İNSANLIĞIN BÜYÜK YANILGISI : HATALAR ÇAĞI OLARAK 20. YÜZYIL

Yusuf Samim Lütfü

İlk yarısında yaşanan ve o zamana dek hiç yaşanmamış kitlesel yitiklere neden olan iki paylaşım savaşı değil yalnızca, ömrümün çoğunu geçirdiğim bir zaman dilimini hayırla yad edemememin (anamayışımın) nedeni! Bugün çoğunluğun gerçekliğe sadakati önemsemediği, estetik yargı yetisinden yoksun olduğu, gelir adaletsizliğinin ve fırsat eşitsizliğinin tavan yaptığı adaletsiz bir dünyada yaşıyorsak bunun nedenini bir önceki yüzyılda ve o yüzyıldaki tercihlerimizde aramalıyız.

20. yüzyılın son on yılına girilirken reel sosyalizm ile birlikte Aydınlanma‘ya ilişkin ne varsa
yerle bir oldu; ne aklın ve bilimin öncülüğü ne de toplumsallık kaldı günümüze. Ekonomide şirket kârının maksimizasyonu (ençoklaştırılması) ile politikada etnik ve dinci temelli politikaları ön plana çıkaran bir neo-liberalizm, ahlaksal olarak Anglosakson kökenli yararcı ve çıkarcı (pragmatik) ahlakı ve yaşam biçimi olarak da tamı tamına Aydınlanma karşıtlığı olan
post-moderniteyi otuz yılı aşkın süredir medya aracılığı ile bizlere, akademi aracılığıyla çocuklarımıza vazgeçilmez ve tek doğru (!) olarak dayatıyor.

İşte benim 20. yüzyılı hayırla yad etmememin (anmamamın) nedeni, Dünya Savaşlarından bile daha tahripkâr (yıkıcı) olduğunu düşündüğüm bu post-modernite, yani bu akıl ve bilim karşıtlığı, bu akıl dışı özgürlük savunusudur.

Aşırı bireyci (toplumsallık ve eşitlik karşıtı), aşırı öznelci (nesnellik karşıtı ve perspektivist),
sözde bir “özgürlük” için “aklı ve bilinci” bilimde, sanatta ve ahlakta ikinci düzleme iten,
tamı tamına Aydınlanma karşıtı olan post-modernitenin soykütüğüne baktığımızda,
karşımıza ilk 19. yüzyıl sonunda elinde çekici ile tüm değerlere saldıran Nietzsche çıkıyor. O’nun açtığı yoldan 20. yüzyıl başında tümüyle bir burjuva ideolojisi olmakla birlikte kendilerini “burjuvazi karşıtı” olarak tanımlayan avangardlar ve onları da izleyerek 60’lardan başlayarak zuhur eden (ortaya çıkan) ve günümüze egemen olan post-modernleri görüyoruz.

Bu arada en ilginç gelişme, kelime (sözcük) anlamı çağcıllık olan “modernite” konusunda yaşanan dönüşümde olmuştur. 18. yy Aydınlanmasının etkisindeki 19. yy “modern insanı” iki ayağı üzerinde dururdu: Aklın ve bilimin üstünlüğü, öncülüğü (Aydınlanma / akılcılık) ile insana ve onun aklına olan sınırsız güven (Hümanizm / insancılık). İşte Nietzsche öncülüğünde avangardlarca yadsınan ve yıkılan (post-modernlerce yenisi kurulan) bu “modernite” kavramı ve onun modern insanıydı. Günümüzde bir modern sanat galerisine gittiğinizde (örn. Tate Gallery London) modern sanat yapıtlarının neleri betimlediğini gördüğünüzde, modernite kavramının 20. yüzyılda uğradığı değişimi çok net görür ve anlarsınız. 19. yüzyıldan farklı olarak 20. yüzyılın “modern” (çağcıl) insanı müzikte tonaliteyi, resimde mekânı, perspektifi ve figürü, yalnızca bilimde değil ahlakta ve inançta da metafiziği külliyen reddeden (tümüyle yadsıyan) yeni bir “modern” dir.

Bilinç dışının bilince, kaosun ahenge (karmaşanın uyuma) ve farklılığın eşitliğe üstün geldiği
bu yeni “modern” çağda ahlakın yerine psikoloji, suçluluğun yerine de anksiyete (bunaltı) geçirilmiştir (D. Bell). Bu yeni “modern” dünyada artık olaylar (olgular) değil yalnızca yorumlar vardır!

Bana sorarsanız, Nietzsche ile başlayarak avangardların ve sonra da post-modernlerin moderniteye saldırmaları gerçekte anlaşılır bir şeydir. Onların yanılgısı, modernitenin yumuşak karnı olan antroposentrik hümanizm dururken, modernitenin Aydınlanmasına ve akılcılığına saldırmalarıdır. Hatalarının bedelini bugün hâlâ ödüyoruz.

20. yüzyıl akıl karşıtlığının akılcılığa, paçozluğun estetiğe, sahtenin-sanalın gerçeğe, adaletsizliğin eşitliğe, kaosun (karmaşanın) düzene galebe çaldığı (üstün geldiği) bir hatalar çağıdır.

21. yüzyıl da onun ardılı, şimdilik… (Nisan 2024)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir