Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

JİNGOİZM, IRKÇILIK, SALDIRGAN MİLLİYETÇİLİK ve ATATATÜRKÇÜLÜK

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Jingoizm terimi, başta İngiltere olmak üzere, sömürgeci Batılı ülkelerin, Siyahi Afrika, Amerika, Uzak Doğu Asya, örneğin Hindistan… gibi ülkelere sözüm ona bilim(!) ve uygarlık(!) götürmek, o ülke halklarını çağdaş dünyaya eklemlemek(!) gibi son derece insancıl(!) amaçlarla işgal etmek, o halklar ve devletler üzerinde siyasal ve askersel egemenlik kurarak onların ulusal kaynaklarını kolaylıkla sömürebilme temeline dayanıyordu.

18. ve 19. yy’da İngiltere, yeryuvarlağında üzerinde hiç güneş batmayan bir imparatorluktu. Şimdiki ABD bile 1776 yılına dek İngiliz Devleti’nin sömürgesiydi.

18. yy’ın önemli bir politika adamı ve düşünürü olan Randholph ChurhillRULE BRITANIA!!!” yani “HÜKMET İNGİLTERE!!!” diyerek İngilizlerin küresel egemenliğini haykırıyordu. Bu dönemler İngilizlerin dünyaya meydan okuduğu zaman dilimiydi.
İngiliz devletinin o yıllardaki sömürgeci ve işgalci tutum ve davranışları da JİNGOİST olarak tanımlanıyordu.

JİNGOİZM, bir ülkenin, kendince; kendi ulusal dış ve iç çıkarları ya da vazgeçilmezleri konusunda ırkçı , aşırı ve saldırgan milliyetçi bir tutum takınarak, başta tehdit ve savaş seçenekleri olmak üzere, başka azınlıkları, halkları ve ulusları zor kullanarak kendi egemenliği altına alma ve onlara sürekli buyurma ya da zorla boyun eğdirme siyasetine dayanır.

Jingoizmin dıs politikaya dayalı görünümü, başka uluslara karşı aşırı militarizme ya da savaşa dayalı tehdit, iç politikadaki görünümü ise etnik ve dinsel azınlık ya da farklılıklara karşı onları yok sayma, basķı altında tutma ve polisiye önlemlerle, zorla sindirme ve yok etme olarak karşımıza çıkar.

Örneğin 1930 ve 40’lı yılardaki Faşist Mussolini İtalya’sı ve Hitler’in Nazi Almanya’sının saldırgan iç ve dış politikaları Jingoizmin tipik örnekleridir. Nazi Almanya’nın siyasal yönetimine göre, Alman ulusunun yaşadığı bütün sorunlarının temelinde Yahudi ırkı vardır. Yahudi nüfus, Hitler Almanya’sına göre, Alman ırkının saflığı ve ekonomisi için büyük tehdit ve başka devletlerin de yurt içindeki işbirlikçisi konumundadır. O nedenle de yok edilmelidir….

Jingoist, ırkçı ve saldırgan milliyetçi yaklaşımların önce dış, sonra da iç politika açılarından temel sakıncaları şöyle özetlenebilir :

A- Jingoizmin Dış Politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Barışçı, diplomatik seçenekler yerine sürekli tehdit savaş seçeneğini ilk sıraya alma.
Başka ülke ve uluslara karşı saldırgan ve aşağılayıcı bir dil kullanma…

2- Barış ve uzlaşma seçeneği yerine fetih, işgal ve başka uluslardan toprak kazanma ve onlara hükmetme gibi saldırgan emel ve istekler taşıma.

3- Saldırgan ırkçı ve işgalci seçenekler nedeniyle uluslararası istikrarın tehlikeye girmesi,
küresel kamplaşma, kutuplaşma ve düşmanca tutum ve davranışların barış iklimini zehirlemesi. Halkların ekonomik ve toplumsal gönenç (refah) artışlarına kaynak aktarmak yerine,
militarist silah harcamalarının artışı…

4- Ortaya çıkan savaşlar nedeniyle, can yitiklerinin, ölümlerin ve engelli kalan insanların artışı. Ekonomik yıkım ve çöküşe zemin hazırlama. Savaş ve tehditlere dayalı iç ve dış göçlerin, istikrarı bozar biçimde hızlanması…

5- Savaşlar, tutsaklar ve ekonomik yıkımlar nedeniyle hukukun, insan haklarının askıya alınması. Tutsaklara, azınlıklara ve yabancılara kötü işlem (muamele). Kadınlar ve çocukların derin yoksulluğa (sefalete) sürüklenmesi.

6- Aşırı kibir ve kof gurur, başka uluslara karşı kin ve geçmişin abartılı olarak yüceltilmesi ve kutsanmasına dayalı olarak tarihsel olaylara takılıp, sürekli geçmiş düşlemi (hayali) ve özlemi ile yaşamak. Başka ulus ve ülkelere hep tepeden bakmak, onların ırkçı duygularını diri tutarak kendine düşman yaratıp bunları dış ve iç politikada kullanmak. İç ve dış düşman üretemezseniz toplum ve devlet için “beka” sorunu üretemez siyasal tabanınızı kendinize inandıramazsınız.

B- Jingoizmin İç politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Jingoizm, iç toplumsal yapıda, çoğunluk lehine olarak, ırkçılığa, saldırgan milliyetciliğe, bağnaz ve dinbaz yobazlığa bürünerek çoğulcu toplumsal yapıdaki kültürel fay hatlarını derinleştirebilir. Ayrıştırmayı, kutuplaştırmayı, mikro milliyetçilik ve azınlık ırkçılığını harekete geçirebilir. Toplumsal dayanışma, barış ve kardeşlik duygularını tuzla buz edebilir.

2- Jingoizm, sosyolojik olarak, tarihsel ve kültürel uzlaşmacı ve barışçı kültür bağlarını çözebilir. Empati (duygudaşlık), hoşgörü ve farklılıklarla birlikte yaşama kültürünü ırklar, inançlar, dinler ve mezhepler arasında tarihsel ve kültürel olarak oluşan barışçı ve uzlaşmacı ortak (kollektif) bilince zarar verebilir.

3- İç yapıdaki, bilimsel, eğitsel, yönetsel, ekonomik, hukuksal, sosyal, kültürel adaletsizlikleri, yanlışları ve ayrımcılıkları gizlemek için Jingoizmi yani ırkçı ve saldırgan milliyetçilik söylemlerini ve toplum vicdanındaki ilahi ve yüce dinsel ırkçılık ya da şövenizmi bir örtü aracı yaparak siyasal iktidarın başarısızlıklarını halkın gözünden ve algısından gizlemek. Siyasal olarak en çok gözlenen durum da budur. Irkçı ve dinbaz, hamasi söylemlerle yoksulluğu, hukuksuzluğu, yolsuzluğu ve başarısızlığı halkın gözünden kaçırmak.

SONUÇ

Ulusumuzun kurtarıcısı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin kurucusu, Ülkemizi ve toplumumuzu evrensel ve çağdaş bir uygarlığa hazırlayan büyük devrimlerin mimarı ve yaşama aktarıcısı büyük insan, Ulu Önderimiz M.K. Atatürk:

a “Yurtta barış ve dünyada barış” diyerek hiçbir zaman saldırgan iç ve dış politika izlememiştir. Toplumsal farklılıklar arasında düşmanlık ve fay hatları oluşturmaktan uzak durmuştur. Bunun hep tersini, yapmış, her zaman birleştiriciliği yeğlemiştir.

Başka uluslara karşı yaptığı ve kazandığı savaşlar bir saldırı ve sömürge kurma, başka halklar ve uluslar üzerinde bir egemenlik kurma savaşı değildir. Tersine bir öz savunma ve yaşamsal olarak, Türk toplumunun var olabilme savaşıdır. Yaşadığı dönemde, imzalanmış olan Lozan Andlaşması (24 Temmuz 1923) ve organize ettiği Balkan ve Sadabat Paktları nedeniyle Ortadoğu ve Balkanları bir barış iklimine çevirmiştir.

b- M. Kemal Atatürk, emperyalistlere karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı nedeniyle, emepryalist güçlerin yenilmezliğine son vermiştir. Mazlum ve mağdur olup özgürlük ve bağımsızlık bekleyen uluslara yol gösterici ve umut verici bir örnek önder olmuştur.

c- Atatürkçülük bir Çağdaşlama devrimidir. Bütüncül (topyekun) toplumsal değişim hareketidir. Özgür aklın, deneysel ve eleştirel bilimin verilerini kullanarak Türk Toplumunu siyasal, eğitimsel, ekonomik, hukuksal, ekinsel (kültürel), sanatsal, düşünsel ve davranışsal… her alanda a’dan z’ye evrensel ve çağdaş bir yapıya taşımaktır.

d- Atatürk Milliyetçiliği ırkçı ya da saldırgan, başka ulus ve toplumlara karşı düşmanca duyuşlar (hisler) ve eylemler taşımaz. Saldırganlık ve düşmanlık O’nun karakterine terstir. Atatürk‘e göre “Milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.”

Atatürk milliyetçiliği tam bağımsızlığı, sömürü karşıtlığını, başta ekonomi ve teknoloji olmak üzere her alanda toplumun ekonomok gönencini (refahını), sağlık düzeyini, bilgi ve kültür konumunu çağdaş bir düzeye çıkarmak demektir.

e- Atatürk, Türkiye toplumunu ümmetten millete, hanedan fermanlarıyla yönetimden anayasal düzenle yapılanan ve ulusal istençle (milli iradeyle) biçimlenen eşitlikçi hukuk devletine; bireylerini de müritlikten yurttaşlığa terfi ettirmiş; fikri, irfanı ve vicdanı özgür bireylerden oluşan bir ulus kurmak istemiştir

  • Türkiye’nin geleceği ırkçlıkta, saldırgan milliyetçilikte, din, mezhep.. vb. ayrımcılıkta, azınlık ve etnik kümelere karşı ötekileştirmeler ya da mikro milliyetçilikte değildir.

Tersine, her konuda, hukuk ve adalet ilkelerine uygun olarak uzlaşmada ve birleştiriciliktedir.

  • Atatürk, Türkiye’nin ezeli ve ebedi birlik iskeleti ve o iskeletin çözülmez bağ dokusudur,  çimentosudur. Bu doku asla çözülmemeli ve çözdürülmemelidir.

Ayrıca demokratik ve laik Cumhuriyetin temel yapısını, hukukun üstünlüğünü, çoğulcu ve
çağdaş demokratik düzeni özde benimsemeyenler ve içine sindiremeyenler asla gerçek Atatürk milliyetçisi ve Atatürkçü olamazlar.

Hiçbir kişi ya da kurum, Türk Toplumunu Atatürkçü bir rotadan çıkaramayacaktır.

Bu uygarlık kervanı kesintisiz yürüyecek ve sonal (final) hedefine mutlaka ulaşacaktır.

Atatürk sevgisi ve Atatürkçü yol bu halkın hem beynine ve hem de gönlüne silinemez biçimde kazılmıştır. Gereklerini yapmak koşuluyla kötümser olmaya gerek yoktur.

Hukuk ve sistem gözüyle 31 Mart

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu 

Siyaset, 04.04.2024, BİRGÜN

Demokrasi + hukuk + özgürlük için oy, karanlık üçlüye karşı oy demek.

Hukuk, haysiyet ve ahlak dışı cepheleri, çil yavruları gibi dağıtarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde fetret dönemi açan PBDBY ayracını kapatma umudu için 31 Mart oyu çok değerli.”
(BirGün, 29 Mart).
***
Ne mutlu! En başta, “Çin Ordusu ve çil yavruları” metaforunu ödünç aldığım CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ve kişiliğinde Parti’nin bütün emekçilerini, adaylarına oy veren seçmenleri kutluyorum.

Nereden nereye? CHP’nin, Ekim 1979 Senato kısmi seçimlerinde 1977 genel seçimlerine göre %15 oy yitirmesi üzerine Başbakan B. Ecevit’in, ‘halkın ciddi uyarısı’ gerekçesi ile istifası, Hükümeti değiştirdi.

AKP’nin 2023 genel çifte seçimlerine göre 2024 yerel seçimlerinde uğradığı oy yitiği daha yüksek.

Parlamenter rejim kaldırılmasa ve demokrasiye inanan bir başbakan bulunsa idi, “halkın güvensizliğinedeniyle istifa ederdi.

Ama bugün, ne hükümet var ne de demokratik inanç!

  • Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.”

Tarihimizde ilk olan bu anayasal düzenleme, “tarafsız” CB’nin, “Parti Genel başkanı” olmasına kapalı.

Haziran 2015 seçimlerinde ilk kez azınlığa düşen AKP, 2024’te 2. Parti konumuna geçti.
Resmen ‘yerel’ olsa da, ulusal ölçekte plebisite çevirmek için Erdoğan, seçimleri,
CHP’ye karşı Devleti seferber ederek yürüttü.

  • ‘Çin ordusu’ gibi Anadolu işgaline yönlendirilen merkezi güçler,
    halkın oyu ile ‘çil yavruları’ gibi dağıtıldı.

Bu nedenle seçimleri yitiren, “hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik” simgesi Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBBDY) oldu.

PBDBY, Anayasa ve din, toplum ve ülke tahribatı için kullanıldı:

  • Anayasa ve din, AKP tarafından tepeden dayatıldı.
  • Din, ticarileştirilerek ve siyasete alet edilerek iktidar ve rant aracı haline getirildi:

Ortaöğretimi imamhatipleştirirken, laik okul ders programlanın dincileştirmesi, onbinlerce cami inşaatından devasa Diyanet bütçesine, cemaat ve tarikatların Devlet içinde palazlanmasına dek, siyasal  İslam” harekatı hiç hız kesmedi.

Anayasa da öyle…

  • Nasıl oluyor da, Anayasa’yı sürekli ihlal eden AKP,
    Anayasa değişikliği veya yeni anayasa isteyebiliyor?

Yanıt, şu dörtlüde:
– Anayasasızlaştırma,
– anayasal dezenformasyon,
– yalancı anayasacılık ve
– ‘Cumhuriyet’in askıya alınması’ olarak fetret dönemi.

Son on yılda bütün değerler gibi anayasal kural, kurum ve ilkeler de dejenere edildi (yozlaştırıldı).

Toplum ve ülke bakımından kıyım ve kırım koşutluğu da açık.

Ülke kaynaklarını yerli ve yabancı işbirliklerine peş keş çeken AKP,
eski ortağı ile hesaplaşma bahanesi ile
toplu kıyımla mağdur ettiği kitlelere “ağaç kabuğu” reva gördü.

Kültürel, doğal ve toplumsal değer ve kazanımlar, hukuk dışı kıyım ve kırım araçlarıyla zedelendi.

Özetle, hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik, yoksullaşTIRma etkeni oldu.

Hükümetler ötesi değil yalnızca, devletler ötesi (Osmanlı ve Cumhuriyet) kazanımlar olarak Bakanlar Kurulu tasfiyesi bile, kurumsal bir yıkım.
Özerk kurul ve kurumlar bir yana, devletin bütün “ortak bellek düzenekleri” silindi.

Haliyle 31 Mart, hukuk, demokrasi ve akıl dışı gidişata son vermek için halkın iradesini dışa vurduğu büyük bir tarih.

Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde çok partili rejim getiren CHP,
son çeyreğinde AKP’nin, Cumhuriyeti tasfiye için kapatmak istediği
siyasal münavebe yolunu yine  açan Parti oldu.

  • Özetle, PBDBY tasfiye edilmeden, anayasal düzen ve demokratik siyasal sistem kurulamaz.

Bunun yol ve yöntemleri ayrı bir yazı konusu.
Bugünü, yine ‘hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik’ ürünü olan üçlü katliam ile noktalayalım:

  1. Hukuk (C. Atalay) : AYM kararının uygulanmaması.
  2. Demokrasi (A. Zeydan) : Mazbatanın seçimi yitirene verilmesi.
  3. Emekçi (29 cana mezar olan yangın : Düşünce suçu yaratmak için niyet okuyan
    kamu güçlerinin, yaşam alanı olan yapılaşmalara hukuku uygulamamaları.
    ================================
    Yazarın Son Yazıları

TÜRKİYE KIRMIZIYA BOYANIRKEN

Zeki Sarıhan

31 Mart 2024 yerel seçimlerinin daha ilk sonuçları yayımlanmaya başlandığında ülkemizin kırmızıya boyanmakta olduğu anlaşıldı ve bu durum Türkiye’nin devrimcileri, demokratları, hatta liberalleri tarafından büyük bir sevinçle karşılandı.

Her seçim sonucunda kalemine güvenenler tarafından yorumlar yayımlanması doğaldır. Halkımızın geleceği ile ilgili kaygıları, tasarıları bulunan herkes gibi ben de bunu yapıyorum. Şimdi, çiçekli 1 Nisan sabahında bunları özetlemenin bir sorumluluk olduğu kanısındayım.

  1. 1977’den beri girdiği bütün seçimlerde birinci olamayan ve bu durum varına yoğuna başına kakılan CHP, bu seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Bu CHP’ye olduğu ölçüde,
    çeşitli renkler taşıyan devrimci ve demokratlara büyük bir moral üstünlük kazandırdı.
  2. 31 Mart seçimleri, Türkiye’nin siyasal yazgısının değişmeyeceği önyargısını yıktı.
    Türkiye’nin önüne güçlü bir seçenek koydu.
  3. Gelecekten umudunu kesmiş kimi tuzu kuruların sözde “CHP’ye bir ders vermek için”
    sandık başına gitmemelerinin ne denli yanlış olduğunu kanıtladı. Halk onları utandırdı.
  4. 2019’da yineletilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri, sonun başlangıcı olduğunu gösteriyordu. Daha 6 Haziran 2014’te “AKP’nin Yükselişi ve Düşüşü” başlıklı yazımda bu gerilemeyi belirtmiştim. Ancak, “hop” demekle ağaca çıkılmıyor. “Vakit erişmeyince” niyetler gerçekleşmiyor.
  5. AKP ve MHP ortaklığının geri dönülmez biçimde güç yitirmesinin başta gelen nedeninin
    yaşam pahalılığı, işsizlik olduğu ölçüde, partizanlık, adaletsizlik, kibir ve gericileşTİRme olduğunu hesaba katmak gerekir.
  6. İktidarın ülkeyi şeriatçı bir Ortadoğu ülkesi yapmak için tarikatçıları iktidarına ortak etmesi, eğitim sistemini bilimsellikten uzaklaştırması, Hazineyi şeriatçı kimi kuruluşların hizmetine vermek için uyguladığı politikalar, bu seçim sonuçlarından anlaşıldığı üzere geri tepmiştir. Laikliğin güvencesinin devlet değil, halk olduğu yolundaki saptamalarımız doğrulanmıştır.
  7. CHP, Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ve Özgür Özel yönetiminde ilerletilen bir kabuk değişimine uğramaktadır. O artık, “Tek Parti dönemi”nin, yani halkla ilişkisi zayıf bir bürokrat-burjuva partisi olmaktan çıkma yolundadır. 31 Mart 2024 seçim utkusu nedeniyle Genel Başkan Özgür Özel’in belirttiği gibi, CHP artık, diktatörlüğe son vermek isteyen “demokratların” partisidir.
  8. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kurulan “Millet İttifakı” tepede dağılmış olmakla birlikte, halk arasında muhalefetin güçlerini birleştirmesi gerektiği gibi bir anlayışın güçlenmesine neden olmuştur. Nitekim İttifakı dağıtan önderler hemen hiçbir varlık gösteremedikleri halde, Özgür Özel’in “Türkiye İttifakı” dediği kümelenme, ana muhalefet partisinde gerçekleşmiştir.
  9. Sosyalist sol, eskiden olduğu gibi hala parçalı durumdadır. Bu seçimlerde küçük kimi yerlerde görünmelerine karşılık, dişe dokunur bir varlık gösterememiştir. Dünyanın gericilik dönemi yaşadığı bu koşullarda, bunda yadırganacak bir yan da yoktur. Ancak “komünist”ler
    birer öcü sayılmaktan çıkmışlar, seçim pusulalarında yerlerini almaya başlamışlardır.
  10. AKP iktidarının Kürt devrimci ve demokratlarını “terörist” ilan ederek düşmanlaştırmasını, bunların ülkeyi böleceklerini ileri sürerek halkı kendi çevresinde toplama politikasının da
    artık kullanım süresinin bittiği görülmektedir. Partileri hakkında kapatma davası açıldığı, kazandıkları belediyeler “kayyım”la ellerinden alındığı, belli başlı siyasetçilerinin hapishanelerde rehin tutulduğu bu siyaset, kaya gibi yerinde durduğunu göstermiştir.
    Bu parti seçmenlerinin, parti yönetiminin de telkiniyle olsa gerek, kendi adaylarının seçime girdiği İstanbul, İzmir gibi yerlerde AKP karşısında baraj olacak CHP’ye oy vermeleri de
    akıllı bir siyasetin ürünüdür.
  11. Bu seçim sonuçlarının iktidar blokunda yaratacağı etki de önemsiz değildir.
    AKP’nin burnu kırılmıştır.
    Bundan sonra halkın içine destursuz bağa girer gibi giremeyecektir.
    Ordu, bürokrasi, adliye, eğitim, kendi yandaşlarını iyice palazlandırdığı iş dünyasının büyük bölümünü elinde tutuyorsa da, halkın çoğunluğu artık onun elinde değildir.
    Devlet ile halk artık aynı çizgide bulunmuyor.
    Türkiye ikili bir iktidar dönemine girmiştir.
    Önümüzdeki süreçte, Devletin (AKP ve MHP’nin) halkı kazanacağı beklenemez.
    Aksine demokrasi güçleri devleti kazanacaklarıdır.
  12. Utanması gerekenler : Hangi partiden olursa olsun, bu seçime girip de yitirenlerin hiçbiri utanılacak bir şey yapmamıştır. Bu demokratik bir yarışın gereğidir.
    Ancak utanması gereken kişiler de vardır.
    Devletin yansız olması gereken televizyonunu (TRT) iktidar partisinin borazanı durumuna getirenler bundan utanç duymalıdırlar.
    Eski seçim yasalarında oldukça mantıklı olarak seçimle ilgili üç Bakanın (Adalet, Ulaştırma ve İçişleri Bakanları) seçimden bir süre önce istifa edip yerlerine partisiz Bakanlar getiriliyordu.
    Bu uygulamayı kaldırdılar, ama gene de bu Bakanların, AKP adayına oy istemek için yollara düşüp “kapı kapı” gezmeleri hiç yakışık almadı. Bu üç Bakan, kendilerine biraz güven varsa da bunu yitirmişlerdir. Pişman olmaları beklenir.
  13. Seçimlerde oyların gizli verilmesi çok yerinde (AS: zorunlu!) bir uygulama olmakla birlikte, isteyenlerin gerek seçimden önce, gerek seçimden sonra oylarını açıklamaları da bir haktır. Bunun gereği olarak ben de epey bir süredir oy verdiğim kişi ve partileri açıklıyorum.
    Bu seçimde oturduğum Ankara-Çankaya’ya bağlı Koru Mahallesinde yeniden aday olan
    CHP’li Türkân Yezer’e oy verdim. Kendisinden başka aday da yoktu. Çankaya’da ve Ankara Büyükşehir’de CHP’nin adaylarına oy verdim. Oy verdiğim herkes açık farkla kazandı!
  14. Seçimlerde bir kulağım Beyceli köyündedir. Çok ilginçtir ki, burada da CHP’li bir aday olan Şehzat Sarıhan kazanmış. Dikkat çeken husus, O’nun CHP’li olmasından çok Sarıhan sülalesine bağlı olmasıdır. Bu seçimde adaylığını koyanlardan olasılıkla başka CHP’liler de var. Sarıhanlar, tek parti döneminde köyün egemeni idiler ve muhtarlar da hep onlardan olurdu. İlk kez 1973’te bu durum değişti. Arada bu aileden olan İsmet Sarıhan muhtarlık yaptı. Şimdi muhtarlığın yeniden Sarıhan soyadını taşıyan birinin eline geçmesi, Türkiye’deki 31 Mart seçim sonuçlarına ve CHP’nin 1. parti olmasına benziyor.

    Diyeceğim, CHP hakkında Tek Parti’den kalan olumsuz izlenimin genç kuşaklarda silinmeye başladığını gösteriyor.

    Nitekim Beyceli’de AK Parti Ordu adayı seçilmiş olmakla birlikte, CHP’nin oyları da artmış. Geçenlerde yayımladığım bir yazıda CHP’nin 1. parti olamayışını Tek Parti döneminden kalan olumsuz anısına bağlayıp “Özgür Özel, Erdoğan’ı Yenebilir mi?” diye sormuştum.

    31 Mart 2024 Yerel Seçimleri, Özgür Özel’in kişiliğinde demokratik muhalefetin Erdoğan’ı yendiğinin kanıtıdır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 3 Nisan 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri, makamları gereği tarafsız kalması anayasal ve etik zorunluluk iken, yerel seçimde AKP’li adaylara destek veren Cumhurbaşkanı, Bakanlar ve komuta kademesine…


ÖNERİ

Belediyelerden 5 milyon liralık ihale alan AKP Aksaray Milletvekili, 10 bin TL aylık ile geçinme zorluğu yaşayan emeklilere simit – su satma gibi ek işler yapmalarını önerdi.

AKP bu denli akıllı, halden anlar adamları barındırdığı için iktidarda olsa gerek…

ASKER

Milli Savunma Bakanı, Gnkur. Bşk., KK Komutanı ve J. Gn. K. nın vali ziyareti görüntüsü ile AKP’li belediye başkan adaylarına destek verdikleri medyada yer aldı.

Bunlar, yansızlığı ve siyaset üstü olması zorunlu üst düzey makam sahipleri.

Atasözümüz ne güzel;

  • Mevki insana şeref vermez, insan bulunduğu mevkiyi şereflendirmelidir.

VACİP (ZORUNLU)

Cumhur İttifakı’nın dışındaki Yeniden Refah Partisi, Saadet ve sair adaylara oy vermek caiz değildir. Oy verenler mesuldür, günahkar olur ve azaba gider. Cumhur İttifakı’na vermek vaciptir (başka yol yoktur, zorunludur).”

Din adamı geçinen bu tür çıkarcı soytarılara inanmak vacip (zorunlu) midir?…

CAİZ

RTE bankaların promosyon vereceğini müjdeledi.
Diyanet, promosyonun “caiz olmadığına” ilişkin fetva verdi.
(AS: DİB’nın fetva verme yetkisi yok. Bu sözcüğü kullanmak kanımızca doğru değil.)

Anayasamıza göre T.C. laik bir devlet miydi?..

AKTRONOT

Milletin parasıyla uzaya giden astronot (AS: eski pilot!) Alper Gezeravcı, AKP’li adaylara destek toplantılarına götürülüyor.

Ucuzken “Fasulye kendini nimetten sayar” diye bir söz vardı…

TARİKATÇI

AKP Cumhurbaşkanı RTE, Yerel Seçimlere saatler kala, İsmailağa tarikatını ziyaret etti.

Siyasetinin merkez durağı…

BAŞARI

Perinçek, seçimde başarılı olduklarını ve dört ilde birer muhtarlık kazandıklarını açıkladı.

Kutlarım. Hayatının başarısı… (AS: Seçim yasasına göre partiler muhtar adayı gösteremiyor.)

KAYYUM

Van’da seçimi açık ara kazanan DEM Parti’li adayın terörle bağlantısı mazbataya dakikalar kala fark edilip yerine seçimi yitiren AKP’li kayyum atandı.

Durduk yerde sokak karıştı. Yasaklar kondu.

AKP’nin yeni, adil seçim yöntemi!..

Atatürk kazandı

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com
03 Nisan 2024, Cumhuriyet

 

  • 31 Mart 2024 seçiminin galibi Atatürk’tür.
  • Kaybedenler, her türden, her çeşit, Atatürk düşmanlarıdır.

Anıtlarına saldıranlar, annesine küfredenler, şeriatçılar, hilafetçiler, cemaatçiler, Cumhuriyet düşmanları, kadın düşmanları, hayvan düşmanları, mutluluk düşmanları, insanlık düşmanları, yaşamak düşmanları, özgürlük düşmanları, despotluğa uşaklık edenler, Atatürkçü meslek büyükleri hapiste çürümekteyken ağızlarını açmayanlar, aydınlar ortaçağ hukuksuzluğuyla zindanda tutulmaktayken suskun kalan korkak ve kimliksiz okuryazar takımı, hukukçuluk cüppesini despotun ayakları altına seren çakma hukukçular, üniversite kürsülerini binlerce yıl öncelerde çürütülmüş safsatalarla alçaltanlar,

“Keşke Yunan kazansaydı” diyen hainler ve günümüzdeki suç ortakları, ellerine fırsat geçecek olsa kadınları meydanlarda taşlayarak linç edip, hasımlarının kafalarını keserek Türkiye’yi günümüz Afganistan’ından beter duruma getirmeye can atan ruh hastaları, cellat ruhlu potansiyel katil sürüsü, bilim ve bilgi düşmanları, rantçılar, vatan satıcıları,

  • yurttaşı bir dilim ekmeğe, bir bardak çaya hasret bırakanlar,

tavşan yürekliler, kötülük senaryosu üreticileri, oy vermeye gitmeyip düşmanın ekmeğine yağ sürenler, özetle her türlü ve her çeşit kötülük, pislik, alçaklık, gerilik ve gericilik kaybetti.

  • Kazanan tek sözlükle Atatürk’tür.

Açacak olursak çağdaşlık, özgürlük, gelecek ümidi, yaşama sevinci.

31 Mart gecesi izlenimlerimi kısaca özetleyecek olursam:

Başarılı genç kaptan Özgür Özel’in konuşmasındaki “Demokratlar, sosyal demokratlar, milliyetçi demokratlar, Kürt demokratlar” vurgusunu önemli buluyorum. “Demokrat” kalarak, farklı olanın düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne saygı duyarak, ülke sevgisinde ve insan saygısında birleşerek her şeyi konuşup tartışabilmeliyiz. Bilime bağlılığın, çağdaşlığın, yurttaş ve insan olmanın gerekleri bunlardır.

Ekrem İmamoğlu’nun konuşmasındaki dünyaya, dünya ülkelerine, Türkiye’nin çağdaş dünyada sahip olması gereken yere ilişkin geniş ufuklu seslenişini önemsiyorum.

Mansur Yavaş’ın her zamanki dik duruşu ve kararlı sükûnetiyle rantçıları, emek hırsızlarını, vatan topraklarını yağmalayanları yerin dibine batırmasını alkışlıyorum.

Bu söylenenlerden çok özet olarak şu sonucu çıkarıyorum:

  • CHP bu süreçte artık salt CHP değil, sadece bir siyasal parti değil;
    henüz sürmekte olan bu karanlıktan bütünüyle çıkıncaya kadar toplumun öncüsüdür.

Ona oy veren vermeyen herkesin partisidir.

Bu aşamada, yerel yönetimler yoluyla da olsa, yarım kalmış Cumhuriyet Devrimlerinin, özellikle ve başta eğitim alanında sürdürülmesini sağlayacak olan partidir.

  • Emek hırsızlarına ve Aydınlanma düşmanlarına karşı Cumhuriyetin değerlerini söylemde ve eylemde en ufak bir ödün vermeksizin savunup koruması gereken öncü örgüttür.

Aynı zamanda Türkiye’nin çağdaş yüzü olarak başta Batı’nınkiler olmak üzere bütün dünyada çağdaş, demokrat, sosyal demokrat siyasal ve kültürel kuruluşlarla sapasağlam birliktelikler gerçekleştirmesi gereken kuruluştur.

Bunlar için de CHP örgütünün en yukarıdan başlayarak bütün yöneticilerinin, ülkenin küçümsenemeyecek bilim kültür sanat çevreleriyle dirsek ve akıl temasında, var olan bilgi birikimleriyle yetinmeyerek, her alanda kendilerini yenileme ve sonsuzca öğrenme tutkusuyla dolup taşmaları gerekiyor. Burada da örnek yine Atatürk’tür…
***
Yenilene, yenilenlere gelince… Belki de yazar-şair kimliğimle simgeleri önemserim.
Simgeler gerçeğin derin ve çarpıcı anlatım araçlarıdır.
O gece yenilginin simgesi;

  • Bir korkuluğa geçirilmiş gibi duran kara bir palto,
    içteki paniği dışa vuran yüz kasları ve içe dönük bakışlar,
    üzerlerine kara bir örtü atılmışçasına sönük bir ışık altında zorla bir araya getirilmiş
    ve her an dağılmaya hazırmış gibi duran neşesiz ve isteksiz bir küçük topluluktu.

***
31 Mart seçim sonuçları yitirenler için son ya da sonun başlangıcı olabilir.

Fakat bunun böyle olması, kazananların, bu sonucun bir son değil, kendilerine çok büyük sorumluluklar yükleyen bir başlangıç olduğunu anlamalarına ve bir an gecikmeksizin gerekeni yapmaya koyulmalarına bağlıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk kazandı3 Nisan 2024

ADAM KAZANAMADI

Suay Karaman

81 il, 973 ilçe ve 390 belde yöneticilerin belirlendiği 31 Mart 2024 yerel seçimleri ülkemize umut olacak biçimde sonuçlandı. Seçimin galibi (yengini) kesinlikle CHP’dir, ancak şeriatçı yapısıyla Yeniden Refah  Partisi’nin (YRP) çıkışı da önemlidir. Seçimi yitirenler başta AKP olmak üzere, MHP ve İYİ Parti’dir. Sonuç olarak seçimin yenileni tek adamlık heveslisi Tayyip Erdoğan’dır, yeneni ise oylarını CHP’de birleştiren yıllardır çile çeken halkımızdır.

Seçim sonuçlarına göre İYİ Parti ile Kemal Kılıçdaroğlu ve altılı masanın görünmez ortakları silinecektir. Yerel seçimde CHP’yi birinci parti yapan YRP ile MHP’nin aldığı oylar ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) ile yapılan gizli ittifaktır. Tüm çile çekenler ve acıları göğüsleyenler, 22 zorlu yılın sonunda ülkeyi bu duruma sokanlara “dur!” dedi.

Bu seçimdeki başarıyı salt CHP’nin başarısı olarak görmek, gelecek için büyük bir yanılgı olur. Çünkü halkın refah düzeyinin düşmesi ve geçim derdinde boğulması en büyük etkendir. Bunların yanında emeklileri ve yoksul kesimleri hor gören bir yaklaşım, ekonominin çökertilmesi, demokratik ve laik cumhuriyetimizin temellerinin aşındırılmaya ve bireysel özgürlük alanlarının daraltılmaya çalışılması da AKP’ye seçimi yitirten etkenlerdendir. AKP’nin Gazze’deki soykırıma karşı uygulamada hiçbir şey yapmaması ve tabanının istemine karşın İsrail’le ticareti kesmemesi de AKP’de oy yitiğine neden olmuştur. Toplum kendisine en yakın, en görünür protesto tercihini yaparak, birçok seçim çevresinde “Tayyip Erdoğan’a dur” diyeceği seçeneklere yöneldi ve CHP’yi 1. parti yaptı.

Hukuksuzluğun doruğa çıktığı, seçim yasaklarının çiğnendiği, maddi ve manevi olarak devletin tüm olanaklarının AKP için kullanıldığı 31 Mart yerel seçimlerinde saat 17.00 dolayında Tayyip Erdoğanın partililerine “sandıkları terk etmeyin” çağrısı yapması, işlerin iktidar açısından iyi gitmediğinin ilk işaretiydi. Sonucun yengi getirmeyeceğinin ayrımındaydılar. 

Bu seçim yenilgisinden sonra daha dikkatli olması gereken AKP, yeni anayasa yapımını gündeme getirecektir. Muhalefetten, özellikle DEM Parti’den ve CHP listelerinden seçilen transfer milletvekillerinden alacağı destekle isteğine ulaşabilecektir. Bu durumda gerginlik daha da tırmanacak ve istenmeyen olaylar meydana gelebilecektir.

Bu seçim yengisinden sonra CHP, zafer (utku) sarhoşluğuna düşmeden Atatürk’ün partisi olduğunu anımsayarak, Altı Ok’a sahip çıkmalı, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığına sarılmalıdır. Bu seçim yengisinin, sağa sarılarak kazanıldığı olgusu da yanlıştır; bunun üzerinde düşünülmeli ve Parti kendi ilkelerine bağlı kalmalıdır. Bu seçimlerde Tayyip Erdoğan’ın öne çıkması ve devlet olanaklarının kullanılması Türkiye’deki bütün illeri tetiklemiş ve bir dip dalgası ile halk tepkisini açıkça göstermiştir. Yıllardır kazanılamayan birçok yer kazanılırken, İzmir’deki oy oranının %48 olması da düşündürücüdür. CHP yöneticileri bunlardan çok iyi analizler yaparak, gerekli sonuçları çıkararak, öncelikle tüzüğünü demokratikleştirmeli, parti içi demokrasiyi sağlamalı, her alanda yargı denetiminde ön seçimi temel almalı ve hızla iktidara hazırlanmalıdır. 

  • Irk, din, mezhep, etnisite gibi ayrıştırıcı konuları gündeme getirmemelidir. 

Çok partili sisteme geçildiği günden beri ilk kez, Afyonkarahisar’da CHP belediye seçimini kent tarihinin ilk kadın adayıyla kazandı. Afyonkarahisar milletvekili Burcu Köksal, 6 Mart 2024’te “DEM Parti’yi belediyeye sokmayacağım dediği için linç edilmişti. Ekrem İmamoğlu partinin patronu gibi, Burcu Köksal için “ya kendine başka bir iş bulacak ya da başka parti bulacak” demişti. Özgür Özel de bu konuda geveleyip durmuştu. Burcu Köksal’ın belediye başkanı olması Ekrem İmamoğlu’na ve öbürlerine de bir şamar oldu. Bu söylemle gerçek Türk milliyetçilerinin oylarını aldı. Bakalım bunu anlayabilecekler mi?

CHP yerel seçimleri kazandı; esas savaşım (mücadele) şimdi başlıyor. Tüm başkanları kutluyor ve kibirden uzak kalarak, halka yakın sorun çözücü başarılı hizmetler bekliyoruz. Çok dikkatli ve bilinçli olmak zorundayız.

  • Ülkemizin emperyalizmin boyunduruğundan kurtarılarak,
    Ankara’dan yönetilmesi için emek harcamalıyız.

Eşsiz kurtarıcımız büyük Atatürk’ün dediği gibi,

  • “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”

diyerek savaşımımızı (mücadelemizi) kararlı biçimde sürdürmeliyiz.

Atatürk bize yolunu da göstermişti :

  • “Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.”

Azim ve Karar, 1 Nisan 2024

Yapay zekâ, başa bela

Dostlar

9 Mart 2024 günü web sitemizde yayınladığımız, hesaplarımızda paylaştığımız  bu yazıyı,
31 Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından, “güncel durum” nedeniyle, bir kez daha paylaşmayı uygun bulduk..
Saygın ve yetenekli – yaratıcı yazarını bir kez kutluyoruz.

Bunları yazarken “Tutar Silker” yanımdaydı (!).
Bana tokat falan atmadı!!
Ulusun kahreden tokadı, hak edenlerin suratında patladı..
Bu daha başlangıç..
Adam olmaz ve böyle devam ederlerse daha neler var neler…

Sevgi ve saygı ile. 02 Nisan 2024

Dr. Ahmet SALTIK
==================================================

Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com

Sorgularda yorulan işkence memurlarına yardımcı olmak amacıyla üretilmişti. Mikronezya Merkez Karakolu’nda çok işe yarayacaktı.

Armağan robot Ulu Çoban Makropiç’in pek hoşuna gitti. Tutar Silker’i karakola atmadan önce birkaç gün bizzat kullanmaya karar verdi.

Betonit Saray’da hemen bir Ekonomik Çobanlık Zirvesi yapılmasına hükmetti. Merkez Pastanesi tamtakır demek bizzat Muktedir Makropiç tarafından yasaklandığı için zirveye katılanlar sorunu Merkez TT diye adlandırmak; Mikronezya para birimi Mikropiye’nin hızla değer kaybını da özgürlüğü çağrıştıran “serbest düşüş” olarak anmakla yükümlüydüler.

Beklenen gün geldi, az sayıda yozdaş yandaşın katıldığı zirveye Ulu Çoban da yanında robot Tutar Silker’le giriş yaptı.

Tabiidir ki önce Merkez Pastanesi yeni müdürü İhtiram Beşbasar’ı sorguladı: “Merkez niye TT?”

İhtiram Beşbasar, Ulu Çobanım, emeklilere pudra şekeri yetiştiremiyoruz…” diyordu ki robot Tutar Silker yanında bitip adamın suratına okkalı bir tokat patlattı.

Makropiç, ikinci soruyu istihbarat sözcüsü Efraim Gordo’ya yöneltti: “Mikropiye’nin serbest düşüşünü önleyecek kakao yardımı nerede? Hani gönderecekti senin Amerika?”

Efraim Gordo tam “Gemi yolda Ulu Çoban’ım bugün yarın…” diyordu ki o da Tutar Silker’in tokadıyla koltuktan uçtu.

Muktedir Makropiç, robotun yozdaşlarına attığı dayaktan hoşnuttu.

“Ulan aranızdaki tek diplomalı ekonomist benim, sözümü dinleseniz yeter…” diye gürledi

ve Tutar Silker’den yediği iki tokatla yere düştü.

Robotun akıbeti bilinmiyor.

EGEMENLİK ULUSUNDUR

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Büyük devrimci Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşını başlatırken, savaşın siyasal hedefini “Ulusal egemenliğe dayalı ve tam bağımsız yeni bir devlet kurmak” olarak saptamıştı. Bu nedenle Kurtuluş Savaşımız eşzamanlı iki savaşım (mücadele) biçiminde olmuştur:

  1. Tam bağımsızlığın ön koşulu olan yurdun işgallerden kurtarılması için askeri savaşım,
  2. Egemenliği Osmanlı hanedanından alıp ulusa vermek için siyasal savaşım.

Askeri savaşım, “iç hat manevrası” denilen bir strateji ile ve evrelerle yapılmıştır. Önce Doğu Anadolu’da Emeni işgaline son verilmiş, Güney cephesindeki Kuvayı Milliye direnişi Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) Temsil Kurulunun yönetiminde deneyimli komutanlar eliyle yürütülmüştür. Doğu ve güney cepheleri güven altına alındıktan sonra tüm ağırlık kesin sonucun alınacağı Batı cephesine verilmiştir.

Batı cephesinde ise ilk evrede Kuvayı Milliye direnişi ile zaman kazanırken düzenli bir ordu kurulmuştur. 2. evrede 1921 başından başlayarak Sakarya’ya dek (Eylül 1921) düzenli ordu ile stratejik savunma yaparak düşmanın saldırı (taarruz) gücü tüketilmiş, son evrede Ağustos 1922’de stratejik saldırı (taarruz) aşamasına geçilerek kesin utku (zafer) elde edilmiştir. Utkunun siyasal sonucu olan tam bağımsızlık, Lozan’da diplomatik olarak da kazanılmıştır.

Siyasal Savaşım

Kurtuluş Savaşının siyasal hedefi egemenliğin Osmanlı hanedanından alınıp ulusa verilmesidir.

EGEMENLİK: Bir devlette kuralları koyma ve gerektiğinde zor kullanarak uygula(t)ma yetkisidir. Egemenlik, içeride zor kullanma yetkisi tekeline sahip olmak, dışarıya karşı da tam bağımsız olmak demektir. Egemenlik bölünemez, paylaşılamaz, devredilemez. hiçbir zümreye veya sınıfa bırakılamaz (AY md.6).

Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan beri egemenlik yetkisini ulus değil, Osmanlı hanedanı kullanmakta idi. Bu durum Atatürk’ün çağdaş devlet tasarımına uymuyordu. Egemenliğin ulusa devredilmesi süreci de askeri savaşım gibi evrelere ayrılarak yürütülmüştür. İlk atılım 22 Haziran 1919’da bir başkaldırı bildirisi olan Amasya Bildirgesidir. Bu Bildirge ile artık padişah hükûmetine güvenilmediği ve ulusun kendi yazgısını kendisinin belirleyeceği duyurulmuştur.

İşgale karşı yerel Kuvayı Millîye kongrelerinin kurulması egemenliğin ulusa geçmesinin sonraki adımıdır. Ordusuz bırakılmış ulus, yurt çapında toplam 1396 kişinin katıldığı 30 kuvvayı milliye kongresi ile örgütlenerek[1] 100 000 kişilik silahlı güç oluşturmuştur. Bu, ulusun yazgısını eylemli olarak kendi eline alması demektir ve ulusal egemenliğe doğru önemli bir atılımdır.

Yerel kongrelerin en önemlisi 23 Temmuz 7 Ağustos 1919 tarihleri arasındaki Erzurum kongresidir. Bu kongrede Kuvayı Millîyeyi etken, ulusal istenci (milli iradeyi) egemen kılma kararı alınmıştır.

Sonraki evre ulusal kongre evresidir. 4- 11 Eylül 1919 arasındaki Sivas kongresinde tüm yerel kongreler Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adı altında birleştirilmiş ve Mutafa Kemal’in başkanlığında Temsil Kurulu oluşturulmuştur.

Bu tarihten sonra Anadolu ve Trakya’da egemenliği Padişah değil, ulusun temsilcilerinden oluşan Sivas kongresinin verdiği yetki ile yürütme erkine sahip ARMHC Temsil Kurulu (Heyet-i Temsiliye) kullanmaktadır.

TBMM:

Egemenliğin ulusa geçmesinde en önemli adım 104 yıl önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasası olan 1876 anayasası ile “meşruti (anayasa ile koşullara bağlı) monarşi” sistemi getirilmişti. İki kanatlı bir Osmanlı Meclisi vardı ama son söz yine padişahındı. Meclisin çıkardığı yasaları padişah onaylardı Meclis padişahı (yürütmeyi) denetleyemezdi. Padişah kutsal ve sorumsuzdu (1876 AY md.5). Padişahın meclisi kapatma yetkisi vardı. Kısaca padişah meclisin üzerinde idi.

1876’da açılıp 1877’de Abdülhamit tarafından kapatılan Osmanlı Meclisi, 1908 devrimi ile yeniden açılmış, 30 Ekim 1918 Mondros ateşkesinden sonra 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından kapatılmıştı. Mustafa Kemal kurtuluş savaşını başlattığında ortada bir meclis yoktur. Oysa büyük devrimci, kurtuluş savaşının yönetimini tek başına değil, bir meclisin denetimi altında yapmak istemekteydi.

Sivas Kongresinden sonra 20-22 Ekim 1919’da Mustafa Kemal Paşa, Amasya’da Osmanlı Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Salih Paşa ile buluşmasında meclisin İstanbul’da, bu olanaklı olmazsa Ankara’da açılmasını Osmanlı hükümet temsilcisine kabul ettirmiştir. Mustafa Kemal’in 16 Kasım 1919’da Sivas’ta yaptığı komutanlar toplantısında meclisin İstanbul’da toplanmasına ve milletvekillerinin İstanbul’a gitmeden önce ulusal savaşım konusunda bilgilendirilmelerine karar verilmiştir.  Son Osmanlı Meclisi Amasya kararı gereği 12 Ocak 1919’da İstanbul’da açıldı.

Kuvayı Milliyecilerin ağırlıklı olduğu son Osmanlı Meclisi, 28 Ocak 1919’da gizli toplantısında kurtuluş savaşının siyasal hedefini tanımlayan Misakı Milli’yi kabul etti ve 17 Şubat 1919’da tüm dünyaya duyurdu. İşgalci İtilaf devletlerinin Misakı Milli duyurusuna tepkisi 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali oldu. Amaç Padişaha Sevr anlaşmasını kabul ettirmekti. İşgalci İngilizler aynı gün Meclisi basarak Misak-ı Milli’yi kabul eden 11 milletvekilini Malta’ya sürgüne gönderdiler. Bunlar arasında Mustafa Kemal’in önceden uyarısına karşın Ankara’ya gitmeyen temsil kurulu üyeleri Rauf Orbay ve Kara Vasıf da vardı.

İşgalden iki gün sonra (18 Mart) Meclis, “Güvenli bir ortamda görev yapma olasılığının doğmasına kadar dek görüşmelerinin ertelenmesine” karar verdi ve 11 Nisan 1920’de son Padişah Vahdettin tarafından kapatıldı. İstanbul’daki meclisin basılması ve kapanması Mustafa Kemal’e Ankara’da yeni bir meclisi açmak için beklediği fırsatı vermişti. Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, İstanbul’un işgalinden üç gün sonra 19 Mart’ta yayınladığı genelgede memleket işlerini idare etmek ve denetlemek üzere Ankara’da fevkalade selahiyeti haiz(olağanüstü yetkilere sahip) bir meclisin açılacağını ve bunun için yapılacak seçimlerin ilkelerini duyurdu[2].

Olağanüstü yetkilere sahip meclis” betimlemesi, anayasa hukukunda, yeni bir anayasa yapmaya yetkili asli kurucu iktidar anlamına geliyordu. Bu da yeni bir devletin kurulması demekti. Mustafa Kemal Ankara’da yeni bir meclis açılmasını istemişti ama Ankara’da toplantıların yapılabileceği bir bina bile yoktu. İttihat ve Terakki Kulübü için yapılmakta olan bir binanın yapımı hızlandırıldı. Yapım aşamasındaki bir ilkokulun çatı kiremitleri buraya aktarıldı, yakındaki kahvehanelerden gaz lambaları getirtildi ve hızla bitirilen bina sade biçimde döşenerek toplantı için uygun duruma getirildi. TBMM, Mustafa Kemal’in 19 Mart genelgesine göre yapılan seçimde seçilen milletvekilleri ile 23 Nisan 1920 Cuma gönü açıldı. TBMM’nin açılışı Mustafa Kemal’in yayınladığı izlenceye göre, dinsel ağırlıklı bir törenle oldu.

TBMM’nin 23 Nisan 1920 tarih ve 1 sayılı kararı ile kapanan Osmanlı meclisinin üyelerinin de TBMM’de milletvekili olmaları kabul edildi. Böylece ilk TBMM üyeleri iki gruptan oluşuyordu:

  1. Mustafa Kemal’in 19 Mart genelgesine göre yapılan seçimlerle gelenler, (1. Grup)
  2. Son Osmanlı Meclisi üyelerinden Ankara’ya gelebilenler. (2. Grup)

23 Nisan 1920 Cuma günü ilk toplantısını yapan TBMM’deki milletvekillerinin mesleklerine göre dağılımı şöyledir:

115 memur, emekli,
61 sarıklı hoca,
51 komutan, subay,
46 çiftçi,
37 tüccar,
29 avukat,
15 doktor,
10 aşiret reisi, ağa,
8 tarikat şeyhi,
6 gazeteci,
2 mühendis[3]

Görüldüğü gibi ilk TBMM’de toplumun tüm kesimleri temsil edilmektedir. Mustafa Kemal, 24 Nisan’da TBMM’de yaptığı konuşmada yeni meclisin işlevlerini ve yeni yönetim biçiminin ilkelerini açıkladı. Mustafa Kemal’in 24 Nisan konuşmasında belirttiği geçici anayasa niteliğindeki ilkeler TBMM genel kurulunda oylanarak kabul edildi. Buna göre:

  1. Hükümet kurmak zorunludur.
  2. Geçici de olsa bir hükümet başkanı tanımak uygun değildir.
  3. Ulusal istencin (milli iradenin) temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
  4. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde hiçbir orun (makam) yoktur.
    (Padişah dahil C.D.)
  5. Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.
  6. Meclisten seçilecek bir kurul meclisin vekili olarak hükümet işlerini görür. Meclis başkanı,
    bu kurulun da başkanıdır. Kurul üyeleri ve başkanı meclise karşı tam sorumludur.
  7. Padişah ve halife, altında bulunduğu baskıdan kurtulduktan sonra meclisin düzenleyeceği yasa içinde durumunu alacaktır.[4]

1921 anayasasına temel oluşturan bu ilkeler, egemenliğin eylemli olarak ve hukukça (hukuken) ulusa geçmiş olduğunu ve TBMM tarafından kullanıldığını göstermekte ve TBMM’yi yeni devletin en üstün kurumu yapmaktadır. 1876 anayasasında öngörülen padişahın (yürütmenin) meclise (yasamaya) karşı üstünlüğü yerline meclisin (yasamanın) yürütme üzerinde üstünlüğü ilkesi getirilmiştir. Sorumsuz padişahtan meclise karşı sorumlu hükümete geçilmiştir. Bu şekli ile adı 29 Ekim 1923’te konulacak olsa da, yeni devlet demokratik bir cumhuriyet olarak kurulmuştur. 24 Nisan’daki (1923) konuşmasının ardından yapılan seçimde Mustafa Kemal, oybirliği ile meclis başkanlığına seçildi (39 yaşında idi).

Mustafa kemal TBMM’nin açılışından bir gün önce (22 Nisan’da) tüm yurda yayınladığı bir bildiri ile “Meclisin açılışından sonra bütün sivil ve askeri makamların ve bütün ulusun başvuracağı en yüce makamın TBMM olacağını” bildirmiştir.[5] TBMM açıldığında Güneyde Fransız işgali, Batı’da ve Trakya’da Yunan işgali sürerken, işgalcilerle padişahın işbirliği ile yurdun pek çok yerinde ulusal direniş ve kuvayı milliyeye karşı ayaklanmalar sürmekte idi. Ayaklanmacılar Ankara’yı tehdit ediyordu. Mondros’ta teslim edilen ordunun yerine henüz yeni bir ordu kurulamamıştı. Ulus büyük savaştan yorgun çıkmış, yoksulluk, bilgisizlik, geri kalmışlık ve hastalıklar yaygındı. Bu koşullarda bile Mustafa Kemal’in ulusa güveni tamdı.

Yasama ve yürütmeyi tek elde toplamayı zorunlu kılan bu zor koşullarda Mustafa Kemal tüm yetkileri kendisinde değil, kendisinin de sorumlu olduğu TBMM’de toplamıştır (Meclis hükümeti sistemi). Mustafa Kemal’in 24 Nisan’da açıkladığı ve meclisçe kabul ilkelere göre 2 Mayıs 1920’de yeni devletin ilk hükümeti, aynı zamanda meclis başkanı da olan Mustafa Kemal’in başkanlığında kuruldu. İlk hükümette Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa, hükümet üyesi olan Genelkurmay Başkanı (bakanı) Albay İsmet İnönü İdi.[6]

Demokratik Meclis:

İlk TBMM yukarıda belirtilen ağır savaş koşullarında bir yandan yasama işlevini yerine getirirken aynı zamanda kendi içinden seçtiği yürütme organını (icra vekilleri heyeti) etkili olarak denetlemiştir. 5 Eylül 1920’de kabul edilen Nisabı Müzakere Kanunu (Görüşme Yeter Sayısı Yasası) Büyük Millet Meclisi’nin halifelik ve saltanatın, yurt ve ulusun kurtuluşuna dek aralıksız toplanmasını öngörmüştür. Buna göre 23 Nisan 1920’den, 2. Meclisin göreve başladığı 11 Ağustos 1923’e dek hemen her gün genel kurul yapılmış; 625 soru önergesi, 76 gensoru verilmiş, 338 yasa çıkartılmıştır. Günde ortalama 24 milletvekili söz alıp konuşmuştur. [7]

29 Kasım 1920 tarihli İstiklal Madalyası Yasası, ile 1. Meclis üyelerine yeşil şeritli istiklal madalyası verilmiştir.

Değerlendirme ve Sonuç

Kurtuluş savaşımızın siyasal hedefi olan egemenliğin Osmanlı hanedanından ulusa geçmesi büyük devrimci ve strateji ustası Mustafa Kemal’in önderliğinde adım adım gerçekleşmiştir. TBMM’nin açılması ve yeni bir anayasanın yapılması ile Osmanlı imparatorluğu tarihe karışmış, ulusal egemenliğe dayalı yeni bir devlet kurulmuştur. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılırken, Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920’den başlayarak varlığını yitirmiş olduğuna karar verilmiştir.

Mustafa Kemal’in 24 Nisan 1920 konuşmasında koyduğu ve 1921 anayasasına temel oluşturan ilkelerle, 1876 anayasasında öngörülen padişahın üstün olduğu sistem yerine meclisin üstün olduğu sisteme geçilmiştir. 1876 anayasası ile 1921 anayasası karşılaştırıldığında siyasal devrimin büyüklüğü ve önemi daha net görülmektedir.

Kurulan yeni devlet zamanın koşullarının çok ötesinde demokratik bir işleyişe sahiptir. Halkın seçilmiş temsilcilerinden oluşan TBMM ağır savaş koşullarına karşın, kendi içinden seçtiği yürütme organını etkili biçimde denetlemiştir. Görünürde yasama ve yürütme erkleri tek elde toplanmakla birlikte (erkler birliği), yasamanın yürütmeyi etkili denetimi dikkate alındığında sistem demokrasinin gereği olan “erkler ayrılığı” sistemi gibi işlemiştir. Mustafa Kemal, o günkü ağır koşullarda tüm yetkileri kendisinde toplayan bir hükümet sistemi oluşturabilirdi. Böyle yapmamış, tüm yetkileri kendisinin de sorumlu olduğu mecliste toplamıştır. Ulusa geçen egemenlik, TBMM tarafından kullanılmıştır. Mustafa Kemal’in 22 Nisan 1920 bildirisine göre yeni devlette en yüce orun TBMM’dir.

Anayasamızdaki Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur (Md.6) hükmü, yukarıda aktarılan sürecin sonucudur. Ulusa ait olan egemenlik yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanılır. Bu organlar egemenliğin sahibi değil, anayasaya göre Ulusun egemenliğini kullanmasında araçtırlar. Cumhuriyetimizin temelinde TBMM’nin en üstün kurum olduğu ve yürütmeyi etkili olarak denetlediği demokratik bir yönetim sistemi bulunmaktadır.

2017 anayasa değişikliği ile bir yandan Yürütme güçlendirilip sorumsuz / hesap sorulamayan tek kişiye bırakılırken, öte yandan TBMM’nin yürütmeyi denetleme işlevinin zayıflatılması, 100 yıl önce konulan çağdaş ilkeleri yok sayıp, 150 yıl geriye 1876 anayasasındaki “anayasal monarşi” sistemine dönüştür. Karşı devrimin bir parçasıdır.

[1] Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş. Cumhuriyet Kitapları, İstanbul,2017, s.62
[2] M.K. Atatürk, Nutuk, Türk Tarrih Kurumu Yayını, Ankara, 1981, s.306
[3] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 2. cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1964, s.363
[4] Enver Behnan Şapolyo, Türk İnkılap Tarihi Notları, Kara Harp Okulu Yayını, Ankara, 1949, s.164
[5] Atatürk, a.g.e. s.314
[6] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 2, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987, s.255
[7] Tanör, a.g.e. s.120

31 MART 2024 SEÇİMLERİ NELERİN İŞARETİ?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

TOPLUMDAN SİYASAL İKTİDARA, “MİLLİ İRADE” ANITSATMASI ve SİYASAL SARI KARTLI “BİR NİSAN” ŞAKASI!…

Ayrıştırmayıp birleştirenler kazandı.

Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK de

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR.

diyerek, ulusu ayrıştırarak değil, birleştirerek kazanmıştı…

TÜRK TOPLUMU:
– Ulusal (milli) istencin (iradenin) tartışılmazlığına,
– Halifelik ve saltanat devrinin kesinkes kapandığına,
– Ekmeğine, özgürlüğüne, yaşam biçimine,
– Laikliğe, demokrasiye, dinbazlık yapanlara,
– Atatürk’e, çoğulculuk içinde kalarak ulusal birliğe,
– Akıl ve bilim temelli ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASINA,
– Toplumsal cinsiyet (gender) eşitliğine,
– Evrensel, çağdaş uygarlık anlayışına,
– Hukukun üstünlüğüne, adalete, insan haklarına,
– Üretim odaklı ve adil paylaşıma dayalı ekonomik düzene

GÜÇLÜ BİR BİÇİMDE SAHİP ÇIKTI..

Sosyolojik olarak feodal, tarımsal, dogmatik ve teokratik (dinci) değerlerle; demokratik bilgi toplumunu, akıl-bilim ve kent kültürünün eğittiği çağdaş bireyleri yönetme dönemi önemini yitirdi.
***
DİKTATÖRLÜK NEDİR?

Vatandaş, “Hocam diktatörlük nedir?” diye soruyor.
Çok özet olarak şunlar söylenebilir :

Hakkı yenilenin hak aramaktan korktuğu;
işsiz ve aç insanların ekmek isteme haklarının olmadığı,
siyasal düşünce suçluların hapishaneleri doldurduğu,
salt muktedir olanların düşüncelerinin doğru kabul edildiği,
sendikal ve siyasal örgütlenmelerin basķı altında tutulduğu,
sarı sendikacılığın özendirildiği,
tüm basın kuruluşlarının iktidar yanlısı olmaya zorlandığı,
bol bol ırkçılık, dincilik, vatan, ezan ve bayrak propagandasının yapıldığı,
çoğulculuk, özgürlük, barış ve demokrasiden öcü olarak söz edildiği,
aklın ve bilimin eğitimden iyice dışlandığı,
eğitim sisteminin militanlaştırıldığı,
her türlü din vicdan özgürlüğü ve evrensel insan haklarının askıya alındığı;
yasama, yürütme ve yargı erkinin tek kişide toplandığı,
yürütme erkinin başındaki kişinin hiçbir ahlak, hukuk, adalet, anayasal ve yasal sınırlamaya bağlı olmadığı,
yönetenlerin asla hesap vermediği ve hesap sorulamadığı.
toplumun, militarizme benzer polis devleti yöntemleriyle basķılandığı ve korkutulduğu siyasal rejimlere;

DİKTATÖRLÜK REJİMİ denir!…. (01 Nisan 2024)

Dünya Sıralamasına Giremeyen  Üniversiteler Kapatılacak mı?

Prof. Dr. Rıdvan KARLUK
ridvankarluk@gmail.com 
(Turkish Forum – eturkiyeyiz.biz] Bugün Forum’da yayınlanan yazımı Grup üyeleri ile paylaşıyorum. R. Karluk)

Sözcü Gazetesi’nde sayın Sultan Uçar, 29 Mart 2024 tarihinde “Dünya sıralamasına giremeyen 197 üniversite kapatılacak mı?”  başlıklı yazısında çok önemli bir konuyu  gündeme getirmiştir: YÖK’ün diploma denkliği için dünya sıralamalarında ilk bin üniversite içinde en az 2’sinde olma şartını, Türkiye’deki 208 üniversiteden 11’i tuttururken, 197’si tutturamadı. QS 2024 Dünya Sıralamasında ilk 400’e yalnızca ODTÜ girdi.”

THE 2024 Dünya Sıralamasında ilk binde   11 üniversite  yer almıştır. Bunlar; ODTÜ, Koç, İTÜ, Sabancı, Bilkent, Boğaziçi, Çankaya, Hacettepe, Bahçeşehir, Özyeğin ve  YTÜ.

“Dünya başarı sıralamalarında ARWO, QS World, CWTS Leiden ve THE Word’ü ölçü alan YÖK’ün listesindeki 4 sıralamaya yalnızca İTÜ ve Hacettepe girebiliyor. ‘İlk binde en az 2 uluslararası araştırma sıralamasına girme’ şartını ise 11 üniversite tutturdu. Türkiye’deki 208 üniversiteden 197’si dünya sıralamalarında ilk binde yok. YÖK’ün yurt dışındaki öğrencilerden istediği ilk bin koşulunl, Türkiye’deki üniversiteler taşımıyor. Buna karşın yurt dışındaki Türk öğrencilerin diploması, Türkiye’de geçersiz sayılabilecek.”

“İlk bin üniversite için ‘akademik yayın sayısı’ kriteri var. THE 2024’te Çankaya Üniversitesi, yılda 349 makale yazıp (AS: Bu olanaklı mı??! Bir yılda olanaksız!), 25.482 atıf alan Prof. Dr. Dumitru Baleanu sayesinde dünya sıralamasında ilk bine girdi. Marmara, Ege, Dokuz Eylül, Gazi, İÜ, Çukurova gibi birçok köklü üniversite, ilk binde yok.”

Türkiye’deki üniversitelerde kayıtlı öğrenci sayısı 8 milyon ile OECD ülkeleri içinde ilk sıralardadır. Bu öğrenci sayısı, ortalama bir rakamla nüfusumuzun %9’udur. ABD’de bu oran  %6, AB’de ise %5.7’dir. Toplam kamu, vakıf ve özel üniversite sayımız 209’dur. 130 devlet üniversitesi (11 teknik üniversite, 2 güzel sanatlar üniversitesi ve 1 yüksek teknoloji (AS: İzmir ve Gebze..?) enstitüsünün yanı sıra Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi, Polis Akademisi ve Milli Savunma Üniversitesi), 75 vakıf üniversitesi ve 4 vakıf meslek yüksekokulu vardır.

21 üniversitenin uluslararası  etkinliği ve sosyal sorumluluk projesi, 65 üniversitenin  endüstriyel proje yönetimi yoktur. 65 üniversite kütüphanesinde yeterli sayıda yabancı dilde yazılmış kitap bulunmamaktadır. 88 üniversite patent ve tasarım başvurusu yapmamış, 28 üniversite ise TÜBİTAK bursundan yararlanmamıştır.

Üye olmak için kapıda beklediğimiz Avrupa Birliği’nde 20 öğrenciye 1 hoca, bizde 41.5 öğrenciye 1 hoca düşmektedir. 68 üniversite rektörünün uluslararası yayını yoktur. Uluslararası yayını olmayan bir öğretim üyesinin rektör olmasını  doğru bulmuyorum. Bu üniversitelerde öğrenciler için bu durum kötü örnek oluşturur. Daha da önemlisi, bu üniversitelerde öğretim üyeleri rektör olmak için uluslararası yayın yapmaya gerek duymazlar.

Bu konuda Ankara’da önemli bir tıp profesörünün adını taşıyan bir vakıf üniversitesinde yaşanmış bir örnek YÖK tarihine geçecek ölçüde önemlidir. Bu  üniversitede aşağıda yer alan 9 kriter (ölçüt!) ile profesör atanmıştır. YÖK mevzuatında olmayan kriterler (ölçütler) ile  yapılan  hukuk dışı atama, yargı kararı ile iptal edilmiş olmasına karşın YÖK bu konuda sessiz kalarak bu kriterleri (ölçütleri) onaylamıştır.

Aşağıda yer alan 9 kriter (ölçüt) ile profesör ataması yapılıyorsa, Türkiye’deki 197 üniversitenin  dünya sıralamalarında ilk binde yer almaması  normaldir. Üstelik, atanmayan aday, kendini bilimsel olarak kanıtlamış biri olmasına karşın.

Acaba profesör olmak için adayın “genç” olmasına bakılacak, eğer genç değilse “dinamik” de olmadığı için profesör ataması yapılmayacak mıdır? Oscar Wilde der ki:

  • “Biri gerçeği söylerse, bir başkası er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”  

Mark Twain de  doğru bir saptama yapmıştır:

  • “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır.”

YÖK tarihine örnek olarak geçmiş 9 ölçüt aşağıdadır :

  • Dosyanın düzenli olması, (The regularity of the file)
  • Taşınır bellek, (Portable memory)
  • Adayın genç olması, (The candidate is young)
  • Adayın dinamik olması, (The candidate is dynamic)
  • Adayın projeci olması,  (Being a project designer)
  • Adayın yaşı, (Candidate’s age)
  • Adayın dinamikliği, (Candidate’s dynamism)
  • Adayın lisans programlarında ders vermesi, (The candidate’s teaching in undergraduate programs)
  • Adayın yüksek lisans programlarında ders vermesi. (The candidate’s teaching in graduate programs)

Yukarıda yer alan 9 kriter (ölçüt) ile Ankara’da bir vakıf üniversitesinde profesör atanabiliyor ve de YÖK bu atamayı iptal etmiyorsa, “Dünya sıralamasına giremeyen 197 üniversite kapatılacak mı?” sorusuna yanıt verecek makam YÖK’tür.