Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

SİVAS – MADIMAK KIRIMININ 31. YILI…

Dostlar,

Bizden kısa notlar; 31 yılın dinmeyen acısı, yarasıyla…

  • Sivas-Madımak kırımı davasında, 30 yıllık zamanaşımı süresi nedeniyle dava geçen yıl düşürüldü. Kaçak (firarda) sanıklar Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş’ın yargılandığı davada, savcının zamanaşımı istemi mahkemece kabul edildi ve dava sonlandırıldı. Toplu insan  yakma, “insanlığa karşı suç” olarak kabul edilemedi.
    Çünkü, suç  Tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı önceki Ceza Yasasında insanlığa karşı suçların tanımı, dolayısıyla yaptırımı yer almamıştı. Bu suçlar 5237 sayılı yeni TCK (Türk Ceza Kanunu) ile hukuk sistemimize girmiştir (1.6.2005). Aleyhte hükümler Ceza hukukunda geriye yürütülememektedir. (Suç ve cezada yasallık evrensel ilkesi gereği ve Anayasa m.38/1)
  • Ancak, Ceza Yargılamaları Yasası m.309, olağanüstü bir yasa yolu olanağı veriyor. Kesinleşmiş yargı kararlarında hukuka aykırılık düşünüldüğünde, Adalet Bakanı kendiliğinden (res’en) ya da kendisinden istenmesi üzerine, geriye doğru “yasa yararına bozma” isteme yetkisine sahip. Dileğini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına sunar ve Yargıtay’ın ilgili birimi (son kararı veren yere göre Daire, Hukuk / Ceza Genel Kurulu,
    Büyük Genel Kurul) kesin karar verir. Adalet Bakanı böylesi bir eyleme çağrılabilir,
    reddi durumunda ya da Yargıtay’dan red durumunda tüm iç hukuk yolları tüketilmiş olacağından, AİHM‘ne gidilebilir. AİHM, uluslararası hukukun genel kurallarına göre,
    iç hukuk yolları tüketildikten ve son karardan başlayarak altı ay içinde yapılan başvuruları kabul edebilir (AİHS m.35)
  • Adalet Bakanlığı bu davada “yasa yararına bozma” istememiştir. Ancak Sivas – Madımak davası nedeniyle Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürülen davalar olmuştur. Özellikle, bu toplu kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin aileleri ve avukatları, adaletin sağlanamaması, suçluların cezasız kalması ve zamanaşımı kararları nedeniyle AİHM‘ne başvurmuşlardır. AİHM, Türkiye’yi, etkili soruşturma yapmamak ve adil yargılanma hakkını çiğnemekle (ihlal etmekle) suçlayarak, davacılara  giderim (tazminat) ödenmesine karar vermiştir. AİHM, özellikle zamanaşımı kararlarının insan hakları çiğnemi (ihlali) oluşturduğu görüşündedir. Ulusal mevzuatta yasal hüküm bulunmaması geçerli gerekçe değildir. Suçun cezasız kalmasına hukuk düzeni izin vermez, vermemelidir.
  • Bu düşme kararı, Alevi toplumu ve kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin yakınlarınca,
    ilerici toplum kesimlerinde yoğun protestolara neden oldu. Alevi dernekleri, adliye önünde
    oturma eylemi yaparak ve basın açıklamaları ile adil olmayan karara tepki gösterdi.​
  • Davada kaçak olan sanıklar hala (31 yıldır!) yakalan(a)mamıştır ve adaletin sağlanamaması nedeniyle büyük bir toplumsal üzüntü ve öfke yaşanmaktadır..
    Kuşaklar arası aktarılan kalıcı travma..
    Bu olgu başlı başına hedeftir ve ulusal birliği ciddi biçimde yaralar.
  • Yargı kararının siyasal bir cinayet olarak görülmesi ve cezasız kalmasının yeni kırımları, cinayetleri özendireceği yönünde endişeler haklı ve yaygındır.
  • Kurbanların avukatları, tüm yasal yolları kullanarak savaşımı (mücadeleyi) sürdürmekte kararlıdır.

Madımak Oteli, 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas kırımında 37 kişinin yaşamını yitirdiği yer. 2010’da otel kamulaştırıldı ve ertesi yıl “Sivas Bilim ve Kültür Merkezi” olarak yeniden açıldı.
Bu merkezde, kırımda yaşamını yitirenler için bir anı köşesi oluşturuldu​​.

Bina, bilimsel ve kültürel etkinliklerin düzenlendiği bir merkez olarak hizmet veriyor.
Alevi toplumu ve insan hakları örgütleri, bu otelin bir “utanç müzesi“ne dönüştürülmesi gerektiğini savunuyor. Bu istemler, kırımın 30. yıldönümünde (geçen yıl) daha yüksek sesle dile getirildi. “Bilim ve Kültür Merkezi” adının değiştirilerek, “Madımak Utanç Müzesi” olması isteniyor.​

  • Devletin en başat ödevi, ülkesindeki tüm insanların yaşam hakkını korumaktır.

Bu gibi kırımlar ulusal birlik – dayanışma ve ülkenin sağkalımına (bekasına) çok büyük darbelerdir. Mutlaka dış güçlerin kışkırtıcı (provokatif) payı vardır. Türkiye, 1952’de NATO‘ya yalvar – yakar alındıktan sonra (18 Şubat), kontr-gerilla / Gladyo çetesi ülkemize yerleşmiştir ve zaman zaman Devlet güçleri bile kışkırtıcı cinayetleri önlemede yetersiz kalmaktadır!?

Bu durum kabul edilemez. Türkiye NATO’dan çıkmalı, bağımsızlık ve güvenliğini tehdit eden
tüm dengeli olmayan (asimetrik) uluslararası yapılardan çekilmeli, ülkemizde kaynayan
yabancı ajanlardan arınmaya çabalamalıdır.

Ulusal dayanışma, ülkemizin sonsuza dek sağkalımı (bekası) için en temel ve yeterli güvencedir.

Sevgi, saygı ve derin acı ama UMUT ile. 02 Temmuz 2024, Ankara

Yazımız ADD web sitesinde de yayımlandı : SIVAS-–-MADIMAK-KIRIMININ-31.-YILI-3.pdf (add.org.tr)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

MADIMAK OLAYI: DİNSEL KUTSALLARIN KÖTÜYE KULLANILMASI ile İLGİLİ İRTİCACI BİR KALKIŞMA DENEMESİ…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
(AS: Bizim birkaç notumuz yazının altındadır..)

 

Bundan tam 31 yıl önce Sivas’ta,, Pir Sultan Abdal Etkinlikleri bahane edilerek gerici, Cumhuriyet, Atatürk ve laiklik karşıtı bir kalkışma tezgahlanmıştır. Madımak Oteli, içindeki aydınlar ve sanatçılarla birlikte , “yak, yak, yak !”
vahşi çığlıkları arasında benzin dökülerek ateşe verilmiştir. İkisi otel çalışanı ve biri de kalkışmacı olmak üzere toplam 37 kişi yanarak yaşamını yitirmiştir. Gözleri dönmüş, buram buram kin ve nefret kokan iç ve dış şer ittifaklarının ortaklaşa tezgahladıkları mürteci güçlerin bu utanç verici ve insanlık dışı eylemleri toplumda, ulusal boyutta büyük ve çok yönlü bir psiko-sosyal örselenme (travma) yaramıştır.

Madımak’ta irtica ve cehalete kurban gidip yakılarak yaşamlarını yitiren aydın ve sanatçılara Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk aydın ve sanatçılarına da başsağlığı dilerim.

Bu dizelerin (satırların) yazarı da, aynı etkinliğe çağrılı olduğu halde, Tokat’tan Aydın’a
ev taşıması nedeniyle, biraz da eşinin engellemesi sonucu, ilgili çağrıya katılamadığı için,
belki de ölümün eşiğinden dönmüş olabilir.

1993 NASIL BİR YIL ?

1993 Yılı, Türkiye açısından oldukça önemli bir yıldır.
– 24 Ocak 1993’te gazeteci Uğur Mumcu katledilmiştir.
– 17 Şubat 1993’te, Orgeneral Eşref Bitlis‘in uçağı düşmüş ya da düşürülmüştür.
– 17 Nisan 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut özel ölmüş, ölüm nedeni kuşkulu görülmüştür.
(AS: Adli tıp raporları arsenik zehirlenmesini dışladı, “olağan ölüm” dedi.)
– Yine aynı yıllarda İran’daki şeriatçı Humeyni darbesinin benzerini Türkiye’de gerçekleştirmek isteyen kökten dinci gerici güçlerin çeşitli eylemleri vardır.

MADIMAK KALKIŞMASI SIRASINDA TÜRKİYE’NİN ÜST YÖNETİM KADROSUNDA
KİMLER VARDI?

– Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
– Başbakan Tansu Çiller
– Başbakan Yard. Erdal İnönü
– Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş
– İçişleri Bakanı M. Gültekin Gazioğlu
– Sivas Valisi Ahmet Karabilgin
– Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu
– Sivas Emn. Müdürü Sayın Doğukan Öner
– Pir Sultan Abdal Etkinleri düzenleme kurulu başkanı Murtaza Demir

ETKİNLİKTEN ÖNCE SİVAS’ta YEREL GAZETELERDE NEFRET SÖYLEMLERİ

– Kızılbaşlar camileri yakıyor!
– Aziz Nesin Allah’a, dine küfretti, şeytan Aziz!
– İşgalciler defolun!
– Burası Moskova değil!
– Cumhuriyet burada (Sivas’ta) kuruldu, burada yıkılacak!
– Kahrolsun laikler, yaşasın şeriat!
– Kanımız aksa da zafer İslam’ın!
– Şeriat gelecek, her şey bitecek!
– Müslüman Türkiye!
.- Vali istifa, dinsiz vali!
– Sivas Aziz’e (Aziz Nesin) mezar olacak!

ÜST MAKAMDAKİ DEVLET YÖNETİCİLERİNDEN
İNSAN YAKMA VAHŞETİ ile İLGİLİ KİMİ AÇIKLAMALAR

“Sivas Valisi ve İçişleri Bakanı ile görüştüm. Gerekli önlemler alındı. Fevkalade hassas bir konu.
Devlet güçleri ile halk karşı karşıya getirilmemelidir (Yani asker, polis saldırganlara
engel olmamalıdır. H.Ç.). Buna gayret ediliyor.”
Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı.

“Sayın İçişleri Bakanı oradadır. Bütün güvenlik güçlerimiz oradadır. Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza (yani saldırganlara!) zarar gelmemiştir. Onlardan ölen, yaralanan yoktur.
Sayın Aziz Nesin’in oradaki konuşmasından sonra halkın tahrik içerisinde olduğu anlaşılmaktadır.”

Tansu Çiller, Başbakan

“Devletin valisi, % 99’u müslüman olan bir ülkede, halkımızın dini duygularını rencide eden
bir konuşmacıya tepkisiz kalmışsa milletin o valiye güvenmesini bekleyemezsiniz.”

Mesut Yılmaz. Ana Muhalefet partisi genel başkanı.

SAPTAMALAR

1- Madımak olayı devlete, Cumhuriyete, laikliğe, meşru anayasal düzene karşı kalkışmadır. Yürürlükteki anayasal meşru düzen yerine şeriat düzeni istemi vardır.
2- Yakılan, yangından kurtulan aydınlar ve sanatçılara karşı irticacı (gerici) soykırım denemesidir. Kanımca başta ABD olmak üzere, emperyalist Batı Blokunun komünist rejim karşıtı
işbirlikçi YEŞİL KUŞAK Tasarımının uzantısı ve uygulamasıdır.
3- Toplumsal açıdan seküler, sivil ve laik yaşam biçimine ve genelde bu yaşam biçimini benimseyen Alevilere ve laik Sünni aydınlara karşı bir saldırı olarak değerlendirilebilir.
4- Devleti yönetenlerin konuyla ilgili bilgi ve bilinç eksiklikleri içinde oldukları, olayları ve
bu olayların nedenleri, etkileri ve sonuçları hakkında en hafifinden aymazlık içinde kaldıkları;
hatta mürteci, saldırgan güruhtan yana tutum alma eğiliminde oldukları izlenimi edinilmektedir.
5- Madımak kalkışmasının gerçek suçlularının günümüze dek her süreç ve yargılamada
tüm sağ iktidar ve partilerce el altından korunup kollandığı görülmektedir.
6- Olayın üzerinden 31 yıl geçmiştir. Şu an için hükümlü-tutuklu hiçbir Madımak sanığı yoktur!?

SON SÖZ

Madımak kalkışması, Türkiye’deki demokrasinin, din ve vicdan özgürlüğünün, Devlete, Cumhuriyete, seküler / laik yaşam biçimine karşı, özellikle sağ iktidarların içtenlik (samimiyet) testi ve turnusol kağıdıdır.

  • Bir toplumda en önemli ve tehlikeli silah, örgütlenmiş ve kışkırtılmış dinsel cehalettir.

Geliş amacına uygun olarak barış, esenlik ve sevgi temelli bir inanç sistemi olan İslam dininin, her türlü dinbazlıklardan, zor (cebir) ve şiddetten arındırılması gerekir.

Madımak Oteli, bu tür vahşetlerin yeniden yaşanmaması için, temel ve evrensel insan hakları; din ve vicdan özgürlüğünün zorunlu bir gereği olarak mutlaka İNSANLIK MÜZESİ olarak düzenlenmelidir.
===================================
Dostlar,

Bizden kısa bir – iki not…

  • Madımak kırımı davasında, 30 yıllık zamanaşımı süresi nedeniyle dava düşürüldü.
    Kaçak (firarda) sanıklar Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş’ın yargılandığı davada, savcının zamanaşımı istemi mahkemece kabul edildi ve dava sonlandırıldı. Toplu insan  yakma, “insanlığa karşı suç” olarak kabul edilemedi. Çünkü, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı önceki Ceza Yasasında insanlığa karşı suçların tanımı ve yaptırımı yer almamıştı. Bu suçlar 5237 sayılı yeni TCK (Türk Ceza Kanunu) ile hukuk sistemimize girmiştir (1.6.2005). Aleyhte hükümler Ceza hukukunda geriye yürütülememektedir.
    (Suç ve cezada yasallık evrensel ilkesi gereği…)
  • Ancak, Ceza Yargılamaları Yasası m.309, olağanüstü bir yasa yolu olanağı veriyor. Kesinleşmiş yargı kararlarında hukuka aykırılık düşünüldüğünde, Adalet Bakanı kendiliğinden (res’en) ya da kendisinden istenmesi üzerine, geriye doğru “yasa yararına bozma” isteme yetkisine sahip. Dileğini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına sunar ve Yargıtay’ın ilgili birimi (son kararı veren yere göre Daire, Hukuk / Ceza Genel Kurulu, Büyük Genel Kurul) kesin karar verir. Adalet Bakanı böylesi bir eyleme çağrılabilir, reddi durumunda ya da Yargıtay’dan red durumunda tüm iç hukuk yolları tüketilmiş olacağından, AİHM‘ne gidilebilir. AİHM, uluslararası hukukun genel kurallarına göre, iç hukuk yolları  tüketildikten ve son karardan başlayarak altı ay içinde yapılan başvuruları kabul edebilir (AİHS m.35)
  • Adalet Bakanlığı bu davada “yasa yararına bozma” istememiştir. Ancak Sivas – Madımak davası nedeniyle Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürülen davalar olmuştur. Özellikle, bu kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin aileleri ve avukatları, adaletin sağlanamaması, suçluların cezasız kalması ve zamanaşımı kararları nedeniyle AİHM‘ne başvurmuşlardır. AİHM, Türkiye’yi, etkili soruşturma yapmamak ve adil yargılanma hakkını çiğnemekle (ihlal etmekle) suçlayarak, davacılara giderim (tazminat) ödenmesine karar vermiştir. AİHM, özellikle zamanaşımı kararlarının insan hakları çiğnemi (ihlali) oluşturduğu görüşündedir. Ulusal mevzuatta yasal hüküm bulunmaması geçerli bir gerekçe değildir. Suçun cezasız kalmasına hukuk düzeni izin vermez, vermemelidir.
  • Bu düşme kararı, Alevi toplumu ve kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin yakınlarınca,
    ilerici toplum kesimlerinde yoğun protestolara neden oldu. Alevi dernekleri, adliye önünde
    oturma eylemi yaparak ve basın açıklamaları ile adil olmayan karara tepki gösterdi.​
  • Davada kaçak olan sanıklar hala (31 yıldır!) yakalan(a)mamış ve adaletin sağlanamaması nedeniyle büyük bir toplumsal üzüntü ve öfke hala yaşanmaktadır..
    Kuşaklar arası aktarılan kalıcı travma..
    Bu olgu başlı başına hedeftir ve ulusal birliği ciddi biçimde yaralar.
  • Yargı kararının siyasal bir cinayet olarak görülmesi ve cezasız kalmasının yeni kırımları, cinayetleri özendireceği yönünde endişeler haklı ve yaygındır.
  • Kurbanların avukatları, tüm yasal yolları kullanarak savaşımı (mücadeleyi) sürdürmekte kararlıdır.

Madımak Oteli, 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas kırımında 37 kişinin yaşamını yitirdiği yer. 2010’da otel kamulaştırıldı ve ertesi yıl “Sivas Bilim ve Kültür Merkezi” olarak yeniden açıldı.
Bu merkezde, kırımda yaşamını yitirenler için bir anı köşesi oluşturuldu​​.

Bina, bilimsel ve kültürel etkinliklerin düzenlendiği bir merkez olarak hizmet veriyor.
Alevi toplumu ve insan hakları örgütleri, bu otelin bir “utanç müzesi“ne dönüştürülmesi gerektiğini savunuyor. Bu istemler, kırımın 30. yıldönümünde (geçen yıl) daha yüksek sesle
dile getirildi. “Bilim ve Kültür Merkezi” adının değiştirilerek, “Madımak Utanç Müzesi” olması isteniyor.​

  • Devletin en başat ödevi, ülkesindeki tüm insanların yaşam hakkını korumaktır.

Bu gibi kırımlar ulusal birlik – dayanışma ve ülkenin sağkalımına (bekasına) çok büyük darbelerdir. Mutlaka dış güçlerin kışkırtıcı (provokatif) payı vardır. Türkiye, 1952’de NATO‘ya yalvar – yakar alındıktan sonra (18 Şubat) kontr-gerilla / Gladyo çetesi ülkemize yerleşmiştir
ve zaman zaman Devlet güçleri bile kışkırtıcı cinayetleri önlemede yetersiz kalmaktadır!?

Bu durum kabul edilemez. Türkiye NATO’dan çıkmalı, bağımsızlık ve güvenliğini tehdit eden tüm dengeli olmayan (asimetrik) uluslararası yapılardan çekilmeli, ülkemizde kaynayan yabancı ajanlardan arınmaya çabalamalıdır.

Ulusal dayanışma, ülkemizin sonsuza dek sağkalımı (bekası) için en temel ve yeterli güvencedir.

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Demografik işgal

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Dünyadaki demografik değişimleri, dönüşümleri ve denetimsiz, plansız göç, göçmen, mülteci, sığınmacı sorununu kökten engellemenin tek yolu, dünyadaki sömürüyü ve adaletsizliği bir bütün olarak engellemektir.

Bunu engellemenin tek yolu da kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele etmektir. Çünkü bugün yeryüzündeki ekonomik ve sosyal adaletsizlikler, sömürü düzeni, savaşlar ve çatışmalar, kapitalizmin ve emperyalizmin sonuçlarından başka bir şey değildir. Neden ve sonuç ilişkisini doğru bir biçimde kurmadan bu küresel sorunu çözmek olanaklı değildir.

Dünyadaki tüm ülkelerde sömürü, ekonomik ve sosyal adaletsizlik, savaş, iç savaş ve çatışma olmasa, insanlar başka ülkelere göç etmek zorunda kalmazdı.

Ancak kapitalizm ve emperyalizm sorununu çözmek uzun zaman alacağına göre, dünyada en çok göçmeni, sığınmacıyı ve mülteciyi barındıran ülkelerden biri olan Türkiye’de, bu soruna karşı kısa vadeli (erimli) çözümlerin getirilmesi gerekir.

Bunun üç nedeni vardır :

Birincisi; Türkiye, ekonomik açıdan daha gelişmiş olan ABD, Britanya ve Avrupa Birliği ülkeleriyle aynı kategoride değildir. Türkiye ekonomik açıdan bu ülkelerden çok daha zayıf olduğu gibi, büyük bir ekonomik krizin ortasındadır ve milyonlarca göçmeni, sığınmacıyı, mülteciyi kaldırabilecek ekonomik güce sahip değildir.

İkincisi; Türkiye, siyasal açıdan da ABD, Britanya, Avrupa Birliği ülkeleriyle aynı kategoride değildir. Demokrasi, laiklik, hukuk devleti, insan hakları, düşünceyi ifade, yayın ve örgütlenme özgürlüğü konularında Türkiye, özellikle AKP döneminde, dünyadaki en geri kalmış ülkelerden biri konumundadır. Böyle bir ülkede

  • Radikal demografik değişimler ve dönüşümler, ekonomik sorunların da tetiklemesiyle, din, mezhep, felsefi görüş, etnik kimlik üzerinden büyük çalkantılara, çatışmalara, bölünmelere, parçalanmalara, kutuplaşmalara ve büyük bir ulusal güvenlik sorununa yol açar.

Üçüncüsü;

Demokrasi ve laiklik karşıtı AKP hükümeti, çoğunluğu dinci, şeriatçı
ve laiklik karşıtı olan göçmenleri, sığınmacıları ve mültecileri,
Türkiye’de teokratik bir devleti kurmak için bir araç olarak kullanmaktadır.

Türkiye bu nedenle de din, mezhep, felsefi görüş ve yaşam biçimi üzerinden bölünme, parçalanma, kutuplaşma ve çatışma riskiyle ve büyük bir ulusal güvenlik sorunuyla karşı karşıyadır.
***
Türkiye’deki denetimsizlikten dolayı, göçmenlerin, sığınmacıların ve mültecilerin toplam sayısı konusunda sağlıklı bir veriye ulaşmak da olanaklı değildir. Resmi açıklamalara göre bu sayı yaklaşık 5 milyondur. Kimi resmi olmayan açıklamalara göre bu sayı yaklaşık 8 milyondur.

Bu sayılar, verili nüfusun yaklaşık %6’sına veya %9’una denk gelmektedir.
Böyle bir oranı, ekonomisi ve siyaseti sağlam olan bir ülke bile kaldıramaz!

Onlarca yıldır laik ve anti-laik, Sünni ve Alevi, Türk ve Kürt ayrımları üzerinden bölünme, parçalanma ve kutuplaşma yaşayan Türkiye; bu gidişle, laik ve anti-laik çatışmasını daha derin bir biçimde yaşayacağı gibi, Türk ve Arap ile Kürt ve Arap etnik kimlikleri üzerinden de yeni bölünmeleri, parçalanmaları ve kutuplaşmaları yaşayacaktır.
***

Bu sorunun kısa vadede (erimde) tek çözümü                         :

  • Türkiye’deki göçmenlerin, sığınmacıların, mültecilerin tamamının
    en geç iki yıl içinde ülkelerine gönderilmeleri;
  • Sınırlardaki denetimlerin ve gözetim noktalarının personel ve araç-gereç desteğiyle
    acil olarak en yüksek düzeye getirilmesi;
  • Ottawa Andlaşması’ndan çekilerek İran, Irak ve Suriye sınırlarındaki uygun yerlerin,
    en geç bir yıl içinde, uyarı levhalarıyla ve dikenli tellerle birlikte mayınlanmasıdır.
    (Biz de ekleyelim : AB
    Geri Kabul Anlaşması feshedilmelidir.)

Dünyadaki bütün ülkeler ulusal çıkarlarını korurken, Türkiye’nin bunun dışında kalması
hem aptallıktır hem de vatana ihanettir!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Demografik işgal1 Temmuz 2024
Diamond Tema24 Haziran 2024

Denizlerimizin Ulusallaştırılması: Kabotaj Hakkı

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm. 

98 yıl önce 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Yasası ile Osmanlı İmparatorluğunca denizlerimizde yabancı devletlere verilen ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) kaldırılmış, denizlerimiz ulusallaştırılmıştır (millileştirilmiştir).

Öncesi

Büyük devrimci Atatürk, bağımsızlık savaşının hedefini “ulusal sınırlar içinde ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız yeni bir devlet kurmak” olarak belirlemişti. Ulusal sınırlar kuşkusuz karasularımızı da kapsıyordu.

Tarihte ilk kez başarı ile verilen anti-emperyalist bağımsızlık savaşı sonunda ulusal sınırlarımız belirlenmiş ve Lozan’da düşmanlarımıza kabul ettirilmiştir.

Bu sınırlar içinde tam bağımsızlığın ön koşulu, Osmanlı imparatorluğunca yabancılara verilen ve İmparatorluğun çöküşünde ana etken olan kapitülasyonların kaldırılması idi.

  • Lozan’da bu hedefe ulaşılmış, kapitülasyonlar tüm yönleri ile kaldırılmıştır.

Kapitülasyonların denizlerimizdeki uygulaması liman işletmelerinin yabancılara bırakılması, limanlarımız arasındaki taşımacılığın yabancı gemilerle yapılması idi. Bu durum denizciliğimizin gelişmesine engel olmanın yanında, ekonomik yitiklere yol açıyordu. Tam bağımsız bir devlette yabancılara bu tür ayrıcalıklar kabul edilemezdi.

Büyük Atatürk, henüz Lozan görüşmeleri tamamlanmadan, yeni devletin ekonomi politikasını saptamak amacıyla 17 Şubat 1923’te geniş katılımlı Türkiye İktisat Kongresini İzmir’de  düzenlemiştir. Bu Kongrede alınan kararlardan biri de, kendi limanlarımızda kendi bayrağımızı taşıyan gemilerden başkasının ticaret ve yük – yolcu taşımacılığı yapamaması (Kabotaj Hakkı) idi. Bu hedefin gerçekleştirilmesi, Lozan’da kapitülasyonların tümüyle kaldırılması ile olanaklı olmuştur.

1926’da yoğunlaşan hukuk devrimi kapsamında yapılan yeni yasalardan biri de, Türk karasularında her türlü denizcilik eylemlerinin Türk yurttaşlarınca yapılmasını öngören 815 sayılı Kabotaj Yasasıdır. Yasa 19 Nisan’da kabul edilmiş, 1 Temmuz’da yürürlüğe girmiştir.

Kabotaj Yasası kıyılarımız arasındaki taşımacılığı Türk gemilerine özgü kılmanın ötesinde,
tüm denizcilik eylemlerinin Türk yurttaşlarınca yürütülmesini de öngörmüştür. Bu nedenle,
1 Temmuz salt “Kabotaj Bayramı” değil, Kabotaj ve Denizcilik Bayramıolarak kutlanmaktadır.

Değerlendirme

  • Kabotaj Yasası, Atatürk devriminin denizlerimizdeki uygulamasıdır.

Yasa ile denizlerimiz bizim olmuş, denizcilik gücümüz gelişmiştir. Denizcilik gücü; deniz gücünden (Donanmadan) öte, ulusun denizle ilgilenmesi, denizi sevmesi, denizden yaralanması, limanlarımızın, tersanelerimizin ve deniz ticaret filomuzun geliştirilmesini, kısaca denizci ulus olmayı kapsar.

Bugün gelinen noktada, karşı devrim süreci içinde, limanlarımızı işletme hakkının uzun sürelerle (49 yıllığına!?) yabancılara verilmesi, Kabotaj Hakkından geriye gitmektir.

Donanmamızın yanında denizcilik filo gücümüz de coğrafyamızın gerektirdiği düzeye yükseltilmeli, yabancılara verilen liman işletme ayrıcalıkları kaldırılmalı, Kabotaj Yasası duyarlıkla uygulanmalıdır..

Kabotaj ve denizcilik bayramı kutlu olsun!

Savcılar ve anayasa ihlali

Prof. Dr. Doğan SOYASLAN | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMProf. Dr. Doğan Soyaslan

27 Haziran 2024, Cumhuriyet

Savcılık, eski Roma’da kamu düzenini bozan fiillerin cezalandırılması için devlet adına kovuşturma yapan kurum olarak doğmuştur. 1789 Fransız İhtilali’nden önce kraliyet düzenini bozanlara karşı kovuşturma yapanlar da “kraliyet savcıları” olmuşlardır. İhtilalden sonra kaldırılması tartışılmış, cumhuriyetin de korunmaya ihtiyacı olacağı için “Cumhuriyet Savcısı” olarak korunmasına karar verilmiştir.

Tanzimat döneminde 1860’lı yıllarda Napolyon Ceza ve Ceza Muhakemesi yasaları ve mahkemeler teşkilatı (örgütü) alındığında, “müdde-i umumilik” olarak savcılık kurumu da hukukumuza girmiştir. Osmanlı kurumlarının çürüyen yapısını gören ve yeni bir sistem kurmak isteyen kurucu lider (ATATÜRK!), M. Esat Bozkurt’a müdde-i umumiliğin durumunu sorar. Bozkurt, “Cumhuriyeti koruyacak ve savunacak bir kuruma gereksinim olacaktır” der.
Savcılığın önüne cumhuriyet sözcüğü ilave edilir (eklenir).

  • Savcılığın görevi Cumhuriyeti ve Cumhuriyet kurumlarını yaşatmaktır.

Cumhuriyet aklın rehberliğinde, özgür ortamda, halkın kendi kendisini idare etmesi ve
kendi kaderine (yazgısına) egemen olmasıdır. 
Kamu idaresinde (yönetiminde) insanlığın ulaştığı ideal bir rejimdir.

Savcının görevi böyle bir rejimi koruyarak halkına sahip çıkmaktır.
Oysa bugüne dek rejime sahip çıkılamadığını görüyoruz.

TEK ADAMLIĞA GİDEN YOL

Özgürlükçü, laik hukuk devleti değerlerine bağlı Türkiye Cumhuriyeti devletini idare edenler (yönetenler), 2002 yılında laik Cumhuriyete sadık kalacağını ilan eden siyasal İslamcı (özünde demokrasiye karşı) bir kökten gelen siyasi partiye iktidarı teslim etti. Yeni iktidar ilk beş yıl içinde Avrupa normlarına uyum çerçevesinde mevzuatta önemli değişiklikler yaptı. 2007’de yapılan anayasa değişiklikleri ile cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmeye başlandı. Böylece tek adamlığa giden yol açıldı.

  • 12 Eylül 2010 anayasa değişiklikleri ile yargı iktidar partisinin denetimine geçti.

Böylece Güçler Ayrılığına son verildi. Yüksek yargıya Cumhuriyeti hazmedememiş hâkimler (yargıçlar) atandı.

15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin ardından olağanüstü hal ilan edildi. Tek taraflı (yanlı) propaganda ile kısa zamanda anayasa hazırlandı, referanduma (halkoylamasına) sunuldu.

Hukuksal olarak yoklukla sakat mühürsüz oylar geçerli sayılarak
yeni bir anayasa yürürlüğe sokuldu. 

GÜÇLER AYRILIĞI

Yeni anayasa yasama, yürütme, yargı yetkilerini cumhurbaşkanında topladı. Parti önderliği ile cumhurbaşkanlığı birleştirildi. Parlamento devre dışı bırakıldı ya da parlamenter kendini devre dışı bıraktı. Aslında yapılan siyasal literatürde sivil darbe veya beyaz ihtilaldir.

  • İktidarı bir kişide toplayan anayasalar tarihin akışına engel koyarlar,
    toplumun gelişmesini geciktirirler.
  • Anayasalar kişiye güvenerek yeni özgürlükler ve sorumluluklar yükledikleri, iktidarı kurumlar arasında paylaştırdıkları, denge-denetleme mekanizmasını işlettikleri ölçüde meşrudurlar.
  • Tüm güçleri bir kişide toplama ve ülkeyi 21. yüzyıl koşullarında İran benzeri bir rejime dönüştürerek kendi anlayışlarına göre totaliter bir İslami rejim kurma çabaları sürmektedir.(İnsanı yaşamının her aşamasında denetim altında tutan totaliter rejim toplumu ileri götürmez.)

Bunun son örneği MEB tarafından kabul edilen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” programıdır.
Söz konusu program, hatta yıllardan beri uygulanan eğitim programları
akılcılığı,
kuşkuculuğu,
analitik düşünceyi,
zihin özgürlüğünü benimsemiş Cumhuriyet felsefesine aykırıdır.

Eğitimde Cumhuriyetin hedefleriyle taban tabana zıttır. Anayasanın içinin boşaltılmasıdır.

REJİME SAHİP ÇIKMAK

  • Sayın savcıların görevlerinden en önemlisi laik Cumhuriyeti korumak ve kollamaktır.

Yaklaşık yüz yıllık Cumhuriyet uygulamasından sonra laik Cumhuriyetin içinin boşaltılmasına, yoklukla sakat işlemler yaparak yeni bir anayasanın yürürlüğe sokulmasına,
özgürlükleri güvence altına alan bir siyasal rejimden vazgeçerek tüm güçleri bir kişinin elinde toplayan otoriter bir anayasal düzene geçişe seyirci kalmalarına yetkileri yoktur.
Seyirci kalmama ve müdahale etme görevleri vardır.

  • Anayasayı korumakla görevli savcılar hukuken görevlerini yapmadıkları için
    ihmal ederek icra yoluyla anayasayı ihlal suçunu işlemektedirler
    (TCK md. 309).

Devlet ve yürütme kaç başlı?

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset, 27.06.2024, BİRGÜN

Osmanlı-Cumhuriyet kazanımlarına ve yerli-milli ne varsa hepsine sünger çeken 2017 değişikliği aktörleri, Cumhuriyet’in niteliklerine (md.2)  anayasal düzlemde dokunamadılarsa da; kendi koydukları kurallara bile saygı göstermeden kurdukları fiili yönetimle hayli yol aldılar.

YETKİ TEKELİ

1982: “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” (md.8)

2017: “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” (md.8).

Bu değişiklik doğrultusunda Hükümet ve Bakanlar Kurulu yetkileri, bir kişiye verildi:

  • Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.” (md.104).

CB, kararname yetkisi ile de donatıldı.

Devleti temsil ve Hükümet (siyaset) ‘kişisel yetki tekeli’ kurulmuş oldu.

Fatih döneminden başlayarak ayrılan Padişah (CB) ve Sadrazam (Hükümet) yetkileri bir kişide toplandı. Aynı kişi, parti başkanlığını da üstlendi.

İÇ İÇE İTTİFAKLAR

Başkanı olduğu AKP, MHP ile Cumhur İttifakı kurdu.

Yasama koalisyonu ile yetinmeyen Cumhur İttifakı, fiili olarak “Yürütme ittifakı” da yaptı. Gerekçe ve sonuç arasındaki çelişki açık:

Anayasa değişikliği, ‘Yürütme’de çift başlılığa son’ sloganı ile dayatılmasına karşın,  Yürütme’nin yalnızca Hükümet ile özdeşleşen siyasal kanadı değil, Devlet Başkanlığı olarak Cumhurbaşkanlığı da fiilen çift başlı oldu.

Özetle; ‘koalisyona ve çift başlılığa son’ sloganları ile parlamenter rejim ve Hükümet kaldırıldı; ama Yasama koalisyonu ve Yürütme koalisyonu,  vaatlerin tam tersine, iki Parti ve iki Kişi iktidarının beka koşulu oldu.

Anayasa bilimi verilerini yadsıyarak ve bilgi kirliliği yayılarak kurulan yetki tekeli, CB statüsü ile bağdaşmadığı halde parti başkanlığı ile pekiştirildi. Bu tekel, hukuksal ve fiili çift başlı Devlet yönetimi ve Yürütme uygulaması ile kırılarak, vekillerin yasama görevlerini Anayasa andı gereği yapmalarını engelleyecek bir düzenek oluşturuldu.

Yürütme ve siyasal karar düzenekleri dışında bırakılan Bakanlar ise, parti içinde. Dahası, Anayasa’ya karşın teklifler Bakanlıklarda hazırlandığı halde, kendileriyle ilgili yasa görüşmeleri için TBMM’ye gitmeyen Bakanlar, aynı mekanda Parti grup toplantılarında…

TSK ve DİB

TSK’nin hiyerarşik yapısı -anayasal güvencelere karşın- bozuldu;
ama -hukuka saygısızlıkta sınır tanımayan- DİB, adeta anayasal düzen-üstü bir konuma çıktı.

DİB-MEB-Cemaat ve Tarikatlar arasında örülen ittifak bağları ise, “fiili çift başlı Devlet başkanlığı ve Yürütme”nin, “üç eksenli eğitim ittifakı” ayağı olarak paralel yapılar dizisinde filizlendi.

Milliyetçi kanat, 1970’lerde 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nde kök salan ırkçı şiddeti hortlatma çabasında: TBMM’de en yakıcı araştırma önergeleri karşısında bile suspus olan vekiller, toplantıları basma, şiddeti körükleme ve başkentin göbeğinde işlenen siyasal cinayeti örtbas etme seferberliğinde.

Şiddet naraları atan IŞİD uzantısı sözde maneviyatçı kanat ise, 1980’ler politikalarından ve paralel ittifaklardan besleniyor.

İSTİSMARLARA SON…

İstismarcı Anayasa değişikliği, Anayasa’ya aykırı geçiş düzenlemeleri ile sürdürüldü. İstismarcı uygulaması ise, en beteri: parti genel başkanlığı, çifte fiili koalisyonlar, Bakanların siyaset yapması  ve başkaca hukuk dışı söylem ve eylemler, ‘özgür ve eşit yurttaş’ yerine ‘dindar ve kindar mürit’ yetiştirmek için.

Sonuç olarak; çift başlılık diyerek CB (Çankaya) ve Hükümet (Kızılay), Saray (Beştepe)’da birleştirildi; ama tekelci yönetim, fiili çift başlılıklara ve üçlü mekana yayıldı. TBMM’yi de güdümüne alan İttifak;

  • Saray, AKP Genel Merkezi ve MHP Genel başkanı evi üçgeninde ülke yönetiyor.

Soru                                             :

  • İki Devlet’in Anayasal ve siyasal  belleğini oluşturan rejim ve sistem neden sonlandırıldı?

Yanıt açık değil mi?

  • Cumhuriyet’in niteliklerini tasfiye için.

Bu nedenle, CHP’nin hukuka çağrısı, fiili çifte ve paralel yapılara son verecek Anayasal hedef kararlılığı ile sürmeli. Kuşkusuz bu çağrı, Cumhuriyet yanlısı bütün yurttaşlara.
=======================
Yazarın Son Yazıları

Alevlenen şeriat tartışması

Gani Aşık
Emekli Müftü

26 Haziran 2024, Cumhuriyet

Geçen hafta, “Yer6” adlı YouTube kanalında bir gencin, peygamberimize ve İslama karşı saygısız ifadeler kullandığı gerekçesi ile hakkında yakalama kararı çıkarıldığını Adalet Bakanı açıkladı. İlahiyatçı seçkin bir grup, ortak bildiri yayımlayarak söz konusu gencin İslamı değil, şeriatı eleştirdiğini belirtip özetle, “Şeriat İslamın kendisi değildir” dediler ki; bu, din ilminin temel gerçeklerine olduğu ölçüde, İslamın 1500 yıllık uzun evresinde dünyanın, milletlerin ve toplumların geçirdiği değişim ve başkalaşımların özüne de tümüyle uygun ve sağlıklı bir saptamadır.

Hem ilahiyatçıların gerekli ayrıntılara inmesi hem de yer darlığı nedeniyle tartışılan konuyu yalnızca ilke açısından irdelemekle yetineceğim. Bu gelişmeler bağlamında sorunun özü,
İslam ve şeriat ilişkisidir.

Tarihimizde “Din elden gidiyor” yaygarası ile nice kanlı ayaklanmalar yaşanmıştır.

Oysaki dinin hiçbir koşulda elden gitmeyeceğinin çarpıcı örneği, 70 yıldan fazla bir süre bütün dinleri yasaklayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği-SSCB’nin 1990’da yıkılması ile dinsel yaşamın bütün görkemi ile yeniden ortaya çıkmış olmasıdır.

Demir ve çelik eritilip buharlaştırılabilir ama kişinin iman akidesini ve milliyet duygusunu ortadan kaldıracak bir keşif yapılamayacaktır.

Tanrı katında seçilen peygamberlere gönderilen vahiylerden oluşan dört kitap vardır:

Hz. Musa’ya Tevrat,
Hz. Davut’a Zebur,
Hz. İsa’ya İncil ve
Hz. Muhammed’e Kuran.

Tevrat, Musa’nın ölümünden 500 yıl, İncil İsa’nın ölümünden 90 yıl sonra yazılmıştır.
Bu kitaplarda soyut bir Tanrı inancı yoktur. Kudüs’te Sanhedrin mahkemesinde suçlu bulunarak Yahuda bölge valisinin kararı ile 31 yaşında çarmıha gerilirken kutsal ruhtan gebe Meryem’in, Allah ile aynı cevherden olduğu ileri sürülen oğluna (!) yüce kudret sahip çıkmamıştır.

DİN ŞERİATTAN BAĞIMSIZDIR

İslamda ve Kuran’da ise akıldışılık, hatta çelişki yoktur.
Kuran temelli İslam evrenseldir.

  • Şeriat, sağlamlığı kuşkulu kimi hadisleri ve ender olarak da fıkhın konusundan
    farklı nedenlerle inen ayetleri referans almış olsa da İslamla özdeş değildir.
  • İslam tek, şeriat yüzlerce.

Geniş İslam coğrafyasında tarihsel, dönemsel ve sosyal koşullar altında fakihlerce ortaya konulan birbirinden oldukça farklı İslam hukuku (fıkıh) -Osmanlı’daki Mecelle de dahil-
21. yüzyılda gereksinimi karşılamamıştır.

1926’da Türk Medeni Kanunu çıkarılmıştır.
Türkiye laik bir hukuk devletidir.
Felsefe, sosyoloji, mitoloji, din, tarih ve değişik alanlarda araştırmalar yapan yeni kuşaklar arasında yaygın bir deist ve ateist eğilim vardır.

Bu eğilimdekiler, ekonomik çöküşün yalnızca kötü yönetimden değil,
doyumsuz bir sistemli soygundan da kaynaklandığını biliyor.
Bu yağma çarkının, din perdesi ile halktan saklanmasına tepki olarak da
dinden kopuyorlar.

Almanya’da -hatta tüm Avrupa’da- Hıristiyanlık aleyhinde ileri geri konuşan yüz binler, bu yaşlı kıtanın ileri refah (gönenç) düzeyine ulaşmasına engel olmadığı gibi; bizde toplumun tümünün İhvan İslamının çemberine alınmak istenmesi de, milli gelirimizi kişi başı 10 bin doların üstüne çıkaramamıştır.

  • Vicdani gelişim ve düşünsel özgürlük, akla alan açılması anlamına geldiği için,
    uygarlığın temel taşıdır.

Cehaletin pençesindeki tüm İslam ülkelerinin tersine Türkiye, Ata’sının gösterdiği yolda
laik kalmaya ve içindeki Müslüman nüfusla birlikte İslamın şeriattan bağımsızlığını savunmayı sürdürecektir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Haziran 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

CİHAT

Diyarbakır’da bir grup yobaz Burger King ve Starbucks’ı basıp “cihat” sloganları attı.

Neden Gazze’ye gitmezler ki?..

MÜLK

Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası Sinan Oğan’ın 120 milyonluk mülk edindiğini Veryansın TV ortaya çıkarmıştı.

CHP olayı teyit ettiğini (doğruladığını) açıkladı.

Mülk Allah’tan, emanetçi seçimde şike yapan…

SURİYELİ

Suriye savaşta, Türk askeri Suriye’de, Ensar’ın (RTE/AKP okunur) korumaya aldığı Suriyeliler plajlarımızda keyif çatmada.

Suriyeli eğlensin, vergiler bize gelsin…

İNDİRİM

Hazine ve Maliye Bakanlığı, vergi cezalarında hiçbir şekilde uzlaşmaya gidilmeden ve indirim yapılmadan tahsil edilmesini istedi.

Çetelere indirim, vatandaşa bindirim…

DAVA

Sinan Ateş davası konusunda Bahçeli, “Davamızı üç beş çapulcunun keyfine göre yargılatamayız. MHP ve ülkü ocaklarını sorgulatamayız.” ifadelerini kullandı.

Dava kapanacak, MHP dışarda kalacak diyebilir miyiz?…

KUSURSUZ

AKP sözcüsü Çelik, ekonomik programın kusursuz işlediğini söyledi.

Bu kusursuzsa!..

FONLANMAK

Suay Karaman

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, 15 Haziran 2024 günü Erzurum’da AKP il başkanlığının bayramlaşma programında “Sokakta gördüğünüz 80 kişiden 1 tanesi, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından maaşı ödenen öğretmen statüsünde. Bakın bu devasa bir rakam. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 30’lu 40’lı rakamlardan şu an 13-14’lere düşmüş durumda. Bunlar dünya ortalamalarının gerçekten üstünde olan rakamlar. Dünyanın hiçbir tarafında bu kadar büyük bir öğretmen kitlesi, kamu tarafından fonlandırılmıyor.” dedi.

Yusuf Tekin’in bu söyledikleri gerçeklerle uyuşmuyor. Ülkemizde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı belki imam okullarında 13-14 olabilir. Ama öbür okullarda sınıflarda 30-50 arasında öğrenci bulunmaktadır. Bu sayılar dünya ortalamalarının üstünde değil, altındadır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, bilime önem veren ülkelerde kamu tarafından öğretmenlere maddi ve manevi büyük olanaklar sunulmaktadır.

Kamu tarafından öğretmenler kesinlikle fonlanmıyor, yaptıkları özverili işin, verdikleri büyük emeğin karşılığında ücret alıyorlar ama bu ücret yoksulluk sınırının altında. Gerçek olmayan söylemleriyle öğretmenleri itibarsızlaştıran Yusuf Tekin, üyesi olduğu tarikat ve cemaatlerin fonlanmayla geçindiğini saklamak için ve fonlanmanın tarikat ve cemaatlere yapıldığını bilmesine karşın, öğretmenlere çamur atmaktadır.

AKP iktidarında hiçbir iş yapmadan, havadan para alan danışmanların fonlandığı bilinmektedir. Teşvik adı altında özellikle dinci okul patronlarına, geçiş garantili köprülere, havalimanlarına, otoyollara, şehir hastanelerine aktarılan kamu kaynaklarına, yandaşların silinen vergi borçlarına ve kaçak sarayın büyük harcamalarına ayrılan paralara, itibardan tasarruf edemeyen yöneticilere bakınca, kamu kaynaklarının nasıl fonlandığı daha doğrusu nasıl peş keş çekildiği açık olarak görülmektedir. Gittiği her ilde ayrı makam aracı olan Yusuf Tekin,
bu makam araçlarının giderinin kaç öğretmen aylığı ettiğini biliyor mudur?

Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı kamu okullarındaki öğretmenlerin aldıkları ücret için  “kamudan fonlandırılma” ifadelerini kullanan Yusuf Tekin, 23 Kasım 2013 tarihinde Atatürk dönemine karşı çirkin ve yakışıksız sözler söylenen ‘100. yılında İmam Hatip Liseleri Uluslararası Sempozyumu’nda “1930’lu yıllar Türkiye coğrafyasının bir daha asla yaşamasını istemediği dönem. Bu dönemin başında dini referans kaynaklarının diliyle oynanmış, bu kurumlar siyaset malzemesi haline gelmiş” demişti. Gericiliğin, dinciliğin, yobazlığın odağında bulunan ve karma eğitimin zorunlu olmadığını savunan Yusuf Tekin, 10 yıldır üzerinde çalışıldığını söylediği 3500 sayfalık Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile kim olduğunu açıkça belli etmiştir.

2013-2018 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı görevinde bulunan Yusuf Tekin, 27 Temmuz 2018’de Resmi Gazetede yayımlanan ilan ile Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümüne profesör olarak atandı. Halbuki üniversitede beş yıl doçent olarak çalışmadan, profesör yapılması yasaya aykırıydı. Yusuf Tekin, 15 Eylül 2018 tarihinde de Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörlüğüne atandı. Rektör olmak için en az üç yıl profesörlük koşulu gerekmesine karşın, yine yasalar çiğnenerek bir aylık profesör Yusuf Tekin’i rektör yaptılar. İşte bunlar da fonlanmanın başka bir çeşidiydi…

Bu hızlı yükselişin ardında yatan ise kurucusu olduğu Cihannüma Vakfı’nın başkanı olmasıydı. Bu vakfın amacı şöyleydi:

  • “Müslüman zihnini inşa etmeye katkıda bulunmak için çalışmak.”

Yusuf Tekin’in başında olduğu Milli Eğitim Bakanlığı Cihannüma Vakfı ile protokol yaparak, bu tür “işbirliği anlaşmalarıyla” okulların kapısını dinci cemaatlere açtı. Nur Cemaati Nakşibendi Kolu Hayrat Vakfı ile “Değerler Eğitimi” protokolü, TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) ile “Sosyal, Sportif ve Mesleki Kurs Düzenleme” protokolü, TÜGVA (Türkiye Gençlik Vakfı) ile “Medeniyet ve Değerler Eğitimi protokolü, İnsan Vakfı ile “Mescitsiz Okul Kalmasın” kampanyası protokolü, Süleymancı tarikatlar ile “Değerler Eğitimi” protokolü, Ensar Vakfı ile çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine ilişkin işbirliği protokolü, İlim Yayma Cemiyeti ile sosyal, kültürel faaliyetler protokolü, Türkiye Diyanet Vakfı ile okul öncesi eğitim kurumlarında Kuran kursu açma protokolü yaparak, laik eğitimi yok etmek için dinci bir yapılanmaya doğru yol alındı.

İşte kamu kaynaklarının nasıl ve kimler tarafından fonlandığı açık şekilde görülmektedir.

Günümüzde İmam Hatip, ÇEDES, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli derken Öğretim Birliği yasası yok edilmeye başlandı.

  • Bilimsel ve laik eğitimi ortadan kaldırıp, eğitimi dinci eğitime dönüştürdüler.

Yakında tüm okulların imam okulu yapılması gündeme gelecektir. Bütün bu laiklik dışı uygulamalarla Milli Eğitim Bakanlığı, Dinci Eğitim Bakanlığı’na dönüştürülmektedir. Yaptığı görevi kötüye kullanan, yasalara uymayan, anayasayı çiğneyen Yusuf Tekin’in istifa etmesi gerekir. Ancak istifa da bir erdem gerektirir.

Kimlerin, kamu kaynaklarından fonlandığı bilinmesine karşılık, utanmadan, özveriyle çalışan öğretmenlere çamur atanların, attıkları çamur içinde boğulacakları günler de gelecektir.
Yeter ki örgütlü olup, hep birlikte çağdaş bir Türkiye mücadelemizde azim ve kararlılığımızdan vazgeçmeyelim.

Azim ve Karar, 24 Haziran 2024

Diamond Tema

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
24 Haziran 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’de aklı başında, kitap okuyan, araştıran, soruşturan, sorgulayan, kendisini geliştiren, cesur, vatansever kaç genç vardır acaba? Sayıları herhalde çok değildir.

Araştırmacı-yazar Diamond Tema bu gençlerden birisidir. Ama Türkiye’deki laiklik karşıtı tarikatlar, cemaatler ve AKP hükümeti, onu da hukuk dışı yollarla baskı altına aldı!
Gençlere örnek olması gerekenler, gençlere kötü örnek olmakla kalmayıp, gençlerden ne kadar korktuklarını da ortaya koydular.

Felsefe, tarih, din, mitoloji, kültür, uygarlık, cumhuriyetçilik gibi konularda araştırmalar yapan, kitaplar ve yazılar yazan, YouTube yayınları yapan Diamond Tema hakkında, konuk olduğu bir yayında şeriata karşı olduğunu savunduktan sonra, soruşturma başlatıldı ve yakalama kararı çıkarıldı!

Bu uygulama, anayasanın laiklikle ilgili 2., 14., 24. maddelerine ve düşünceyi ifade etmekle, yayımlamakla ilgili anayasanın 25., 26., 28. maddelerine aykırıdır!

Bu uygulamanın temeli olarak gösterilen ve yoruma açık muğlak ifadeler içeren Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi de bu anayasa maddelerine aykırıdır, antidemokratik bir ucubedir!

Aynı yayında anayasanın 2., 14. ve 24. maddelerini ihlal ederek şeriatı savunan, Cumhuriyeti ve anayasayı eleştiren, Afganistan’daki Taliban yönetimini öven, karma eğitime karşı çıkan,
reşit olmayan kızlarla evlenmeyi savunan Asrın Tok adlı zat hakkında hiçbir işlem yapılmazken; Cumhuriyeti, laikliği, anayasayı savunan ve şeriata karşı çıkan Diamond Tema, önce AKP,
tarikat, cemaat trolleri ve yobaz barbarlar tarafından sosyal medyada linç edildi;
sonra hakkında “yasal” işlem başlatıldı; bunların sonucunda da terör örgütü IŞİD tarafından hedef haline getirildi!
***
Sözde “Adalet Bakanı”, aslında adalete bakmayan Yılmaz Tunç ise kendisini yargıç yerine koyarak peşin hüküm verdi, Diamond Tema’nın “peygamberimiz” hakkındaki ifadelerinin “hakaret içerikli, çirkin, provokatif, tahrik edici, asla kabul edilemez” olduğunu ilan etti, böylece anayasa ve rejim düşmanlarının sözcülüğünü üstlendi!

Birincisi, Muhammed herkesin peygamber olarak kabul ettiği birisi değildir ve Yılmaz Tunç açıklamasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin Müslüman olduğunu varsaymıştır! Suudi Arabistan’ın, İran’ın, Afganistan’ın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı olan birisi, devlet adına, Bakan olarak, böyle bir açıklama yapamaz!

İkincisi, Diamond Tema, Müslümanların peygamber olarak kabul ettiği Muhammed hakkında hiçbir hakaret içerikli ve çirkin ifade kullanmamıştır, Muhammed’in evliliği hakkında hadislerden bir bölüm okumakla ve dokuz yaşında bir kız çocuğuyla evlenmeyi ve cinsel ilişkiye girmeyi ahlaken uygun bulmadığını belirtmekle yetinmiştir.

Eğer böyle bir açıklama bazılarını tahrik ve provoke ettiyse, bu onların kişisel ruhsal sorunudur, bu bir yargı konusu değildir. Bu olsa olsa psikiyatrinin konusu olabilir!
***
Ayrıca yaklaşık iki saatlik yayında, Diamond Tema, kaynaklara dayanarak şeriata karşı çıktı, Muhammed ile ilgili bölüm, beş dakikayı geçmedi. Asrın Tok adlı zat ise şeriatı savunmaya çalışırken, şeriatın ne olduğunu Diamond Tema’dan öğrenmek zorunda kaldı.

Diamond Tema, hem agnostik ve dinsiz olduğu, hem de bu tartışmanın hâkimi (baskını) konumuna geçtiği için, yobaz barbarların saldırısına ve tacizine uğradı! Tarihte sık sık görüldüğü gibi, aklı kıt olan insanlar, karşı tarafı akılla değil, kaba kuvvetle bertaraf etme girişiminde bulundular!

Herkes şunu bilmelidir ki; din konusunun tartışılamadığı ve bir tabu durumuna geldiği bir ülkede, demokrasiden kesinlikle söz edilemez! Diamond Tema ile birlikte gündeme gelen
tikel sorun, makro boyuttaki tümel bir rejim sorununun yansımasıdır, buzdağının yalnızca görünen bölümüdür.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Diamond Tema24 Haziran 2024
Anayasaya darbe10 Haziran 2024