Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

NEFES

Suay Karaman

Ülkemizin tüm sorunları bir yana bırakılıp PKK terör örgütünün bebek katili başı, gerçek adı Artin Agopyan olan Abdullah Öcalan’dan barış elçisi yaratılmaya çalışıldı. Öcalan soyadı ile gerçekten Türklerden öç almak için savaşan bu emperyalizmin maşası ile sözde barış görüşmeleri yapılmakta ve PKK terör örgütünün kendini feshedeceği, silah bırakacağı gibi söylemler ortaya atılmaktadır.

Ermeni terör örgütü ASALA’nın eylemlerini sona erdirip, PKK terör örgütü ile ülkemizi bölmeyi, parçalamayı amaçlayan ABD ve AB, bu isteklerinden vazgeçmemişler ve şimdi farklı bir senaryoyu uygulamaya koymaktadırlar. Milyarlarca dolar harcamamıza ve elli binden çok insanımızın ölümüne neden olan PKK terör örgütü ile mücadele yerine, pazarlık yapanları
tarih unutmayacağı gibi bağışlamayacaktır da.

15 Şubat 1999’da yakalanan “Benim de annem Türk, Türk devletine hizmet etmek istiyorum,
beni kullanın
” diyen Abdullah Öcalan, şimdi “gelin tarihsel ilişkimizi yeniden düzenleyelim” diyerek
Türk Milletini ve Türk Devletini pazarlığa çağırmaktadır.

  • Aptallar, yüzeyseller, hainler ise bunu barış olarak adlandırmakta ve sevinmektedirler.

Terörist başının geçtiğimiz Cuma günü yaptığı açıklamanın özeti şöyledir:

  • “Kürt realitesinin tanınmaması”,
  • “kimlik inkârı”,
  • “cumhuriyetin tek tipçi yorumları”,
  • “demokratik toplum”,
  • “cumhuriyetin ikinci yüzyılını demokrasiyle taçlandırmak”

Bu işin ardalanında ise terörist başına ‘umut hakkı’, anayasada ‘millet tanımı’, ‘eğitim dili’ değişiklikleri gelecek için ve cumhurbaşkanlığı seçimi için gizli pazarlıklar vardır. PKK terör örgütünün eli kanlı başıyla yapılan görüşme heyetinde olan ve “bu cumhuriyetin ne hayrını gördük?” diyen Sırrı Süreyya Önder, basın toplantısının sonunda terörist başının bir notunu paylaşarak şunları söyledi:

  • ”Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”

Yeni yapmak istedikleri anayasada ilk dört madde kalsa bile 42. ve 66. maddelerin değiştirilmesi ile PKK terör örgütünün istekleri karşılanabilecektir. Bu konuda 26 Şubat 2025’te İzmir Bakırçay Üniversitesi’nde Hukuki Araştırma Derneği’nin düzenlediği panelde Binali Yıldırım, sinyalleri verdi. Konuşmasında sivil anayasanın bir an önce yapılması, vatandaşlık tanımının yeni anayasada gözden geçirilmesi ile vatandaşlığı önceleyen bir güncelleme yapılabilmesi ve
Tayyip Erdoğan’ın yeniden aday olmasının yolunun açılması gerektiğini vurguladı.

  • Terörist başının silah bırakma çağrısında, Atatürk’ün kurduğu üniter, demokratik ve laik ulus devleti, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeni hedef alınmıştır.

Madem PKK terör örgütü,  terörist başının “silahları bırak” çağrısıyla silah bırakıyordu da,
neden 25 yıldır beklendi? (AS: AKP 22,5 yıldır tek başına iktidar! Aklı şimdi mi başına geliyor?)

TBMM’deki yalnızca İYİ parti, bu çirkin pazarlığa karşı çıktı.

Kimileri desteklerken, kimileri yuvarlak sözlerle geçiştirdiler.

  • ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçedir,
  • kırmızı çizgimiz üniter devlettir,
  • hapis cezası almış PKK teröristlerinin affı mümkün değildir’

diyemeyen hiçbir siyasetçi, siyasal parti ve demokratik kitle örgütü açıkça Türk Milletinin karşısındadır.

Bu doğrunun ışığında, gerçek yurtseverlerin ve Atatürk milliyetçilerinin, yinelenen yeni açılım süreçlerine karşı çok dikkatli olması gerekmektedir.

19 Ekim 2009’da barış süreci diye davulla zurnayla karşılanan eli kanlı PKK teröristleri,
Habur’da çadır mahkemeleri kurularak serbest bırakılmıştı.  Daha sonra PKK terör örgütüne
3 Mart 2013’te AKP iktidarı tarafından çağrı yapılmıştı. Nevroz’da okunan terörist başının mektubu, beklenen etkiyi yapmadığı gibi, terör örgütü kendisine gösterilen hoşgörü ortamından yararlanarak 2015-2016 arasında Hendek Savaşları için bölgeye yığınak yapmıştı.
Bunun sonucunda yaşanan olaylar, yüzlerce vatandaşımızın ve güvenlik görevlilerimizin ölümü ile sonuçlanmıştır.

Yapılan bu rezilliklerden sonra terör bitti mi? Bu sözde barış sürecini yeniden planlayanlar, allayıp, pullayıp servis edenler, destek verenler, destek olanlar öldürülen elli bin insanımızdan utanmadınız mı? Yaralanan, engelli (sakat) kalan insanlarımızdan utanmadınız mı?
Şehitlerimizin çocuklarından, yetimlerden, öksüzlerden, yüreği yanan analardan, babalardan, kardeşlerden, tek başına yaşam savaşımı vermeye çalışan eşlerden utanmıyor musunuz?

2018 Mart ayında Afrin’de şehit olan askerimizin evine giden bir binbaşının anlatımı, içinde biraz sevgi olan insanların nefesini keser:

  • “Ailesine taziyeye gittiğimiz şehidimizin beş yaşında bir kızı vardı ve elindeki mavi balonu hiç kimseye vermiyordu. ‘Beraber oynayalım mı?‘ dedim. ‘Olmaz, patlarsa ölürüm’ dedi. ‘Patlarsa ben sana binlerce balon alırım.’ dedim. Minik kız, beni bir mıh gibi yere saplayan ve karşılığında hiçbir şey söyleyemediğim şu yanıtı verdi: ‘Babam şişirdi bu balonu, içinde onun nefesi var…‘ Şehidimizin beş yaşındaki küçük kızının elindeki balonda babasının nefesini saklaması duygusu karşısında söylenecek söz olabilir mi? Terör örgütüyle yapılan bu
    hain pazarlık ihanet değilse, nedir?

Adına Büyük Ortadoğu Projesi-BOP denilen ama aslında Büyük İşgal Projesi olan bu emperyal projenin son durağı İran ve Türkiye’dir. İran ve Türkiye, işgal edilen öbür devletler gibi değildir; köklü gelenekleri ve devlet yönetimleri vardır. Anadolu topraklarında yanan Mustafa Kemal’in ateşini söndürmek olanaksızdır. Emperyalistler de bunu bildiği için, her türü hileli yolla ülkemizi yoklamaktadırlar. Ancak Kuvayı Milliye bilincini hiçbir biçimde öldüremeyecekler.
(Azim ve Karar, 3 Mart 2025)

EDİP AKBAYRAM

Suay Karaman

(AS: Bizim kısa  notumuz yazının altındadır..)

Mücadelenin ve umudun sesi, kendine özgü yorumu ile tanıdığımız değerli sanatçı Edip Akbayram’ı geçirdiği zatürre sonrası yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle 2 Mart 2025’te İstanbul’da yitirmenin üzüntüsünü yaşamaktayız.

29 Aralık 1950’de Gaziantep’te doğan ve dokuz aylıkken çocuk felcine yakalanan Edip Akbayram, çocukluğunu bu hastalığın pençesinde geçirdi. Müziğe tutkusu da çocukluk yıllarında başladı. Lise yıllarında kurduğu orkestra ile
Pir Sultan ve Karacaoğlan‘ın şiirleri üzerine yaptığı bestelerle müzik dünyasına adım attı.
1971 yılında İstanbul’da Altın Mikrofon Yarışması’na katıldı. Âşık Veysel‘in bir şiirinden esinlenerek gerçekleştirdiği ilk bestesi olan “Kükredi Çimenler” şarkısıyla birinci oldu ve müzik dünyasında kendine sağlam bir yer edindi.

1974’te kurduğu Dostlar Orkestrası ile Türk Halk Müziği ve rock müziğin birleşmesiyle ortaya çıkan Anadolu rock türünde unutulmaz eserler (yapıtlar) verdi.

  • Edip Akbayram halkın sıkıntılarını, mücadelelerini ve umutlarını şarkılarında anlattı.
    Bu yüzden şarkıları, ezilenlerin ve emekçilerin yüreğinde yıllardır yaşamaktadır
    ve sonsuza dek yaşayacağına da kuşku yoktur.

Bekle Bizi İstanbul” şarkısında ‘haramilerin saltanatını yıkacağız’ söylemiyle, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” şarkısında umut aşılamasıyla, “Aldırma Gönül” şarkısıyla her şeyin üstesinden geleceğimizi, “Güzel Günler Göreceğiz” şarkısıyla güneşli günlere kavuşacağımızı seslendirerek gönüllerde büyük sevgi kazandı.

Fethullah Gülen’in vereceği ödülü kabul etmeyen nadir kişilerdendi.

Fethullah Gülen’den ödül alanların “Yılın Atatürkçüsü” seçilmelerinin aksine, unutulmaz Cumhuriyet Mitinglerinin güçlü ve gür sesiydi, şarkılarıyla milyonların içini ısıtan halk sanatçısıydı. Atatürk devrimlerinin ve cumhuriyetin söz konusu olduğu her yerde sesiyle, müziğiyle bulunması unutulmayacaktır. Cumhuriyet mitinglerine kendi olanaklarıyla katılıp, ücret almadan umut aşılayan büyük bir değerdi.

17 Mayıs 2009’da Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Ankara’da bir milyonun üzerinde bir katılımla düzenlediğimiz mitingi anımsamadan geçemeyeceğim. Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Sekreteri olarak Edip Akbayram ile görüştüm. Mitinge katılmaktan onur duyacağını söyledi ve küçük bir istekte bulundu; “beni otelden alıp, sonra yine otele bırakabilir misiniz?”
Bu görevi gerçekleştiren eşim Gülümden Alev-Karaman, Edip Akbayram’ı otelden alarak
miting başlamadan önce alana getirdi. Miting başlayana dek Edip Akbayram ile sohbet ettik.
Son derece alçakgönüllü, hoşsohbet, sevecen bir kişilikti. Konuşma sırasında Gaziantep yemeklerinden söz açılınca, “Mutlaka İstanbul’a gelin, sizi nefis Gaziantep yemekleri yapan restorana götüreceğim.” dedi. Miting bitince otele götürmek üzere Edip Akbayram’ı
eşim arabasına aldı. O kalabalıkta araba ağır ağır yol alırken, araçta Edip Akbayram’ın olduğu fark edildi. O insan seli, arabayı kucakladı, sırtladı ve elden ele, omuzdan omuza,
miting alanından Anıtkabir’e doğru adeta havada uçurup, götürdü.

Son derece üretken ve yaratıcı bir sanatçı olan Edip Akbayram, rüzgâra karşı şarkı söyleyerek, topluma karşı bilinçli aydın sorumluluğunu üstlendi. Eğilmez, bükülmez dik duruşu ile
birçok sanatçının önüne geçerek; müziği, güçlü sesi, insancıl duruşu ve Cumhuriyete bağlılığıyla unutulmazlar arasında yerini aldı.

İlkelerinden hiç ödün vermeden, Cumhuriyetin aydınlık yolundan yürüyerek, milyonların gönlünü kazanan saygın ve büyük sanatçı Edip abim, huzur içinde uyuyun. Ülkemize yaptığınız katkılarınız hiç unutulmayacak, şarkılarınız yıllar yılı hep belleklerimizde yerini alacak ve çok özleneceksiniz… (Azim ve Karar, 10 Mart 2025)
======================================
Dostlar, 

Sevgili dostumuz Suay Karaman, bizim de duygularımıza aracı oldu bu sıcacık yazısıyla..
Gaziantep Şehreküstü Otaokulu’nda (sonra Şahin Bey Lisesi) sınıf arkadaşımız olan merhum Edip ile 60 yıldır süregelen dostluğumuz, O sonsuzluğa kanatlanınca fiziksel olarak sonlandı. Ama gönlümüzdeki tahtta oturmayı sürdürüyor..

Sevgi ve saygı ile. 10 Mart 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05 Mart 2025

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BAŞ

RTE, teğmenler olayı ile ilgili Kuvvet Komutanlarını eleştiren Özgür Özel’e

  • “Başkomutan olarak sana sesleniyorum; ayaklarını denk al almazsan denk getirmesini biz biliriz. Ordumun komuta kademesine laf atma yetkisi ve haddi sende değildir, haddini bileceksin.”

Tehdit, şantaj RTE’nin Yeni Türkiye demokrasisi yöntemi.

Başkomutanlığı ise meal/anlam hatası…

(AS: “Anayasa m. 117 – Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.” Buna göre RTE Başkomutan değil. Başkomutanlık yetkisi TBMM’nin. RTE salt “temsil ediyor. Okuduklarını mı anlamıyorlar, çarpıtmak mı seçiliyor?) 

BOP’ÇULAR

Öcalan Çağrısı’nın arka plan açıklamaları gelmeye devam ediyor.

Kandil ve DEM Öcalan’ın serbest bırakılması ile siyasal ve hukuksal düzenlemeler (ana dilde eğitim vb.) yapılmasını istedi.

AKP megafonu olarak kullanılan Binali Yıldırım iki koşulu dillendirdi :

  • Vatandaşlık tanımı yeniden gözden geçirilebilir.
  • Yerel yönetimlerde adem-i merkeziyetçilik düşünülebilecek bir husus.

Anlaşılan hiç pazarlık yokmuş!

BOP’çu çocukları!..

PAZARLIKSIZ

DEM Parti Eş başkanı Tülay Hatimoğulları, “Demokratikleşme, barış bir siyasi pazarlık konusu olamayacak kadar değerli ve önemlidir, siyaset üstüdür. Tüm kamuoyu bunu böyle bilmelidir.
En temel haklar pazarlık konusu yapılamaz, yapılmamalıdır.

İstediğimizi alırız, yoksa yooook diyor…

MADIMAK

Madımak’taki 35 canın 23 katili, AYM kararı (çakmak ile yangın çıkarmak terör eylemi sayılmayacağından) ile serbest bırakıldı.

Gezi mahkumları yerinde.

İşine geldiği gibi AYM…

ANTİ-LAİK

Zorlu Holding’in CEO’su Köksal, şirketin 70 yıllık tarihinde Ramazan ayı kutlaması yapılmadığını ve bu tür dinsel kutlamaların kurumsal olarak doğru olmadığını belirtti diye İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ‘inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme’ suçundan resen soruşturma başlattı. Köksal’ın ifadesi alındı.

Kim neyi engelledi?..

İKİLİK

MEB, okullardaki Ramazan etkinlikleri kapsamında “Ramazan günlüğü tutulmasının ve oruç tutan öğrencilerin ödüllendirilmesi” talimatı verdi.

Öğretim Birliği Yasası’nı (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) ihlalden soruşturma açarlar mı?..

AVOKADO

Reis, Medine hurması ve manda yoğurdu ile sağlıklı beslendiğini anlatmıştı.

DİB’lığı da sahurda avokado (tanesi 70 TL) yenmesini önerdi.

Zenginler iktidarının Diyaneti…

KİM BİLİR?

İmamoğlu’nun tarafgirliğini gündeme getirdiği bilirkişi hakkında haber yaptıkları için yargılanan ve haklarında 24-55 yıl hapis talep edilen beş gazeteci berat etti.

Bilirkişi, savcı veeee yargıç…

ADD’den BASINA ve KAMUOYUNA : “PAROLAMIZ TEKTİR ve DEĞİŞMEZ; YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!”

ImageADD’den BASINA ve KAMUOYUNA

“PAROLAMIZ TEKTİR ve DEĞİŞMEZ;
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!”

https://x.com/profsaltik/status/1896942314934751573

Türkiye; 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrası ABD gözetiminde Evren-Özal marifetiyle neoliberal sömürü düzenine tutsak edilmiş, 1 Mart 2003 tezkeresinin CHP’nin dik durması ve tehlikenin farkına varan önemli sayıda AKP milletvekilinin bedel ödeme pahasına Erdoğan ve Gül’ün yoğun baskılarına direnmesi sonucu TBMM’de kabul edilmemesiyle kıl payı fiili işgalden kurtulmuş, 2003 yılından itibaren 21. Yüzyıl Sevr’i emperyal BOP’un pençesine düşürülmüş, adım adım ilerletilen karşı devrimle kuruluş felsefesinden ve Atatürk’ün akıl ve bilim yolundan saptırılmıştır.

Son olarak emperyalizmin; laik cumhuriyetimizi güdümünde bir din devletine dönüştürerek ulusal birliğimizi dağıtıp ülkemizi bölmek amacı doğrultusunda kurduğu PKK’nın ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm elebaşının siyasi iktidar tarafından muhatap alınması ve TBMM’de konuşma yapmasının istenmesi kabulü olanaksız vahim bir hata olmuş, yaptığı açıklama
bu vahameti daha da ağırlaştırmıştır.

1999’da iç ve dış destekleri kırılarak eylem yapamaz hale getirilmiş, liderinin yakalanmasıyla dağılma noktasına gelmiş, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılının “Terörsüz Türkiye” sinde kımıldayamaz durumda olan bu örgütün, 41 yılın ardından bugün silah bırakmak için görüşme, hatta pazarlık yapar konuma gelmiş olması, devletimizin itibarı ve ulusal onurumuz açısından gerçekten ibret vericidir.

Böyle olunca, terörist başı örgütünün yenildiğini değil, ömrünü tamamladığını (zımnen amacına ulaştığını) ifade edebilmiştir. Küstahça, terörü devletin aşırı milliyetçi savrulmasının yarattığını söyleyebilmiştir. PKK’yı Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü “İsyan Hareketi” olarak tanımlama cüretiyle haddini fersah fersah aşabilmiş; aklınca kendini, örgütünü, uzantılarını ve sahiplerini meşrulaştırmaya kalkışabilmiştir. Nedense önce Kürtçe, sonra Türkçe okunan silah bırakma (!) çağrısı ile Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez maddeleriyle 42. ve 66. maddeleri yanında Anayasa korumasındaki Laik ve üniter Ulus Devlet yapısı, Aydınlanma Devrimleri, Atatürk Milliyetçiliği ve Dil Birliği açıkça hedef alınarak milyonların ve devlet yetkililerinin gözleri önünde fütursuzca anayasayı ihlal suçu işlenmiştir.

Mustafa Kemal’in askerleri teğmen evlatlarımız ihraç edilir, siyasi parti genel başkanları, akademisyenler, gazeteciler, sendikacılar, belediye başkanları, hatta falcılar, yatarı olmayan zorlama suçlamalarla tutuklanıp zindana atılırken; bu açık anayasa ihlalini yapanların ve izin verenlerin takipsiz bırakılması yetmezmiş gibi, bir de alkışlanması akıl alır gibi değildir. Yandaş kanalların “Yaşasın, terör bitti” çığırtkanlıkları ve iyi tanıdığımız “Yetmez Ama Evet“çi, 2. Cumhuriyetçi aymazların “Terörsüz Türkiye” yaratıcısı iktidar güzellemeleri elbette sürpriz değildir. Ama değerlendirmelerine bakıldığında kimi siyasilerin açıklamayı ve eki kısa notu doğru değerlendiremediklerinin görülmesi endişe verici olmuştur. Terörist başı, Türkiye’yi bölme amacı haritasıyla sabit BOP ile tam bir uyum içinde olduğu görülen ana metindeki “Ulus devlet toplum sosyolojisine cevap veremiyor. Milliyetçilik savrulmadır. Aşırı milliyetçi savrulma demokratik siyaset kanallarını kapatmıştır.” gibi akıl ve bilim dışı ifadelerle yetinmiyor,
bir de not iletiyor ve

  • “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması,
    demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”

buyurarak kendini ve örgütünü devletle eş tutup koşul öne sürüyor ve ana metinde
satır aralarına gizlediği gerçek niyetini (ya da sahibinin niyetini) açığa vuruyor.

Asıl dikkat çekici olansa, açıklamada Suriye’den tek kelimeyle söz edilmemesi ve Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD-YPG, İran’da PJAK, Irak’ta PÇDK adları ile faaliyet gösteren terör örgütlerinin
çatı örgütü olan, liderinin de kendisi olduğu KCK‘nın adının bile geçmemesidir.
Nitekim PYD lideri Mazlum Abdi, daha ilk gün çağrının kendilerini kapsamadığını söylemiştir.
Bu durumda devlet yetkililerinin;

– Üniter Ulus Devlet,
– Laik Cumhuriyet,
– Atatürk Milliyetçiliği,
– Aydınlanma Devrimleri,
– Demokratik Siyaset ve Dil Birliği ile ilgili düşüncelerini,
– tanınması gereken hukuki boyutun içeriğini,
– Anayasanın hangi maddeleri ve hangi yasalarla ilgili olduğunu,
– ABD’nin bu perspektifin neresinde durduğunu
– ve KCK ile ilgili yol haritasının ne olacağını

milletimize açıklamaları, bunu da hemen yapmaları bir zorunluluk olsa gerektir.

Öte yandan açıklama, AKP lideri Erdoğan ve DEM eşbaşkanı Bakırhan’ın bazı demeçleriyle birlikte okunduğunda daha da ilginçleşmektedir. Erdoğan’ın konuşmalarında sıklıkla,
100 yıllık oyunun bozulduğu, 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin sancılı olduğu gibi savlar
ileri sürülmekte, yeni bir devlet kurma jargonu olan “ihtilal” sözcüğü “AKP iktidarı bir Anadolu ihtilali ile gerçekleşmiştir” cümlesi içinde dillendirilmekte ve bir süredir “Türkler, Kürtler, Araplar” terminolojisi ümmet bağlamlı kullanılmaktadır. Bu terminolojiye Tuncer Bakırhan’ın Çanakkale ruhu hamasetiyle yoldaşlık etmesi de doğrusu hayli göz yaşartıcıdır.

Yeni Anayasa” iştahlarını kabartan bu yoldaşlığa “Anayasadan Türklüğü çıkarabiliriz” bonkörlüğüyle (!) Binali Yıldırım’ın, “Anadolu Suriyelilerin de ana vatanıdır” alicenaplığıyla (!) Mehmet Metiner’in ve bazı Cumhur İttifakı sözcülerinin de omuz verdikleri görülmektedir.
Bu durumda, açıklamayla ortaklaşan bu söylemlerin, Anadolu topraklarında Misak-ı Milli tatlandırıcısı ve Malazgirt’ten Çanakkale’ye ambalajı ile servis edilmek istenen “Türk-Kürt-Arap (ve belki diğer etnisiteler) birlikteliği ekseninde yeni bir federal devlet arayışı mı kastediliyor acaba?” sorusunu akla getirmesi herhalde paranoya olarak görülmemelidir.

Hele birkaç yıl önce AKP yöneticisi birinin “İsteseniz de istemeseniz de yeni bir devlet kuruyoruz” dediği, bir diğerinin “Askeri vesayeti bitirmek için ABD ve FETÖ ile ortak çalıştık” itirafı, Cumhurbaşkanlığı danışmanı bir emekli generalin dili Arapça, başkenti İstanbul olan ASRİKA islam devleti kongresi düzenlediği ve benzeri kimi girişimler de düşünülürse
hiç görülmemelidir.

İktidar gözetiminde, TBMM Başkan Vekili sıfatlı bir milletvekili öncülüğünde yürütülen görüşmeler sonucu PKK’nın kendini feshetmesi çağrısı yapıldığına göre şimdi: PKK teröristlerinin de çoktan içinde yer aldığı 80-100 bin kişilik eğitilmiş donatılmış silahlı gücü ile burnumuzun dibinde neredeyse devletleştirilmiş, adı da SDG olarak değiştirilmiş, ABD beslemesi PYD-YPG’nin Türkiye için hâlâ terör örgütü olup olmadığı, terör örgütü ise mücadele mi, müzakere mi edileceği ve bir gün “PYD-YPG terör örgütü değildir” denilip denilmeyeceği soruları da
yanıt beklemektedir.

Unutulmamalıdır; Terörsüz Türkiye’nin bedeli, “Biz başaramadık” anlamına gelecek ve şehitlerimizin kemikleri sızlayacaksa, milletimiz “istemez eksik olsun” diyecektir.

Terörsüz Türkiye’nin bedeli, BOP haritasının güçlenmesi, güneyimizde ABD taşeronu
bir terör devletinin kurumlaşması, demografik yapımızı tarumar eden milyonlarca sığınmacının daha vatandaşlık alması olacaksa, milletimiz “istemez eksik olsun” diyecektir.

Terörsüz Türkiye’nin bedeli, binlerce asker, polis, öğretmen ve yurttaşımızın katili teröristlerin “hukuki boyutun” tanınması ile “demokratik siyaset” yapmaları olacaksa,
milletimiz “istemez eksik olsun” diyecektir.

Ve kimse aklından çıkarmamalıdır                :

  • Türkiye Cumhuriyeti, laik ve üniter bir ulus devlettir, ilelebet payidar kalacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti… Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir“, öyle devam edecektir.

Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir…“, tartışılamaz.

Atatürk Milliyetçiliği dahil bütün Atatürk ilke ve devrimleri devletimizin kuruluş felsefesi, Cumhuriyetimizin kilit taşıdır, terk edilemez.

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”

Atatürkçü Düşünce Derneği, Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak milletimizle birlikte Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşmanın tek çıkar yol olduğunu kamuoyu ile bir kez daha paylaşmayı görev saymaktadır.

Saygılarımızla. 03 Mart 2025

(Cumhuriyet, tam arka sayfa ilanı, 3 Mart 2025)
ADD web sitesi : Hain Terör Örgütü PKK’nın Müebbet Hapse Mahkûm Elebaşının Siyasi İktidar Tarafından Muhatap Alınması Hk. Basın Açıklaması – ADD

Laik Cumhuriyet’in can damarı Üç Mart Yasaları yürürlükte mi ?

“Devrimin yasası, mevcut yasaların üstündedir…” 
Gazi Mustafa Kemal / İzmit 1923

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Tarihi Uzmanı, 3 Mart 2025

Cumhuriyetin ilanından yaklaşık dört ay sonra, “3 Mart 1924” tarihinde, TBMM’deki ateşli görüşmelerden sonra, aynı gün kabul edilen 429, 430 ve 431 sayılı yasaların ruhunu ve anılan yasalarla güdülen ereğin (amacın) ne olduğunu anımsa(t)makta yarar var.

429 sayılı yasayla “Şer’iye, Evkaf ve Harbiye (Genelkurmay) Vekâleti” kaldırılmış, 430 sayılı yasayla “Tevhid-i Tedrisat” (Öğretim Birliği) gerçekleştirilmiş ve 431 sayılı yasayla da “halifelik” makamı yok sayılmıştır. Söz konusu bu yasalar, laik devlet ve laik eğitim düzenine geçişimizin önemli kilometre taşlarıdır.

429 sayılı yasa ile Osmanlı kalıtı (mirası) yarı teokratik – şeriat ve Mecelle kaynaklı mahkemeler – yargılama düzenine son verilir ve demokratik hukuka işlerlik kazandırılır. Uzantısı olarak; Diyanet İşleri Reisliği’nin kurulması ve Genelkurmay’ın da Savunma Bakanlığı’na bağlanması ile birlikte siyasetin dinden, askerin de siyasetten uzakta durmaları sağlanmış olur.

430 sayılı yasa ile mahalle mektepleri, yabancı misyoner okulları ve dinsel program ağırlıklı dönemin devlet okulları gibi çoklu oluklardan beslenen eğitim-öğretim dizgesine son verilir ve medreseler kapatılır. Arkasından bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanarak öğretimde birlik sağlanır.

431 sayılı yasa ile de Halife Ömer’den sonra siyasal cinayetlerin önünü açmış olan, ilerleyen süreçte ise İslam dünyasının en büyük düşünürü İbn Haldun’un nitelemesiyle; salt bir krallık veya imparatorluk benzeri saltanat makamına dönmüş bulunan halifelik orunu (makamı) ilga (yok sayma) edilmiş ve Osmanlı hanedan ailesi de yurt dışına çıkarılmıştır.
***
Bir sonraki atılım, yeni Türkiye’nin laik düzenini perçinleyecek olan öbür yasaları kısa aralıklarla yapmak olmuştur. Devrim yasaları olarak anılan sekiz yasayı, gerekçeli olarak güvence altına alan Anayasanın 174. maddesinde; “3 Mart 1924” tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) yasası birinci sırada anılır.
***
Yazımızın başlığını oluşturan soru ile birlikte, bugün bu devrim yasalarının neresinde olduğumuzun yanıtını vermek gerekirse; evet, yasalar yürürlükte ve henüz kaldırılmış değil!

Ancak son 22+ yıllık AKP uygulamaları ile kevgire dönmüş durumda, dahası yok hükmünde!

Genel olarak laik hukuk, laik eğitim ve laik yaşamı ortadan kaldırmaya yönelik kararlar ve uygulamalar sıradanlaşmış durumda! Somut yıkım örneklerini görmek için son birkaç yıllık ve/veya aylık gazete haberlerine –havuz medyası değil!– bakmak yeterlidir. Bir milletvekilinin, TBMM kürsüsünden Kemalizmin” zehir olduğu yolunda kin kusması; partisi Hüda Par’ın, Diyarbakır’da düzenlediği Kürt Çalıştayı sonuç bildirgesinde devletin, Şeyh Said-i Palevi’den özür dilemesi ve anayasanın 66. maddesinde yer alan “Türk vatandaşlığı” tanımının yeniden düzenlenmesi ile

  • Sykes-Picot Anlaşması uyarınca yurt (misak-ı milli) sınırlarının güncellenmesi gibi çekinmez (hadsiz!) (AS: ve Anayasa  ve meşruluk dışı) istemleri ise henüz güncelliğini yitirmedi!

Bu durumda bırakınız 3 Mart devrim yasalarının yürürlüğünü ve anayasanın işlerliğini, artık Laik Atatürk Cumhuriyet’inin varlığı bile tartışmalı duruma gelmiştir!

Osmanlı gibi “ulussuz bir devlet” (Berkes, 2019, s. 224) (Padişahın tebaası-kulları!) oluşturma yolunda dolu dizgin ilerlenmektedir.

Bugün olup bitenlere, gizli ya da açık niyet ya da niyetsizliklere bakıp da kahrolmamak olanaksız!

Büyük Atatürk’ün devrim ve ideolojisini, ilkelerini yürekten benimsemiş ve özümsemiş kurum, kuruluş ve yurtsever kitleler, senlik-benlikten ivedilikle arınıp bir araya gelerek
ülkeyi, bu ürkütücü eşikten döndürmenin tarihsel sorumluluğunu üstlenmelidirler.

Aksi durumda; değerli ozan Aşık Mahzuni’nin, o çok sevdiğimiz ve bireysel olarak sıklıkla mırıldandığımız

  • Bir daha gel gel Samsun’dan, sarı saçlım, mavi gözlüm! Nerdesin, nerde ?

sözleriyle bezediği, yürek titreten güzel türküsünü toplu olarak söylemek durumunda kalabiliriz!

Laiklik ve 3 Mart

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
03 Mart 2025,Cumhuriyet

 

Laiklik dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim işlerine karışmaması,
devletin de bu çerçevede, dindar vatandaşın dinsel inanç ve ibadet özgürlüğünü, dinsiz vatandaşın felsefi görüşünü ve yaşam biçimini güvence altına almasıdır.

Laiklik doğrultusunda atılan ilk büyük adım, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. Çünkü cumhuriyet, halk egemenliğine dayalı yönetim biçimidir.
Halk egemenliğine dayalı yönetim biçimi de Halifeden, Şeyhülislamdan, ulemadan, tarikattan, cemaatten oluşan ruhban sınıfının egemen olduğu bir yönetim biçiminin, yani teokrasinin
ve din devletinin son bulmasıdır.

Ancak laikliğin yaşama geçmesi için cumhuriyetin ilan edilmesi yeterli olmadığı için, 1920’li ve 1930’lu yıllarda, laiklik doğrultusunda birçok başka anayasal ve yasal düzenleme de gerçekleşti.

3 Mart 1924’te, TBMM kararıyla, Halifelik kaldırıldı; tüm vatandaşlara laik ve bilimsel eğitim olanağı sağlayan Öğretim Birliği Yasası kabul edildi; medreseler kapatıldı; Şer’iyye ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve ayrı bir kurum olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu.

Daha sonra, TBMM kararlarıyla 17 Şubat 1926’da, kadınları ve erkekleri hukuk önünde eşit kılan ve şeriat yasalarının tümünü geçersiz kılan Medeni Kanun kabul edildi; 10 Nisan 1928’de,
1876 Osmanlı anayasasından kalan “Devletin dini İslamdır ifadesi anayasadan çıkartıldı,
din konusu vatandaşların özgür iradesine bırakıldı.

5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı;
5 Şubat 1937’de laiklik ilkesi anayasa maddesi haline geldi.
***

  • İslam dininin temeli olan Kuran’da, kurumsal anlamda bir halifelik makamı da,
    bir din devleti modeli de yoktur.

Halifelik, Müslümanların peygamber olarak kabul ettikleri Muhammed’in ölümünden sonra, teokratik bir devlet kurmak için Araplar tarafından icat edilen bir iktidar ve yönetim makamıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarını işgal etmesiyle birlikte, halifelik makamı Osmanlı’ya geçti.

Halife, Muhammed’in öğretisini temsil eden kişi olarak görülüyordu. Osmanlı büyük ölçüde
din kurallarına göre yönetildiği için, en büyük din otoritesi de halife olduğu için, halife yönetimde etkili bir kişi konumundaydı. Bu nedenle, Kuran ayetlerinin nasıl uygulanacağı halifenin ve ruhban sınıfının elindeydi. Anadolu halkının büyük çoğunluğu hem okumayı ve yazmayı hem de Arapça bilmediği için, ruhban sınıfı Arapça yazılan Kuran’ı nasıl yorumlarsa, imparatorluk da öyle yönetiliyordu.

Halifelik makamının ve yine dinsel bir yönetim otoritesini temsil eden Şer’iyye (AS: Din İşleri) ve Evkaf (AS: Vakıflar) Bakanlığı’nın kaldırılmasıyla birlikte

  • Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, bu devrimlere öncülük eden Mustafa Kemal Atatürk’ün din düşmanı olmadığının, yalnızca dinin siyasallaşmasını engellediğinin kanıtıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı,
dinin devlet işlerine karışması için değil, devletin din işlerini koordine etmesi
ve vatandaşlara din hizmeti vermesi için kurulmuştur.
Kuran’ın Arapçadan Türkçeye çevrilmesi ve tüm vatandaşlarca anlaşılır duruma getirilmesi
bu hizmetlerin içindedir.

***
Tevhidi Tedrisat olarak bilinen Öğretim Birliği Yasası da, tek tip eğitim sistemini kurmak için değil, tek tip “eğitim” sistemini temsil eden medreselerin yerine, çoğulcu eğitim veren okulların kurulması için kabul edilmiştir.

Çoğulcu eğitim doğa bilimleri, sosyal bilimler, felsefe, matematik, sanat, dil, din gibi çeşitli alanları içeren; dogmaları dayatan değil sorgulamaya, analitik ve yaratıcı düşünceye açık bir eğitim sistemidir.

Buradaki –öğretimde- birlik, çoğulculukta birliktir, tüm vatandaşların bu çoğulculuk içinde
yer alma hakkı
nı kazanmasıdır.

Özetle; 3 Mart 1924’te tarihinde (AS: 101 yıl önce) elde edilen kazanımlar,
neo-Osmanlıcı AKP iktidarının 21. yüzyılda yok etmeye çalıştığı şeylerdir!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

3 Mart Devrim Yasaları

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu

3 Mart 1924’te TBMM’nin çıkardığı üç yasa Atatürk devriminin temel taşlarını oluşturmaktadır.

Bu yasalarla, Devrimin iki ilkesi olan

  1. Ordu’nun siyasetten ayrılması,
  2. Dinin siyasetten ayrılması sağlanmış, ayrıca Halifelik kaldırılmış, laik cumhuriyetin gerektirdiği insan kaynağını yetiştirmek amacıyla medreseler kapatılarak tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde birleştirilmiş, Osmanlı hanedanı üyeleri yurt dışına çıkarılmıştır.

Söz konusu yasalar:

  • 429 sayılı Şer’iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlıklarının kaldırılmana ilişkin yasa
  • 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasası,
  • 431 sayılı Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti toprakları dışına çıkarılmasına ilişkin yasadır.

Her üç yasa 4-22 Şubat 1924 tarihleri arasında İzmir’de harp oyunlarında bulunan Atatürk, komutanlar ve Başbakan İnönü ile birlikte kararlaştırılmıştır.

429 sayılı Yasa:

O tarihe dek TBMM üyeleri arasından seçilen Bakanlar Kurulunda din işlerinden sorumlu Şer’iye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı) ve Silahlı Kuvvetlerden sorumlu Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti (Genelkurmay Bakanlığı) vardı. Bu iki Bakan, hükümetin aldığı siyasal kararlara katılıyorlardı.
Bu, din ve Ordunun siyasete doğrudan karışması demekti.

Siirt milletvekili Hulki Efendi ve 50 arkadaşınca verilen öneride yasanın gerekçesi şöyle :

  • “Din ve Ordunun politik akımlarla ilgilenmesi birçok sakıncalar doğurur. Bu gerçek bütün uygar milletler ve hükümetlerce temel ilke olarak kabul edilmiştir. Bu bakımdan yeni bir yaşam varlığı sağlamakla görevli bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında zaten ifadesini bulmuş olan Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlığının bulunması uygun olmaz.[1]

Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin siyasete karışması, Devrimin temeli olan laiklik ilkesi ile Genelkurmay Bakanının siyasete karışması Devrimin öbür ilkesi olan Ordunun siyasete karışmaması ilkesi ile çelişiyordu. Devrimin önderleri gençlik yıllarından beri dinin ve Ordunun siyasete karışmasının sakıncalarını görmüşlerdi.

429 sayılı yasa ile Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı, yerine Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Diyanet İşleri Başkanının, Başbakanın önermesi üzerine Cumhurbaşkanınca atanması kuralı getirildi. Yasaya göre, dinin kişiler arası ilişkileri düzenleyen kuralları artık Yasama ve Yürütmeden sorumlu olan TBMM’ce düzenlenmektedir. Dinin ibadetle ilgili düzenleme ve uygulamalarını ise Diyanet İşleri Başkanlığı yürütecektir. Bu amaçla, anılan Başkanlığa ülkedeki bütün camiler, mescitler, tekkeler ve zaviyeler (1925’te kapatılacaktır) bağlanmıştır. Müftüler de bu Başkanlığa bağlıdır.

Yürürlükteki Anayasanın Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili 136. maddesi şöyledir:

  • “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda,
    bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve
    bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”

429 sayılı yasa çıktığı tarihte Diyanet İşleri Başkanını atayacak olan Cumhurbaşkanı yansız idi. Oysa 2017 Anayasa değişiklinden sonra Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasal partinin genel başkanıdır. Koşullar değişmiştir. Diyanet İşleri Başkanı partili cumhurbaşkanınca atanmaktadır. Bu da 429 sayılı yasanın gerekçesine aykırı olarak Diyanet İşleri Başkanlığının siyasallaşmasını getirmiştir. Görevdeki Diyanet İşleri Başkanının kimi davranışları bunu açıkça göstermektedir.

Aynı yasa ile Genelkurmay Bakanlığı kaldırılmış, yerine ‘barış zamanında Ordunun emir ve komutası ile görevli en yüksek makam olarak’ Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur.

429 sayılı yasaya göre Genelkurmay Başkanı Başbakanın önerisi ile Cumhurbaşkanınca atanır. Genelkurmay Başkanı, görevlerinde bağımsızdır (md. 9). Askeri bütçenin sorumluluğu
Mili Savunma Bakanlığı’na verilmiştir.

Bu düzenleme ile de Ordunun siyasetten ayrılması yönünde önemli bir adım atılmıştır.

Yukarıda Diyanet İşleri Başkanı için belirtilen sorun, Genelkurmay Başkanı için de geçerlidir. 1924’te yansız cumhurbaşkanınca atanması öngörülen Genelkurmay Başkanı, günümüzde doğrudan partili cumhurbaşkanınca atanmaktadır. Kuvvet Komutanlığı yapmayan bir orgeneral, Genelkurmay Başkanı olarak atanabilmiştir!

AKP iktidarınca TSK’da yapılan ve Ordu’ya siyaset sokan girişimlerle birlikte düşünüldüğünde, 429 sayılı yasadan önemli ödünler verildiği, Ordu’nun yeniden siyasallaştı(rıldı)ğı görülmektedir.

430 Sayılı Tevhidi Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasası:

3 Mart 1924’te çıkarılan bir başka önemli bir yasa da Öğretimin Birleştirilmesi yasasıdır.

Osmanlı imparatorluğu 2. Viyana kuşatmasından (1683) sonra Avrupa devletleri karşısında yenilmeye ve toprak yitirmeye başlayınca, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan başlayarak eğitim sistemini yenilemek istemiş ve Batıdaki çağdaş okulları örnek almıştır. Ancak dinsel temellere göre eğitim veren medreseler kaldırılmadığından, eğitimde ikilik oluşmuştur.

Oysa yeni bir ulus devlet kurulmuştur ve bu devleti yaşatacak yeni –laik– insan tipinin yetiştirilmesi, ulusun duygu ve düşünce birliğinin sağlanması gerekmektedir.

Yasa, Manisa milletvekili Vasıf Bey ve 29 arkadaşınca önerilmiştir.

Yasa önerisinin gerekçesinde eğitimdeki ikiliğe dikkat çekerek,

  • “Bir milletin genel eğitim ve kültür politikasında milletin duygu ve düşünce bakımından
    birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları
    ve güzellikleri görülmüş bir ilkedir… Bir milletin bireyleri ancak bir eğitim görebilir.
    İki türlü eğitim iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu ve düşünce birliği ile dayanışma amaçlarını tümüyle yok eder.”
    denilmektedir.

Yasaya göre Türkiye’deki bütün bilim ve eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır (md.1). Vakıflarca yönetilen bütün medreseler ve okullar Millî Eğitim Bakanlığına devredilmiş ve bağlanmıştır (md.2). Milli Eğitim Bakanlığı din bilgileri konusunda yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere üniversite bünyesinde İlahiyat Fakültesi kuracaktır. Ayrıca imamlık ve hatiplik gibi
din hizmetlerinin yerine getirilmesi ile ilgili memurlar yetiştirmek için ayrı okullar açacaktır (md.4).

Anılan yasa laik, bilimsel ve çağdaş eğitim yönünde devrimsel bir adımdır. Yeterli din bilgisine sahip olmayan hocaların medreselerde verdikleri din eğitimi yerine, Bakanlıkça belirlenecek çağdaş, laik ve bilimsel eğitime geçilecek ve bütün yurttaşlar aynı temel eğitimden geçecektir.

Son yıllarda AKP iktidarınca yürütülen karşıdevrim kapsamımda Milli Eğitim Bakanlığı’nın
430 sayılı yasa ile kendisine verilen görev ve sorumluluktan ödünler vererek eğitim sorumluluğunun bir bölümünü tarikat ve cemaatlere devretmesi, 430 sayılı Devrim Yasasına aykırı ve eğitimde karşıdevrimdir.

430 saylı yasa Anayasa’nın 174. maddesi ile koruma altına alınmıştır 174. madde şöyledir :

  • “Anayasanın hiçbir hükmü, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının,
    Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin,
    Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.”

174. madde ile koruma altına alınan yasaların başında öğretimin birleştirilmesi yasası gelmektedir. Bu nedenle 430 sayılı yasa öbür yasalara göre ayrıcalıklı bir konumdadır ve anayasa düzeyindedir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası Türk milli eğitiminin amaçları arasında Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurtt1aşlar yetiştirmek amaçlarını saymaktadır.

Ancak “demokratik, laik sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar yetiştirmekle” görevli Milli Eğitim Bakanının kendisi laik cumhuriyete karşı sorumluluklarını yerine getirmemekte, eğitimi dinselleştirmektedir.

Görevdeki Milli Eğitim Bakanının 430 sayılı yasa ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun bir bölümünü STK (sivil toplum kuruluşları) olarak adlandırdığı tarikat ve cemaatlere devretmesi Anayasaya, 430 sayılı yasaya ve yürürlükteki Milli Eğitim Temel Yasasına aykırıdır.

Aynı tarihte kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının bilgili din adamı gereksinimini karşılamak amacıyla İmam Hatip Okullarının açılması öngörülmüştür. Bu okullara gereksinimden çok öğrenci alınması, kızların da kabulü ve laik eğitime karşıt bir seçenek konumuna getirilmesi, öğrencilerin bu özellikle okullara yönlendirilmesi ve karşıdevrimci siyasal partinin arka bahçesi olarak görülmesi de, 430 sayılı yasaya aykırı olarak eğitimde iki başlılığı getirmiştir.

431 sayılı Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Dışına Çıkartılmasına İlişkin Yasa

Halifeliği kaldıran bu yasa saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Devrimin temel taşlarından birisidir. İslam dininin temel kaynaklarında yeri olmayan, Peygamberin ölümünden sonra yöneticilik gereksinmesinden kaynaklanan Halifelik orunu (makamı),
1517’den başlayarak Osmanlı padişahlarına geçmiştir. Ancak İmparatorluğun son döneminde Halifeliğin hiçbir işlevi kalmamış, bütünüyle siyasal bir orun durumuna gelmiştir.

  • İngiliz desteği ile kurulan Hilafet ordusu, Kuvayı Milliye’ye karşı ayaklanmıştır.

Yeni kurulan laik, çağdaş bir devlette Halifelik gibi bir Ortaçağ kurumunun yeri olamazdı.

Bir zamanlama ustası olan Atatürk, 1 Kasım 1922’de Saltanatla Halifeliği ayırmış, Saltanatı kaldırmış, Halife olarak TBMM’ce seçilen Abdulmecit görevlendirilmiştir. Abdulmecit’in kendisini Padişah gibi görmesi, Oadişahlık yanlılarını çevresinde toplaması ve sınırını aşan istemleri, Halifeliğin de kaldırılmasının zamanının geldiğini göstermiştir.

431 sayılı yasayı Urfa milletvekili Şeyh Safvet Efendi ve 53 arkadaşı önermiştir.
Yasanın gerekçesinde özetle şunlar belirtilmektedir :

  • “Türkiye Cumhuriyet içinde Halifelik makamının bulunması Türkiye’yi iç ve dış politikasında
    iki başlı olmaktan kurtaramadı. Bağımsızlığında ve ulusal yaşamında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin, görünüşte bile olsa ikiliğe dayancı (tahammülü) yoktur. İmparatorluğun çöküş nedeni olan Osmanlı Hanedanı’nın Halife kisvesi altında Türkiye’nin varlığını etkileyecek
    bir tehlike olacağı, deneyimlerle belli olmuştur.”

431 sayılı yasaya göre Halife görevden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve cumhuriyet anlam ve kavramlarının içinde zaten var olduğundan (esasen mündemiç olduğundan), bu makam kaldırılmıştır (md.1).

Görevden alınmış Halife ve yıkılmış Osmanlı hanedanının erkek ve kadın bütün üyeleri ve damatlar Türkiye Cumhuriyeti ülkesi içinde oturma hakkından sonsuza dek yasaklanmışlardır (md.2). Anılan kişiler on gün içinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarını terk edeceklerdir (md.3).
Bu kişilerin T.C. vatandaşlığı sıfatı ve hakları kaldırılmıştır (md.4). İkinci maddede sözü edilen kişiler Türkiye Cumhuriyeti’nde taşınmaz mal sahibi olamazlar (md.5). Bu kişiler Türkiye Cumhuriyeti içindeki tüm taşınmazlarını bir yıl içinde tasfiye edeceklerdir (md.7).
Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık yapmış kişilerin Türkiye Cumhuriyeti topraklarındaki taşınmaz malları millete geçmiştir (md.8).

431 sayılı yasa Halifeliği kaldırmanın yanında Osmanlı hanedanı üyelerini de dönmemek koşulu ile yurt dışına göndermiştir. Bununla, Hanedana dayalı devletin yeniden kurulma olasılığı ortadan kaldırılmış, Fransız Devriminden sonra olduğu gibi, Devrimin Cumhuriyetle Krallık arasında gidip gelmesi önlenmiştir.

Karşıdevrimciler saltanatın kaldırılmasından çok Halifeliğin kaldırılmasına tepki göstermişlerdir. Bu tepkilerin en önemlisi 1925 yılındaki Şeyh Sait ayaklanmasıdır. Günümüzde ortamı
uygun gören kimi karşıdevrimciler Hilafetin yeniden canlandırılması düşlemini (hayalini)
dile getirmektedirler. Hilafetin yeniden canlandırılması, tarihin durdurulmaz akışına aykırıdır.

Sonuç ve değerlendirme

3 Mart 1924’te çıkartılan 3 Devrim Yasası ile ulusal, laik demokratik çağdaş Türk devleti yolunda önemli adımlar atılmıştır. Ordu ve din siyasetten ayrılmıştır. Cumhuriyetin gereksinim duyduğu tek tip “laik insan” yetiştirecek laik, çağdaş, bilimsel, eğitim düzeni kurulmuştur.

Medreseler kapatılarak laiklik yolunda önemli bir adım atılmıştır.

431 sayılı yasa ile Osmanlı hanedanınım son kalıntıları bir daha dönmemek üzere yurt dışına çıkartılmış, padişahlığa umut bağlayanların beklentilerine son verilmiştir. Ancak karşıdevrim kapsamında özellikle 2017 anayasa değişikliği sonucunda Devrim Yasalarına aykırı olarak
din ve Ordu yeniden siyasallaştırılmış, eğitimde ikilik oluşturulmuştur.

Anayasadaki ifade ile “Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve
Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden
” Devrim Yasalarına
Atatürkçü kamuoyu sahip çıkmalı, bu Yasalardan verilen ödünlerin durdurulması için
etkili demokratik tepkiyi göstermelidir.

[1] Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005, s.3

Pazarlığı açıklayın!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen

“Biji Apo” sesleri arasında PKK’li terörist elebaşı Abdullah Öcalan’ın fotoğrafı ekrana yansıtıldı.

Taksim’deki oteli dolduranlarla birlikte İmralı heyeti ayağa kalktı ve zılgıtlar salonda yankılanırken Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı yarışında güç kazandıracak açıklama Öcalan’dan geldi.

İster istemez aklıma 2019’da yine Öcalan’ın İmralı Cezaevi’nden açıklama yaparak HDP’ye İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi için tarafsızlık çağrısında bulunması geldi.

AKP dönemi boyunca seçimlerde kullanılan Kürt kartı bu kez, Öcalan’ın PKK’nin feshedilmesi ve silah bırakılması çağrısında bulunmasına dönüştü. Terörist başı bu çağrıyı yaparken, PKK’nin feshinden reel sosyalizmin çöküşünü sorumlu tuttu ve cumhuriyet dönemini “tek tipçi” diye nitelendirdi. 40 yıldır Türkiye’yi kana bulayan terörist faaliyetlerine gerekçeler ararken terörizmi meşrulaştıran ifadeler kullandı.

“Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi” dediği terör örgütünün onca masum insanın canını aldığını unutmuşuz gibi utanmadan barıştan söz etti! Üstelik de bunu totaliter bir rejime yönelen AKP iktidarının tüm faşizmiyle muhalifleri ezdiği, laik cumhuriyeti ve hukuk devletini yerle bir ettiği bir ortamda yaptı.

Bu ne çelişkidir diye sormayanlar da heyecanla TV’lerde yorumlarına devam etti.

ETNİKÇİ/DİNCİ ANAYASA İÇİN İŞBİRLİĞİNE GİDEN YOL

Bunları hatırlattığımız için sakın ola kimse bize “Barış istemiyor musun?” diye sormasın! Kuşkusuz barış içinde yaşamak tüm yurttaşların isteğidir. Ancak Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan bu sürecin arkasında emperyalizmin eli olduğunu, Ortadoğu’da kurulacak büyük Kürt devleti için hazırlık yapıldığını ve sonuçta bunun dönüp dolaşıp DEM ile AKP arasında etnikçi/dinci anayasa pazarlıklarına dayanacağını bilmeyecek kadar da aptal değiliz.

Emperyalizmin kitle imha silahına dönüşmüş silahlı bir terör örgütünün barışın garantisi olarak görülmesi ve ülkeye terörle yıllarını kaybettiren bir teröristten medet umar bir görüntünün verilmesi, 102. yılında 1923 Cumhuriyeti’nin içine düşürüldüğü ağır durumun sonucudur.

PKK’LİLERE AF MI GELİYOR?

Sırrı Süreyya Önder, toplantının sonunda Öcalan’ın çağrı metni okunduktan sonra onun notu olarak ilettiği mesajda ise

  • “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması, PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.” dediğini iletti.

Bunun ne demek olduğunu iktidar halka derhal açıklamalıdır. Silah bırakma ve örgütün kendini feshi için şart anlamına gelen bu iletiye, neden açıklamanın içinde yer verilmeyip ayrıca not olarak iletildi?

Burada sözü edilen hukuki boyut nedir? Bu, terör örgütü lideriyle bir anlaşma yapıldığının işaretidir. Bunun anlamı, hapisteki PKK’lilere af mıdır, başka pazarlık konuları varsa nedir?

PKK adlı örgüt, onca yıldır sürdürdüğü terörist faaliyetlerden sonra şimdi neyin karşılığında silah bırakıyor? Birtakım anayasa düzenlemeleri, örneğin vatandaşlığı tanımlayan 66. maddede Öcalan’ı memnun edecek değişiklikler mi yapılmak isteniyor? Yoksa daha da ileri mi gidilecek?

Gerçek şudur ki :

  • Cumhur İttifakı DEM’i memnun edecek anayasa değişikliklerini yapıp onları yanına çekerken Erdoğan, 4. kez seçime girip tek adamlığını sürdürme peşindedir.

Kapalı kapılar ardında aylardır sürdürülen gerçekleri bilmek her vatandaşın hakkıdır!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İlkesiz siyaset 226 Şubat 2025

TERÖRSÜZ TÜRKİYE MASALCILARINA ve ULUSA…



TERÖRSÜZ TÜRKİYE MASALCILARINA ve ULUSA…

  • İç cephe yorgun, aç, perişan, umutsuz; yeterince örgütlü direnemiyor,
    bu da büyük kurgunun bir parçası.
  • 50 bine yakın insanımızın katili, emperyalizmin taşeronu bölücü örgüt başının çağrısından medet uman, adeta mankurtlaşmış bir siyasal kadronun çılgın saldırısı ile yüz yüzeyiz.
  • Bu tablo, iğrenç bir pazarlığın, o ölçüde kirli sonucudur.
  • Ülkemiz, tek adamın makam ve unvan hırsı ve kiniyle benzersiz bir karmaşa ve
    despotizm içinde inletiliyor.
  • Suriye’nin kuzeyinde kurulan ve ABD’ce silahlandırılan
    PYD/YPG terör örgütü, gerçekte PKK’nin yerini alıyor.
  • İktidar yetkilileri bunu AB/ABD’ye söylemişti;
    zaten bitirilen PKK, ad değiştirip PYD/YPG ile sürdürülecek.
  • Artık sıra, PYD/YPG ile Suriye’nin kuzeyinde işgal edilen topraklarda devletleşmede.
    Adım adım yeni Sevr = BOP!!!
  • Emperyalizmin taşeronu bölücü örgüt başından barış güvercini çıkmaz;
    bu gazi-şehitlere, ailelerine, ulusa ihanettir.
  • Hangi ad ve gerekçeyle yapılırsa yapılsın bu oyun; ulus tanımını (AY m.66) ve AY m.42’yi değiştirerek ölene dek başkanlık pazarlığıdır, başka hiçbir amacı yoktur.
    DEM, bu oyuna alet olacak mıdır?!
  • İktidarın bu hedef için söylemeyeceği yalan, veremeyeceği iç ve dış ulusal ödün yoktur.
  • On binlerce gencimizi yaşamdan kopartan kanlı bir bölücü terör dönemini
    Onurlu çıkış” la sözde kapatmak, onursuzluğun ta kendisidir.
    PYD/YPG devleti, terörü sürdürecektir ülkemizi bölmek için!
  • Bu bir Hacivat-Karagöz kukla oyunudur, uyanmalıyız;
    A n a m u h a l e f e t  de  ne  y a z ı k  ki  a y a k t a  u y u m a k t a d ı r .
  • Devlet aklı ne acı ki ortalıkta görünmüyor AKP parti-devleti onu da yutmuş! 
  • Çözüm               : Ulusun tarihsel ve şaşmaz sağduyusuna ve vicdanına kalmıştır.

    Hukuk içinde
    meşru direnme vakti-saatidir. 
  • Reçete               : Yüce ATATÜRK‘ün “Gençliğe Seslenişi” dir. 

http://x.com/profsaltik/status/1895485831650890047

Sevgi ve saygı ile. 28 Şubat 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Şubat 2025

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HAKARET

Cumhurbaşkanına hakaret soruşturmaları ve davaları aldı başını gidiyor. (Evren’de 340, Demirel’de 156, Sezer’de 163, Gül’de 848 iken RTE’de şimdiden 17 406!)

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının başka soruşturmalara zaman ayırması zorlaşıyor.

RTE için ayrı bir savcılık kurulsa…

YANILTMA

Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen (açıkça) yayma suçlamasıyla (7148 s. yasa gereğince) iki yılda yaklaşık beş bin kişiye soruşturma açılmış.

“İktidarı / RTE’yi eleştirme yasağı özel yasası” olarak okunabilir…

KIYAK

İki yıl görevden sonra ayrılan Bakanlara milletvekili hakları verilecekmiş.

Bu durumda MSB Güler ne eder?

RTE’ye uymayan teğmenleri de komutanlarını da yer, “daha var mı?” der…

ZEHİR

Hüda Par Mersin milletvekili Faruk Dinç,

  • “Kürt meselesinin sebebi Kemalizm’dir, çözümü de İslam’dadır.
    Kemalizm zehirdir, biz bu zehri yutmayacağız.” 

Adam ülkeye zehir…

ERKEK

Gezi olaylarında adı geçen Tamer Karadağlı, “..kısa sürede konunun ağaç olmadığını gördüm. Olayın siyasi boyutunu ve terör örgütlerinin sahada olduğunu fark edince bir daha orada bulunmadım.”

Taş fırın reklamı yapıp, toprak fırın kullanmak…

DÖNEKSPOR

Dokuz milletvekili daha partilerinden AKP’ye geçti.

Türkeş, Soylu, Çelebi yönetiminde, teknik direktör Ünal Kahraman, dönerli sistem oynama antrenmanlarını başlatır artık…

BAĞLAMA

2023 seçimlerinde CHP listesinden Gelecek Partisi Antalya milletvekili olan,

  • “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi,
    otoriter yolsuzluk düzenini kurmak amacıyla icat edilmiştir.”

diyen Prof. Serap Özbudun da Dönekspor’ a katıldı.

Demirel ne demişti; “Bizim kapıya bağladık şimdi karşıya sövüyor” …

ALIŞMAYACAĞIZ

RTE, “Yeni Türkiye’ye alışacaksınız.” diyor.

  • Hayır! Anti-laik, anti-demokratik, anti-sosyal, hukuksuz Türkiye’ye alışmayacağız!
  • Cumhuriyetimizi yeniden rayına oturtacağız…