Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu
3 Mart 1924’te TBMM’nin çıkardığı üç yasa Atatürk devriminin temel taşlarını oluşturmaktadır.
Bu yasalarla, Devrimin iki ilkesi olan
- Ordu’nun siyasetten ayrılması,
- Dinin siyasetten ayrılması sağlanmış, ayrıca Halifelik kaldırılmış, laik cumhuriyetin gerektirdiği insan kaynağını yetiştirmek amacıyla medreseler kapatılarak tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde birleştirilmiş, Osmanlı hanedanı üyeleri yurt dışına çıkarılmıştır.
Söz konusu yasalar:
- 429 sayılı Şer’iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlıklarının kaldırılmana ilişkin yasa
- 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasası,
- 431 sayılı Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti toprakları dışına çıkarılmasına ilişkin yasadır.
Her üç yasa 4-22 Şubat 1924 tarihleri arasında İzmir’de harp oyunlarında bulunan Atatürk, komutanlar ve Başbakan İnönü ile birlikte kararlaştırılmıştır.
429 sayılı Yasa:
O tarihe dek TBMM üyeleri arasından seçilen Bakanlar Kurulunda din işlerinden sorumlu Şer’iye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı) ve Silahlı Kuvvetlerden sorumlu Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti (Genelkurmay Bakanlığı) vardı. Bu iki Bakan, hükümetin aldığı siyasal kararlara katılıyorlardı.
Bu, din ve Ordunun siyasete doğrudan karışması demekti.
Siirt milletvekili Hulki Efendi ve 50 arkadaşınca verilen öneride yasanın gerekçesi şöyle :
- “Din ve Ordunun politik akımlarla ilgilenmesi birçok sakıncalar doğurur. Bu gerçek bütün uygar milletler ve hükümetlerce temel ilke olarak kabul edilmiştir. Bu bakımdan yeni bir yaşam varlığı sağlamakla görevli bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında zaten ifadesini bulmuş olan Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlığının bulunması uygun olmaz.”[1]
Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin siyasete karışması, Devrimin temeli olan laiklik ilkesi ile Genelkurmay Bakanının siyasete karışması Devrimin öbür ilkesi olan Ordunun siyasete karışmaması ilkesi ile çelişiyordu. Devrimin önderleri gençlik yıllarından beri dinin ve Ordunun siyasete karışmasının sakıncalarını görmüşlerdi.
429 sayılı yasa ile Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı, yerine Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Diyanet İşleri Başkanının, Başbakanın önermesi üzerine Cumhurbaşkanınca atanması kuralı getirildi. Yasaya göre, dinin kişiler arası ilişkileri düzenleyen kuralları artık Yasama ve Yürütmeden sorumlu olan TBMM’ce düzenlenmektedir. Dinin ibadetle ilgili düzenleme ve uygulamalarını ise Diyanet İşleri Başkanlığı yürütecektir. Bu amaçla, anılan Başkanlığa ülkedeki bütün camiler, mescitler, tekkeler ve zaviyeler (1925’te kapatılacaktır) bağlanmıştır. Müftüler de bu Başkanlığa bağlıdır.
Yürürlükteki Anayasanın Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili 136. maddesi şöyledir:
- “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda,
bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve
bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
429 sayılı yasa çıktığı tarihte Diyanet İşleri Başkanını atayacak olan Cumhurbaşkanı yansız idi. Oysa 2017 Anayasa değişiklinden sonra Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasal partinin genel başkanıdır. Koşullar değişmiştir. Diyanet İşleri Başkanı partili cumhurbaşkanınca atanmaktadır. Bu da 429 sayılı yasanın gerekçesine aykırı olarak Diyanet İşleri Başkanlığının siyasallaşmasını getirmiştir. Görevdeki Diyanet İşleri Başkanının kimi davranışları bunu açıkça göstermektedir.
Aynı yasa ile Genelkurmay Bakanlığı kaldırılmış, yerine ‘barış zamanında Ordunun emir ve komutası ile görevli en yüksek makam olarak’ Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur.
429 sayılı yasaya göre Genelkurmay Başkanı Başbakanın önerisi ile Cumhurbaşkanınca atanır. Genelkurmay Başkanı, görevlerinde bağımsızdır (md. 9). Askeri bütçenin sorumluluğu
Mili Savunma Bakanlığı’na verilmiştir.
Bu düzenleme ile de Ordunun siyasetten ayrılması yönünde önemli bir adım atılmıştır.
Yukarıda Diyanet İşleri Başkanı için belirtilen sorun, Genelkurmay Başkanı için de geçerlidir. 1924’te yansız cumhurbaşkanınca atanması öngörülen Genelkurmay Başkanı, günümüzde doğrudan partili cumhurbaşkanınca atanmaktadır. Kuvvet Komutanlığı yapmayan bir orgeneral, Genelkurmay Başkanı olarak atanabilmiştir!
AKP iktidarınca TSK’da yapılan ve Ordu’ya siyaset sokan girişimlerle birlikte düşünüldüğünde, 429 sayılı yasadan önemli ödünler verildiği, Ordu’nun yeniden siyasallaştı(rıldı)ğı görülmektedir.
430 Sayılı Tevhidi Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasası:
3 Mart 1924’te çıkarılan bir başka önemli bir yasa da Öğretimin Birleştirilmesi yasasıdır.
Osmanlı imparatorluğu 2. Viyana kuşatmasından (1683) sonra Avrupa devletleri karşısında yenilmeye ve toprak yitirmeye başlayınca, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan başlayarak eğitim sistemini yenilemek istemiş ve Batıdaki çağdaş okulları örnek almıştır. Ancak dinsel temellere göre eğitim veren medreseler kaldırılmadığından, eğitimde ikilik oluşmuştur.
Oysa yeni bir ulus devlet kurulmuştur ve bu devleti yaşatacak yeni –laik– insan tipinin yetiştirilmesi, ulusun duygu ve düşünce birliğinin sağlanması gerekmektedir.
Yasa, Manisa milletvekili Vasıf Bey ve 29 arkadaşınca önerilmiştir.
Yasa önerisinin gerekçesinde eğitimdeki ikiliğe dikkat çekerek,
- “Bir milletin genel eğitim ve kültür politikasında milletin duygu ve düşünce bakımından
birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları
ve güzellikleri görülmüş bir ilkedir… Bir milletin bireyleri ancak bir eğitim görebilir.
İki türlü eğitim iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu ve düşünce birliği ile dayanışma amaçlarını tümüyle yok eder.” denilmektedir.
Yasaya göre Türkiye’deki bütün bilim ve eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır (md.1). Vakıflarca yönetilen bütün medreseler ve okullar Millî Eğitim Bakanlığına devredilmiş ve bağlanmıştır (md.2). Milli Eğitim Bakanlığı din bilgileri konusunda yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere üniversite bünyesinde İlahiyat Fakültesi kuracaktır. Ayrıca imamlık ve hatiplik gibi
din hizmetlerinin yerine getirilmesi ile ilgili memurlar yetiştirmek için ayrı okullar açacaktır (md.4).
Anılan yasa laik, bilimsel ve çağdaş eğitim yönünde devrimsel bir adımdır. Yeterli din bilgisine sahip olmayan hocaların medreselerde verdikleri din eğitimi yerine, Bakanlıkça belirlenecek çağdaş, laik ve bilimsel eğitime geçilecek ve bütün yurttaşlar aynı temel eğitimden geçecektir.
Son yıllarda AKP iktidarınca yürütülen karşıdevrim kapsamımda Milli Eğitim Bakanlığı’nın
430 sayılı yasa ile kendisine verilen görev ve sorumluluktan ödünler vererek eğitim sorumluluğunun bir bölümünü tarikat ve cemaatlere devretmesi, 430 sayılı Devrim Yasasına aykırı ve eğitimde karşıdevrimdir.
430 saylı yasa Anayasa’nın 174. maddesi ile koruma altına alınmıştır 174. madde şöyledir :
- “Anayasanın hiçbir hükmü, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının,
Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin,
Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.”
174. madde ile koruma altına alınan yasaların başında öğretimin birleştirilmesi yasası gelmektedir. Bu nedenle 430 sayılı yasa öbür yasalara göre ayrıcalıklı bir konumdadır ve anayasa düzeyindedir.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası Türk milli eğitiminin amaçları arasında Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurtt1aşlar yetiştirmek amaçlarını saymaktadır.
Ancak “demokratik, laik sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar yetiştirmekle” görevli Milli Eğitim Bakanının kendisi laik cumhuriyete karşı sorumluluklarını yerine getirmemekte, eğitimi dinselleştirmektedir.
Görevdeki Milli Eğitim Bakanının 430 sayılı yasa ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun bir bölümünü STK (sivil toplum kuruluşları) olarak adlandırdığı tarikat ve cemaatlere devretmesi Anayasaya, 430 sayılı yasaya ve yürürlükteki Milli Eğitim Temel Yasasına aykırıdır.
Aynı tarihte kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının bilgili din adamı gereksinimini karşılamak amacıyla İmam Hatip Okullarının açılması öngörülmüştür. Bu okullara gereksinimden çok öğrenci alınması, kızların da kabulü ve laik eğitime karşıt bir seçenek konumuna getirilmesi, öğrencilerin bu özellikle okullara yönlendirilmesi ve karşıdevrimci siyasal partinin arka bahçesi olarak görülmesi de, 430 sayılı yasaya aykırı olarak eğitimde iki başlılığı getirmiştir.
431 sayılı Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Dışına Çıkartılmasına İlişkin Yasa
Halifeliği kaldıran bu yasa saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Devrimin temel taşlarından birisidir. İslam dininin temel kaynaklarında yeri olmayan, Peygamberin ölümünden sonra yöneticilik gereksinmesinden kaynaklanan Halifelik orunu (makamı),
1517’den başlayarak Osmanlı padişahlarına geçmiştir. Ancak İmparatorluğun son döneminde Halifeliğin hiçbir işlevi kalmamış, bütünüyle siyasal bir orun durumuna gelmiştir.
- İngiliz desteği ile kurulan Hilafet ordusu, Kuvayı Milliye’ye karşı ayaklanmıştır.
Yeni kurulan laik, çağdaş bir devlette Halifelik gibi bir Ortaçağ kurumunun yeri olamazdı.
Bir zamanlama ustası olan Atatürk, 1 Kasım 1922’de Saltanatla Halifeliği ayırmış, Saltanatı kaldırmış, Halife olarak TBMM’ce seçilen Abdulmecit görevlendirilmiştir. Abdulmecit’in kendisini Padişah gibi görmesi, Oadişahlık yanlılarını çevresinde toplaması ve sınırını aşan istemleri, Halifeliğin de kaldırılmasının zamanının geldiğini göstermiştir.
431 sayılı yasayı Urfa milletvekili Şeyh Safvet Efendi ve 53 arkadaşı önermiştir.
Yasanın gerekçesinde özetle şunlar belirtilmektedir :
- “Türkiye Cumhuriyet içinde Halifelik makamının bulunması Türkiye’yi iç ve dış politikasında
iki başlı olmaktan kurtaramadı. Bağımsızlığında ve ulusal yaşamında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin, görünüşte bile olsa ikiliğe dayancı (tahammülü) yoktur. İmparatorluğun çöküş nedeni olan Osmanlı Hanedanı’nın Halife kisvesi altında Türkiye’nin varlığını etkileyecek
bir tehlike olacağı, deneyimlerle belli olmuştur.”
431 sayılı yasaya göre Halife görevden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve cumhuriyet anlam ve kavramlarının içinde zaten var olduğundan (esasen mündemiç olduğundan), bu makam kaldırılmıştır (md.1).
Görevden alınmış Halife ve yıkılmış Osmanlı hanedanının erkek ve kadın bütün üyeleri ve damatlar Türkiye Cumhuriyeti ülkesi içinde oturma hakkından sonsuza dek yasaklanmışlardır (md.2). Anılan kişiler on gün içinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarını terk edeceklerdir (md.3).
Bu kişilerin T.C. vatandaşlığı sıfatı ve hakları kaldırılmıştır (md.4). İkinci maddede sözü edilen kişiler Türkiye Cumhuriyeti’nde taşınmaz mal sahibi olamazlar (md.5). Bu kişiler Türkiye Cumhuriyeti içindeki tüm taşınmazlarını bir yıl içinde tasfiye edeceklerdir (md.7).
Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık yapmış kişilerin Türkiye Cumhuriyeti topraklarındaki taşınmaz malları millete geçmiştir (md.8).
431 sayılı yasa Halifeliği kaldırmanın yanında Osmanlı hanedanı üyelerini de dönmemek koşulu ile yurt dışına göndermiştir. Bununla, Hanedana dayalı devletin yeniden kurulma olasılığı ortadan kaldırılmış, Fransız Devriminden sonra olduğu gibi, Devrimin Cumhuriyetle Krallık arasında gidip gelmesi önlenmiştir.
Karşıdevrimciler saltanatın kaldırılmasından çok Halifeliğin kaldırılmasına tepki göstermişlerdir. Bu tepkilerin en önemlisi 1925 yılındaki Şeyh Sait ayaklanmasıdır. Günümüzde ortamı
uygun gören kimi karşıdevrimciler Hilafetin yeniden canlandırılması düşlemini (hayalini)
dile getirmektedirler. Hilafetin yeniden canlandırılması, tarihin durdurulmaz akışına aykırıdır.
Sonuç ve değerlendirme
3 Mart 1924’te çıkartılan 3 Devrim Yasası ile ulusal, laik demokratik çağdaş Türk devleti yolunda önemli adımlar atılmıştır. Ordu ve din siyasetten ayrılmıştır. Cumhuriyetin gereksinim duyduğu tek tip “laik insan” yetiştirecek laik, çağdaş, bilimsel, eğitim düzeni kurulmuştur.
Medreseler kapatılarak laiklik yolunda önemli bir adım atılmıştır.
431 sayılı yasa ile Osmanlı hanedanınım son kalıntıları bir daha dönmemek üzere yurt dışına çıkartılmış, padişahlığa umut bağlayanların beklentilerine son verilmiştir. Ancak karşıdevrim kapsamında özellikle 2017 anayasa değişikliği sonucunda Devrim Yasalarına aykırı olarak
din ve Ordu yeniden siyasallaştırılmış, eğitimde ikilik oluşturulmuştur.
Anayasadaki ifade ile “Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve
Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden” Devrim Yasalarına
Atatürkçü kamuoyu sahip çıkmalı, bu Yasalardan verilen ödünlerin durdurulması için
etkili demokratik tepkiyi göstermelidir.
[1] Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005, s.3