etki etmiştir. Keza, son yıllarda ülkede iş bulma umudu kalmayan, bulsalar bile hak ettikleri ücreti alamayan gençler, farklı bir siyasal anlayış arayışına girmiştir. Tüm bu tepki oylarının; ülke insanı bu denli zor koşullarda yaşam savaşımı verirken, iktidar her ne denli insancıl gerekçelere dayandırsa da, anlamlı biçimde sınır mayınları temizlendikten sonra ülkeye denetimsiz sığınmacı kabul edilmesi, zaten zor durumda olan ülke ekonomisinin iyiden iyiye dar boğaza sokulması… sonucu verildiği de açıktır.

Ülke seçmeninin son dönemdeki şeriat çığırtkanlarından, rejim değişikliği kıpırdanışlarından, hukukun üstünlüğü ilkesinin ve yargı bağımsızlığının derin yaralar almasından rahatsızlık duymasının da seçim sonuçlarını etkilediğini söylemek sanırım yanlış olmaz.

GENÇ ADAYLAR

Sonuç olarak, CHP’nin eline tarihsel bir fırsat geçmiştir.

Bundan sonraki süreçte, aldığı tarihsel sorumluluğu, rüzgârı arkasına alarak daha üst noktalara taşıması; yerel yönetimlerde sergileyeceği çağdaş, bilimsel, çözüm odaklı, üretken yönetim anlayışı; kişisel çıkar ve nepotizm belediyeciliğine fırsat vermemesi ve geçmişte yaptığı siyasal hataları yinelememesi ile olanaklı olacaktır. Nitekim, önceki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’ nun, CHP’nin kurucu kodlarından ödün vermesi ile 2023 genel seçimlerinde ittifak yapılan AKP kökenli sağ muhafazakâr partilerin, TBMM’ye 40 milletvekili sokmaları unutulmuş değil. 31 Mart’ta bu partiler, %1 oy bile alamayarak halkta karşılık bulamamış, CHP’nin yanlış stratejisi, Meclis’teki gücüne kendi istenciyle zarar vermiştir. CHP’nin kurultaydaki değişim atılımından sonra, hiçbir parti ile ittifaka girmeden, kendi ilke ve değerlerini savunarak, genç adayları alana sürerek, halka umut aşılayarak seçimlerden birinci parti olarak çıkması; sonraki süreçte aydınlık, çağdaş bir Türkiye’nin ve güçlü bir ekonominin işaret ve umut fişeği olarak seçim tarihimizdeki yerini almış, umutları yeşertmiştir.

“BÜYÜK SOYGUN.!”

ImageDr. Vecdet Öz

AKP iktidara geldiğinden bugüne dek toplanan toplam vergi tutarı yaklaşık 3 trilyon 200 milyar $’dır.

Yurt dışından alınan kredi yaklaşık 500 milyar $’dır.

Özelleştirmeden elde edilen gelir (AS: “girdi” daha doğru!) 71 milyar $’dır.

Hazine ise swaplar göz önüne alınmadığında 60 milyar $ eksi bakiyededir..

Bu demektir ki;

  • AKP, iktidarı süresince toplamda 3 trilyon 831 milyar $ para harcanmıştır..

Bu parayı 21 yıla bölersek yılda 182 milyar 428 milyon $ gibi astronomik bir rakam harcanmış demektir..

2023’te bütçe giderlerinin 4 trilyon 470 milyar TL ile gelmiş geçmiş en yüksek rakam olduğu göz önüne alındığında, 21 yıl boyunca gerçekleşen 3 trilyon 831 milyar $’lık çıktının boyutu dudak uçuklatır cinstendir!

Çünkü;

  • Hükümetin hizmet diye dayattığı tüm büyük yatırımlar, Hazineden beş kuruş çıkmadan,
    vatandaşı 10-20 yıl arası borçlandırarak üstelikte fahiş fiyatlarla yaptığı rant yatırımlarıdır..

Halbuki 182 milyar 428 milyon $ ile;

– her yıl 120 adet Osman Gazi Köprüsü
– veya 50 adet Keban Barajı
– veya 150 adet Çam-Sakura Şehir Hastanesi
– ya da 150 adet Tokat Havalimanı inşa edebilirsiniz..

Öyleyse kasada olması gereken yüklü bakiye nerededir??

Şimdi anladınız mı ?

– 2002’den bu güne %130 artmış hiper enflasyonun,
– 20 kat artmış dövizin,
– %100-200 arası zamlanmış zorunlu tüketim malzemelerinin,
– %90’ı yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren toplumun
– ve derin ekonomik çöküşün

nedenini..

Bir öğretim üyesi olarak “Türkiye ekonomisi nasıl batırılır?” başlıklı bir kitap yazmam gerekseydi, hiç endişe etmeden AKP’nin 21 yıllık iktidarını kaleme alırdım ve kitabın son cümlesini de

  • Aldıkça al, çaldıkça çal, istersen ver yüz arzuhal, ne sorgu var, ne sual
    zihniyeti yüzünden battık..

diye bağlardım..

Böylesi şanslı bir coğrafyada, altından üstünden zenginlik fışkıran
bir ülkenin bu duruma düşmesi beceriksizlik ve kader değil,
kasıtlı ve organize bir soygundur!

Şu asla unutmasın ki              ;

  • AKP, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir ve
  • 21 yıl önce devletin böğrüne saplanmış paslı bir hançerdir..

Bütün dileğim, bu hançeri çıkarma ve kayıp paraların hesabını sorma görevinin bizlere nasip olmasıdır..

DEVLETİN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ ve DEM PARTİLİ BELEDİYE BAŞKANLARI

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AKP’nin devlet kurumlarına ne denli zarar verdiğinin görüntülerini üzülerek, içimiz yanarak izliyoruz.

Milli Eğitim gerici tarikat ve cemaatlerin, onların vakıf ve derneklerinin oyuncağı olmuş durumda.

Maddi olanağı yeterli olan aileler çocuklarını devlet okulları yerine daha çok güven duydukları özel okullara göndererek çözüm bulmaya çalışıyor.

Türk halkının çoğunlukla en güvenilir kurum olarak belirttiği TSK yerlerde sürünüyor.

Askeri okullar başta olmak üzere tarikat-cemaatler, bu kurumu ele geçirme yarışında.

Herkesin askeri olması gereken komutanlar, rütbeleri üzerinde iken iktidar partisinin seçim çalışmalarında destek verir görüntülere giriyor.

Bu durum Silahlı Kuvvetlerin çökertilmesi için düşmana, savaşa gerek kalmadan çöküşü demektir. Tarihi bilenler, Balkan Savaşı faciasının nedeninin benzer durum olduğunu da bilirler.

Ahlak yerlerde sürünüyor ve bu çöküntü de ne acıdır ki ahlaklı, erdemli olmayı temel alan dinin kötüye kullanılmasıyla gerçekleşiyor.

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

Sonuçta her sorunun düğüm ve çözüm noktası olan adaletin çöküşü ise çözümsüzlüğün göstergesidir.

  • M ü l k  ( D e v l e t )  ç ö k m e k t e d i r !!!!

Çözümsüzlük derken umutsuzluk vurgusu olsun demek istemiyorum, bu düzen ve yönetim içindeki çözümsüzlüğü kastediyorum.

Yargının siyasallaşması, liyakat yerine sadakatın esas alınması ile çürümüş, kokuşmuş bir adalet düzenine demir atılmıştır.

Seçimlerde İl-İlçe Seçim Kurulları ile YSK’nın uygulamalarına bakın, yargıçlarımızın ne durumda olduğuna karar verin yeter.

Yüzde 10’un üzerinde oy farkı ile kazanılmış bir yerde iktidar partisi itiraz ediyor derhal kabul, tek bir oyla kaybedilmiş yerde muhalefet itiraz ediyor, ret.

Van’da DEM partiden PKK ile ilişkisi apaçık ortada olan bir kişi aday oluyor ses çıkarılmıyor. Adam seçimi kazanınca, yerel ceza mahkemesi kendi önceki kararını bozarak adaylığının uygun olmadığına hükmediyor.

Ortalık karışınca korku  ..oku devlete tükürük yalatılıyor. Milleti tükürüğüyle boğacaklarını söyleyen militan kazanıyor.

Hata, adama mazbata verilmesinde değil.

Hukuk devletiysen hakkedene vereceksin.

Hata, hakkı olmadığı halde zamanında doğru karar vermeyip seçimi ve yargıyı oyuncak etmektir.

Hangi partiliye veya adaya yapılsa ben de itiraz ederim.
***
İstanbul’daki yangında belediyeyi suçlamak için fırsat yakalayan yansız (tarafsız) cumhurbaşkanı, yargının, devlet kurumlarının bu durumuna neden tek sözcük ile değinmez?

İliç’teki faciayla ilgili neden tek sözcük etmez?

Çünkü çürüme ve kokuşmada tek adam iradesinin payı büyüktür.

Sonuç; atalarımız sözündedir :

  • “YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE”!!

Adalet, mülkün temelini çökertmektedir.

Acele tedbir (İvedi önlem)…

08 Nisan 2024

JİNGOİZM, IRKÇILIK, SALDIRGAN MİLLİYETÇİLİK ve ATATATÜRKÇÜLÜK

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Jingoizm terimi, başta İngiltere olmak üzere, sömürgeci Batılı ülkelerin, Siyahi Afrika, Amerika, Uzak Doğu Asya, örneğin Hindistan… gibi ülkelere sözüm ona bilim(!) ve uygarlık(!) götürmek, o ülke halklarını çağdaş dünyaya eklemlemek(!) gibi son derece insancıl(!) amaçlarla işgal etmek, o halklar ve devletler üzerinde siyasal ve askersel egemenlik kurarak onların ulusal kaynaklarını kolaylıkla sömürebilme temeline dayanıyordu.

18. ve 19. yy’da İngiltere, yeryuvarlağında üzerinde hiç güneş batmayan bir imparatorluktu. Şimdiki ABD bile 1776 yılına dek İngiliz Devleti’nin sömürgesiydi.

18. yy’ın önemli bir politika adamı ve düşünürü olan Randholph ChurhillRULE BRITANIA!!!” yani “HÜKMET İNGİLTERE!!!” diyerek İngilizlerin küresel egemenliğini haykırıyordu. Bu dönemler İngilizlerin dünyaya meydan okuduğu zaman dilimiydi.
İngiliz devletinin o yıllardaki sömürgeci ve işgalci tutum ve davranışları da JİNGOİST olarak tanımlanıyordu.

JİNGOİZM, bir ülkenin, kendince; kendi ulusal dış ve iç çıkarları ya da vazgeçilmezleri konusunda ırkçı , aşırı ve saldırgan milliyetçi bir tutum takınarak, başta tehdit ve savaş seçenekleri olmak üzere, başka azınlıkları, halkları ve ulusları zor kullanarak kendi egemenliği altına alma ve onlara sürekli buyurma ya da zorla boyun eğdirme siyasetine dayanır.

Jingoizmin dıs politikaya dayalı görünümü, başka uluslara karşı aşırı militarizme ya da savaşa dayalı tehdit, iç politikadaki görünümü ise etnik ve dinsel azınlık ya da farklılıklara karşı onları yok sayma, basķı altında tutma ve polisiye önlemlerle, zorla sindirme ve yok etme olarak karşımıza çıkar.

Örneğin 1930 ve 40’lı yılardaki Faşist Mussolini İtalya’sı ve Hitler’in Nazi Almanya’sının saldırgan iç ve dış politikaları Jingoizmin tipik örnekleridir. Nazi Almanya’nın siyasal yönetimine göre, Alman ulusunun yaşadığı bütün sorunlarının temelinde Yahudi ırkı vardır. Yahudi nüfus, Hitler Almanya’sına göre, Alman ırkının saflığı ve ekonomisi için büyük tehdit ve başka devletlerin de yurt içindeki işbirlikçisi konumundadır. O nedenle de yok edilmelidir….

Jingoist, ırkçı ve saldırgan milliyetçi yaklaşımların önce dış, sonra da iç politika açılarından temel sakıncaları şöyle özetlenebilir :

A- Jingoizmin Dış Politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Barışçı, diplomatik seçenekler yerine sürekli tehdit savaş seçeneğini ilk sıraya alma.
Başka ülke ve uluslara karşı saldırgan ve aşağılayıcı bir dil kullanma…

2- Barış ve uzlaşma seçeneği yerine fetih, işgal ve başka uluslardan toprak kazanma ve onlara hükmetme gibi saldırgan emel ve istekler taşıma.

3- Saldırgan ırkçı ve işgalci seçenekler nedeniyle uluslararası istikrarın tehlikeye girmesi,
küresel kamplaşma, kutuplaşma ve düşmanca tutum ve davranışların barış iklimini zehirlemesi. Halkların ekonomik ve toplumsal gönenç (refah) artışlarına kaynak aktarmak yerine,
militarist silah harcamalarının artışı…

4- Ortaya çıkan savaşlar nedeniyle, can yitiklerinin, ölümlerin ve engelli kalan insanların artışı. Ekonomik yıkım ve çöküşe zemin hazırlama. Savaş ve tehditlere dayalı iç ve dış göçlerin, istikrarı bozar biçimde hızlanması…

5- Savaşlar, tutsaklar ve ekonomik yıkımlar nedeniyle hukukun, insan haklarının askıya alınması. Tutsaklara, azınlıklara ve yabancılara kötü işlem (muamele). Kadınlar ve çocukların derin yoksulluğa (sefalete) sürüklenmesi.

6- Aşırı kibir ve kof gurur, başka uluslara karşı kin ve geçmişin abartılı olarak yüceltilmesi ve kutsanmasına dayalı olarak tarihsel olaylara takılıp, sürekli geçmiş düşlemi (hayali) ve özlemi ile yaşamak. Başka ulus ve ülkelere hep tepeden bakmak, onların ırkçı duygularını diri tutarak kendine düşman yaratıp bunları dış ve iç politikada kullanmak. İç ve dış düşman üretemezseniz toplum ve devlet için “beka” sorunu üretemez siyasal tabanınızı kendinize inandıramazsınız.

B- Jingoizmin İç politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Jingoizm, iç toplumsal yapıda, çoğunluk lehine olarak, ırkçılığa, saldırgan milliyetciliğe, bağnaz ve dinbaz yobazlığa bürünerek çoğulcu toplumsal yapıdaki kültürel fay hatlarını derinleştirebilir. Ayrıştırmayı, kutuplaştırmayı, mikro milliyetçilik ve azınlık ırkçılığını harekete geçirebilir. Toplumsal dayanışma, barış ve kardeşlik duygularını tuzla buz edebilir.

2- Jingoizm, sosyolojik olarak, tarihsel ve kültürel uzlaşmacı ve barışçı kültür bağlarını çözebilir. Empati (duygudaşlık), hoşgörü ve farklılıklarla birlikte yaşama kültürünü ırklar, inançlar, dinler ve mezhepler arasında tarihsel ve kültürel olarak oluşan barışçı ve uzlaşmacı ortak (kollektif) bilince zarar verebilir.

3- İç yapıdaki, bilimsel, eğitsel, yönetsel, ekonomik, hukuksal, sosyal, kültürel adaletsizlikleri, yanlışları ve ayrımcılıkları gizlemek için Jingoizmi yani ırkçı ve saldırgan milliyetçilik söylemlerini ve toplum vicdanındaki ilahi ve yüce dinsel ırkçılık ya da şövenizmi bir örtü aracı yaparak siyasal iktidarın başarısızlıklarını halkın gözünden ve algısından gizlemek. Siyasal olarak en çok gözlenen durum da budur. Irkçı ve dinbaz, hamasi söylemlerle yoksulluğu, hukuksuzluğu, yolsuzluğu ve başarısızlığı halkın gözünden kaçırmak.

SONUÇ

Ulusumuzun kurtarıcısı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin kurucusu, Ülkemizi ve toplumumuzu evrensel ve çağdaş bir uygarlığa hazırlayan büyük devrimlerin mimarı ve yaşama aktarıcısı büyük insan, Ulu Önderimiz M.K. Atatürk:

a “Yurtta barış ve dünyada barış” diyerek hiçbir zaman saldırgan iç ve dış politika izlememiştir. Toplumsal farklılıklar arasında düşmanlık ve fay hatları oluşturmaktan uzak durmuştur. Bunun hep tersini, yapmış, her zaman birleştiriciliği yeğlemiştir.

Başka uluslara karşı yaptığı ve kazandığı savaşlar bir saldırı ve sömürge kurma, başka halklar ve uluslar üzerinde bir egemenlik kurma savaşı değildir. Tersine bir öz savunma ve yaşamsal olarak, Türk toplumunun var olabilme savaşıdır. Yaşadığı dönemde, imzalanmış olan Lozan Andlaşması (24 Temmuz 1923) ve organize ettiği Balkan ve Sadabat Paktları nedeniyle Ortadoğu ve Balkanları bir barış iklimine çevirmiştir.

b- M. Kemal Atatürk, emperyalistlere karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı nedeniyle, emepryalist güçlerin yenilmezliğine son vermiştir. Mazlum ve mağdur olup özgürlük ve bağımsızlık bekleyen uluslara yol gösterici ve umut verici bir örnek önder olmuştur.

c- Atatürkçülük bir Çağdaşlama devrimidir. Bütüncül (topyekun) toplumsal değişim hareketidir. Özgür aklın, deneysel ve eleştirel bilimin verilerini kullanarak Türk Toplumunu siyasal, eğitimsel, ekonomik, hukuksal, ekinsel (kültürel), sanatsal, düşünsel ve davranışsal… her alanda a’dan z’ye evrensel ve çağdaş bir yapıya taşımaktır.

d- Atatürk Milliyetçiliği ırkçı ya da saldırgan, başka ulus ve toplumlara karşı düşmanca duyuşlar (hisler) ve eylemler taşımaz. Saldırganlık ve düşmanlık O’nun karakterine terstir. Atatürk‘e göre “Milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.”

Atatürk milliyetçiliği tam bağımsızlığı, sömürü karşıtlığını, başta ekonomi ve teknoloji olmak üzere her alanda toplumun ekonomok gönencini (refahını), sağlık düzeyini, bilgi ve kültür konumunu çağdaş bir düzeye çıkarmak demektir.

e- Atatürk, Türkiye toplumunu ümmetten millete, hanedan fermanlarıyla yönetimden anayasal düzenle yapılanan ve ulusal istençle (milli iradeyle) biçimlenen eşitlikçi hukuk devletine; bireylerini de müritlikten yurttaşlığa terfi ettirmiş; fikri, irfanı ve vicdanı özgür bireylerden oluşan bir ulus kurmak istemiştir

  • Türkiye’nin geleceği ırkçlıkta, saldırgan milliyetçilikte, din, mezhep.. vb. ayrımcılıkta, azınlık ve etnik kümelere karşı ötekileştirmeler ya da mikro milliyetçilikte değildir.

Tersine, her konuda, hukuk ve adalet ilkelerine uygun olarak uzlaşmada ve birleştiriciliktedir.

  • Atatürk, Türkiye’nin ezeli ve ebedi birlik iskeleti ve o iskeletin çözülmez bağ dokusudur,  çimentosudur. Bu doku asla çözülmemeli ve çözdürülmemelidir.

Ayrıca demokratik ve laik Cumhuriyetin temel yapısını, hukukun üstünlüğünü, çoğulcu ve
çağdaş demokratik düzeni özde benimsemeyenler ve içine sindiremeyenler asla gerçek Atatürk milliyetçisi ve Atatürkçü olamazlar.

Hiçbir kişi ya da kurum, Türk Toplumunu Atatürkçü bir rotadan çıkaramayacaktır.

Bu uygarlık kervanı kesintisiz yürüyecek ve sonal (final) hedefine mutlaka ulaşacaktır.

Atatürk sevgisi ve Atatürkçü yol bu halkın hem beynine ve hem de gönlüne silinemez biçimde kazılmıştır. Gereklerini yapmak koşuluyla kötümser olmaya gerek yoktur.