Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Laiklik nedir?

Ali Sirmen
Ali Sirmen

asirmen@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları

06 Mart 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Mümtaz Soysal o enfes yazılarından birini şöyle bitiriyorduyıllar önce:

“Türkiye daha bu konuyu uzun süre hararetle tartışacaktır. Laiklik Türk demokrasisinin en kritik sorunudur.”

Haklıydı. Hele siyasal İslamın boy gösterdiği ülkelerde laiklik karşıtları alanı kolayca terk edecek görünmüyordu. Aslında tartışma yalnızca İslam toplumlarına ait değil. Demokrasi söz konusu olduğu zaman toplumun ortak yaşamından elini çekmesi gereken din buna bir türlü gönül rahatlığıyla yanaşmıyordu. Oysa demokrasi büyük ölçüde din ve vicdan özgürlüğü olan laiklik olmadan olamazdı. Laiklik demokrasinin olmazsa olmazıydı. Türkiye, laiklik ilkesinin anayasasına kayıtlı olduğu üç ülkeden biridir. Mümtaz Soysal’ın da öngördüğü gibi uzun yıllar tartışmanın odağı oldu. Ve olmayı da sürdürecek, şu anda da her şeyle tartışma konusu olan Cumhuriyetin en sıcak çatışma alanı.
***
Sanayi Devrimi’ni yakalayamamış olan Türkiye’nin ıskaladığı Rönesans, Reform ve Aydınlanma’ nın yaşanmadan gündeme girmiş olması, egemen din faktörünün Cumhuriyete toplumsal yaşamın tümünü kontrol etmek itirazıyla karşı çıkması kaçınılmazdı. Bu durum hayatın tümünü denetlemek savında olan siyasal İslama özgü değildir ve hiçbir yerde din sivil hayat üzerindeki egemenliğinden vazgeçmeyi itiraz etmeden kabullenmemiştir. Kilise ile sivil toplumun yüzyıllar süren mücadelesinde kimi toplumlarda kilise dirençli çıkmış ve sivil otorite üzerindeki kontrolünden kolayca vazgeçmemiştir.

Burada yeri gelmişken bir aldatmacaya değinmek gerekir. Aralarında çok katı bir ast-üst ilişkisi olan dinsel kuruluşlar sivil toplum örgütü değillerdir. Nitekim Fransa’da sivil okuldan bahsederken, laik okullar kastedilmektedir. O bakımdan, laik olmayan eğitimden söz ederken tarikat ve cemaatleri “sivil olarak” nitelemek mümkün değildir.

  • Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir.

Demokrasinin özü, düşünce ve inanç özgürlüğü olduğuna göre, laik düzen dinin temellerini ne yadsır ne de doğrulamaya çalışır. Dolayısıyla ladini (din karşıtı değil din dışı, dinle ilgilenmeyen, dinle her ikisinin de kendilerine ait sorumluluk alanlarıyla uğraşmak güdümünde olan) de değildir. O dinin varlığıyla ilgilenmez. Yalnızca kendi yetki alanına giren sivil yaşama müdahalesine karşıdır.

  • Yani laik düzen, din ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu herkes adına üstlenir.

Eğer ibadet özgürlüğü sınırlanıyorsa orada laiklerin ciddi itirazlarıyla karşılaşması lazımdır. Yani “bir zamanların seçme saçma sorularından biri olan önce laiklik mi yoksa demokrasi mi” sorusunun bir anlamı yoktur. Eğer laiklik yoksa ve herhangi birisi tarafından yok ediliyorsa devletin derhal duruma el koyarak müdahalenin menedilmesini sağlamak görevidir laik düzenlerde. O açıdan bir zamanlar kimi sosyal demokratların, daha doğrusu demokratik sosyalistlerin şu ifadeleri akla geliyor: “Biz de laiklikten yanayız ama din ve vicdan özgürlüğüne saygılı laiklikten!”

  • Sanki din ve vicdan özgürlüğüne saygısız bir laiklik olabilirmiş gibi…

Din ve vicdan özgürlüğüne saygılı olmayan uygulamalar zaten laiklik değildir.
***
Laik düzende devletin dini inançların her birine eşit mesafede bulunması ve bunlar arasında birinin veya birilerinin diğerlerinin özgürlüğüne karışmasına izin vermemesi, yansızlık (nötralite) yalnızca buna saygı göstermek, inançların tehdit altında olması karşısında hareketsiz kalıp duruma müdahale etmemek, laik düzenin gereğini yerine getirmemek halinde laiklikten söz edilemez.

Bu durumda önde gelen isimleriyle laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu bizzat kendi kararıyla sabit bulunmuş olan AKP’ye karşı yaptırım olarak Hazine yardımının azaltılması gibi ihlal fiilinin ağırlığı ile orantılı olmayan ve herhangi bir caydırıcı yanı da bulunmayan kararlar verilen ülkelerde, laikliğin gerçekten korunduğu söylenemez.
=====================================================
Dostlar,

Sözü, eylemi ve birikimiyle tutarlı ve yürekli bir aydın –Cumhuriyetimizin aydını!– olan Ali Sirmen’in, Cumhuriyet‘te yayınlanan son yazısı bu yazıydı.

Zor bir konu olan “Laiklik” olgusunun ustalık, derinlik ve yetkinlikle ele alındığı açıktır.

Ülkemizin yitiği büyüktür.
Ancak Cumhuriyet Aydınlanması, artık merhum olan Ali Sirmen gibi seçkin değerler üretme
gücündedir.

17 Mart günü şu tweet iletisini paylaşmıştık :

https://x.com/profsaltik/status/1769355755012919736?s=20 

Image

Ali Sirmen usta,
Toprak seni incitmesin
Gömütün çiçekler koksun
Sana çok borçluyuz
Kavganı sürdüreceğiz
Bu topraklarda Aydınlanma, Kemalist Devrimler, hukuk devleti, insan onuru kazanacak
Çok özlediğini biliyorum sevgilini
O’na da çok selam söyle
Ha, 2 Cumhuriyet’i de yaşatacağız!

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Çanakkale Muharebeleri – 109. Yıl

Dostlar,

Sitemizin saygın yazarlarından Sn. E. Tuğg. Dr. Cihangir Dumanlı (Hukukçu ve Uluslararası ilişkiler uzmanı), Çanakkale Utkumuzun (Zaferimizin) 109. yılında kapsamlı bir çalışmasını gönderdi. 276 power point yansısından (slayttan) oluşuyor (11,6 MB).

Kendisine çok nitelikli emeği ve paylaşımı için çok teşekkür ediyoruz. Çalışma, tarihsel belge niteliğinde.
Okunması, paylaşılması ve gereken derslerin çıkarılması dileğiyle.

Yansıları incelemek ve indirmek için lütfen tıklayınız (PDF dosyası).

Çanakkale Muharebeleri, Cihangir Dumanlı, 18.3.24

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

İstanbul’un geleceği

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

18 Mart 2024, Cumhuriyet

İstanbul, dünyada iki kıta üzerinde yer alan tek kent. İstanbul aynı zamanda, iki büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olan dünyadaki tek kent.

Avrupa ve Asya kıtaları üzerinde yer alan, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul, aynı zamanda dünyanın en büyük kentlerinden biridir, Türkiye’nin de en büyük kentidir.

Söz konusu büyüklük yalnızca nüfus ve yüzölçümü ile bağlantılı bir konu da değildir.

Türkiye’de ekonominin yükünü büyük oranda İstanbul taşımaktadır. İstanbul, Türkiye ekonomisinin merkezidir.

İstanbul aynı zamanda Türkiye’nin kültür ve sanat alanındaki en etkin kentidir ve kültür sanat alanında da Türkiye’nin merkezidir.

New York ABD için ne ise, Londra Britanya için ne ise, Paris Fransa için ne ise, Berlin Almanya için ne ise, İstanbul da Türkiye için odur.

Bu nedenle İstanbul’daki belediye seçiminden çıkacak sonuç, hem AKP’nin teokratik diktatörlük rejimini frenlemek ve genel ulusal siyaset açısından, hem de İstanbul özelinde ve yerelinde, son derece önemlidir.
***
Bugüne dek gerçekleştirilen araştırmaların ortalamalarına göre, İstanbul’da seçimi CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun mu yoksa AKP’nin adayı Murat Kurum’un mu kazanacağı belirsizliğini korumaktadır. Bazı araştırmalara göre Ekrem İmamoğlu, bazı araştırmalara göre Murat Kurum az farkla önde görünmektedir.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi/DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi İstanbul’da aday çıkarmamış olsalardı, Ekrem İmamoğlu seçimi rahat bir biçimde kazanacaktı. Ancak İstanbul’da kazanma olasılığı bulunmayan bu partilerin aday çıkararak muhalefet oylarını bölmeleri nedeniyle, Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanması risk altına girmiştir.

Söz konusu partilerin aday çıkarmış olmaları AKP iktidarına yarar sağlamaktadır. Bu partilerin adayları AKP iktidarına muhalefet etmek konusunda içtenlikli iseler, adaylıktan resmen çekilmeleri artık olanaklı olmasa da, adaylıktan fiilen çekilebilirler ve gerekirse seçmenlerine Ekrem İmamoğlu’na oy verme çağrısında bulunabilirler.

Bunun gerçekleşmemesi durumunda DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi seçmenlerinin sorumluluk almasını ve İstanbul ittifakını sandıkta gerçekleştirmelerini umut etmekten başka çare yoktur.
***
Ekrem İmamoğlu ulaşım, metro, arıtma tesisi, altyapı projelerinin tamamlanması, yeşil alanların yaratılması, kültür ve sanat etkinliklerinin gerçekleşmesi, tarihsel binaların ve eserlerin restore edilmesi, sosyal yardımların yapılması konusunda İstanbul’a son derece önemli hizmetler vermiş başarılı bir belediye başkanıdır.

Bunun da ötesinde Ekrem İmamoğlu, “Kanal İstanbuladı verilen rant ve doğa felaketi projesine ve bu proje üzerinden İstanbul’un Araplaşma sürecine karşı büyük bir direniş sergilemiştir, bu konuda kamuoyunda ciddi bir bilincin oluşmasını sağlamıştır.

İstanbul ve Trakya halkının “Kanal İstanbul” projesine karşı olduğunu anlayan AKP şu anda, bu projeyi seçim kampanyasının gündemine almayarak İstanbul halkını kandırmaktadır. AKP’nin seçim vaatleri arasında yer almayan “Kanal İstanbul”, AKP’nin seçim sonrası planları arasında yer almaktadır!

Ekrem İmamoğlu ayrıca, göreve gelir gelmez, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen Mustafa Kemal Atatürk düşmanı ve laiklik karşıtı tarikatların ve cemaatlerin ve AKP’nin kontrolündeki “yandaş medyanın” belediyenin olanaklarından yararlanmasını da engellemiştir.

İstanbul’un yeniden AKP’ye geçmesi durumunda, CHP’nin ve Ekrem İmamoğlu’nun engellediği bu karanlık operasyonlar yeniden devreye girecektir.

Hem İYİ Parti, Zafer Partisi ve DEM adaylarının ve seçmeninin hem de
“küskün” CHP seçmeninin bunları da dikkate alarak karar vermesi gerekmektedir.

======================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
İstanbul’un geleceği18 Mart 2024
Seçmen ittifakı11 Mart 2024
3 Mart’ın 100. yılı4 Mart 2024

31 Mart: Özgürlük için oy

Siyaset 14.03.2024, BİRGÜN

Hukuk ve demokrasi için oy, özgürlük için de.

İnsan hakları mücadelesinde temel üçlü, oy ve özgürlük ilişkisini de belirler:

Eşitlik, haysiyet ve özgürlük’, haklar toplumu önkoşulu.

Demokrasi, hukuk ve özgürlük’, birbirinden ayrılmaz.

‘Ayrımcılık, ırkçılık ve şiddet’, özgürlükle bağdaşmaz.

Bu bağlamda geliştirilen anayasa ve insan hakları bilimi kavramları: Hukuk yoluyla demokrasi, demokrasinin normatif altyapısı olarak insan hakları, hukukun matematiği olarak özgürlük.

Demokratik toplum, demokrasi ve özgürlüklerin buluşma eşiğidir.

Yaşam hakkı ve insani olmayan muameleye tabi tutulmama hakkı ise, dokunulamayan sert çekirdektir.

Bu ilke ve değerler, 31 Mart yerel seçimleri yolunda devreye sokulan ‘ulusal ölçek ve tek kişiye oy’ değişkenleri ile seçmen tercihinde daha çok etkili olacak. Nasıl?

– AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı ve Yürütme gücünü kullanarak, hizmet vaadiyle oy istiyor.

Cumhur İttifakı adaylarına verilecek oyu kendi oyu olarak gören Genel Başkan, yerel seçimleri ‘plebisit’e çevirmeye çalışıyor.

Aynı kişinin, “yaşa biçimine müdahale yadsıması” da, oy tercihini etkilemeye yönelik.

Bu bakımdan Erdoğan-Bahçeli ve Bakanların söz, eylem ve işlemleri, insan hakları üçlüsü ışığında ‘özgürlük için oy’ testine tabi tutulabilir. Ölçü için birkaç kesit:

Eğitim: Eğer MEB, ‘mürit biatı’ temelinde biçimlenen cemaat ve tarikatları, sivil toplum örgütü (STÖ) olarak nitelendiriyorsa, insan hakları ve demokrasi dersi öğretmeni, STÖ’leri nesnel olarak anlatabilir mi?

Cemaat-tarikat propagandası için TBMM’de vekillere el sallayan aynı Bakan, ÇEDES uygulamasını, PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) verilerine göre test etti mi?

Gençlik: “Dindar ve kindar nesil” hedefi, “eşitlik-haysiyet-özgürlük” mayasında yoğrulan ve sorgulayan gençlik bir yana, gelecek kuşaklar için bile zehirleyici değil mi?

Toplumsal yapı: Demokrasi-hukuk-özgürlük’ savunucusu yurttaşlar, eğer ‘illet- zillet- terörist’ olarak yaftalanıyor ve yurttaşlık sürekli aşındırılıyorsa müdahale, toplumsal yapının kendisine yönelik değil mi?

İktisadi yapı: Hukuk ve liyakattan uzak, ayrıcalıklar yaratıcı ve yandaşları kayırıcı düzenlemelere eklemlenen ve toplumu yoksullaştıran kur korumalı mevduat uygulaması, din istismarı (sömürüsü) yoluyla yaşam kaynaklarına müdahale değil mi?

Tarihsel, doğal ve kültürel varlıkları yağmalama hizmetine sunulan anayasal ve siyasal yıkım, müdahale ötesinde, halkın ve ulusun özgeçmişini silme seferberliği değil mi?

Medya tekeli ve resmi dezenformasyon yoluyla kumpaslar kurmak, seçmenin özgür tercihini ve geleceğini karartmak değil mi?

Sözde yeni program dayatmalarıyla eğitime sürekli (AS: dinci – gerici) müdahale, toplum mühendisliğiyle halkın ortak belleğine müdahale, acele kamulaştırma adı altında mülkiyet gaspı, en değerli varlıkları satış ve usulsüz ihaleler ile ülkeye müdahale hız kesmiyor.

Özetle; özgür tercihi gölgeleyen her türlü müdahale, serbest seçimlere ve yaşam biçimi ile sınırlı olmayıp, insan haklarının sert çekirdeğine, gelecek kuşaklara ve ülkenin geleceğine yönelik.

Şu halde özgürlük için oy                          :

– Yerelde; Ankara’dan talimat bekleyen ve kaynakları karanlık kanallara tepecek adaylara değil, Anayasa ve hukuk kuralları çerçevesinde katılımcı ve sosyal belediyecilik anlayışıyla yönetecek adaylara oy,

Toplumu yoksullaştıran ve ülkeyi yağmalayan kuralsız ve sistemsiz keyfi yönetim yerine siyasal iktidarın el değiştirme yolunu açacak oy,

– “Plebisit” yoluyla bir kişinin ömür boyu iktidarı yerine, “insan haklarına dayanan Cumhuriyet” için oy, demektir.

Eşit ve sorumluluk duygusu yüksek özgür yurttaşlardan oluşan toplumun Cumhuriyeti’ni niteleyen üçlü ‘akıl, bilim ve dünyevilik’tir.

Sonuç olarak; yerel yönetim seçimlerini ulusal ölçeğe yayan, ama aynı zamanda kişi oylamasına indirgeyen iradeye karşı oy, ‘keyfi ve kumpasçı karanlık’ yönetimden kurtulmak ve gelecek kuşakların güvenli ve nitelikli bir ülkede yaşamaları için ‘özgürlük tercihi”dir.
==============================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KALKAN

Antalya’da Süleymancılar’a ait yurtta 10 çocuğa yönelik taciz ve istismarda bulunulduğuna ilişkin haberlere, Aile ve Sosyal Hizmet Bakanlığı’nın istemiyle Antalya 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından erişim engeli getirildi.

Çocukların yerine tarikata kalkan…

CAZİBE

Süleymancı yurdun yöneticisi öğretmenleri uyarırken, “ortaokul çağındaki çocuklar kadından daha cazip gelir” dediğini açıkladı.

Özürü kabahatinden büyük sapığın…

ZÜBÜK

RTE, YRP’lileri kastederek “Zübük siyasetçi” sıfatını kullandı.

Aziz Nesin’i okumuş olsa, tarifin kime uyduğunu bilir ve kullanmazdı…

SABIR

RTE, enflasyonu indireceklerini söyleyerek sabır istedi.

Ölmeyenler sabredecek…

YASA

RTE, yerel seçimlerin son seçimi olduğunu, yasalar gereği 2028’de seçime giremeyeceğini söyledi.

Yasalara çok saygılıdır. Çevresinden dolaşmayı asla denemez…
(AS: Anayasa m.116/3 : “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”)

ARAÇ

Sarıgül’ün açıklamasına göre Çanakkale köprüsünde 32 milyon araç garantisine karşın 6.2 milyon araç geçmiş. Sonuç, iki yılda 11.7 milyar TL bizden.

Araç sayısını geçiniz, yeter ki yandaş sayısı ve kazancı garantili olsun…

LANETLİ

Torpille, kopyayla işe girenin kazancının helal olduğunu söyleyen Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi İdris Bozkurt, içki sektöründe çalışanların (Üreten, taşıyan, sunan) lanetli olduğunu söyledi.

Yumurtlama uzmanı…
(AS: Hukuksal olarak, hileli biçimde elde edilen hak kural olarak yok hükmündedir.)

Seçmen ittifakı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
11 Mart 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’de teokratik bir diktatörlük rejiminin kurulduğu ve büyük bir ekonomik krizin yaşandığı bir ortamda, 31 Mart 2024 belediye seçimlerini tek başına bir belediye seçimi olarak değerlendirmek olanaklı değildir.

Bu seçimlerde AKP’ye ve onu destekleyen MHP’ye karşı halkın sandıkta örgütlü bir itiraz mesajı vermemesi durumunda, Türkiye daha da büyük bir felaketle karşı karşıya kalacaktır.

Seçimlerden sonra gündeme gelecek olan anayasa değişiklikleriyle birlikte, fiilen uygulanan teokratik diktatörlük rejimi “meşrulaştırılmaya” çalışılacak, laiklik ilkesi hukuken bertaraf edilecek, ekonomik kriz daha da derinleşecektir.

AKP’nin belediyeleri kazanması durumunda, belediyenin olanakları, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen laiklik karşıtı tarikatların, cemaatlerin, örgütlerin ve sözde “medya” organlarının hizmetine sunulacak; AKP, kurmak istediği teokratik diktatörlük rejiminin temellerini, bu olanaklar üzerinden de atmaya devam edecektir.
***

  • Şu anda AKP’nin en büyük avantajı,
    muhalefetin bölünmüş ve muhalefetteki ittifakların parçalanmış olmasıdır.

Bu durumda muhalefetteki siyasal parti önderlerinin beceriksizliklerini düzeltmek, seçmene ve vatandaşa düşecektir. Seçmen, desteklediği siyasal parti yönetimini umursamadan, muhalefet cephesinde hangi adayın seçimi kazanma olasılığı daha yüksek ise ona oyunu vermeli, önde olan muhalefet partisi adayına kaybettirecek biçimde oy kullanmaktan sakınmalı, muhalefetin değil, AKP’nin ve MHP’nin kaybedeceği biçimde oyunu kullanmalıdır. Siyasal parti yönetimleri iktidara karşı bir ittifak kuramadıklarına göre, bu ittifakı seçmen bu yöntemle sandıkta kurmalıdır.

Örneğin İstanbul’da, İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin seçimi kazanma olasılıkları yok. Ancak yapılan tüm araştırmaların ortalamalarına göre, CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu ile AKP’nin adayı Murat Kurum’un arasında çok az bir fark olduğu için, kazanma şansı olmayan bu partilerin oyları bölmesi nedeniyle, İstanbul yeniden AKP’nin eline geçecektir.

İYİ Parti, Zafer Partisi ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi, CHP’ye seçim kaybettirecekler diye, İstanbul’un ve Türkiye’nin kaybetmesine yol açacaklardır!

Benzer bir durum, yapılan tüm araştırmalara göre muhalefet partileri içinde CHP’nin adaylarının önde olduğu Antalya, Mersin, Adana, Balıkesir, Bursa, Eskişehir gibi kentler için de geçerlidir. Bu kentlerdeki muhalefet oylarının bölünmesi ve oyların CHP’nin adaylarına verilmemesi durumunda, AKP bu kentlerde de seçimleri kazanacaktır.

Antakya’da da CHP’nin adayı, ideal bir aday olmasa da, yapılan araştırmalara göre, muhalefet partileri içinde en yüksek oya sahiptir. Türkiye İşçi Partisi’nin burada aday çıkartarak oyları bölmesi nedeniyle, Antakya da AKP’ye geçecektir.

Yapılan araştırmalara göre, İstanbul’da Sarıyer ilçesinde, muhalefet cephesinde CHP’nin adayının önde olmasına karşın, bağımsız aday Şükrü Genç’in oyları bölmesi nedeniyle, Sarıyer uzun yıllar sonra yeniden AKP’ye geçecektir.
***
Bir başka sorun da, CHP’de parti içi demokrasi ve partinin ilkelerine sahip çıkılması konusunda ciddi sorunların olması nedeniyle, CHP seçmeninin bir kesiminin partisinin adaylarına oy vermemek ve parti örgütünün bir bölümünün seçimlerde çalışmamak eğiliminde olmasıdır.

  • CHP seçmeni ve örgütü parti içi sorunları seçim sonrasına ertelemeli,
    partisine ve Türkiye’ye sahip çıkmalıdır.

CHP seçimde başarılı bir sonuç alsa da almasa da, CHP tüzük kurultayı bu yıl kesin olarak gerçekleşecektir ve parti içi demokrasiyle ilgili sorunların çözülmesi olanaklı olacaktır. Parti içi demokrasi sorunu çözüldüğünde, oligarşik güçlerin partinin ilkelerinden sapmasına yol açması da zamanla engellenmiş olacaktır.

CHP’ye seçim kaybettirenlerin, CHP’nin ve Türkiye’nin geleceği konusunda da herhangi bir söz sahibi olamayacakları, herkes tarafından bilinmelidir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Seçmen ittifakı11 Mart 2024

Karanlığın kavşağında

Gani Aşık 

Emekli  müftü
09 Mart 2024, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın dağılıp çökme nedenlerinin antitezi olan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti temelleri üzerinde inşa edilmiştir. Türklüğün ölüm fermanı Sevr’i onaylayan padişah yanlıları ile tarihte iki devlet yıkan ve Cumhuriyetle yeraltına inen sağ popülizmin sırtını sıvazladığı tarikatlar, 12 Eylül’ün beslediği irtica tarlasında filizlenip demokrasi tramvayından inmeye hazırlanan siyasal İslamla bütünleşerek parlamentoyu, yargıyı ve bürokrasiyi sardılar.

Genelde Türk ulusunun; özelde, kağnı ile cephenin lojistiğini sağlayan Kastamonulu kadınların gül kokan terleri ve binlerce İstiklal Savaşı şehidinin kutsal kanları karşılığında kurulan modern Türkiye bu sıkıntılara nasıl sürüklendi, irdeleyelim.

12 EYLÜL’ÜN ETKİSİ

12 Eylül faşist darbesinden bir gün önce, senatör ve milletvekili toplamı 600 olan, cumhurbaşkanını seçecek genel kurula yalnızca 23 kişi katıldığı için oturum açılamadı.

Kuliste, Senatör Müezzinoğlu ve bazı milletvekilleri ile “demokratik dönemin kapandığını, kaçınılmaz askeri darbenin tarihinin ne olabileceğini” değerlendirirken o saatlerde askerin kışladan çıkma hazırlığında olduğunu 12 saat sonra gelen darbe ile öğrenmiş olduk.

Devlet 6 aydır başsız, sokaklar kan gölü, binlerce gencin yaşamına mal olan eylemler ülkeyi teslim almışken, Demirel ve Ecevit cumhurbaşkanlığı seçimini inat ve ısrarla sabote etti. Evren’in başında olduğu Atatürk maskeli, ABD güdümlü gerici generalleri adeta darbeye ittiler, bunun hesabını da vermediler. Zamanın atmosferini soluyan milletvekili olarak bu tespitimin (saptamamın) dayanağı yaşanan ve tarihe mal olan siyasal fenomenlerle, yaşamda olan yüzlerce parlamenterin tanıklığıdır. Merhumlara duyduğum saygı, gerçeği yazmama engel değildir. Nitekim halk, “netekim”i alkışladı. Atatürk düşmanlarının örtülü minnet duyduğu Evren, kezlerce “Cumhurbaşkanını seçmiş olsalardı, darbe yapamayabilirdik.” demiştir.

DUR DİYEBİLMEK

Bu büyük siyasal ve sosyal çalkantılar Türkiye’yi devlet adamı yoksulluğuna mahkûm etti, fırsat ve istismarlardan beslenen siyasal İslamın önü de böyle açıldı. Darbenin nitelikli siyasetçi düşmanlığını kimi isimler sürdürdüler.

  • Aydınlığın karanlığa yenildiği gibi,
  • Kuran ve Hz. Muhammed İslamı da siyasal İslama yenik düşmüştür.

Sevgi, şefkat, adalet, hikmet, merhamet ve dürüstlük gerçek İslamın özünde, halkı din ile avlamak için siyasal İslamın sözündedir.

Her ikisi de emperyalizmin güdümündeki Hizbullah’ın uzantısı ve bölücü partiler milletin kutsal ocağı TBMM’dedir.

  • Şeriat çığlıkları adliye sarayında, ortaçağ eğitimi tüm okullardadır.
  • Cumhuriyet alev alev!

Vasıf Çınar, Reşit Galip, Mustafa Necati ve Hasan Âli Yücel’in koltuğunda, İslamcı vakıfları sivil toplum kuruluşu olarak niteleyen bir kişi oturuyor.

Yerel seçimlerde gidişata bir sarı kart gösterilmesi ulusal zorunluluktur!

31 Mart: Demokrasi için oy

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 07.03.2024, BİRGÜN

Cumhuriyet Anayasacılığının ortak paydası olarak “ insan haklarına dayanan laik ve demokratik sosyal hukuk devleti,  demokrasi açısından üç düzlemde somutlaşır:

-Demokratik devlet,
-Demokratik yerel yönetimler,
-Demokratik toplum.

DEVLET

Anayasal ve siyasal tarih karşıtlığı, demokratik kurumları tasfiye ederek devlet erklerini tek kişide birleştirmekle sonuçlandı. AKP-MHP genel başkanları talimat doğrultusunda yasa çıkaran TBMM, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını hiçe sayıyor; tıpkı iptal ettiği ihalesiz liman özelleştirmesi yasasını 2. kez iptal etmek zorunda kalması gibi. AYM kararını uygulamayan yargıçlar için işlem yapmayan HSK, aynı kişinin 3. kez CB adayı olamayacağı gerçeğini dillendiren yargıcı meslekten atıyor. Çizelge uzatılabilir ama olgu açık: seçimle belirlenen

  • Tek kişiye verilen Yürütme, parti başkanlığı yoluyla yasama ve yargı üzerinde hakimiyet (egemenlik) kurarak erkler ayrılığını sönümlendirdi.
  • Oysa erkler ayrılığı demokrasi ölçütü.

YEREL YÖNETİMLER

“…üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma andiçerim” diyen kişi, her gün seçmenden oy istiyor,

“CB ve -olmayan- Hükümet” şapkalarını sürekli hatırlatarak; üstelik ayrımcı bir söylemle:

  • Parti adayına oy karşılığı kamu hizmeti vaadi.

İstanbul için 2019’da aday gösterdiği TBMM başkanını, YSK bile kurtaramadı; şimdi, Bakanlık kimliği ile tanınan kişiyi yine Ankara’dan gönderdi. 16 milyon içinden değil, adayı tepeden belirlemek, örgüte güvenmeme ötesinde, yerel yönetimlerin doğasına da aykırı.

Ama aday gösterme ve seçmenden oy isteme tarzı (biçimi), tam bir demokrasi karşıtlığı: “demos” suz “kratos”, muhalifler karşısında değil yalnızca, kendi partisi içinde bile.

Üçlü nüfuz seferberliği, oy tacirliği için:

-Devlet Başkanlığı ve Yürütme,
-Aday gösterilen kişinin kimliği,
-CB yardımcısı ve Bakanlar yetmedi;
askeriye, diniye ve mülkiye de sahaya sürüldü; partililer, okullara ve üniversitelere sevk edildi.

TOPLUM ve ÜLKE

Düşünce özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü, demokratik toplum güvenceleri.

Siyasal partiler, ‘kişi+parti+Devlet’ birleşmesi (füzyonu) sonucu “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögeleri” olmaktan çıkarıldı. Partilerin eşit yarışma koşulları ortadan kaldırıldığı gibi, AKP de parti kimliğinden uzaklaştırıldı.

“İnsan haklarına dayanan laik ve demokratik sosyal hukuk devleti”ni yok etme seferberliğinde Gazze bile kullanıldı. Ama, demokratik toplumun itici güçleri olarak sivil toplum örgütleri sürekli baskılandı.

Ya çevresel demokrasi? Toplumun ve gelecek kuşakların yaşam hakkını, ekosistemi ve ülkenin bölünmez güvenliğini tehdit eden madencilik hız kesmiyor.

  • Varlık nedeni, yerel-ulusal-uluslararası çetelere karşı mücadele olan kolluk güçleri,
    “ülke savunucuları” üzerine çullandırıldı.

Böylece, yerli ve yabancı sömürgeciler ve onları Devlet adına destekleyen ülke ve halk düşmanları, çevresel demokrasiyi de boğmaya çalışıyor.

SEÇMENİN GÜCÜ

Bu nedenle, seçmen yaşamsal bir tercihle karşı karşıya, eşit olmasa da ‘gizli’ olduğu için ‘serbest’çe oy kullanabilecek.

31 Mart oyu, Anayasal kurumların ve yerel yönetimlerin yaşarkalma (beka, sağkalım) sorunsalına ilişkin olup, Türkiye’nin “demokratik yörünge” umudu bakımından da yaşamsal.

Özetle, kişi+parti+Devlet füzyonunu pekiştiren yürütme+yasama+yargı birliği, merkezin yerele hakimiyeti (egemenliği) yoluyla ülke bütününe yayılmak isteniyor.

Yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte çeteler, işbirlikçiler ve din tacirleri,
toplumsal ve çevresel güvenliği bozduğu gibi,
hukuk güvenliği ötesinde dünyevi (seküler) hukuku da yok etme seferberliğinde.

Şu halde, erkler ayrılığı ve yerel demokrasi için, demokratik toplum ve çevresel demokrasi için, yoksullaşmanın derinleşti(rildi)ği bir ortama karşı toplumsal demokrasi için, kısacası  “Türkiye demokrasisi” veya Anayasa diliyle

  • “demokratik, sosyal, hukuk devleti” UMUDU için kullanılmalı 31 Mart oyu.
    ========================================
    Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 6 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERİCİ

İzmir Müftülüğü, ilkokul öğrencilerini, gerici Menemen ayaklanmasından yargılanıp ceza alan Esad Erbili’nin mezarına götürdü. Övgüler düzüldü.

Gerici iktidarın yobazlaştırma uygulaması…

CUNTA

RTE, “Sağda solda kendi kendilerine gelin güvey olan varsa, hepsini de ikaz ediyorum. Hayalinizde 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi bir darbe veya cunta girişimi varsa, karşılaşacakları gerçek en hafif tabirle 15 Temmuz olacaktır.” dedi.

Her seçim öncesi hayal ürünü de olsa bir düşman veya mağduriyet yaratılmalı…

SOYKIRIMCI

RTE, İsrail’i soykırımla, öbür ülkeleri sessiz kalmakla suçlarken İsrail’e Türkiye’den yapılan ihracat devam ediyor (dışsatım sürüyor).

Soykırıma dolaylı destek…

PARTİLİ

Şırnak’ta Vali ve İl Jandarma Komutanının Anayasa’yı çiğneyerek AKP’li belediye başkan adayının seçim çalışmasına destek verdiği görüntülendi.

Vali, AKP il başkan yardımcısı,

Jandarma Komutanı, AKP Özel Güvenlik Müdürü…

GAZİ

Terörle mücadele gazimize MSB‘nin ödediği tazminatı bozan Bölge İdare Mahkemesi, tazminatın bir bölümünün geri alınmasına karar verdi.

İktidar ve yandaşlarının haksızlık ve hukuksuzluklarında kafayı kuma gömenleri gördükçe…

BÜYÜME

%4.5 büyüme ilan edilince RTE sevinçten uçtu. Ekonominin iyi gittiğini söyledi.

Yalandan kim ölmüş?..

EMEKLİ

RTE bu yılı emekliler yılı ilan etmişti.

Emeklilerin yaşam kalitesi açısından 44 ülke içinde sondan ikinciliğe düştük.

Ver kardeşine yetkiyi, gör etkiyi…

KARŞILIK

Erzincan’ın İliç ilçesinde maden faciasına ilişkin soruşturmada gözaltına alınan Anagold Madencilik’in yönetim kurulu başkanı serbest bırakıldı.

Veren el, alan elden üstündür…

DENETİM

Murat Kurum’un 2015-2022 arasında 111 kez denetlediklerini söylediği İliç Madeni Proses Mühendisi Kaan Murat Akpolat, “Bakanlık tarafından denetim görmedim.” dedi.

Görmeden ve görülmeden denetlemişlerdir…

Halifeliğin Kaldırılışı – Din Devletinin Yıkılışı

Alev Coşkun
Alev Coşkun
03 Mart 2024, Cumhuriyet

Bugün 3 Mart 2024 halifeliğin kaldırılışının, tarihin derinliklerine gönderilişinin 100. yılıdır. Milli Mücadele’nin en büyük devrimidir. Kısa bir durum değerlendirmesi yapalım.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenilince o günün sömürge devletleri Anadolu ve Trakya’yı paylaşmak istediler. İngiltere, Fransa ve İtalya ortak olarak İstanbul’u işgal etti. Güney kıyıları İtalyan ve Fransız askerleri tarafından işgal edildi. Batı Anadolu; İzmir, Bursa ve Eskişehir’e kadar sömürge devletlerinin planları, destek ve yardımlarıyla Yunan askeri birlikleri tarafından işgal edildi. Yunan ordusu, emperyalist devletler tarafından taşeron olarak kullanılıyordu.

Dört yıla yakın süren Milli Mücadele 9 Eylül 1922’de zaferle sonuçlandı. Emperyalist devletler yenilgiye uğramışlardı. Sömürgeci devletlerin Anadolu’yu parçalama ve bölüşme planları yırtılıp atılmıştı. Kuşkusuz Milli Mücadele’nin başarısı, emperyalizmin yenilgiye uğraması dünya tarihinde ilk kez gerçekleşiyordu.

Milli Mücadele’nin aşama aşama hedefine ulaşması, Lozan Barış Antlaşması’nda Kuvayı Milliyecilerin süper güçleri geriletmesi çok büyük bir dönüşümün başlamasına kaynaklık etti.

ÜÇ BÜYÜK DEVRİM

9 Eylül 1922 ile 3 Mart 1924 arasındaki zaman dilimi bir buçuk yıldır. Bu bir buçuk yılda üç büyük devrim gerçekleşti. Birinci devrim, saltanat tacı ile ilgilidir. Padişahlık kurumu “ilga edildi” (kaldırıldı). Padişahın saltanat tacı onun başından alınıp halka verildi. Bu durum, 9 Eylül 1922 zaferinden sadece 52 gün sonra, 1 Kasım 1922’de gerçekleşti. (AS: Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden!)

İkinci devrim, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanıdır. 9 Eylül 1922 zaferinden 1 yıl 50 gün sonra gerçekleşmiştir. Cumhuriyetin ilan edilmesi başlı başına büyük bir devrimdir.

Üçüncü devrim, 3 Mart 1924’te kabul edilen üç yasadır ki Cumhuriyetin ilanından yaklaşık 4 ay sonra gerçekleşmiştir:

  • 429 sayılı Şeriye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun
  • 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu
  • 431 sayılı Hilafetin İlga ve Hanedan-ı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun

Bu yasalarla,

  • Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile halifelik kaldırıldı. Din devleti tarihin derinliklerine gönderildi.
  • Medreseler kapatıldı. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.
  • Çağdaş ve karma eğitimin yolu açıldı, öğretim birliği sağlandı.

İşte bugün bu büyük devrimin 100. yıldönümüdür. Cumhuriyet kazanımlarının ve Türklerin en büyük devrimidir.

NASIL GERÇEKLEŞTİ?

1 Kasım 1922’de padişahlık kaldırılmış ancak halifelik korunmuştu. Osmanlı soyunun en yaşlı üyesi Abdülmecit, Meclis tarafından halife olarak seçilmişti.

Halifeliğin korunması, kimi din adamlarını harekete geçirmişti. Milli Mücadele karşıtı “Teali-i İslam Cemiyeti” başkanı İskilipli Atıf Hoca, İslam Yolu adlı kitabında halifeliğin koşullarını ayrıntılarıyla anlatıyor ve halifenin “Peygamberin vekili ve halkın padişahı” olduğunu, dolayısıyla din işleri yanında dünya işlerine de bakması gerektiğini savunarak şunları söylüyordu:

  • “Halife, Peygamber Efendimizin vekili olup, halkın dini ve dünya işlerine bakan ve onu idare eden umum (genel) reistir.” (AS: Peygamber Allah’ın elçisi idi. Elçilik görevi ölümle bitti. Bu görüş Allah’a şirk koşmaktır, din dışıdır.. Allah’ın elçisine halef – ardıl atanamaz!)

İskilipli Atıf Hoca’yı Afyon Milletvekili İsmail Şükrü Hoca (Çelikalay) izledi. Şükrü Hoca, Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi adlı kitabında “Halife Meclis’in, Meclis Halifenin” sloganını işleyerek ve “Yasama ve yürütme işlerini, halifemizin taşıması yani devlet işlerinin ve devletin geleceğinin halifenin onayına sunulması zorunludur ve şeriatın gereğidir” diyerek halifeyi devlet başkanı, Meclis’i de onun bir danışma kurulu kabul ediyordu.

ADALET BAKANI SEYİT BEY’İN KONUŞMASI

Meclis’te halifeliğin kaldırılmasıyla ilgili yasa görüşülürken Adalet Bakanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Seyit Bey, çok önemli bir konuşma yaptı.

Halifelik kurumunun gelişme aşamalarını irdelediği konuşmasında, Hz. Peygamber’in bir hadisini okudu. Hadiste şöyle deniyordu: “Benden sonra halifelik otuz senedir. Ondan sonra ısırıcı saltanata döner.” Bu hadisin okunmasından sonra Seyit Bey, halifeliğin şeriat açısından niteliklerini de sergileyen açıklamalarda bulundu. Seyit Bey, fıkıh kitaplarında “İmamın, peygamberin kabilesi olan Kureyş’ten olması” gerektiğinin yazıldığını da sözlerine ekledi. Sonunda Meclis, hilafetin kaldırılması kararını verdi.

BÜYÜK YANKI

Hilafetin kaldırılışı çok büyük bir devrimdi. Tüm dünyada büyük yankılar yaratmıştı.

Osmanlı Devleti’nde halifelik salt dinsel değil, dünyasal, günlük yaşam ve devlet işleriyle ilgili bir makamdı. Halife, İslamda “devlet başkanı” demekti. Kurtuluş Savaşı’nda, işgalcilere ve emperyalistlere hizmet etmiş olan bu ortaçağ kurumu, Cumhuriyet adı verilen çağdaş yönetim sistemiyle birlikte olabilir miydi?

ŞERİATIN PENÇESİ

Yine Meclis tarafından kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile eğitim, şeriat kurallarının pençesinden kurtarılıyor, çağdaşlaştırılıyordu. Öğretim Birliği Yasası ile Osmanlı Devleti’ndeki eğitim ikiliğine son veriliyordu. Dinsel konuları ve şeriatı temel alan eğitim yerine, eleştirel aklı öne çıkaran çağdaş eğitim hedefleniyordu. İşte bu nedenlerle bu üç yasa, laik Cumhuriyetin kuruluşunun en önemli üç temel yasasıdır. İşte bu nedenle 3 Mart 1924 çok önemlidir.

AKLA DAYALI ÇAĞDAŞ EĞİTİM

Bu yasalar ile Türk toplumu ortaçağ karanlığından kurtulmak için çağdaşlaşma yolunda ileri adımlar atıyordu. Bu üç temel yasadan sonra devrimler ve dönüşümler birbirini izledi. Ortadoğu ve İslam coğrafyasında Türk Aydınlanması gerçekleştirildi. Atatürk’ün önderliğinde, Türk Aydınlanması laik ilkelere dayalı, birbirini tamamlayan devrimlerle yürütülmüş; devletin, hukukun, kültürün ve eğitimin laikleşmesi sağlanmıştır.

  • Bu yasalarla din devleti, şeriat devleti yıkılıyordu.

İSLAM DİNİ ve POLİTİKA

Atatürk, 1 Mart 1924’te Meclis’i açış konuşmasında, olabilecekleri haber vermişti. Şöyle diyordu:

  • İslam dinini, asırlardan beri alışılageldiği şekilde, bir politika aracı konumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini görüyoruz. Kutsal ve dini inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, her türlü çıkar ve ihtiraslara giriş sahnesi olan politikalar ve politikanın bütün kısımlarından bir an önce kesin biçimde kurtarmak zorunludur. Ancak bu suretle İslam dininin yüksekliği belirir.”
    (TBMM Tutanak, Devre II, Cilt VII, s. 3-6)

ATATÜRK’ÜN HALİFE OLMASI İSTENİYOR

Atatürk’e halife olması için çeşitli yollardan baskı yapılıyordu. Meclis üyesi din bilginlerinden Antalya Milletvekili Rasih Hoca, Kızılay kurulu adına görevli olarak Hindistan ve Mısır’a gitmiş ve bu uzun gezisinden yeni dönmüştü. Rasih Hoca, gittiği ülkelerde Müslüman halkın, Atatürk’ün halife olmasını istediğini ve bu isteğin Atatürk’e ulaştırılması için kendisini de vekil tayin ettiklerini Atatürk’e bildirdi. Bu biçimdeki öneriler yurtiçinden ve Atatürk’ün eski arkadaşlarından da ısrarla geliyordu.

Atatürk, bu öneriye verdiği yanıtta, başka başka devlet yönetimlerinin olduğunu ve bu yönetimlerin altında yaşayan Müslüman halkın, halifenin buyruklarını ve yasaklarını nasıl yerine getirebileceğini sordu.

BAĞIMSIZLIKLA BAĞDAŞMAZ

Atatürk kendisine önerilen, halifeliği kabul etmeyişinin gerekçelerini Nutuk’ta şöyle açıklamıştır:

  • “Bütün Müslümanların bağlı olacağı bir halifelik makamının yönetme imkânı olamayacağını düşünüyorum. İran ve Afganistan gibi Müslüman devletler halifenin herhangi bir yetkisini tanımayacaklar çünkü böyle bir tanıma o devletlerin bağımsızlıkları ve ulusal egemenlikleriyle bağdaşmayacaktır.”

Ayrıca Atatürk, sömürü yönetimi altında bulunan Müslüman ülkelerle ilgili olarak şöyle diyordu:

  • “Türkiye’deki bir halife, sömürge altındaki öteki Müslüman ülkelerin bağımsızlığa kavuşmasında ne derece etkili olabilir?”

Atatürk, sömürge altında yaşayan Müslüman ülkelerin bağımsızlığa kavuşmasına, Türkiye’deki bir halifenin gücünün yetmeyeceğine de dikkati çekmiştir.

Atatürk, “Kendimizi dünyanın egemeni sanmak gibi düşüncelerin, Türk ulusunu felaketlere sürüklediğini” belirtmiş ve dünyada artık ulusal değerlere dayanan yönetim biçimlerinin geçerli olduğuna işaret etmiştir.

ÇOK PARTİLİ SİSTEMİN GETİRDİKLERİ

Ülkemiz, 14 Mayıs 1950’de çok partili sisteme geçtikten sonra, ne yazık ki bu “üç devrim yasası” sürekli saldırı altında kalmıştır. Son yıllarda, bu saldırı daha da artmış, hatta emperyalist güçlerin bir oyun sahasına dönüşmüştür.

SAĞCI İKTİDARLARIN HEDEFİ

Çok partili sisteme geçtiğimiz günden bugüne sağcı iktidarların, ilk iş olarak neden Milli Eğitim Bakanlığı’nı üstlenmek istedikleri, dinin siyasete alet edilerek kullanılmasına yarayacak dinci politikaları öne çıkarmak amacıyla bu üç temel yasayı törpülemek ve delmek için neden çaba gösterdikleri açıktır. Olabildiğince çoğaltılan Kuran kursları, alabildiğine çoğaltılan imam hatip liseleri, alabildiğine çoğaltılan vakıf okulları, 1980 askeri dikta rejiminin kurucusu Kenan Evren ve arkadaşlarının koruması ve kollaması sonucu, çıkardığı yasa ile imam hatip liselerine 1983 yılında üniversitelerin her bölümüne girme hakkının tanınması

İşte Devrim Yasalarını törpüleyen adımlar… Bugün AKP’nin de yapmak istediği, imam hatip okullarının alanlarının genişletilmesi ve kendi eğitim alanlarının dışına taşmasını sağlamaktır. Her gelen sağcı iktidar bu üç temel yasadan özellikle “Öğretim Birliği Yasası”nı delmek üzerinde çalışmıştır.

Bugün Türkiye’de 1 milyonu aşan öğrenci imam hatip ortaokulu ve lisesinde okumaktadır.

ATATÜRK’ÜN DEĞERLENDİRMESİ

Bu yasaların kabul edilmesinin Türk siyasal ve toplumsal yaşamındaki etkilerini Atatürk, Söylev’de şöyle belirtmiştir:

“Bu yasalarla:

a) Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkın işleriyle ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümetin yetkili olduğu saptandı; Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı.
b) Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.
c) Halifeliğe son verildi ve halifelik sorunu kaldırıldı.”

Atatürk, halifeliğin kaldırılışı kadar öğretim birliğinin kurulmasına da çok önem vermiştir. Bu nedenle bu yasanın uygulanmasına geçildiğinde, bir yurt gezisinde Rize’de kendisinin önüne çıkarak medreselerin yeniden açılmasını isteyen iki müftüye Atatürk şöyle yanıt verdi:

“Şimdiye kadar geri kalmamızda en büyük etkenin ne olduğunu biliyor musunuz? Hayır, medreseler açılmayacaktır. Bu adamlar burasını İran gibi mi yapmak istiyorlar?” (Belleten, 18.9.1924, 211, s.1169)

‘MECLİS’TEKİ OLAYLAR BENİ ÇOK ÜZÜYOR’

Meclis’in içine dek uzanan bu tartışmalar, Mustafa Kemal Atatürk’ü rahatsız ediyordu. O sırada, Lozan’da görüşmelerde bulunan İsmet İnönü’ye 26 Aralık 1923 tarihinde gönderdiği mektupta bu kişileri “mürteci” (gerici) olarak niteliyordu:

Sağlığım iyidir. Meclis’te bazı cereyanlara karşı daima uyanık ve izleyici bulunmak mecburiyeti beni çok üzüyor. (…) Halifeye saltanat hukuku vermek hevesinde bulunan mürtecilerin için için girişimleri beni çok sinirlendiriyor.” (ABE, C.14, s.201)

Atatürk 23 Ocak 1924 tarihinde Başbakan İnönü’ye gönderdiği telgrafta ise konu ile ilgili olarak şöyle diyordu:

  • “… Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, var olan ve korunan halife ve halifelik makamının gerçekte ne dinen ne de siyaseten hiçbir mana ve varlık nedeni yoktur
  • Türkiye Cumhuriyeti, safsatalarla, varlığını ve bağımsızlığını tehlikeye atamaz…
  • Hilafet makamı, bizce en sonunda tarihsel bir hatıra olmaktan fazla bir öneme sahip olamaz.” (ABE, C.16, s.190)

Sonunda 3 Mart 1924’te halifeliği kaldıran yasa tasarısı Meclis’e geldi. Yasanın gerekçesinde, “Türkiye Cumhuriyeti içerisinde halifelik makamının bulunmasının Türkiye’yi iç ve dış siyasette iki ‘başlı’ olmaktan kurtaramadığı” belirtilmişti. Türkiye’nin “açık ya da gizli” böylesi bir ortaklığa tahammülü olmadığına ve imparatorluğu çöküntüye sürüklemiş bir hanedanın “halifelik elbisesi” altında güçlerini devam ettirmesinin ülke için artık bir tehlike doğurduğuna işaret edilmişti. Ayrıca, halifeliğin aslında İslamın ilk dönemlerinde “hükümet” anlamında kurulduğu, günümüzde dünya ve din işlerinin tümünü yüklenmiş olan hükümetlerin yanında ayrı bir halifelik makamının yeri olmadığı vurgulanmıştı. Bu yasalar üzerindeki görüşmeler ve tartışmalar Meclis’te beş saate yakın sürdü.

SÜPER GÜÇLERİN İSTEMLERİ

Süper güçler Türkiye’de halkın dinsel dogmalara sarılmasını isterler. Halkın eleştirel akıldan uzaklaşmasını isterler. Türkiye’de halifeliğin tekrar kurulmasını isterler. Çünkü tek adamı ele geçirmek her zaman daha kolaydır.

FETÖ hareketinin en üst düzeyde seyrettiği 2010’lu yıllardan bir örnek verelim.

27 Şubat 2010’da Washington’da “Yeni Türkiye; ABD için anlamı” başlıklı bir toplantı düzenlenmişti. Bir zamanlar Türkiye’de CIA şefliği daha sonra CIA Ulusal İstihbarat Dairesi başkan yardımcılığı yapan ve daima FETÖ’nün koruyuculuğunu yapmış olan Graham Fuller bu toplantıyı yönetiyordu. Fuller, sözü Atatürk’e getiriyor ve “Atatürk’ün Müslüman kimliğini bastırdığını” ve “Halifeliğin kaldırılışının hata olduğunu” söylüyordu. Fuller adeta Müslüman olmuştu. Müslümanlık adına konuşuyor, Atatürk’e karşı çıkıyor, hilafetin neden kaldırıldığını sorguluyordu.

Hilafet kurumu 1924 yılında kaldırılırken buna, o günün emperyalist devleti İngiltere karşı çıkmıştı. Türkiye’de dine dayalı isyanları örgütlemiş ve desteklemişti. Türkiye’nin çok partili sisteme geçtiği 1950’den beri de halifelik kurumunu yeni süper güç ABD destekliyor.

Yukarıda somut olarak adını verdiğimiz CIA yetkilisi Fuller bu konuda kitaplar da yazdı.

2003’te, “Siyasal İslamın Geleceği”, 2007’de “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”, 2010’da “İslamsız Dünya”, 2014’te “Türkiye ve Arap Baharı”… Sanırsınız ki Fuller İslam için mücadele eden, İslamı koruyan bir “mücahit”. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkiye’de “ılımlı İslam” cumhuriyetini ve Türkiye’nin İslam dünyasındaki rolünü anlatıyor. Ilımlı İslam hareketini övüyor, Türkiye’nin İslamlaşmasını istiyordu.

  • Amaç, Türkiye’yi laiklikten uzaklaştırmak, yeniden din devleti kurallarına bağlı kılmaktır.

Yeter ki Türk toplumu Atatürk’ün düşünce sisteminden uzaklaşsın,
çağdaşlaşma amaçlarını bıraksın…
Eleştirel aklı, sorgulamayı öne çıkaran laik eğitimden uzaklaşsın.
Tekrar din devleti kurallarına dönsün.
Böyle olunca başa geçecek tek halifeyi yönlendirmek çok daha kolay olacaktır.

Bu emperyalist politikalarla, ülkemizde özellikle Öğretim Birliği Yasası’nın yok edilmesi yönünde ellerinden geleni yapıyorlar. İmam hatip ortaokul ve liselerini çoğaltıyorlar. İmam hatiplerde okuyan öğrenci sayısı milyonları geçti. İlahiyat fakültelerinin sayısı 110’lara ulaştı. Açıkça belirtmeliyiz ki özellikle AKP döneminde Öğretim Birliği Yasası delinmiştir. Bugünlerde halifelik konusunda da istekler vardır.

  • Türk toplumunu kutuplaştırmak için süper güçlerin daha etkin harekete geçtiği anlaşılıyor.

Büyük bir kavga var. Bu kavga, karşıdevrimcilerin 3 Mart 1924 Devrim Yasalarına karşı kavgasıdır. Oysa bu Devrim Yasaları yalnız çağdaş toplum için değil, gerçek bir demokrasi için de gereklidir.

  • Her şeye karşın Türk toplumu Atatürk ve devrimlerinden kopmayacaktır.

Din devleti isteyen süper güçler ve onların yardakçıları başarılı olamayacaktır.

Türk halkı Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinden ve ilkelerinden kopmayacaktır.