Kategori arşivi: Hekim Saltık

HPV aşıları Hepatit B Virüs aşısı gibi HPV aşısı da kanserden koruyucu aşı

Prof. Dr. Gülden ÇELİK | KoronavirüsProf. Dr. Gülden Çelik
Bahçeşehir Üniv. Tıp Fak. Tıbbi Mikrobiyoloj Anabilim Dalı
KLIMUD Klinik Viroloji Çalışma Grubu Başkanı

Human Papilloma virüs (HPV) erkek ve kadınlarda en sık karşılaşılan cinsel temasla bulaşan etkenlerden biridir. HPV ile ilgili hastalıklar hem sağlık sistemi için büyük yüktür, hem de toplumda sosyal ve psikolojik sorunlara yol açmakla kalmayıp aynı zamanda bir kısım hastalıklarının tedavisinde de güçlüklerle karşılaşılabilmektedir. HPV yaklaşık 200 tipe sahip olup, zarfsız ve dirençli bir virüstür. Birbirinden önemli genetik farklılık gösteren alfa ve beta cinsleri en çok karşılaşılanlarıdır.

Deride HPV enfeksiyonları genellikle beta cinsi ile oluşur ve özellikle çeşitli tedavi seçeneklerine de karşı dirençli siğillere yol açarlar ve bazı tür deri kanserleri ile ilişkileri gösterilmiştir. Bağışıklığın baskılandığı transplantasyon uygulanan ve HIV ile yaşayan bireylerde de oldukça sık görülürler. Mukozada enfeksiyona yol açanlar ise çoğunlukla alfa HPV’ lerdir. Cinsel olarak aktif kadınların çoğu bu virüslerle karşılaşmıştır. Genellikle önce belirsiz bir enfeksiyon yaparlar ve 1-2 yıl içinde iyileşirler. Küçük bir oranında inatçı uzun süreli enfeksiyon sonucu kanser gelişir.

Kanserle ilişkileri nedeni ile üzerinde en çok çalışılan bu alfa HPV’lerdir. Sık görülen önemli hastalanma ve ölüm nedenlerini oluştururlar. Dünyadaki kanserlerin %5’ i bu etkenle oluşur. Rahim ağzı kanseri alfa HPV virüslerin yol açtığı en sık görülen ve en ölümcül kanserdir ve her yıl 310000 kişi bu nedenle kaybedilir. Alfa HPV’ler arasında kanserle ilişkisi çok görülen yüksek kanser riskli olanları vardır. Bunlardan ikisi de kadın ve erkeklerde görülen kanserlerin çoğundan sorumludur. Yine genital bölgede yer alan siğillerin çok büyük oranından da yine bu alfa HPV’ lerin iki tip sorumludur. Şu an kullanımda olan HPV aşıları bu alfa HPV’ lerin en sık karşılaşılanlarına karşı hazırlanmıştır. 2006 yılından beri ABD de kullanılmaktadır. Bu aşılar enfeksiyöz virüsü içermezler. Virüsün bir parçası rekombinant   teknolojiye göre üretilmiştir, alt ünite aşılarıdır. Aşıların enfeksiyon yaratma etkileri yoktur. Kas içi uygulandığında, bu virüslerin enfekte edeceği hücrelere girmek için ilk bağlanım yerlerine karşı nötralize antikor-koruyucu molekül oluşturma ve enfeksiyonu önleme yeteneğine sahiptirler. Onaylı yaygın kullanımda üç aşı bulunmaktadır (bivalan, kuadrivalan ve nanovalan aşılar). Üç aşı da kadın ve erkeklerde ağız, genital ve anal bölge kanserlerine ve kuadri ve nanovalan aşılar da genital siğillere karşı koruyucudur. ABD de 9-12 yaş kız çocukları HPV ile aşılandığı ve önerilen yaşlarda servikal kanser taramaları uygulandığı takdirde, yılda   > 200.000 üzeri HPV enfeksiyonunun, yaklaşık 100.000 anormal rahim ağzı tarama sonucunun ve 3.300 serviks kanserinin önlenebileceği hesaplanmıştır. Bu koruyucu aşıların etkinlik ve antikor oluşturma oranları mükemmel bulunmuştur. Önerilen erken yaşta aşılamayla, kanser görülme oranında düşüşün ilişkisi gösterilmiştir. Eğer toplumda sadece kız çocukları aşılansa bile bu aşılamanın erkek çocuklarında benzer yaşlarda sürü bağışıklığı oluşturdu, erkeklerin de korunduğu  ve bu oranın kız çocuklarındaki aşılanma oranı ile paralel artışına dair bilgi sunulmuştur. Ancak bu etki erkek erkeğe seks yapanlarda gözlenmemektedir. Koruyucu aşıların yarar ve maliyet açısından etkinliği en yüksek kanıtlanmış olan kadınlar olduğu için, kaynakları sınırlı ülkelerde genç kadınların, kaynak açısından zengin ülkelerde her iki cinsin aşılanması önerilmektedir. ABD de uygulama başlangıç yaşı, erkek ve  kız çocuklarında  11-12 yaşında (9 yaş da olabilir) önerilmektedir. Aşılanmayanların 26 yaşına kadar aşılanması tavsiye edilmektedir. 26 yaşından sonra 46 yaşına dek belirli şartlarda aşı önerilmektedir. 45 yaş üstü aşıdan yararlanabilir ancak bu konuda yeterli kanıt ve FDA onayı da yoktur. HPV ile karşılaşma oranı yaşla artar ve aşının etkinliği azalır ve sadece henüz karşılaşılamayan tiplere karşı korunma gelişir. Sağlık çalışanlarına mesleki maruziyet riski varsa ve bağışıklık yetersizliği olan bireylere önerilir.

Dünya Sağlık Örgütü, kaynakları sınırlı ülkeler için HPV aşısının ülkelerin ulusal aşı programında yer almasını önermektedir. 2024 yılı itibariyle dünya çapında 137 ülke,
HPV aşılarını ulusal programlarına dahil etmiştir ve aşı ücretsiz uygulanmaktadır
.

Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi verilerine göre 30 Avrupa ülkesinden 28’inde 9-14 yaş arası kız ve erkek çocukları bağışıklama programı kapsamında HPV aşısı ile aşılanmaktadır. Ülkemizde henüz ulusal aşılama programına dahil değildir. Aşağıdaki şekilde yeşil alanlarda HPV aşısı, aşılama takvimlerinde yer almaktadır.

Koruyucu aşılar henüz HPV ile karşılaşmamız kişilerde etkilidir. Koruyucu aşılar 9-14 yaş arası 2 doz ve 15 yaş üstü bireylerde ve bağışıklığı baskılanmış grupta üç doz önerilmektedir. Elde edilen korunma uzun etkili olduğu için önerilen takvim sonrası, aşı tekrarı şu an için yoktur. Ücret ve ulaşabilme problem değilse nanovalan aşı önerilir. ABD’de 2017’den beri sadece nanovalan uygulanıyor. Ülkemizde de mevcuttur. Daha önce Bivalan/kuadrivalan aşı ile seri tamamlanmış ise ek  nanovalan aşı önerilmiyor. Koruyucu aşılarda eğer herhangi bir nedenle takvim tamamlanmamışsa tekrar başlama önerilmiyor. Eksik kalan doz/dozlar uygulanır. Takvime başlanan aşıyla devam edilir. Ama takvim  nanovalanla da tamamlanabilir. Aşı öncesi gebelik testi, HPV DNA ve sonrası HPV antikoru baktırmaya gerek yoktur. Emzirme aşıya engel değildir, yeterli veri olmadığı için gebelikte aşıdan kaçınılır. Gebelikte kazara uygulanan bireylerde yan etki saptanmamıştır ama ek dozlar gebelik sonrasına ertelenir. Sağlık çalışanlarından HPV lezyonlarının eksizyon ve ablasyonu sırasında oluşan damlacıklara maruz kalanlara önerilir.

Güvenilir ve iyi tolere edilebilir aşılardır. Diğer aşılarda da görülen hafif şiddette enjeksiyon yeri reaksiyonu ve nadiren diğer aşılarda da görülen senkop görülebilir. Bu nedenle oturarak aşı uygulaması ve 15 dakika gözlem önerilir.

HPV aşılaması rahim ağzı kanser taramalarını etkilememelidir. Sağlık Bakanlığı önerilerine göre 30-65 yaş arası, 5 yılda bir Pap-smear ve HPV DNA testi ile taramalar aşılılarda da devam etmelidir.

Son yıllarda FDA onaylı alfa HPV’lere koruyucu aşılar, ayrıca daha çok beta HPV’ler ile çok da sık görülen inatçı siğil, prekanseröz ve neoplastik lezyonlarda ve hatta bağışıklık yetersizliği olarak tedavi seçeneği olarak değerlendirilmektedir. Koruyucu aşıların çok çeşitli HPV suşlarına bağlı gelişen lezyonlarda tedavi edici etkileri ilgi çekici bir araştırma alanıdır. Ancak rutin uygulanabilirliği ve maliyet etkinliğini saptamak için randomize kontrollü çalışmalara halen gereksinim vardır.

Ayrıca HPV’ nin tümör antijenlerine karşı hücresel bağışıklığı oluşturmayı hedefleyen direkt tedaviye yönelik de çok sayıda aşı çalışması yürütülmektedir.

Şu an onaylı HPV aşılarının, aynen Hepatit B virüs (HBV) aşısı gibi bir kanser önleyici aşı olduğu unutulmamalıdır. En azından kız çocukları için ulusal aşı takvimine alınması bir an önce gereklidir.

Kaynak : HPT-Herkese Bilim ve Teknik s. 423, syf. 11, 23.5.2024

Cumhuriyet TV programımız : İklim Faciası Ürünü Sıcaklarla Nasıl Başetmeli?

Dostlar,

Cumhuriyet gazetesinden Sayın İrem KARATAŞ ile bir söyleşi yaptık ve Cumhuriyet TV‘de yayınlandı. Konumuz,

  • İklim Faciası Ürünü Sıcaklarla Nasıl Başetmeli? idi.

Youtube’a da yüklendi. İzlemek için lütfen tıklayınız.. (21 dakika)

https://youtu.be/RDLHhFQg1G8?si=_5t-UR2d4txesVhX

Paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle..
***

Konuşmamızdan notları şöyle sunabiliriz :

Artan ve artacak sıcaklarla insanlık nasıl başetmeli?

Artan ve artacak sıcaklarla başa çıkmak için kısa, orta ve uzun erimli (vadeli) öneriler şöyle sıralanabilir:

Kısa Erimli  Öneriler:

  1. Sıcak Havalarda İçme Suyu Tüketimini Artırın:
    Beden sıcaklığını dengede tutmak için yeterli miktarda su içmek önemlidir.
  2. Gölge ve Serin Alanlarda Kalın: Olanaklıysa öğle saatlerinde güneşten korunmak için
    gölgeli veya serin alanlarda zaman geçirin.
  3. Hafif Giysiler Giyin: Nefes alabilir ve hafif giysiler seçerek beden sıcaklığını dengeleyin.
    Bol ve açık renkli, uzun kollu pamuklu giysileri yeğleyin.
  4. Sıcak Çarpmasına Karşı Bilgi Edinin: Sıcak çarpması belirtilerini tanıyın ve ivedi (acil) durumda nasıl müdahale edileceğini, ilk yardım yapılacağını öğrenin.

Orta Erimli Öneriler:

  1. Kent Planlamasında Yeşil Alanları Artırın: Kentlerdeki yeşil alanları artırarak
    sıcaklık adalarını azaltabilir ve serinleme sağlayabilirsiniz.
  2. Halkı Bilinçlendirme Çabaları: Sıcak hava uyarıları ve önlemleri hakkında
    halkı bilinçlendirme kampanyaları düzenleyin.
  3. Altyapıyı Sıcak Hava Koşullarına Göre Ayarlayın: Su kaynakları, elektrik sağlanması ve sağlık hizmetleri gibi altyapıları sıcak hava olaylarına yeterli düzeye getirin.

Uzun Erimli (Vadeli) Öneriler:

  1. İklim Değişikliği ile Savaşım: Fosil yakıt kullanımını azaltarak ve güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik ederek iklim değişikliği etkilerini azaltmaya çalışın.
  2. Sürdürülebilir Kent Planlaması: Yeşil binalar, su ve enerji verimliliği gibi sürdürülebilir
    kent planlama yordamlarını (stratejilerini) uygulayarak kentlerin sıcak hava koşullarına uyumunu sağlayın. Yeşil yaşam, toplu taşıma, karbon ayak izini en aza indirme..
  3. Eğitim ve Araştırma: Sıcak hava olaylarının insan sağlığına ve çevreye etkilerini araştırarak, bu bilgileri politika yapıcılarla ve halkla paylaşın.

Bu öneriler, artan sıcaklıkların insanlar üzerindeki etkilerini azaltmaya ve toplumları daha dayanıklı kılmaya yardımcı olabilir.

***
Aşırı sıcaklardan korunmak için aşağıdaki tıbbi önlemler alınabilir:

  1. Yeterli sıvı alınması: Sıcak havalarda bedenden su yitiği terlemeyle artar. Bu nedenle yeterli su içmek, sıvı almak önemlidir. Günlük su tüketimini artırarak kuruma (dehidratasyon) riskini azaltabilirsiniz.
  2. Elektrolit dengesini korumak: Sıcak havalarda terleme ile birlikte beden elektrolit yitiği yaşayabilir. Bu yitiği yerine koymak için elektrolit içeren içecekler veya gıdalar tüketmek önemlidir. Yüksek tansiyon sorunu yoksa hafif tuzlu ayran ideal içecek sayılabilir.
  3. Güneşten korunma: Güneşin zararlı UV ışınlarından korunmak için güneş kremi kullanmak, açık renkli ve uzun kollu giysiler giymek ve siperlikli şapka takmak önemlidir.
    UV filtreli gözlükler de erkan katarakt ve retina zedelenmesini önlemek için çok gereklidir. UV filtreli olmayan güneş gözlükleri yarardan çok zarar verebilir.
  4. Uygun giyim: Serin kalmak için açık renkli hafif ve pamuklu giysiler yeğlenmelidir.
    Sentetik giysiler terleme sonrası rahatsızlık verebilir.
  5. Aşırı sıcaklarda dışarıda çok zaman geçirmemek: Özellikle öğle saatlerinde güneşin
    en dik olduğu saatlerde dışarıda olmamaya çalışmak ve gölgeli veya serin yerlerde dinlenmek önemlidir. Türkiye enlemleri için (36-42 kuzey) saat 11:00 – 16:00 arası..
  6. Hafif yemekler tüketmek: Ağır yemekler metabolizmayı artırarak beden sıcaklığını yükseltebilir. Bu nedenle ağır olmayan, hafif yiyecekler tüketmek yararlı olabilir.
  7. Süregen (Kronik) hastalığı olanların özel dikkat göstermesi: Özellikle kalp-damar hastalığı, hipertansiyon gibi süregen hastalıkları olanlar aşırı sıcaklarda daha çok risk altında olabilirler. Bu kişilerin sıcaklarda daha dikkatli olmaları ve gerekirse sağlık çalışanlarına danışmaları önemlidir. İdrar söktürücü (diüretik) alan hastalar hekimlerine danışmalıdır.

Bu önlemler aşırı sıcaklardan korunmanıza yardımcı olabilir. Özellikle sıcak havalarda dışarıda
zorunlu olarak uzun süre kalıyorsanız, bu önlemleri dikkate alarak sağlığınızı koruyabilirsiniz.

KÜRESEL ISINMA / İKLİM FACİASI.. karşısında dünyada ve Türkiye’de nüfusu azaltmalı,
yarısına indirmeli. Yaşlanma ciddi sorun değil, yapay zekalı insansı robotlar yüz milyonlarca insanın işini çok ekonomik olarak yapabilecek yetide. İşsizlik sorunu zaten çok ciddi..

Yeşil yaşam, yenilenebilir enerji kaynakları.. küresel ölçekte ortak girişimler..
Uluslararası COP kararları

***
Sıcak çarpması belirtileri nelerdir ve ivedi (acil) durumda ne yapılabilir?

Sıcak çarpması, beden sıcaklığının aşırı yükselmesi sonucu ortaya çıkan ciddi bir sağlık durumudur. Ölümcül olabilir! Belirtileri genellikle hızla ortaya çıkar ve hemen girişim (müdahale) gerektirebilir. Belirtileri ve ivedi girişim (acil müdahale) yöntemleri:

Belirtiler:

  1. Yüksek Beden Sıcaklığı: Beden sıcaklığı 40°C (104°F) veya daha yüksek olabilir.
  2. Şiddetli Baş Ağrısı: Yoğun ve sürekli baş ağrısı duyumsanabilir (hissedilebilir).
  3. Baş Dönmesi ve Sersemlik: Kişi baş dönmesi, sersemlik veya halsizlikten yakınabilir.
  4. Kuru ve Kızarmış veya Nemli Deri: Deri kuru / nemli, kızarmış ve sıcak olabilir.
  5. Nefes Darlığı ve Hızlı Nefes Alma: Nefes alma hızlanabilir ve nefes darlığı yaşanabilir.
  6. Nabızda Hızlanma: Nabız hızlanabilir ve kalp atışları düzensiz olabilir.
  7. Bulantı ve Kusma: Bulantı, kusma veya karın ağrısı görülebilir.
  8. Bilinç Yitimi : Ciddi olgularda bilinç yitimi, kişi – yer -zaman yönelim (oryantasyon) bozukluğu görülebilir.

İvedi girişim (Acil Müdahale) :

  1. Acil Yardım Çağrısı Yapın: 112 veya ilgili acil sağlık hizmetleri numarasını arayıp
    hekim yardımı isteyin.
  2. Kişiyi Serin Bir Yere Taşıyın: Olanaklıysa gölgeli veya serin bir alana taşıyın.
  3. Giysilerini Gevşetin veya Çıkarın: Kişinin fazla giysilerini çıkararak veya gevşeterek
    beden sıcaklığının düşmesine yardımcı olun.
  4. Soğutma Yöntemleri Uygulayın: Beden sıcaklığını düşürmek için ıslak havlu veya giysi kullanarak kişiyi soğutun. Soğuk su ile duş aldırmak veya soğuk bezler uygulamak da
    yararlı olabilir.
  5. Su İçirmeyi Deneyin: Bilinci yerindeyse ve içebiliyorsa, küçük yudumlarla su içirin.
  6. Profesyonel Yardım Bekleyin: Sağlık yardımı gelene dek kişinin durumunu sürekli izleyin
    ve desteği sürdürün.
  • Sıcak çarpması ciddi bir durumdur ve zamanında girişim yaşamsal önem taşır.

Erken tanı ve doğru girişim (müdahale) ile istenmeyen sonuçlar önlenebilir.
***
Sıcak çarpması durumunda acil tıbbi girişimler şunları içerebilir:

  1. Hızlı Soğutma: Beden sıcaklığını hızla düşürmek için soğuk su ile banyo yaptırma veya soğuk bezler uygulama. Özellikle baş, boyun, koltuk altları ve kasıkları soğutmak önemlidir.
  2. İç Organların Soğutulması: Ağır olgularda iç organların soğutulması için endikasyon varsa, damar içi soğutma yöntemleri kullanılabilir.
  3. Sıvı verilmesi (Hidrasyon) Sağlanması: Sıcak çarpması genellikle bedenden su ve elektrolit yitimine yol açar. Sıvı yitimini gidermek için damar içi sıvı-elektrolit verilmesi gerekebilir.
  4. Solunumun Desteklenmesi: Ağır olgularda solunum desteği gerekebilir.
  5. Kalp ve Dolaşım Sisteminin Desteklenmesi: Nabız ve kan basıncının düzenlenmesi,
    kalp atımlarının izlenmesi ve gerekirse desteklenmesi.
  6. Elektrolit Dengesinin Sağlanması: Kan elektrolit düzeyinin düzenlenmesi ve
    denge sağlanması.
  7. Bilinç Düzeyinin ve Genel Durumun İzlenmesi: Kişinin bilinç düzeyi ve genel durumu
    sürekli izlenmeli ve değişiklikler kaydedilmelidir.
  8. Hastanın Soğuma Sürecinin İzlenmesi: Beden sıcaklığının hızla düşürülmesi,
    soğuk stresi ve başka sorunlara yol açabilir. Bu süreç dikkatli yönetilmelidir.

Sıcak çarpması gibi ciddi bir durumda, tıbbi müdahale genellikle acil servis veya yoğun bakım biriminde yapılır. Bu girişimlerin uygulanması, kişinin yaşamını kurtarmak veya kalıcı iz riskini azaltmak için büyük önem taşır. Bu yüzden, sıcak çarpması belirtileri gösteren bir kişiye
hızla profesyonel sağlık yardımı çağrılmalı ve uygun sağaltım (tedavi) süreci başlatılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

İKTİDARSIZLIK DA FENA DEĞİLDİR

Dr. Levent Seçkin | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Yusuf Samim Lütfü
(24.06.2024 / Şile)

Üretkenlik yaratıcılığın en doğal biçimidir. Doğadaki tüm canlılar üreyerek soylarını sürdürme çabası içindedir. En basit tek hücreliden en karmaşık organizmaların bütün hücrelerinin genlerine kodlanan bu iktidar (yapabilirlik) canlılığın temelidir. İnsanlar olarak bizim de bir üyesi olduğumuz omurgalılar sınıfının memeliler kümesindeki tüm öbür organizmalar gibi üreme iktidarımızı hormonlar dediğimiz sihirli aracı kimyasallara borçluyuz.

Daha anamızın karnında, tam farklılaşmamış hücre kümesi durumunda olduğumuz erken dönemde cinsiyet kromozomları denen bir çift kromozomun ikisinin aynı (XX) ya da birinin öbüründen biraz kısa (XY) olmasına göre, MIF (Mullerian Inhibiting Factor) adlı bir hormonun salgılanması ile erkek ya da salgılanmaması ile dişi olarak gelişiriz. Sonrasında da tüm yaşamımız ve tüm iktidarımız seks (cinsiyet) hormonları denen steroid yapıda hormonlarca belirlenir. Hormon demek iktidar- yapabilirlik demektir. İnsanlar üreyebilmek ve üretebilmek için hormonlara gereksinim duyar.

Tüm yaşamımız mı dedim? Pardon! İnsanın hormonlarının aklını yönettiği döneme gençlik, hormonların tükenip insanın aklı ile baş başa kaldığı döneme yaşlılık denir. Hormonlar ve iktidar gençliğe özgüdür. Kadınlar için ellili, erkekler için altmışlı yıllar gelip çattığında bir garip, biraz buruk, tuhaf bir durum ortaya çıkar. Orhan Veli‘nin çok sevdiği salatadan bile zevk alamaması gibi tuhaf bir durumdur bu; hormonlarınız tükenmiş, iktidarınızı yitirmişsinizdir.

İktidar öyle kolay vazgeçilecek bir şey değildir. İktidar güç demektir, para demektir, mevki demektir. Para olsun, mevki olsun, güç olsun hormonal aktif (hormon salgılayan) insanların peşinden koştukları şeylerdir. Daha doğrusu insanları bunların peşinden koşturan şey bu hormonlardır. İnsanlar iktidarı severler.

İnsanlar derken iki kime insan ayrıktır (istisnadır) :

Bilim insanları ve filozoflar için iktidardan daha önemli ve daha değerli bir şey vardır;

  • Bilim insanları ve filozoflar için en önemli şey gerçekliktir.

Gerçek bilim insanı ya da gerçek filozofun iktidarla işi olmaz, onun tek bir amacı vardır: Gerçeklik! Bu iki kümenin -bilim ve felsefe insanları- farkını da Ziya Gökalp ortaya koymuştur:

  • Bilimin amacı yarar iken, felsefenin amacı idealdir, ancak bilim insanının da filozofun da amacı aynıdır: Gerçeklik!

Başta siyasetçiler (politikacılar) olmak üzere, onları seçen insanlar hep iktidar peşinde koşarlarken, bilim insanları ve filozoflar için gerçeklik her zaman iktidara baskın çıkar.

Bilim insanı ya da filozof dendiğinde neden akla hep Einstein’vari bir yaşlı insan imgesi gelir gözümüzün önüne, şimdi anlaşılmıştır sanırım.

İktidar demişken İdeolojiye değinmeden olmaz

Konuşuyoruz ama, sıklıkla sözcüklerin anlamına egemen olmadan konuşuyoruz. Eski dilde fikriyat, sözlük karşılığı olarak düşünce biçimi diyebileceğimiz ideolojinin iktidarla yaşamsal  ilişkisi var. Şöyle ki; İdeoloji dediğimizde iktidar istemi olan (bir tarzı olan) düşünceler dizgesini anlıyoruz. Yani iktidar yoksa ideoloji de yok.

Bir düşünce kümesinin ideoloji olması için iktidar isteminin, yönetme isteminin, düzenleme isteminin olması gerekiyor. Bu bağlamda başta siyasallaştırılmış dinler olmak üzere liberalizm, Marksizm, anarşizm vs. hep ideoloji kapsamında iken; bilimsel ya da felsefi bir etkinlik asla ideoloji kapsamında değildir.

Bununla birlikte “İdeolojisiz bir yaşam olanaklı mıdır?” derseniz, yanıtım “Hayır”dır.

Çünkü insanların çoğu, yaşamlarının çoğu bölümünde hormonal olarak aktiftirler ve iktidar istemleri vardır. Bana sorarsanız, tüm ideolojiler arasında en az zararlı olanı Aydınlanma ideolojisidir, çünkü aklın ve bilimin rehberliğinin savunusu (Aydınlanma) doğası gereği akılcılığa ve eleştirelliğe en açık olanıdır.

Ben iktidarı hep alkollü içeceğe benzetirim; azı karardır ama çoğu zarardır.

Yaratıcılık için, yapabilirlik için iktidar gereklidir ama fazlası toksiktir (zehirlidir).
İktidar düşkünü, hatta iktidar budalası insanlar benim için hep uzak durulması gereken insanlardır. Siyasetçiler bu insanların ilk sırasında gelirler.

Bertrand Russell “Siyasetçiler kendi doğruları (ideolojileri) konusunda halkı iknaya uğraşırlarken, bilim insanları (ve filozoflar, YSL) topluma neyin gerçekten yararlı olduğunu göstermekle ilgilidirler” demişti.

Müreffeh (gönençli), huzurlu (erinçli) ve modern (çağcıl) toplumlara bakın; hepsinde bilim adamları ve filozoflar siyasetçilerden değerlidir.

Tersine bakmanıza gerek yok, zaten yıllardır içinde yaşıyorsunuz.

Tabip Odalarının Durumu

Prof.Dr.Gazi Zorer (@prof.dr.gazizorer) • Instagram photos and videosProf. Dr. Gazi Zorer

13 Haziran 2024, Cumhuriyet

Meslek odaları demokratik sistem içinde bir baskı grubu (kümesi) olarak yer alır. Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olarak anayasada tanımlanmış olmaları (AS: m.135) bu kuruluşlara bir sosyal grubun hak ve çıkarlarını savunmanın ötesinde toplumsal görevler yükler. Bu anlamda 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği (TTB) yasası, meslek birliğimize halk sağlığını koruma görevi de vermiştir. Bu çerçevede siyasal iktidarın halk sağlığı için risk oluşturan kimi karar ve uygulamalarına karşı uzman bir kuruluş olarak hukuksal girişimlerde bulunmak ve toplumun bilgilendirilmesine yönelik müdahale etme görevini yerine getirir.

Meslek kuruluşlarının kamu kurumu niteliği yanında üyelerinin demokratik katılımı ile seçtiği yöneticiler eli ile işlev gördüğü dikkate alındığında, toplumsal etkinlik düzeyinde üyeleri ne denli temsil ettiği de önem kazanıyor. Ülkemizdeki meslek kuruluşlarında, mesleği uygulamak için üyeliğin zorunlu olduğu barolar, en yüksek üye katılımı ile yönetim organlarını seçerken öbürlerinde seçimlere katılımın düşük olduğunu biliyoruz. En düşük katılıma sahip meslek kuruluşlarından birinin Tabip Odaları olduğunu söylersek hata yapmış olmayız. Birkaç istisna (ayrık) dışında Oda seçimlerine katılım %5-15 arasında değişiyor. Bu durum ciddi bir temsil sorununu da ortaya koyuyor.

BU DURUMA NASIL GELİNDİ?

12 Eylül 1980 askeri darbesini takiben (izleyerek) çıkarılan, katılımı ve demokrasiyi kısıtlayıcı yasal değişikliklerden biri de 6023 sayılı TTB yasasında önceden mesleği uygulamak için zorunlu olan Oda üyeliğinin, salt kamuda çalışan hekimler için isteğe bağlı duruma getirilmesi oldu. Bu değişiklik Oda ve Birlik (TTB) yönetimlerinin, hekimlerce onaylanmayan politikaları ile birleşince, süreç içinde Tabip Odalarına üye hekim sayısının yarıya düşmesi sonucu ortaya çıktı. Özellikle genç hekimler arasında üyelik oranı çok düşük düzeylerde, %15 dolayındadır. Halen ülkemizde mevcut (varolan), yaklaşık 230 bin hekimden 100 bin kadarı Tabip Odalarına üyedir.

TTB’nin efsanevi başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek’in 1990’da vefatını takiben (ölümünün ardından) değişen yönetim anlayışı halen sürmektedir. 34 yıla ulaşan bu dönemde TTB sağlık alanını aşan, her fırsatta ülkenin siyasal gündemine müdahil olmaya çalışan, sağlık ve yaşam üzerinden bağlantı kurarak genel güvenlik meselelerine kadar (sorunlarına dek) uzanan birçok alanda söylem ve eylemlerde bulunmuştur. Hekimlerin her geçen gün artan mesleksel, ekonomik, yönetsel hatta can güvenliği gibi pek çok sorunlarının göz ardı edildiği, yeterince ilgilenilmediğine dair (ilişkin) algı, çok geniş hekim kitlesince benimsenmiştir.

Bunun sonucunda “hekim sorunları ile değil gündelik siyasetle uğraşan” meslek birliğine yönelik oluşan bu geniş tepki sonucunda hekimler ile meslek odası arasında aşılması güç duvarlar örülmüştür. Kitlesinden kopan yönetimler giderek daha çok savrulmuşlardır. TTB başkanının terör örgütü ilişkili bir TV kanalında canlı yayın konuğu olarak Irak’ın kuzeyinde Ordunun kimyasal silah kullandığına dair iddialarda bulunması sonrasında terör örgütü propagandası yapmak suçundan 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmış, İstinafta onaylanmıştır. Ayrıca TTB yönetimi hakkında açılan davada yönetim kurulu görevden alınarak kayyum atanmasına karar verilmiştir.

  • Meslek örgütümüz ciddi bir kriz ortamına sürüklenmiştir. 

Söylem ve eylemleri kendi hekim kitlesi tarafından desteklenmeyen güçsüz ve zayıf düşmüş bir TTB gerçekte siyasal iktidarın işini kolaylaştıran bir işlevi de yerine getirmekte, TTB’nin aykırı kimi çıkışları siyasal gündemi değiştirmekte bile kullanılmaktadır.

  • Sonuçta hekimlerin hak kayıpları artmakta ve mesleksel uygulamadaki özgürlük alanları her geçen gün kısıtlanmaktadır.
  • Hekim emeği günbegün değersizleştirilmekte, özel hastane zincirleri büyütülürken şehir hastaneleri yolu ile dolaylı bir özelleştirmenin de yolu açılmış ve ilerletilmektedir.
  • Neoliberal ekonomi anlayışının sağlık alanındaki bu uygulamaları artık bir nesne durumuna getirilen hastalarla birlikte hekimleri hem kamuda hem özel sektörde ucuz işgücü olarak kullanmaktadır.

ÇÖZÜM NEDİR?

TTB ve Tabip Odalarının tüm hekimleri kapsayarak, onların güvenini kazanarak, desteğini alacak yeni bir anlayışla yönetilmesi gerekiyor.

Stratejik plana sahip, proje bazlı (temelli), proaktif (öngelen) bilimsel çalışmalar ile bu değişim gerçekleştirilebilir. Hedef tüm hekimlerin Oda üyesi olmasını sağlamak olmalıdır. Bunun için gündelik siyaseti, kimlik siyasetini değil, hekimlik ve sağlık siyasetini öne çıkaran bir politika değişikliğine gereksinim vardır.

Hekimlerin meslek örgütüne sahip çıkması için gerekli nesnel koşullar fazlasıyla mevcuttur (vardır). Aile hekimlerinden serbest hekimlere, kamuda çalışan uzman ve asistanlardan özel hastanelerde çalışan hekimlere dek tüm hekimlik kategorilerinde (alanlarında) her geçen gün artan devasa sorunlar vardır. Son üç yıl içinde kamu hastanelerinde çalışan 50 bine yakın hekim sendikalara üye olmuştur.

TTB’nin tüm hekimleri içeren meslek birliği olarak, hak temelli kapsayıcı politikalar oluşturup, sağlık alanında varolan uzmanlık derneklerinden hekim sendikalarına, aile hekimleri dernek ve sendikalarından, serbest hekim yapılanmalarına dek tüm hekim örgütlenmeleri ile birlikte hareket etme yeteneğini kazanmalıdır. Bu stratejik birliği sağladıktan sonra hekimler istediklerini elde edebilir ve halkın sağlık sorunlarına da sahip çıkabilecek ağırlığa ulaşabilirler. Bunun için de hekimlerin Tabip Odalarına sahip çıkmaları gerekiyor.

Cumhuriyet’e demecimiz : KIRIM – KONGO KANAMALI ATEŞİ HASTALIĞI

Havaların ısınmasıyla artan kene vakaları hakkında uzmanlar uyarılarda bulundu:
15 kişi yaşamını yitirdi!

Keneye çıplak elle dokunulmaması gerektiğini belirten Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, “Kene tutunmuş ise çıplak el ile dokunmadan, eldiven, cımbız vb. uygun araçla, keneyi ezmeden çıkarmalıdır.” dedi.

Havaların ısınmasıyla artan kene vakaları hakkında uzmanlar uyarılarda bulundu: 15 kişi yaşamını yitirdiSıcaklıkların artmasıyla Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) vakalarında artış yaşanmaya başladı. Keneler, doktorlar tarafından olduğu yerden çıkartılarak incelenmek üzere laboratuvara gönderildi. Uzmanlar ise yaz aylarında artan kene vakalarına karşı uyarılarda bulunarak önlem alınması gerektiğini ifade etti.

Konuya ilişkin Cumhuriyet’e değerlendirmelerde bulunan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, dünyada 30’u aşkın ülkede KKKA görüldüğünü ve bu hastalığın Türkiye’de de ciddi bir sorun olduğunu belirtti. Saltık, bu yıl 10 Haziran tarihine dek KKKA olgu sayısının 480’e ulaştığını ve 15 kişinin yaşamını yitirdiğini kaydetti. KKKA’nın kene tutunması veya keneyle temas sonucu yaşandığını kaydeden Saltık,

  • “Kuluçka süresi kene tutunmasından sonra genellikle 1-3 gün, en çok 9 gündür. Virüs içeren kan, beden sıvısı ve öbür dokularla temas sonrası 5-6 gün, en uzun 13 gündür.” dedi.

Keneden korunmak için kişisel korunma önlemleri alınmasının önemli olduğunu belirten Saltık,

  • “Tarla, bağ, bahçe, orman ve piknik alanları gibi kene yönünden riskli alanlara giderken bedeni örten giysiler giyilmeli. Kene yönünden riskli alanlardan dönüldüğünde bedende kulak arkası, koltuk altları, kasıklar ve diz arkası dahil, kene olup olmadığına bakılmalı. Giysilerin üzerinde Sağlık Bakanlığı onaylı akarisitler kullanılabilir.” diye konuştu.

Keneye çıplak elle dokunulmaması gerektiğini belirten Saltık,

  • “Kene tutunmuş ise hiç zaman yitirmeden, çıplak el ile dokunmadan, bedene tutunduğu
    en yakın yerden tutarak bez, naylon torba, eldiven, cımbız vb. uygun araçla, keneyi ezmeden çıkarmalı ve bölgeye antiseptik uygulanmalıdır.
  • Kene çıkarılamazsa en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.” dedi.

‘ÇIPLAK ELLE DOKUNMAYIN’

Saltık, kenenin ne denli erken çıkarılırsa bulaşma riskinin o ölçüde azaldığını belirtti.

Prof. Saltık Kurban Bayramı nedeniyle hayvan kesiminde hayvanların kanlarına, beden sıvılarına, dokularına çıplak elle dokunulmaması konusunda da uyarılarda bulundu.
=====================================
Dostlar,

Gazeteye yolladığımız tam metin aşağıda.. Gazeteciler sayfa sıkıntısıyla, haklı olarak kısaltıyor.

4 Ways to Remove a Tick - wikiHow
How To Safely Remove A Tick For Lyme Disease Testing - Ticknology

KIRIM_-_KONGO_KANAMALI_ATEŞİ_HASTALIĞI,_Cumhuriyet’e

Sevgi ve saygı ile. 18 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

“Kurban” (!?) Bayramı çağrışımları…

Sevgili arkadaşlarım,

Kurban bayramı bana hep hüzün..
Çok nedenli..
1-2 günde milyonlarca hayvan “kurban” ediliyor. Hiiiç ama hiiiççç ekonomik değil.. Büyük israf.
Çevre kirliliği ve sağlık için çok büyük riskler doğuruyor. Kesimevi hijyen-güvenlik koşulları dışında, sokakta ve uyutmadan, çocukların gözü önünde.. büyük bir vahşetle!

Üstelik Kuran’da kurban kesme yükümü yok!
Sümerlerden bu yana süregelen bir gelenek gerçekte.
Muhammet peygamber de
Hac’a gelenlere ikram etmek için önermiş hayvan kesimini Mekke’lilere.

  • Muhammet peygamberin hiç kurban kesmediği de biliniyor.

Gelenekler, koşullar gerektirirse değiştirilmeli. Kültür, duragan hele donuk bir olgu değil, olmamalı.

Şöyle ilerleyelim dilerseniz :

Dünyada yaklaşık iki milyar Müslüman var, toplam küresel nüfusun 1/4’ü.
Bunların dörtte biri kurban kesse 500 milyon, 1/10’u kesse 200 milyon gibi muazzam bir rakam oluyor, hem de 1-2 gün içinde.

İklim faciası” içinde can çekişen doğaya çok ağır bir örseleme (travma) bu. 

  • Bu arada, “Kurban” bayramına yakın, derin dondurucu satışları da artıyor nedense !?

Korkunç bir çevre kirliliği ve hayvan stokuna büyük darbe ayrıca.

  • “Homo sapiens” akıl tutulmasında!

Örn. Türkiye’de yerli kurbanlık hayvan üretimi yetersiz ve dışalım yapıyoruz (ithal ediyoruz)
kurban kesmek üzere! Bunun dışında da kırmızı et dışalımı yapıyoruz, yerli ve de milli üretim (!),
yüz milyon insanın yaşadığı çoooooooooooooook ve gereksiz kalabalık Türkiye’ye yetmiyor.

2023 yılı canlı hayvan dışalımı önceki yıla göre yedi kat artarak 1,2 milyar dolarla rekor kırdı. Veriler, 2024’te et ve canlı hayvan dışalımının (ithalatının) tarihsel rekor kıracağında kuşkuya yer bırakmıyor.
Geçen yıl dış ticaret açığının 106 milyar dolara eriştiğini de ustan (akıldan) çıkarmamak gerekiyor.
***
Usumuzu (aklımızı) kullansak, sorgulasak, her çağda bilime uygun olanı yapsak??
Kulaktan dolma kimi kalıp davranışları üstelik dinselleştirerek körü körüne sürdürmesek??
***
Haa.. bir de…
Bayramdan bayrama yoksullar et yesin..” deniyorsa; bu çok büyük çelişki, hatta aymazlık!

  • «Ülkemizde bunca çok, on milyonlarca yoksul neden var ve neden derin yoksullar??»
    sorusu sorulmalı.

Nüfusun yarısından çoğu, AKP = RTE iktidarının bilinçli-kurgulu ideolojik servet aktarımı ile aşırı yoksullaşTIRıldıkları için, inançlarının gereğini bile yerine getiremediler. Yozlaşma öyle derin ki, kimileri “kurban” diye etleri evde-işyerinde derin dondurucuya koyuyor, deriler vd. satılıyor!

Demek ki dinci” iktidarlar, yani dini siyasete utanmazca alet edenler, halkı dinden de ediyor! İnsanlarımız bu acı tabloyu sorgulamalı. Savaştan beter derin ve yaygın yoksullaşTIRma niçin?

Çıplak yanıt : AKP = RTE’nin bilinçli politikaları! Halkı yoksullukla ümmetleştirme, biata zorlama! Yandaşlarına ve devşirebilecekleri çaresizlere tarikatları yollayarak dolaylı yardım yapıyorlar.

Öte yandan İslamiyet eski ve çaresiz!
1400 yıl öncenin kurallarını kendince esnemeden / esnetmeden, DİNDE REFORM‘a yanaşmadan dayatıyor, örn. islam kapitalistlerine %2,5 ya  da 1/40 salt fitre – zekat öneriyor yılda bir kez.
Yoksulluğu verili olgu – kader inancıyla topluma dayatıyor!? “Şükür edin, bu dünya sınavdır..” masalları anlatıyor az eğitilmiş insanlara. Eğitimi (Maarifi!) olabildiğince dincileştirerek çocuk yaşta beyinleri yıkamayı ve islamın bir mezhebinin dogmalarıyla koşullandırmaya çabalıyor!. İnsanlar da deriiiin uykulardan uyanıp sorgula(ya)mıyor bu hayın kuşatmayı.

Açıkçası : İslamın, yoksulluğu azaltmaya, giderek yok etmeye dönük kök nedenlere ilişkin bir önermesi, çözümü yok ne yazık ki!

Neden acaba??

K. Marx hiiiiç de haksız değildi : “Kapitalizm dini bir afyon gibi kullanıyor..” derken. Ama softa yobazlar bu söylemi çarpıtıp, “Marx dinimize afyon dedi..” diye karşı suçlama ile demagojide.
Kapitalistler bu ideolojilerini müslümanlara da şırınga ettiler. İslam seçkinleri (elitleri) kendilerini Batı’lı ağababaların yerine koymuş durumdalar kendi toplumlarında adı: “Dinler arası diyalog”(!!)

Devşirilmiş FETÖ islamının postmodern derebeyleri, hristiyan Batı ile göbekten bağlı, işbirlikçi!

Halkının çoğu müslüman olan ülkeler (“İslam ülkeleri” kavramı yanlış; ülkenin dini olmaz, din kabule bağlı olarak insanlara ve bireyseldir) genel olarak sefalet içinde, bu 57 ülkenin toplam dışsatımı salt Almanya’ya erişemiyor. İskandinav ülkeleri gönenç (refah) adaları, halkın önemli kesimi deist-ateist..!
***
Sonuç olarak;
KURBANSIZ… daha adil gelir dağılımlı, yoksulluğun yok edildiği, laik-barışçıl, etik bir toplumsal düzen özlüyorum gerçekte ve bunun olanaklı olduğunu da biliyorum sevgili arkadaşlarım; insanlık önünde-sonunda böylesi bir düzen kuracak! T. More’un ütopyası da epey kıdemlendi, 500 yaşında!
=================================
İlahiyatçı Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK‘ün “kurban kesmeyin” videosu altta:

İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın güncel X (tweet) iletisi şöyle:

KURAN’da KURBAN KESMEK var mı? Tıklayıp ilahiyatçıdan dinleyelim.
https://www.youtube.com/watch?v=3A3qgZ6EJuU

Alfabetik sıraya göre KURAN AYETLERİ için tıklayalım lütfen.
https://www.hakikat.com/kuran-i-kerim-ve-meali/1-alfabetik-siraya-gore

Sevgi ve saygı ile. 17 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

İngiltere’deki salgın ve Türkiye için uyarı

Prof. Dr. Bekir KOCAZEYBEK
Tıbbi Mikrobiyoloji Uzm., Cerrahpaşa Tıp Fak.

12 Haziran 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

İngiltere Sağlık Güvenliği Ajansı (UKHSA) yetkilileri 4 Haziran 2024 itibarıyla İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’da doğrulanmış 113 kanlı ishal vakasının görüldüğünü, bunların %61’inin hastaneye kaldırıldığını, yılsonuna dek bu olguların giderek artabileceğini ve 1500’e dek çıkabileceğini açıkladılar. UKHSA yetkilileri kanlı ishalin nedeni olarak da Shiga toksini üreten Escherichia coli (STEC) isimli bir bakteri olduğunu bildirdiler.

STEC serotipi bakterinin idrar yolları enfeksiyonu yapan, insanların ve hayvanların bağırsak bakterisi olan “Escherichia coli”nin bir alt serotipi olarak ishal/diyare ve kusma yapan bakteridir. Bu EHEC/STEC tipi bakteriler, insanlarda kanlı ishal ile seyreden hemolitik üremik sendrom (HÜS) gibi böbrek fonksiyonlarının (işlevlerinin) bozulmasıyla karakterize (nitelikli) kronik (süregen) böbrek yetmezliğine neden olmakta ve ölümlere de yol açabilmektedir.

İngiltere’de ciddi kanlı ishal vakalarının (olgularının) artışına neden olan EHEC/STEC serotipi içindeki alt tipin O145 alt tipi olduğu, bu serotip içinde en sık hastalık nedeni olarak görülen O157:H7 alt tipinden farklı olduğu ve çoğu vakanın O145 alt tipiyle tek bir salgını oluşturduğu ifade edilmiştir. Bu bakterinin bir bireye bulaşıp kanlı ishal ve kusma ile seyreden hastalığı oluşturması için 1 ile 15 arası bakteri hücre sayısı yeterlidir. Bu kadar düşük sayıda bakterinin hastalık oluşturması kişiden kişiye bulaşı artırmakta ve lokal ciddi salgınların gelişmesine neden olmaktadır.

UKHSA yetkilileri kanlı ishal salgınının kaynağının henüz belirlenemediğini, ancak İngiltere’de geniş bir coğrafyada vakaların dağılımı olduğunu belirterek, muhtemelen ulusal düzeyde dağıtılan bir gıda veya birden fazla gıda maddesinin buna neden olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Tehlikeli EHEC/STEC serotipinde alt tip olarak O157:H7 alt tipi enfeksiyon hastalıkları bilim çevrelerince çok iyi bilinen ve salgınlarda en sık rastlanılan kanlı ishal ve HÜS yapabilen bir etkendir.

SUYA KARIŞABİLİR

2022’de Bolu’nun Çaydurt Yuva ve Kındıra köylerinden olası içme suyu tüketen 148 kişi bulantı ve kusma ile hastaneye başvurmuş, beş kişinin yapılan tetkiklerinde ise kanlı ishal ile ortaya çıkan anemi (kansızlık), akut böbrek yetmezliği ile seyreden HÜS tanısına ulaşılmış, bir kişi yaşamını yitirmiştir. Hastaneye başvuran kişilerin yaşadığı bölgede yapılan mikrobiyolojik incelemelerde dere, akarsu ve sondaj kuyularında bakteriyolojik kirlenme tespit edilmiştir. Bu yerel salgın üzerine dikkatler o dönemde Kurban Bayramı nedeniyle kesilen hayvanlardan arta kalan EHEC/STEC bakterisiyle olası enfekte (bulaşlı) hayvan deri postları, kemikleri, bağırsaklarının gelişigüzel kırsal ve ormanlık kesime bırakılmasına ve olası O157:57 EHEC/STEC bakterisinin (ya da az bir olasılıkla benzer hastalık kliniği oluşturabilen Shigella spp. tipi bakterisinin olabileceği) köylerde kullanılan içme suyu kaynağına karışabileceği (o dönemde basında Bolu’daki vaka bildirilen bölgelerde köy içme suyu salgınlarından sorumlu olacağı ileri sürülmüştü) üzerine yüksek olasılıkla yoğunlaşmıştır. Özellikle EHEC/STEC gibi kanlı ishal, akut böbrek yetmezliği ile HÜS yapabilen bu alt tip bakterilerin bulaş zincirlerinin başta süt inekleri olmak üzere sığır, dana, koyun, keçi gibi sıcak kanlı hayvanların dışkıları ile ete, süte, toprağa, suya ve dolayısıyla tüm çevreye yayıldığı net olarak gösterilmiştir.

Nitekim geçmişte Bolu’da HÜS ile seyreden ve bir kişinin yaşamını yitirmesine neden olan ve yakın zamanda İngiltere’de de benzer klinik yakınmalarla geniş bir bölgede kanlı ishal ve HÜS ile seyreden vakalarda etken olan bakteri aynı EHEC/STEC serotipine sahiptir. Bu bakteri serotipinin önümüzdeki günlerde ülkemizde yaşanacak olan kurban kesimleri sonrası hayvan artıklarının kırsal kesim, mera vb. içme suyu bulunan havzalara bırakılmasıyla süreç içinde
içme sularına karışması kaçınılmaz gibi gözükmektedir.

BAYRAMDA DİKKAT

Yapılan bir çalışmada bu bakterinin sayısının toprakta 130 günde 100 milyon hücreden 10 milyon hücreye indiği, yani aylarca hastalık oluşturma sayısını hâlâ korunduğu gösterilmiştir.
Bu nedenlerle kesilen hayvan artıklarının içme suyu bulunan havzalara bırakılmaması ya da kesim yapılan yerlerde lokal (yerel) çukurlarda imha edilmeleri gerekmektedir. Bunun dışında içme ve kullanım sularındaki klor düzeylerinin “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Yönetmeliği”ne göre içme ve kullanım sularında olması gereken klor düzeyinin 0.2 mg/L üzerinde olmasının sağlanması hususunda içme suyu şebeke hatlarının periyodik kontrollerinin (dönemsel denetimlerinin) yapılmasının önemi de ortadadır. (AS: Anılan Yönetmelik, 10. maddesinde “..uç noktada yapılacak ölçümlerde serbest klor düzeyinin 0.2-0.5 mg/L” demektedir. Kanımızca Bayram döneminde üst sınıra yakın olunmalı.)

Bunun ötesinde özellikle kurban kesimleri süresince belediye/valilik, zabıta ve güvenlik ekiplerinin hayvan kesim artıklarının toplum sağlığını tehdit edebilecek ve salgın hastalık oluşturabilecek içme ve kullanım suyu havzalarına gelişigüzel bırakılmaması hususunda izlemlerinin ve denetimlerinin süreklilik göstermesi halk sağlığı yönünden önem arz etmekledir (taşımaktadır).
====================================
Dostlar,

“Kurban kesimi” dinsel bir yüküm değildir.
Muhammet Peygamber döneminde Kâbe’yi ziyarete gelenlere ikram için bir gelenektir. Günümüz koşullarında, 13-14 yy sonra, muazzam artan Müslüman nüfus 2 milyara yakındır.
Salt Türkiye’de geçen yıl “Kurban Bayramlarında” 4 milyona yakın hayvan 1-4 gün içinde topluca kesimevi (mezbaha) koşulları dışında kesildi. Bu eylem halk – toplum sağlığı, çevre sağlığı açısından çok ciddi bir tehdit kaynağıdır. Dünya genelinde sayı yüz milyona ulaşabilir ki bu çok ağır yükü çevresel yapı – doğa kaldıramamaktadır. Sorun Küresel ölçektedir ve Müslüman olmayan 6 milyarı aşkın insanın yaşamını da tehdit edebilir, bu yönüyle uluslararası bir çatışma konusu da olabilir. BM ve Dünya Sağlık Örgütü, FAO, UNEP küresel topluma uyarı yapmalıdır.

Öte yandan, hayvan hakları bakımından, bir “bayıltma” yapılmadan ve de acemi ellerde kesim açık vahşettir!

Kurban” sözcüğü ille “hayvan kesimi” anlamına gelmiyor! Tanrı’yı hoşnut edecek tüm eylemler bu kapsamdadır. Öğrencilere burs vermek, yurt yaptırmaktan tutunuz verginizi tam vermek, işinizi namuslu – dürüst yapmak, adil ve erdemli olmak, çalışıp üretmek… hep bu kapsamdadır. Konu ticarete de alet edilmektedir.

Dini siyasete alet etmeyen politik önderlerin, DİB’in halka dürüstçe çağrı yapması artık ertelenmemeli, insanların temiz duyguları kötüye kullanılmamalı, sömürülmemelidir. Bir de ağır yoksullaşTIRma kıskacındaki milyonlar, gerçekte dinsel zorunluk – ibadet olmayan “bu ritüeli / geleneği” yerine getiremedikleri için tinsel (manevi) acı duymaktadırlar. Bu sorun da yönetilebilir.

Yoksulların et yemesi” gerekçesi acıklı – gülünçtür (traji -komiktir)! İslam dini yoksulluğu verili olgu saymakta, fitre-zekat önermektedir. Yabanıl (vahşi) kapitalizm sömürgendir. Oysa toplumcu – kamusal ekonomi politikalarıyla yoksulluk sıfırlanamasa bile çok önemsiz düzeye köktenci olarak çekilebilir. İnsanların, dinleri ve ideolojik sistemleri sorgulamaları, yoksulluklarının nedenlerini anlamaya çalışması, bu tablonun bir yazgı değil insan eliyle dayatıldığını ve aşılabileceğini kavraması gerek! Aydınlar yürekli davranmalı, siyaset kurumu dürüst olmalı!

Web sitemizde bu bağlamda daha önce de epey yazı yayınladık. “Kurban” sözcüğü ile taranabilir. Yalnızca iki yazımız için erişkeler (linkler) aşağıda.

Bkz. http://ahmetsaltik.net/2015/09/24/kurban-bayrami-ve-sagligimizi-korumak-2/
http://ahmetsaltik.net/2017/09/01/kurbanin-islevini-sorgulayalim-bosuna-kurban-kesip-durmayin/

İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık‘ın  üstteki erişke (link) ile okunabilecek yazısından :

  • Kuran diyor ki; “Onların etleri, kanları Allah’a ulaşmaz!”
  • Yani, boşuna kesip durmayın! 
  • Allah diyor ki, onlar bana ulaşmaz, Ben sizden iyilik, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, merhamet, sevgi, bunları bekliyorum; karz-ı hasen, salat, zekat, ihtiyaç fazlasını verme, isar, birbirinize kendinizi feda etme, yoksulları gözetme, zayıfın elinden tutma, düşmüşü kaldırma, bunları bekliyorum, takva budur.
  • Her yeri kan gölüne çevirdiğin zaman, Allah bundan mutlu oluyor değildir.
  • İşin aslı buydu, sonra döndü dolaştı ve başka bir şeye dönüştü.”

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Nüfus Artışı Sorunu !?

Nüfus Artışı Sorunu ?!

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/nufus-artisi-sorunu-2214362, 06.06.2024

TÜİK, yıllık “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2023” bülteni yayınladı (Kovit döneminde iki yıl dışında). Türkiye’de yerleşik (ikamet eden) nüfus, 31.12.2023’te 2022’ye göre yalnızca 92.824 artarak 85.372.377 kişi oldu. Nüfus artış hızı ‰ (binde) 1,1. Son 17 yılın verileri aşağıda.

Nüfus ve yıllık nüfus artış hızı, 2007-2023

Erkek nüfus 42.734.071, kadın nüfus 42.638.306 kişi.

Kadınlarımız erkeklerden yüz bin daha az!

Dolayısıyla “1 erkeğe 4 kadın hülyası görenler, demografik olanaksızlıkla yüzleşmeli.

Tanrı nedense, bu buyruğunun gereğini yerine getirmiyor (!).

İnsanlık tarihi boyunca, savaş sonrası yerel-sınırlı ayrıklar dışında hep böyle oldu
doğanın dengesi.

Bu dinsel bir buyruk değil, koşulların zorladığı geçici-yerel çözümdü.
***
Ortanca yaş erkeklerde 32,8’den 33,2’ye, kadınlarda 34,2’den 34,7’ye yükseldi. Çalışma çağındaki nüfus (15-64 yaş) oranı %68,3 ve 58,3 milyon işgücü arzına karşın toplam istihdam 31,6 milyon, yarısı atıl! Üstelik kamu istihdamında “gizli işsizlik” sorunu da var. İstihdam erkeklerde %65,7 iken kadınlarda %31,3; korkunç bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği! Öte yandan Merkez Bankası, DİSK-AR ve çeşitli araştırmalar as-gari ücretlilerin %50’lerde olduğunu gösteriyor. Milyonlarca işçi insanca yaşam hatta aç kalmamak için çabalarken, önemli bölümü yasal asgari ücrete bile erişemiyor!

  • Korkunç, yüz kızartıcı emek sömürüsü!

Çalışma çağında kişi başına düşen çocuk ve yaşlı (65+) sayısı olan toplam yaş bağımlılık oranı, 2022’de %46,8 iken 2023’te %46,3’e düştü. Türkiye’de 2023’te, çalışma çağındaki her 100 kişi 31,4 çocuğa ve 15 yaşlıya baktı. Yaşlı nüfus sayılan 65+ kesim %10.2’ye erişti. Ancak Dünya Sağlık Örgütü bu yaş sınırını 75’e yükseltti. Örn. Hekimler kamuda 72 yaşa dek çalışabiliyor. Öğretim üyeleri kamuda 75, özelde daha ileri yaşlara dek çalışmakta. İş bulabilen emeklilerimiz çalışmaya mahkum. 65+ kesimin oranı %1,8 artarken, <14 yaş çocuk oranı %26,4’ten, beş puan azalarak %21,4’e geriledi. Bağımlı nüfus artmadı %0,5 azaldı.

Toplam Doğurganlık Hızı
1,51 olarak verildi. Bu ölçüt, bir kadının yaşamında kaç çocuk sahibi olabileceğinin ileriye dönük “kestirimi”. Doğuşta yaşam umudu 80 yıl dolayında; nüfusun sabit kalması için bu hızın 2,1 olması gerekmiyor. Endişe tümüyle yersiz.

Ülkemizde Nüfus yoğunluğu 111 kişi/km2, dünya ortalaması 56.

Türkiye dünya nüfusunun %1,1’ine sahip ancak topraklarımız toplamın yüzde yarımı.

Su kaynaklarımız dünya toplamının binde 6’sı, enerji kaynaklarımız ise binde 2’si.

Her yıl ~60 milyar $ enerji dışalımımız var. Tarımsal üretim de yetersiz, 2023’te tarım, gıda ve içecek dışalımı 21,13 milyar $!

85,3 milyon nüfusa ülkemizdeki yasal-kaçak, düzenli-düzensiz 13 milyona varan büyük kitle dahil değil.

Ayrıca 2023’te 56,7 milyon turisti ağırladık, ortalama 9,8 gece kaldılar.
Bu, 1,5 milyon sabit nüfusa denktir.

  • Ülkemizde 100 milyon insan yaşamaktadır.
  • Doğal kaynaklarımız ve üretim düzeyimiz bu nüfusa yetmemektedir.

Gıda, kira.. enflasyonunun başat nedenlerinden biri de bu çok kalabalık ve gereksiz,
eğitimsiz nüfustur.

Türkiye 21. yy’da yeniden sömürgedir, çare insanı eğitmededir!

2827 s. yasa gereği aile planlaması ve istemli düşük hizmetleri, AKP iktidarınca verilmemekte, kimi ödemelerle nüfus artışı desteklenmekte. Ancak, Eylül 2021’de başlayan ağır, yaygın ve süren yoksullaşTIRmanın beklenmesi gereken doğal sonuçlarından biri doğurganlığın azalmasıdır. Ürkü (panik) yersizdir.

Türkiye’nin nüfusunun azalTILması zorunludur.

Nüfusun yaşlanması henüz söz konusu değil ve abartılmamalıdır.
Hesaplara göre Türkiye birkaç onyıl daha demografik fırsat penceresi döneminde kalacaktır.
2050’ye dek Türkiye nüfusu azalmayacaktır.

21. yy’ın şafağında gereksinim asla kalabalık değil, nitelikli nüfustur. Ordu, dünün yarısı
askere sahip. Yapay zekalı insan eşdeğeri robotlar (MER) devrindeyiz. 2030’a dek 800 milyon MER, üretimde insanın işini alacak. İşsizlik son derece yıkıcı bir sorundur.

RTE, yavaşlayan nüfus artışı için “beka sorunu” dedi.
Asıl sağkalım (beka) sorunu AKP politikaları! Örneğin

  • Maarif Müfredatı”, Ulusu alıklaştırma kurgusudur.

Kamucu-sosyal politikalarla insanımızın niteliği, gönenci, mutluluğu, sağlığı, eğitimi, güvenliği, adaleti, barışı, geleceği sağlanmalıdır ve sağlanabilir.
==========================================
Köşe yazımızın Cumhuriyet‘teki pdf biçimi : 20. Nüfus Artışı Sorunu, 6.6.24

BAŞIBOŞ KÖPEKLER SORUNUNA HALK SAĞLIĞI YÖNÜNDEN EKOLOJİK BİR BAKIŞ[1]

Dostlar,

Saygın meslektaşımız Dr. Umur Gürsoy, güncel bir sorunu yetkin kalemi ve insancıl yüreği ile web sitesinde yazdı. Uzunca o yazıdan giriş, biraz ortalar ve sonundan alıntılar yaptık. Tüm metni Dr. Gürsoy’un özgün web sitesinden okumalı..

https://umursuz54.wordpress.com/2024/06/02/basibos-kopekler-sorununa-halk-sagligi-yonunden-ekolojik-bir-bakis1/

Kendisini kutluyor ve teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 12 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

=====================================================

Taşrada bir ekolojist: Umur Gürsoy - Yeşil Gazete
Dr. Umur Gürsoy
Halk Sağlığı Uzmanı
  • Ben yalnızca, kendi duymak istediklerimi söyleyen bir bilim insanı istiyorum diyen bir toplum, çok köklü yanlışları olan bir toplum demektir. Prof. Dr. Ross Hesketh

Bilim insanı ya da bir uzman: topluma sorunların çözümünü zorla kabul ettirmeye çalışmaz. Toplumun veya karar vericilerin kendi duymak istediklerini değil; görüşlerini uzmanlık alanının sınırları içinde kalarak bütün yönleriyle, ulaşabildiği kaynaklara ve verilere gönderme yaparak açıklar. Ancak bu durumda: iyi bilgilendirilmiş toplum ve çıkar grupları sağlıklı kararlar alabilirler. Yazının konusu olan sorun da pek çok bilim ve çıkar grubunu ilgilendirdiği için tek yönlü ele alınamazdı. Bu nedenlerle yazım, özellikle bağnaz hayvan severleri memnun etmeyecektir. Her zaman yazılarımı yayınlayan bir yayın organı da olaya sadece hayvan haklarından yana taraf oluşu nedeniyle yazıyı bu haliyle yayınlamak istemedi. Ben de görevimi yapmak için kendi bloğumdan Türkiye EYÇ hareketleri başta olmak üzere tüm kamuoyuna bir mektup yolluyorum. Yaşasın Türk canlıları!

İnsan ve hayvan sosyolojisi, toplumsal psikoloji, ekonomi gibi sosyal bilimlerin işin içine karıştığı hekimlik (halk sağlığı, çevre sağlığı), veterinerlik, ekoloji gibi uygulamalı bilimler: ilkesel olarak evrensel kurallara sahiptirler. Ne var ki uygulama anlamında bir o kadar yereldirler (yer ve kişi etkeni), ulusaldırlar. Bu nedenle başka ülkelerin çözüm uygulamaları her zaman Türkiye gibi ülkelerde geçerli olmayabilir.

Giriş

Bilmek tanıklık demektir; tanıklık da sorumluluk getiriyor. 70 yaşımın konuyla ilgili yaşanmışlıkları dışında, halk sağlığı uzmanı olarak bulaşıcı hastalıklar savaşımı konularında yıllar süren çalışmalarım, sokak köpekleri (başıboş köpekler) sorununa kafa yormuşluğum var[2].

Ayrıca Türkiye’nin köy ve şehirlerarası yollarında 22 yıl boyunca uzun bisiklet gezileri yaptım. Bunların ikisini tek başına; 2014 ve 2015 yılında toplam 16 gün süren iki Yunanistan gezimi bir arkadaşımla beraber yaptım. Çektiğim köpek saldırısı korkusu nedeniyle 2000’li yılların başında bir sayfalık Kuduz Şüpheli Temas ve Köpek Isırmasından Korunma Yolları Rehberi yazdım. Dörtyol’daki Yılancı Hacı Macit’in el verdiği yeğenlerinden köpek ısırmasına karşı kendimi efsunlattığım bile oldu.

Çevre sağlığı hizmetleri:
risk değerlendirmesi anlamında ve genel olarak da toplumdan gelen yakınmalar ve sorularla; ulusal ve uluslararası sınır ötesi hayvan (ticareti) hareketlerinin denetimi ve izlenmesiyle de ilgilenir. Böyle yaygın bir risk değerlendirmesinin etkin olarak yapılabilmesi için gereken bilgilerin ve kadroların bulunduğu bilim dalları ve disiplinler arasında belirgin olarak anılması gerekenlerin epidemiyoloji ve çevre epidemiyolojisi olduğunun bilindiğinden de adım gibi eminim.

Konuyla ilgili veriler en basitinden neler olmalı? Aklıma hızlıca gelenle şunlar:

1- Yıllara göre Türkiye toplam köpek ve başıboş köpek sayısı; bunların ve özellikle başıboş köpeklerin il ve ilçe ve mahallelere dağılımı. Doğadaki kuş nüfusunu sayabilen uzmanların köpek sayımızı bilmemeleri ve saymamış olmalarını düşünemiyorum.

2- Köpek saldırısı nedenli insan yaralanma ve ölümlerinin evcil ve başıboş köpeklere dağılımı (Saldırı nerede ve nasıl olmuş; saldıran köpek sahipli mi yoksa başıboş mu?); mutlaka araştırılmıştır.

3- Köpek saldırısından kaçma nedenli ya da yola çıkan köpek nedenli trafik kazaların sayısını (yaya ve bisikletlilerin karıştıkları dâhil) ve böyle kazalar sonucu ölüm ve yaralananların sayısını çocuklar bile bilir.

Soruna neden olan sorundan başlamak gerek

Neden bu kadar başıboş köpek var? Çünkü denetimsiz çoğalıyorlar. Pekiyi neden denetimsiz çoğalıyorlar? Çünkü sokak köpekleri tamamen insana bağlı nedenlerle, artık ihtiyaç ya da sevgi fazlası olmuşlardır. İnsanların köpeğe ihtiyacı kalmamıştır. İnsan köpeği aldatmış, onu tarihsel ortak yaşama (koruma, bekçilik etme) nedeni dışında kullanmaya ve onu terk etmeye başlamıştır. Çoğalmanın nedeni köpeklerin insanlar (eski sahipleri vb.) tarafından kırsal alanlara ve sokağa terk edilmeleridir. Terk edilen köpekler, içgüdüsel olarak insanların çevresine geri döner; çöplüklerden ve doğada avlayabildikleri ile beslenmeye, doğal olarak da doğurmaya başlar. Bu arada köpekler içgüdüsel olarak sürüleşmeye gider ve sürü kendi bölgesini belirleyerek başka köpek ve diğer tehlikeli bulduğu yabancı canlılara karşı bölgesini korumaya başlar. Ekolojinin kuralı gereği eğer düşmanları yoksa doğum sayıları ölüm sayılarını geçmeye ve hayvanların nüfusu (popülasyon) artmaya başlar.

Ve pek tabii ki ihtiyaç ve sevgi fazlası evcil hayvanların sokağa terk edilmesini önleyecek önlemler almak; o da olmuyorsa minik gemiciklerle köpeklerin Çin’e ihraç edilmesi seçeneği de unutulmalıdır.

KAYNAKÇA
  1. Başıboş köpek https://www.wikiwand.com/tr/Ba%C5%9F%C4%B1bo%C5%9F_k%C3%B6pek 29.05.2024 tarihli erişim
  2. https://www.caninejournal.com/benefits-of-spaying-and-neutering/#what-are-the-benefits-of-spaying-or-neutering-pets  02.06.2024 tarihli erişim
  3. https://www.aa.com.tr/tr/info/infografik/39596 02.06.2024 tarihli erişim
  4. Türkiye’de başıboş köpek sorunu https://www.wikiwand.com/tr/T%C3%BCrkiye%27de_ba%C5%9F%C4%B1bo%C5%9F_k%C3%B6pek_sorunu 29.05.2024 tarihli erişim
  5. https://www.sozcu.com.tr/tbmm-inceledi-avrupa-sahipsiz-hayvanlara-nasil-cozum-buluyor-wp7781163
  6. https://yesilgazete.org/blog/2013/04/26/tasrada-bir-ekolojist-umur-gursoy/

[1] Bu yazıya Yılancı Hacı Macit, Nevzat Çelik, Fuzuli, Martin Fitzpatrick ve Xavier Bonnefoy, Murray Bookchin, Tınaz Titiz, Ahmet Şenpolat (Hayvanları Koruma Federasyonu-HAYTAP), Türk Veteriner Hekimleri Birliği, Ümit Kartoğlu, Wikipedi-Wikiwand ve Engin Ayça sızmıştır.[2] Yazımızda kırsal alanlardaki köpekleri de içerdiği ve söz birliği için ‘başıboş köpek’ terimi yeğlenmiştir.
____________________________
Yazının tümü için lütfen tıklayınız..

https://umursuz54.wordpress.com/2024/06/02/basibos-kopekler-sorununa-halk-sagligi-yonunden-ekolojik-bir-bakis1/

ÇEVRE HAKKI ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİ’ne DOĞRU

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

BM Genel Kurulunca 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), 27 Mayıs 1949 günü (RG) iç hukukumuza aktarıldı. Bir uzlaşma ve sentez metni olan 30 maddelik İHEB’de tanınan hak ve özgürlükler, iki büyük pakt (Sözleşme) ile somutlaştırıldı (1966);
– Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (MSHS)
– Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS).

1976’da yürürlüğe giren Sözleşmeleri, Türkiye Cumhuriyeti 2003’te onayladı.

BM Çevre ve Gelişme Konferansı sonunda yayımlanan Stockholm Bildirgesi (Haziran 1972), çevre hakkını tanıdı.

Yüzyılın son çeyreğinde Anayasalar da çevresel haklar alanını genişletti.

BM Dünya çevre toplantıları, –1992 Rio Doruğu gibi- her on yılda bir düzenlendi. BM Genel Kurulu, Stockholm Bildirgesi’nin 50. yılında çevre hakkını tanıma kararı aldı. Ne var ki, MSHS ve ESKHS’nin 3. ayağı olarak çevre sözleşmesi eksik kaldı.

Avrupa Konseyi (1949) tarafından hazırlanan ve esin kaynağını İHEB’in oluşturduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), klasik hak ve özgürlüklerle sınırlı kaldıysa da, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Sözleşme’de öngörülen haklar temelinde çevre hakkını da açıkça tanıdı ve korumaya başladı (1994).

Karşılaştırmalı Çevre Hukuku Uluslararası Merkezi (Centre international de droit comparé de l’environnement-CIDCE), BM Ekonomik ve Sosyal Konsey (UN – ECOSOC) önünde danışma statüsüne sahip bir kuruluş olarak, çevre üzerine dünya ölçeğinde çok yönlü bilimsel etkinlikler yürütüyor.

Çevre Hakkına İlişkin Uluslararası Sözleşme taslağı, CIDCE tarafından 15 Devletten 28 uzmanın desteğiyle BM’ye sunulmak üzere hazırlandı.

Taslak 42+11 madden oluşmakta ve içerik olarak, çevresel hak ve ilkeler sıralanıyor; temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevre hakkından, farklılaşmış sorumluluklar çerçevesinde eşitlik ve dayanışma ilkesine dek. Onaylanması durumunda BM Çevre Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşme olarak yürürlüğe girecek. (A. Saltık: “Güvenli çevre” boyutu gözden kaçmasın..)

Soru : İHEB’in iç hukuka aktarılmasının ve AK’nin kuruluşunun 75. yılında ulusal-üstü kazanımların neresindeyiz? İnsan ve çevre hakları yönünden ulusal ve uluslararası düzenlemelerin eklemlenme derecesi nedir?

Acı gerçek şu :  Belgeler, kurallar ve ilkelerin giderek çoğalması, ihlaller (çiğnemler) dalgasını azaltmadı. Çevre korumasını etkili kılması gereken düzenlemeler, tam tersine çevresel yağmayı perdelemek için kullanıldı. Ekolojik kamu düzeni kuralları içeren Anayasa’dan (1982) Paris İklim Anlaşması onayına (2022) uzanan 40 yıl ve sonrası, normatif düzenlemelerle çelişen ve ülkesel ekosistem üzerinde onarımı olanaksız sonuçlar doğuran uygulamalar hız kesmedi.

Yasama, Anayasa’ya aykırı ve ekosistemi bozucu yasalarda sınır tanımıyor.

Yürütme, maden arama ruhsatı dağıtımında olduğu gibi, tarihsel, kültürel ve doğal varlıkları, oy beklentisine indirgediği için yerli ve yabancı işbirlikçileri, Cerattepe’den Kazdağları’na, İliç’ten Akbelen’e (…) ülke bütününü yağmalıyor.

Yargıya gelince; AYM, ekosistemi bozucu yasaları iptalden kaçınıyor; idari ve adli yargı,
çevre kurallarını ihlal eden işlem ve etkinlikleri denetimde geç ve yetersiz kalıyor.

Bu nedenle,
– uluslararası kazanımlar farkındalığı ve
– çevre savunucularının hak güvenceleri

(tıpkı Sözleşme taslağında olduğu gibi) önem taşıyor. Büyük çevresel ve insan yitiklerine karşın ekosistem belli ölçüde korunabildi ise, her yaştan ve her bölgeden insanlarımızın yaşamın bileşenlerine sahip çıkması sayesinde oldu.

Türkiye’ye çullanan yerli ve iş birlikçiler, tarihsel, kültürel ve doğal değerlerimizi tümüyle yok edemedi ise bunda, fikir-hukuk-eylem üçlüsünde yerel-ulusal-uluslararası düzlemde, bireysel, kolektif ve kurumsal olarak yürütülen yoğun yurttaş çalışmaları belirleyici oldu.

Gezi’nin 11. yıldönümü vesilesi ile Topçu Kışlası kamuflajı (perdelemesi) altında inşa edilmek istenen alışveriş merkezi, yaşam alanlarının ve anayasal düzenin sahiplenilmesi sayesinde engellendi ve Gezi Parkı kurtarıldı.

  • Post-modern demokrasi mantığı temsilcilerine ve Gezi tutsaklarına selam olsun!

====================================
Önceki ve Sonraki Yazılar

Hangi anayasal miras?
3. CEZA DAİRESİ VE KESİN HÜKÜM YOKLUĞU
OHAL sona eriyor mu?
16 Nisan’ın 6. yılı
17 Nisan 2023 Pazartesi 00:04
Anayasa, ekosistemi de koruyor