Kategori arşivi: Hekim Saltık

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

Dear Phase 1 Students of

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 14th December 2023, we’ll conduct a 2 hours lecture face to face for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a title / topic of

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

40 slides, 3.2 MB, main material for this lecture :

Health Education & Promotion AHMET SALTIK

Below are 56 additional slides having a rich and up to date content (PDF 1,7 MB) to support main file above :

And a very valubele supplement, 15 pages, 1 MB : Health Education and Promotion (Concepts)

These files have been uploaded Atılım University Medical School, Moodle System.

With respect and love. 13th December 2023, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM (Health Law), BSc (Political Sciences & Public Administration)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

Laiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni

Laiklik Meclisi (@LaiklikMeclisi) / XLaiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni açıklandı: Eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum için gerici dönüşüme karşı laikliğin kazanılması önem taşıyor

26 Kasım tarihinde Ankara’da ilk genel toplantısını gerçekleştiren Laiklik Meclisi toplantıda önemli kararlar aldı ve bunları kamuoyu ile paylaştı.

Özellikle yeni Anayasa aracılığı ile laikliğin tasfiyesine karşı duruşun ve eğitimdeki gerici dönüşüme direncin vurgulandığı kararlar içerisinde yeni komisyonların kurulduğu bilgisine de yer verildi.

Bu çerçevede Laiklik Meclisi, sosyal bilimler ve iktisat alanında bir komisyon, sağlık komisyonu ve sanatçılar komisyonu kurma kararı aldı.

Toplantıda alınan kararlar arasında, halifeliğin ve Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması ile birlikte Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edildiği 3 Mart tarihinin “Laiklik Günü” olarak belirlenmesi ve o gün çeşitli etkinlikler düzenlenmesi bulunuyor.

Periyodik raporlar yayınlamanın yanı sıra yurttaşların da iletişime geçebileceği şeklide yapılanan Laikik Meclisi İzleme Merkezi’nin çalışmalarına başlaması, “Laik ve Bilimsel Eğitim için El Kitabı” başta olmak üzere çeşitli broşürlerin çıkarılması, farklı illerde Meclis’in ayaklarının oluşturulması ve diğer kurumlarla iletişime geçilmesi gibi başlıklar da alınan kararlar arasında yer alıyor.

Laiklik Meclisi tarafından açıklanan toplantı sonuç metni şu şekilde:

LAİKLİK MECLİSİ TOPLANTISI SONUÇ METNİ:

…………..
……………………..

Tam metni okumak için lütfen tıklayınız… (360KB)

Laiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni

Sevgi ve saygı ile. 08 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Laiklik Meclisi Kurucu Üyesi
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

CADDE TV Programımız..

Dostlar,

CADDE TV‘den Sayın Rahmi Aygün‘ün konuğu olduk, 04.12.2023 akşamı.
Ankara Üniv. Tıp Fakültesinde birlikte çalışıp emekli olduğumuz Psikiyatri Uzmanı  meslektaşımız Sayın Prof. Dr. Abdülkadir Çevik ile. Prof. Çevik ayrıca Politik Psikoloji Derneği kurucu başkanı ve biz de bu derneğin üyesiyiz.

Eski TRT” de yetişen deneyimli gazeteci Aygün, ülkemizin yakıcı gündemi ile  ilgili sorular yöneltti biz 2 kıdemli hekime.. Prof. Çevik daha çok sosyal psikoloji – sosyal psikiyatrik yaklaşımla soruları yanıtladı. Biz de bir Toplum Hekimi, Hukukçu, Siyaset Bilimci şapkalarımızla yanıtlar verdik.

Son kritik soru, “Toplum hasta mı, öyle ise ne yapmalı??” idi.

Bizim yanıtımız ne acı ki;

  • “Evet! Sosyal şizofreninin eşiğindeyiz.. cinnet sınırındayız.. “ oldu.

AKP = RTE iktidarı kurgulu bir yoksullaşTIRma politikası izleyerek toplumu çürütüyor ve yurttaşlıktan ümmete indirgiyor, oy deposuna dönüştürüyor..

  • Ülke talan edildi.
  • Laiklik özellikle hedef.
  • Amaç bir sultanlık rejimine dönüşmek ve dinci – tek adam diktası (teokratik monarşi) ile sürekli iktidarda kalmak… diye vurguladık.

Bu hukuk ve demokrasi dışı dayatmanın iyi bir gidiş olmadığını, baskı ve zulmün meşru direniş hakkı doğuracağını ve siyasal tarihte bu tür yönetimlerin önünde sonunda halk tarafından görevden uzaklaştırıldığı ve hesap sorulduğunu… belirttik.

Muhalefeti, dağınık, kutuplaştırılmış toplumu hızla örgütlemeye çağırdık.

Çözüm olarak                    :

Derhal normalleşmeye geçilmesini,
Talan edilen yüzlerce milyar Dolar ulusal servetin en az yarısının yerine konmasını
“Demokrasi – insan hakları – hukuk devleti” sacayağına ivedilikle dönülmesini… önerdik.

Yaklaşık 2 saat süren programın youtube kaydının erişkesi (linki) aşağıda.
İzlenmesini, paylaşılmasını ve geç kalmadan gereklerinin yapılmasını dileriz.

https://www.youtube.com/live/ggl4OrWUv_M?si=-XR1-A2ALfVb2UoH

Sayın Aygün ve CADDE TV’ye bu fırsat için teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Aralık 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Cumhuriyet TV konuşmamız : Kış Koşulları, Barınma-Beslenme-Giyim ve AKP’nin Ağır Vebali

Dostlar,

Cumhuriyet TV‘den Sayın İrem Karataş bizimle bir söyleşi yaptı..

Çok dalgalanan hava sıcaklıkları.. yaklaşan kış..
On milyonlarca yurttaşı yoksullaşTIRan kurgulu AKP politikaları..

Yurttaş, özellikle de yoksul on milyonlar ne yapmalı??

Ne yemeli – içmeli, bulursa??

Nasıl giyinmeli, bulursa??

Nasıl ısınmalı, bulursa??

Veeeee bu ağır beslenme yetersizliği – açlık daha da sürerse toplum ve kişi sağlığı üzerindeki ağır olumsuz etkileri neler olabilir??

19,5 dk. anlatmaya ve Sn. Karataş’ın çok yerinde sorularını yanıtlamaya çalıştık.

İzlemenizi, paylaşmanızı ve iktidarı – yandaşlarını da uyanmaya ve gereklerini oyalanmadan yapmaya çağırıyoruz.. Çünkü bu yıkımı onlar yarattı… öyle veya böyle. Düzeltmek ellerinde ve kaçınılmaz sorumlulukları.. Talan ettikleri yüzlerce milyar doların hiç olmazsa yarısını geri vermek zorundalar..

  • Cumhuriyet TV konuşmamız :
  • Kış Koşulları, Barınma-Beslenme-Giyim ve AKP’nin Ağır Vebali

https://youtu.be/KmonHW24BWg

https://youtu.be/KmonHW24BWg?si=zRJmW6brHMi0O393

https://youtu.be/KmonHW24BWg?t=356

https://x.com/profsaltik/status/1731996757268004864?s=20

Cumhuriyet TV ve değerli basın emekçisi İrem Karataş‘a bu fırsat için teşekkür ederim.

Sevgi ve saygı ile. 05 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik  

Gelir dağılımı ve sağlık

Özdemir Aktan

T24 Haftalık Yazarı 
Özdemir Aktan
ao.aktan@gmail.com
03 Aralık 2023

Toplum sağlığının hastane ve ilaç ile sağlanamayacağını artık anlamamız gerek

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Ülkelerde ve dünyada gelir dağılımını belirlemek üzere Gini katsayısı oluşturulmuş. İtalyan Corrada Gini tarafından oluşturulan katsayı 0-1 arasında bir rakam olarak belirleniyor. 1 rakamı gelir dağılımının en kötü olduğu durumu belirliyor, tüm gelirin bir kişi veya grup tarafından sahiplenildiği anlamına geliyor. Sıfır ise tüm gelirin toplumda eşit olarak paylaşıldığına karşılık geliyor ki, hayal bile edilemez.

Benden ekonomi yazısı elbette çıkmaz ama sağlık konuları ekonomiden bağımsız düşünülemiyor. Gini katsayısı ile ülkelerin sağlık verileri birebir paralellik gösteriyor. Bir ülkenin sağlık parametrelerinin iyiliği sahip olduğu modern hastaneler ve teknoloji yardımı ile yapılan ameliyatlarla ölçülmüyor. Bir toplumun sağlık düzeyini yaşam süreleri, anne ölüm hızı, bebek ölüm hızı gibi veriler belirler.

Özlenen bir sağlık sistemi öncelikle “iyi” bir sağlık hizmeti vermeli ve bunu da çok küçük farklarla “eşit” dağıtmalıdır. Gelir dağılımı bozuldukça yüksek gelirli gruplar daha iyi bir sağlık hizmeti alabilirken yoksul kesimin “iyi” sağlığa ulaşabilmesi imkansıza yaklaşır.

Dünyada 1820 yılında saptanan Gini katsayısı 0,50 iken, 1990’da 0,657 olmuş. Üstelik de katsayı her yıl 1,2-1,5 puan artmaya devam ediyor. Özetle, dünyada gelir dağılımındaki eşitsizlik hızla artıyor. Aynı durum Türkiye’de de geçerli. TÜİK verilerine göre 2014 yılında 0,391 olan katsayı, 2022 yılında 0,415’e yükselmiş. 37 OECD ülkesi arasında en kötü dağılıma sahip dördüncü ülkeyiz. AB ülkelerinden sadece Bulgaristan bizden kötü. Haritada en koyu renkle gösterilen ülkeler en kötü dağılıma sahip olanlar.

Gelelim sağlık verilerine. Sağlık verilerinde iyilik ülkelerin sağlığa ayırdığı para ile paralellik göstermiyor. OECD ortalamasının iki katından fazla harcama yapan ABD bunun en belirgin örneğini oluşturuyor: ABD’de ortalama yaşam süresi, anne ve çocuk ölüm hızları, kronik hastalık oranları gibi veriler hep OECD ortalamalarından daha kötü.

Söylemeye gerek yok ama bizim verilerimizin de OECD ortalamalarından çok daha kötü olduğunu belirtmeliyim. En iyi veriler ise haritada en açık renkle işaretlenmiş olan ülkeler. En başta da İskandinav ülkeleri geliyor, zira gelir bu ülkelerde daha adaletli bir şekilde paylaşılmakta.

Yıllardan beri bilinen ama görmezden gelinen bir gerçek toplum sağlığının ilaç, ameliyat, hastane gibi faktörlerden çok, sağlığın sosyal belirleyicilerine bağlı olduğudur. Sağlığın sosyal belirleyicileri erken çocukluk gelişiminden başlar ve eğitim, istihdam ve çalışma koşulları, barınma ve mahalle koşulları, yaşam standartları ve toplumsal zenginliklerden yararlanmaktaki eşitsizlikleri de kapsayarak devam eder.

Dünya Sağlık Örgütü sağlığı “Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halidir” diye tanımlıyor. Bu tanıma “Sosyal yönden tam iyilik hâli” sonradan eklendi.

Türkiye’de bedensel ve ruhsal iyilik halini geçtim, sosyal iyilik halinden söz etmek imkansız. Geçim derdi, gelecekten umutsuzluk, etrafımızda yaşanan savaşlar tedirginlikten öte artık korku yaratıyor. Bunlarla birlikte her gün ortaya çıkan yeni bir yolsuzluk haberi, gelir dağılımının adaletsizliğinin belirgin hale gelmesi ve ayaklar altına alınmış bir yargı sistemi ile iyilik halinin yanına bile yaklaşamıyoruz. Bu durum haliyle ruhsal iyilik halini de olumsuz olarak etkiliyor.

Toplum sağlığının hastane ve ilaç ile sağlanamayacağını artık anlamamız gerek.
===============================
Dostlar,

Web sitemiz izleyicileri Prof. Dr. Özdemir Aktan‘ı iyi tanırlar.
Dr. Aktan ünlü ve alanında çok başarılı bir genel cerrah.
Kuşkusuz web sitemiz okurları dışında da iyi bilinir.

T24‘te her hafta tadına doyulmaz makaleler kaleme (klavyeye!?) alıyor.
Bu hafa bir başka yakıcı konuyu işliyor.
Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız “Sevgili Özdemir“, Kalpaksız Kuvvayı MilliyeciTıbbiyeli Nusret Fişek” in izinden gidiyor..

Tıbbiyeli Nusret Fişek” söyleminin (mottosunun) “Tıbbiyeli Hikmet“e bir gönderme olduğu gözden kaçmamıştır. Hani şu İstanbul Tıbbiyesinin 3. sınıf öğrencisi.. Merhum Orhan Baran’ın da babası.

Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi‘ne katılım çağrısı yapınca, taaaa 1919’larda… İstanbul Tıbbiyesi öğrencileri toplanır ve üç öğrenci göndermek isterler. Ancak onca yoklukta harçlıklarından zar zor ayırabildikleri, tek kişiye zar zor yeterlidir. Hikmet’i yollarlar. Gerisi yaygın bilinir. Sivas Kongresinde “Manda” yandaşlarına tarihsel bir red çıkışı yapar Tıbbiyeli Hikmet.. Kongreden “Ya istiklal – ya ölüm; tam bağımsızlık” kararı çıkar..
***
İşte o Nusret Fişek biz tıp öğrencilerine Toplum Hekimliği Halk Sağlığı derslerinde

  • Tüm hekimlerin Toplum Hekimliği – Halk Sağlığı felsefesi ile davranması ve
    meslek uygulaması gerektiğini
    ” 

belletmişti. Prof. Özdemir Aktan, hekim olduğu 1977’den beri o pusulayı izliyor.
***
Özlemsel (nostaljik) değinmeler bir yana, 2024 Merkezi Yönetim Bütçesi bir facia.
Sağlık hizmetleri yine öksüz ve 21 yıldır AKP’nin yapageldiği bu bütçe de yerli-yabacı yandaş sermayeye rant aktarma amaçlı. 1/5’i, salt sayısı 20’yi bulmayan şehir hastanelerine!

Üstelik kurgulu sistematik talana ikincil yakıcı ekonomik bunalım ve türevi çok ağır siyasal baskılar, deprem vd. toplum sağlığı için son derece ciddi ciddi tehditler oluşturmuş, oluşturmakta iken. Küresel koşular da çok ağır.. Çatışmalar, on milyonlarca göçmen, iklim faciası ve neo-liberalizmin hala tırmanan insanlık dışı sömürüsü ve “uluslararası toplumu bekleyen ardışık afetler” (son öge 2021, G20 Ülkeleri toplantısı sonuç bildirisinden)..

Usumuzu başımıza devşirmemiz ve Halk Sağlığını “bütüncül” olarak ele almamız gerek.

Sosyal – ekonomik – kültürel belirteçlerinden kalkarak “insan – çevre – hayvan” sağlığını “tek tıp – tek sağlık” olarak kavramak ve kamu sorumluluğunda öncelikle sürekli – nitelikli – yaygın koruyucu sağlık hizmetlerinden başlamamız gerek.. Bütüncül, planlı, insancıl (hak temelli)..

Ayrıca, nesnel gerçeklik       : Sosyo-ekonomik kalkınmada en temel girdi / itici güç sağlıklı ve eğitilmiş insangücü. Yani sağlıklı – eğitimli toplum keyfe keder bir siyasal tercih ögesi değil; mutlak bir zorunluluk, karşı konması anlamsız – us ve bilim dışı, boşuna.

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik        X : @profsaltik

1 Aralık 2023, Dünya HIV / AIDS Günü

Çağımızın en ölümcül hastalığı olan AIDS’i yok etmek için kalıcı bir çözüm bulunamazken uzmanlar “Erken tanı hastalığın ilerlemesini kontrol altına alırken bir yandan da bulaşma riskini azaltır.” dedi.

Sağlık 01.12.2023, Haber Merkezi, BİRGÜN
HIV belirtisiz, uzun bir dönemi sever

Bugün 1 Aralık Dünya AIDS Günü.

Hastalığın ilk kez ortaya çıktığı 1980’den günümüze 43 yıl geçti. Bu süre zarfında (içinde) tüm dünya genelinde İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü Human Immunodeficiency Virus (HIV) ile enfekte olan kişi sayısı yüz milyona yaklaştı. AIDS’e yol açan bir virüs olan HIV, bağışıklık sistemine zarar vererek hastalığa neden olur. Çağımızın en ölümcül hastalığı (AS: Bu doğru değil..) olan AIDS’in tedavisi (sağaltımı) için kalıcı bir yöntem bulunamazken ölümler ve HIV tanısı konanların sayısı her geçen yıl artıyor.

TÜRKİYE KORKUTUYOR

Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde HIV enfeksiyonunda yeni tanı konusunda ciddi düşüşler söz konusuyken, Türkiye’de son 10 yıldaki artış ürkütüyor. Türkiye, yeni enfeksiyonlardaki artışın en hızlı olduğu ülkelerden biri olarak göze çarparken bu artış %640 olarak biliniyor. (AS: Ülkede 10 milyonu aşkın düzensiz ve alt sosyoekonomik düzeyde insan var.. yaşam koşulları, cinsel davranışları, kayıt dışı oluşları ayrı ayrı sorun..)

ERKEN TANI ÖNEMLİ

Ülkede ilk vaka (olgu) 1985’te görüldü. Günümüze dek HIV testi yapılarak doğrulaması bildirilen olgu sayısı yaklaşık olarak 40 bin kişi. Bu rakamların sadece tespit edilebilen vakalar (yalnızca saptanabilen olgular) olduğu, gerçek oranın (sayıların) çok daha yukarıda olduğu belirtiliyor.

Tedaviye (Sağaltıma) erken başlamak ve düzenli olarak ilaç kullanmak, hastalığın ilerlemesini kontrol (denetim) altına alırken bir yandan da bulaşma riskini azaltıyor.

Uzmanlar, hâlâ en çok cinsel yolla HIV’in bulaştığını söyledi. Türkiye’de her yıl 3-5 bin kişiye HIV bulaşıyor.
∗∗∗
HIV ile AIDS ARASINDAKİ FARK NEDİR?

HIV enfeksiyonu, İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü’nün vücuda girmesiyle oluşan bir durumdur. Başlangıçta solunum yolu enfeksiyonu gibi bazen (kimi kez) lenf bezlerinin şişmesi biçiminde kendini gösterir. Kimi kez de belirtiler 2-4 hafta içinde geriler ve sessiz yani belirtisiz uzun bir dönem biçiminde gider. Ancak bu süre içinde virüs yavaş da olsa vücutta çoğalmayı ve savunma hücrelerimizin sayısını azaltmayı sürdürür.

AIDS ise bağışık sistemin ciddi biçimde zayıflamasına ve belirli enfeksiyonlara veya kanserlere karşı direncin azalmasına neden olan ileri aşamadır. Tedavi edilmeyen (Sağaltılmayan) HIV enfeksiyonu 7-15 yıl içinde AIDS’e dönüşür, ancak erken teşhis ve tedavi (tanı ve sağaltım) ile HIV’in ilerlemesi önlenebilir.
∗∗∗
NASIL BULAŞIR?

HIV, beden sıvıları aracılığıyla bulaşır. En yaygın bulaşma yolları şunlardır:

Cinsel yolla: Virüsü taşıyan bir partner (kişi) ile korunmasız cinsel ilişki sırasında bulaşma tüm dünyada en yaygın bulaşma yoludur. Tek bir cinsel ilişkinin bile bulaşma ile sonuçlanabileceği akılda (usta) tutulmalıdır.

Kan yoluyla: Kan naklinde (aktarımında) olduğu gibi, paylaşılan iğneler ile de bulaşabilir.

Anneden bebeğe bulaş:  Tedavi (Sağaltım) almayan anneden bebeğe geçiş doğum sırasında %10-30 oranında söz konusudur. Ayrıca emzirme sırasında da bebeğe bulaşma olabilmektedir. (AS: Ancak yine de bebeğin emzirilmesi öne çıkmaktadır..)

HIV; tükürük, ter veya hava yoluyla yayılmaz. Günlük sosyal ilişkiler ile tokalaşma, kucaklaşma ve öpüşme ile bulaşmaz.
∗∗∗
PATLAMA YAŞANIYOR

(Türkiye’de) Her yıl ortalama 3-5 bin kişi HIV enfeksiyonu tanısı alıyor. HIV(+) olguların %82’si erkek %18’i kadın. Yaklaşık %16’sı da yabancı uyruklu kişilerden oluşuyor.

HIV tanısı olanlar genellikle 25-35 yaş diliminde bulunuyor.
∗∗∗
HER YIL 3-5 BİN KİŞİYE HIV TANISI

HIVDER tarafından İstanbul’da düzenlenen toplantıda konuşan Prof. Dr. Dilek Yıldız Sevgi, “Günümüze kadar HIV testi yapılarak doğrulaması bildirilen vaka sayısı yaklaşık olarak 40 bin kişi. Her yıl ortalama 3-5 bin kişi HIV enfeksiyonu tanısı alıyor. Ülkemizdeki HIV vakalarının %82’si erkek, % 18’i kadın” dedi.

Toplantıda konuşan HIVDER başkanı Prof. Dr. Fehmi Tabak ise şunları söyledi:

Hastalığın en önemli özelliği bulaşma olduktan sonra belirli bir dönem sessiz olarak gitmesi. Çok ileri evrelere gelmediği takdirde hiçbir belirti ve bulgu vermemekte, yavaş yavaş ilerlemektedir.”

Hastalığın bulaş yollarını anlatan Uzman Dr. Alper Gündüz,

  • “En yoğun bulaş yolu korunmasız cinsel ilişkidir.” diye konuştu.

TÜRKİYE ve DÜNYA’DAKİ DURUM NEDİR?

HIV ilişkili hastalıklardan hayatını kaybeden (yaşamını yitiren) sayısı yaklaşık 40 milyon.
(AS: 1981’den bu yana Dünya toplamı)
• İlk çıktığı andan bugüne tüm dünyada HIV ile enfekte olan kişi sayısı yaklaşık 85 milyon.
• Dünyada 2022’de 1.3 milyon insana HIV bulaştı.
• Her yıl HIV ilişkili ölüm sayısı 630 bin. (AS: Yıllık yaklaşık ölüm tüm dünyada 57 milyon.)
• Dünyada yaklaşık 39 milyon kişi HIV ile yaşıyor. (HIV+)
• HIV ile yaşayanların yaklaşık yarısı kadın, 1,5 milyonu 14 yaş ve altındaki çocuklar.
• 2020-2022 arasında HIV enfeksiyonu Latin Amerika’da %8, Doğu Avrupa ve Orta Asya’da %49 ve Türkiye’nin de içinde olduğu Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde %51 artış gösterdi.
• Türkiye’de (AS: son 10 yılda) 4 kat artış saptandı. 15 Kasım 2022’ye dek toplam 36.630 kişiye tanı kondu.

ÖLÜMCÜL TEHLİKESİ VAR MI?

Günümüzde HIV enfeksiyonu DSÖ’nün ölümcül listesinden çıkmış; yaşam boyu eşlik eden hastalıklar olarak tanımlanmıştır.

Tedavi edilmeyen (Sağaltılmayan) olgular 7-15 yıl gibi bir süre sonunda AIDS gelişerek ikincil enfeksiyonlar veya kanserler nedeni ile yaşamlarını yitirirken; günümüzde eldeki gelişmiş ve tek tablete sığdırılmış çoklu ilaç tedavileri sayesinde yaşamı kısaltmayan enfeksiyon durumuna gelmiştir.
==================================

Not                  :

Yazının başında “Çağımızın en ölümcül hastalığı olan AIDS” denmişti ve biz bunun doğru olmadığını ayraç içinde belirtmiştik. Yazıyı bağlayan son tümce ile baştaki çelişik. Bu haber çok özensiz yazılmıştı Hem Türkçesi çok kötü hem yanlış içerikler hem de çelişen içerikler var.. Toparlamaya çalıştık. Ama böyle olmamalı… BİRGÜN ciddi bir gazete..)

Türkçe’ye özen göstermek hepimizin boyun borcu.
Bu bizim dilimiz.
Emperyalizme karşı isek, kültür emperyalizmine ve onun bir bölümü olan dilde emperyalizme de karşı çıkmalıyız.
Güzelim Türkçeleri varken neden Arapça – Farsça – yabacı dil (Detay : Ayrıntı!!!!) kullanırız?
Bu özensizlik, bilinçsizlik niyedir ki?? Bu ısrar nedendir??

Saygı ve üzüntü ile. 02.12.23

Dr. Ahmet SALTIK
Dil Derneği Üyesi

TTB üzerine düşünceler

featuredDr. Ceyhun Balcı yazdı…

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

TTB (Türk Tabipleri Birliği) bir kez daha gündemde.

Bu kez bir mahkeme kararıyla. Türkiye’de yaşanan pek çok şeyin ömrü kelebeğinki kadar kısa olduğu için anımsatmakta yarar var.

Yaklaşık 1 yıl önce TTB Merkez Konseyi Başkanı etnikçi terörün de destekçisi konumundaki bir yayın organında Türk Ordusu’nu (bölücü terörle mücadelesinde) kimyasal silah kullanmakla suçlamıştı. Bu açıklaması nedeniyle de başlatılan kovuşturma sürecinde bir süre tutuklu kalmıştı.

Hekim kamuoyunun bile ne denli ilgili olduğu tartışmalıdır TTB’ye ve o çatı altında olan bitene. Bölücü terör karargâhına dönüştürülen koskoca meslek kuruluşu hekimleri kendisine çekmek yerine kendisinden uzaklaştırmaktadır.

Oysa, TTB özel yasayla (6023 s. yasa, 1953) kurulmuş olan bir meslek kuruluşudur (AS: Kamu kurumu niteliğindedir ve Anayasa m.135 korumasındadır). Sendika ya da demokratik kitle örgütü değildir. Sivil Toplum Örgütü ise hiç değildir.

Hekimlerin özlük hakları, hekimler arası ilişkiler ve elbette toplumun sağlık hakkı TTB’nin üç ana ilgi alanıdır.

Türkiye’de toplumcu sağlık anlayışının öncüsü, “Tıbbiyeli” Nusret Fişek TTB’nin bence son doğru, dürüst başkanıdır. O’nu izleyerek göreve gelen tüm başkanlar/yönetimler şu ya da bu biçimde bölücü siyasetin ateşli savunucuları olmuşlardır.

Sayısız örnek verebilirim TTB’ye egemen anlayışın bölücülük tutkusuna. Bire bir tanık olduğum birisiyle yetineyim. Kasım 2014’te olağanüstü TTB genel kurulu toplanmıştı. Görünürdeki gerekçe üye ödentilerinin görüşülmesi olmakla birlikte kök gerekçe Kobani Devrimi’ni selâmlamaktı. Zaten genel kurulda bu gerekçenin tartışılmasından görünürdeki gerekçeye de sıra gelmemişti.

AKP’yi bile kıskandıracak, 30 yılı aşkın süredir bu böyledir.

Hem hekimler hem de Türkiye için kabul edilemez bu duruma karşı savaşım vermiş bir kişi olarak son gelişme üzerine bir şeyler yazmak kaçınılmaz oldu.

Yazının başında değindiğim yargı süreci dün sonuçlandı. Mahkeme TTB Merkez Konseyi üyelerinin TTB yönetiminden uzaklaştırılmasının yanı sıra kurumun başına kayyum atanmasına karar verdi.

TTB’ye egemen olan anlayış hemen harekete geçti “TTB susturulamaz!” tonunda açıklamalarla cenge dünden razı olduğunu ortaya koydu.

Konuyu Türkiye’nin güncel durumundan kopartarak irdelemek doğru olmaz.

TTB Merkez Konseyi Başkanlığına tırmanmış birinin ülkenin birliğini, dirliğini ve varlığını hiçe sayan açıklaması elbette kabul edilir gibi değildir.

Sorun, bu konunun adliyede çözülmesinde düğümlenmektedir.

Oysa, ezici çoğunluğunun Türkiye’nin birliği, dirliği ve varlığıyla sorunu olmadığı tartışılmaz olan hekimlerin bu sorunu tabip odaları ve TTB seçimlerinde çözmüş olması gerekirdi.

Uzun yıllar boyunca bu seçeneğin yaşama geçmesi için çaba göstermiş ve sonuçta başarılı olamamış bir hekim olarak beni en çok üzen noktadır hekimlerin kendi göbeğini kesememiş olması.

Gelelim bu gelişmeye hekim ve hekim dışı kamuoyunun olası bakışına.

Türkiye’de bugün gelinen noktada yargının sergilediği görünümü kısaca özetlemesek olmaz.

Üç temel güçten birisi olan yargıda buyruk altına alma dönemi geride kalmıştır. Bugün Türk yargı kurumlarında bir yargıcın ya da savcının önüne gelen dava dosyasında göz ardı edemeyeceği önemli ayrıntı, verilecek karara iktidarın tepkisidir. Hangi kararı verirsem iktidarı hoşnut kılarım ya da üzmem anlayışı yargıya alabildiğine egemendir. Bu da yargıya güveni temelinden sarsan önemli etkendir. Doğru olan yargı kararları da “acaba?” sorusuyla yüzyüze gelebilmektedir.

Bu koşullar altında TTB Merkez Konseyi’nin görevden uzaklaştırılması kararının farklı kesimlerde nasıl bir tepkiye yol açacağını kestirmek güç olmasa gerek.

TTB ortamı da Türkiye’deki kutuplaşmadan payına düşeni fazlasıyla aldı.

TTB de (hiç doğru olmayan biçimde) gündelik siyasetin ve siyasal kaygıların diri tutulduğu bir ortama dönüştürüldü. TTB’nin 30 yılı aşkın süredir odaklandığı Türkiye karşıtı tutumun Beşinci Kol etkinliğine dönüşmesi karşısında rahatsızlık duyanların bile Türkiye’deki kutuplaşma ortamının dayatmaları doğrultusunda davrandıkları, TTB’ye egemen anlayışın değirmenine su taşıdıkları görüldü.

Bu anlayışı yakından tanıyan bir hekim olarak TTB Merkez Konseyi üyelerinin çoğunluğunun ve TTB’nin başına çöken etnikçi öbekçiklerin sonsuz sevinç içinde olduklarını söyleyebilirim.

Böylesi kararların yarattığı “mağduriyet” görüntüsünün hemen her zaman kazanç sağladığı gerçeğinden hareketle önümüzdeki yıl yapılacak tabip odaları ve TTB seçimleri öncesinde maça önde başlayan takım gibi duyumsadıklarını ikilemsiz söyleyebilirim. (AS: Kayyım kurulu 1 ay içinde  yeni Merkez Konseyi seçimi yaptıracak, 2014 olağan seçimlerine dek görevde kalmak üzere..)

Bu olayın çağrışımıyla 2010 yılında TTB Genel Kurulu’nun hemen öncesinde gözaltına alınan o zamanki TTB MK Başkanı Gençay Gürsoy’un salıverildikten sonra genel kurula gelişi canlandı gözlerimin önünde. Arayıp da bulamayacağı güçle girdiği seçimden bir kez daha utkuyla çıkmanın tadını çıkarmıştı TTB’ye egemen anlayış.

Bu olayın etkisi de benzer olacaktır kanısındayım.

Keşke hekimler meslek kuruluşlarından uzak durmasalardı!

Keşke hekimler kendilerini Tabip Odalarından uzak tutmaya çalışan tuzaklara inat meslek kuruluşlarına yakın dursalardı.

Keşke hekimler meslek kuruluşlarında marjinal öbekçiklerin egemenliğine demokratik yollarla son vermiş olsalardı.

Keşke…
***

  • Son mahkeme kararıyla ekmeğine yağ sürülen etnikçi, bölücü beşinci kol,
    ilerlemekte olduğu yolda güç kazanmıştır.

Tabip Odalarına ve TTB’ye ilgi duyan sınırlı nicelikte hekim, “mağduriyet” yaşayanların çevresinde kenetlenmek için yeni ve etkileyici bir dayanak bulmuştur.
======================================
Dostlar,

Haziran 2020’de TTB Merkez organları seçimine giderken, Merkez Konseyi üyeleri, arasında şimdiki başkanın adını görünce elimizden geldiğince uyarılarda bulunduk. Dr. Fincancı’nın Uğur Mumcu cinayetinde verdiği adli tıp raporlarının yarattığı ağır sonucu (cinayetin örtülmesi!), Av. Ceyhan Mumcu kaynaklarına dayanarak bir de biz açıkladık ve web sitemizde yazdık. Bu kişinin TTB yönetimine aday olamayacağını, olmaması gerektiğini anlatmaya çabaladık. Olmadı. 11 üye belirlenince bu kez, “hiç olmazsa” Başkan seçmeyin.. uyarıları yaptık. Oligarşik yapı öyle katıydı ki, söylenenler tersine etki yapıyordu.

2 yıl sonra 2022 seçimlerinde gene aday oldu Merkez Konseyine ve oylarının azalmasına karşın blok liste kazandı. 2. kez TTB Başkanı seçilmemesi için çabaladık ama, oligarşi daha da keskindi. Geçtiğimiz yıl, Mezopotamya haber ajansına bir demeç vererek, TSK’nın emperyalizmin maşası bölücü örgüte karşı yürüttüğü operasyonda, kendisine izletilen görüntülere dayanarak kimyasal silah kullanılmış olabileceğini ima etti ancak kesin kararın yansız kuruluşların incelemesiyle olabileceğini de (ihtiyat gereği??) ekledi. Ancak demeç beklenen olumsuz psikolojik etkiyi yarattı. Ardından birkaç ay tutuklu kaldı. Web sitemizde yazdığımız yazılarda, TTB’ye zarar vermemek için istifaya çağırdık, ama dinleyen kim.
***
2020 seçiminde TTB Yüksek Onur Kuruluna aday olmak istedik. Bu görevi 1992-96 arasında 2 dönem yapmıştık. Hukuk, etik, hekimlik deneyimi isteyen bir teknik uzmanlık birimi idi bu kurul. Yüksek disiplin kurulu işlevli idi. O tarihte hekimlikte 44. yılımızdaydık. Hukuk Fakültesini de bitirmiştik. Sağlık Hukuku alanında tezli master yaparak uzmanlaşmıştık. Mülkiye’den kamu yönetimi – siyaset bilimi diploması da almıştık. Bu donanımızla, söz konusu Yüksek Onur Kurulu’nda dosyaların çözümüne birikimimizle nesnel – bilimsel katkı vermek ve genç üyelerin yetişmesini desteklemek amacında idik.. Geçmişte hukukumuz olan, kimisi öğrencimiz, kimisi asistanımız olmuş meslektaşlarımız bile şaşılası bir “kenetlenme” içinde idiler. Yanıt bile vermiyorlardı! Çelik oligarşiille de bizden olacak” kararındaydı. “Nuh” deniyor ama “peygamber” denmiyordu.

Yazında (literatürde) bu olgunun adı (haydi körü körüne direnç demeyelim..), İDEOLOJİK KÖRLÜK!

Hacettepe Tıp’tan bir sınıf arkadaşımız, bize acımış (!) olmalı ya da vicdanının isyanını bastıramamış olmalı ki, telefonla aradı ve sağolsun kimi övgü sözlerinin ardından,

  • “… ama biz bir parti gibiyiz.. sen bizim partiden değilsin, bunu anlamalısın..” dedi.

TTB’nin yakın geçmişe ilişkin bizim çektiğimiz fotoğraflarından biri böyle..

Dün, Mahkeme kararının ardından bize çok sayıda soru geldi. Konunun hukuksal boyutuna ilişkin. Bunları gece yarısına doğru yanıtladık ve tweet + what’s up iletisi olarak bir miktar paylaştık. Buraya pdf olarak alıp, yinelemeyelim :

TTB’ye Kayyım atama kararı 30.11.23

Okunmasını önerir ve dileriz. Mahkeme gerekçeli kararını en geç 15 gün içinde yazacak ve tebliğ edecektir. Tebliği izleyen 1 hafta içinde “tedbir – yürütmeyi durdurma” istemiyle İstinafa (Bölge Adliye Mahkemesine) gidilebilir. Ancak İstinaf’ın bu istemi kabul edeceğini hiç sanmıyoruz. Çünkü, 5 Oda başkanından oluşan atanmış Kayyım Kurulu, 1 ay içinde Merkez Konseyi üyelerinin seçimini yapacak / yaptıracaktır. Aynı delegelerle. Şimdiki Konsey üyelerinin aday olmasında yasal engel yoktur ancak bunun dışında çok engel vardır ve inat edilmemelidir. Düşürülen Konsey, bir, haydi bunu İngilizce yazalım (!) “Proxy Council” belirleyerek 2024 Haziran’ına dek mola alabilir. 1 ay içinde seçilecekler, eksik kalan süreyi tamamlayacaklar. 2024 Haziran’ında neler olur? Öngörmek çok zor.. Dileyelim, çok değerli ve kıdemli meslektaşımız Dr. Balcı‘nın dilediği gibi Türk hekimleri bu kez kendi göbeklerini kendileri keserek, 3 onyıldır gangrenleşmiş bu sorunu çözerler!?

Öğrencisi – asistanı olmaktan onur ve gurur duyduğum kalpaksız kuvvayı milliyecilerden
Prof. Dr. Nusret Fişek‘in 3 Kasım 1990’da ölümünden sonra, TTB yönetimleri ulusalcı çizgiden giderek uzaklaştılar, uzaklaştılar…. buralara savruldular.

TTB üyesi 103 bini aşkın hekim bu hazin tabloya duyarsız kalmayacaktır, kalmamalıdır.

Sevgi, saygı, derin üzüntü ve kaygı ile. 01 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

İNANÇ ve AKIL

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
ADD Bilim Kurulu Başkan V.
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik

İnançlar” konusu oldukça zor (netameli) ve kapsamlı bir konu Felsefede.
Öncelikle insanların duyuşsal alanında kaldığı için, inançlar oldukça öznel (subjektif),
neredeyse kişiye özgü.

İkinci güçlük, bize göre öznel “inanç alanı” nın tartışmaya açık olmayışı ama “kabul, saygı” istemi.
İnsanlar inançları bağlamında çok katı, direngen hatta tepkisel olabiliyorlar.

Oysa bilimsel yöntemle erişilecek değer bilgisi ile kararlar üretmek ve öznel değer yargılarını
geriye çekmek çatışma çözümünde, yarışan değerler sorunsalında vargılarımızı temellendirmek için en sağlıklı yol.

İnsanlara Felsefe, Mantık öğretilmeli. Doğru düşünme ve sorgulama yöntemleri öğretilmeli.
İnsan beyni bir donanıma benzetilebilir. Gereksindiği yazılım ise “bilimsel akılcılık” tır.

Dolayısıyla “inançlar”ı ya da “inanç alanını” belli nitemlerle (sıfatlarla) nitelemeden,
dokunulmaz kılıp tabulaştırmadan önce, yukarıda yazageldiğimiz adımlarla ilerlenmesinde
yarar var.

İnsanları şu ya da bu biçimde oluşturdukları inanç temelli konfor alanından dışarıya davet etmek gerek. “İnançları” dahil sorgulamayı yaşam biçimine dönüştürmek..

Neden? Niçin? Nasıl? Başka seçenek olabilir mi?…

gibi soruların çengellerini beyin kabuğu (korteks) oluklarına çengellemek gerek.

Uygarlığın anahtarı bu sorgulama eylemi.

Eleştirel akıl” yaratıcılığın da dinamosu.
***
Peşin (a priori) “inançlarınıza saygılıyım” söylemi de sözün sahibi için bir başka konfor alanı.

İnançlarınıza saygılıyım, ama..” yaklaşımının her 2 özne için de en doğrusu olduğunu düşünürüm.

Koşullandırma (Empozisyon) yapmadan, insan aklını düşünmeye, sorgulamaya çağırmak da
aydın sorumluluğu kapsamında kanısındayım.

Aklı dürten” sorularla..
İnanç kulübesini yıkmadan ama bir “saray inşa edip” (!) oraya çağırarak..
***
Din afyondur”, söylemine (mottosuna) gelince..

Sözün özü Karl Marx‘a aittir :

  • “Kapitalizm, dini bir afyon gibi kullanıyor.”

Karşıtları ise bu çok güçlü saptamayı püskürtmek için akıl almaz biçimde çarpıtarak,

  • “Marx, dinimize afyon dedi..”

savunusuna geçtiler. Oysa Karl Marx çok yalın bir gerçekliği vurguladı.

İnsanları acımasız kapitalizmin yabanıl (vahşi) ve çok yönlü sömürüsünden kurtaracak adımlar
bu kabulden geçiyor.

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşımı (mücadeleyi) meslek edinmiş insanlarız… değerlendirmesi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün..
***
Biz yaşamımızda “inanma” fiilini hemen hemen hiç kullanmıyoruz.
Şu, şu, şu… verilerle çıkarımım böyle.
Şu, şu, şu… gerekçelerle şöyle düşünüyorum… kiplerini / kalıplarını kullanmayı yeğliyoruz.

Bilim gerekirci (deterministik)..

İnsanları inanç kulübelerine hapseden, olgular hakkında yeter bilimsel bilgiye sahip olmamak
değil mi!

Büyük ATATÜRK‘ün uyardığı üzere, yaşamda en gerçek yol gösterici “akıl ve bilim” ya da
bireşimi (sentezi)bilimsel akılcılık“..

İnsanlığın kurtuluşunun biricik aydınlık yolu bu : “Bilimsel akılcılık

Sevgi ve saygı ile.
01 Aralık 2023, Ankara

INANC-ve-AKIL-Prof.-Dr.-Ahmet-Saltik-ADD-Bilim-Kurulu-Baskan-V.pdf  (ADD web sitesi)

TTB’den 2024 Sağlık Bütçesi Değerlendirmesi

TTB’den 2024 Sağlık Bütçesi Değerlendirmesi :
Sağlığın Geliştirilmesi ve Korunmasını Daha da Unutmuş Bir Bakanlığın Bütçesi

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İstanbul Tabip Odası, Sağlık Bakanlığı 2024 Yılı Bütçe Teklifi üzerine değerlendirmesini 18 Kasım 2023 günü İstanbul Tabip Odası Kadıköy Bürosuda düzenlenen basın toplantısı ile paylaştı.

Toplantının açış konuşmasını yapan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ertuğrul Oruç, mali kaynağın sağlık alanının temel unsurlarından biri olduğuna dikkat çekti ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin sağlığa dair ne yapılacağından ziyade ne yapılmayacağının göstergesi olduğunu söyledi.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı, yurtdışına giden hekimleri paragöz olmakla itham eden ve hekimlerin meslek onuruna saldırmaktan çekinmeyen Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’ya tepki gösterdi. Sağlık Bakanlığı’nın pandemi döneminde verileri gizlediğini, iyi hal belgesi taleplerine ilişkin verileri çarpıttığını, deprem bölgesinde halen devam eden sorunları görmezden geldiğini hatırlatan Korur Fincancı sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bütçe sadece rakamlar değildir; insan yaşamının onurlu bir şekilde sürdürülmesi, sağlığa erişilmesi demektir. Fakat yine tedavi edici hekimliğe yönelik bir bütçe ile karşı karşıyayız. ‘Şifa’, ‘tedavi’ diyor bakan bütçe teklifinde; yani aslında ‘Korumayacağız’ diyor. Aynı zamanda denetimsiz bir bütçe ile karşı karşıyayız. Bütçe emek-meslek örgütlerinin denetiminden uzak tutuluyor, denetim yapmak isteyen emek-meslek örgütleri suçlulaştırılıyor.”

Korur Fincancı son olarak Dr. Onur Hamzaoğlu başta olmak üzere, bütçe değerlendirmesinde emeği geçenlere teşekkür etti. Basın toplantısı, soru-yanıt ve katkıların ardından sona erdi.

TTB Merkez Konseyi II. Başkanı Dr. Ali İhsan Ökten tarafından okunan açıklama şöyle:

Bütçe 2024’te Sağlık          :
Sağlığın Geliştirilmesi ve Korunmasını Daha da Unutmuş Bir Bakanlığın Bütçesi

2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Yasa Tasarısı Cumhurbaşkanlığı tarafından, 17 Ekim 2023 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunuldu.

Sunulan Kesin Hesap Yasa Tasarısı’ndaki bilgilere göre; 2022 yılında merkezi yönetim bütçesi yılsonu ödeneğinin gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) içindeki payı %20,1 düzeyindedir. Bu durum, kamu harcamalarının büyük bölümünün genel bütçe kapsamına dahil edilmeden gerçekleştirildiğini göstermektedir. Aynı zamanda, kamu harcamalarının yalnızca küçük bir bölümünün yasama organı olarak TBMM denetimine sunulduğunu, büyük bölümünün ise yasama organının denetiminin dışında tutulduğunun da göstergesidir. AKP hükümetlerinden önce hazırlanmış son merkezi yönetim bütçesi olan 2002 yılının Merkezi Yönetim Kesin Hesap Yasası’ndaki bilgilere göre; yılsonu ödeneğinin GSYH içindeki payı %33,3 iken, bu payın AKP’li yıllarda düzenli olarak azaltıldığına ve TBMM’nin kamu harcamalarındaki denetiminin düzenli bir biçimde sınırlandırıldığına tanık olmaktayız. Yaklaşık 20 yıllık süre içindeki azalma 13,2 puandır. Başka bir ifadeyle, AKP hükümetleri döneminde TBMM tarafından önceden denetlenebilen kamu harcamalarının payı %37 oranında azaltılmıştır. Özetle, sistemli bir biçimde yasama organının denetimini azaltmaya çalışan bir tutum ve bu tutumun sahibi bir hükümet ile karşı karşıyayız. Merkezi yönetim bütçesi toplamı, GSYH’nin %50’sinden daha az olmamalıdır.

Cumhurbaşkanlığı tarafından, merkezi yönetim bütçesi toplamı 2024 yılı için 11 trilyon 89 milyar 37 milyon 425 bin TL olarak teklif edilmektedir. Teklif edilen toplam miktarın yalnızca %6,6’sı (732 milyar 562 milyon 378 bin TL) Sağlık Bakanlığı için ayrılmaktadır. Oysa, 91 milyar 824 milyon 805 bin TL’si Diyanet İşleri Başkanlığı için ayrılmıştır. Tarihsel olarak halklar ve inançlar mozaiği olan Türkiye’de pek çok inanç grubu mensubu yaşarken ve Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri sıralanırken “… laik ve sosyal bir hukuk devletidir amir hükmüne karşın, bu gruplardan yalnızca bir tanesine yönelik hizmet sunulmasının ve desteklenmesinin yanında, söz konusu kurumun bütçesinin büyüklüğü de dikkat çekmektedir. Bütçeden Diyanet İşleri Başkanlığı için ayrılan pay, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinden 2,4 kat, Göç İdaresi Başkanlığı bütçesinden 4,2 kat, Gençlik ve Spor Bakanlığı bütçesinin yarısından, Sağlık Bakanlığı bütçesinin ise sekizde birinden daha fazladır. Bütçe kaynakları öncelikle devletin laik ve sosyal nitelikleri için ayrılmalı ve kullanılmalıdır.

Cumhurbaşkanlığı tarafından teklif edilen 2024 yılı net bütçe geliri ile bütçenin (AS: bütçe giderlerinin) yalnızca %75’i karşılanabilecektir. Bütçe henüz teklif aşamasında 2 trilyon 736 milyar 7 milyon 876 bin TL eksikle TBMM’nin onayına sunulmuştur. Planlanan bütçe harcamalarından gelir olarak karşılığı gösterilmemiş olan çeyreklik bölümünün de nasıl sağlanacağı yine TBMM denetiminin dışında tutulmak istenmektedir. Teklifte, eksik bölüm dışındaki toplam bütçe gelirinin yaklaşık %90’ının vergi gelirleri ile sağlanacağı belirtilmektedir. Vergi gelirlerinin de yalnızca %31’inin gelir ve kazanç ile mülkiyet üzerinden alınacak vergilerle, %69’unun ise katma değer, özel tüketim, damga vergileriyle harçlar gibi dolaylı vergilerle sağlanması planlanmaktadır. Oysa, bütçe gelirleri öncelikle kârdan, ranttan ve faizden alınacak vergilerle sağlanmalıdır. Gıda, ilaç, kitap, sağlık, eğitim ve hanehalkları tarafından kullanılan su, elektrik, doğalgaz başta olmak üzere, benzer mal ve hizmet alımlarında dolaylı vergiler kaldırılmalıdır.

  • Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmalıdır.
  • Vergi gelirlerinin en az %70’i doğrudan vergilerle sağlanmalıdır.

Teklif edilen 2024 yılı bütçesinin vergi gelirleri arasında yer alan gelir ve kazanç üzerinden alınan vergilerin iki bileşeninden birisi olan kurumlar vergisinin payı yalnızca %52’dir. Genel olarak şirketlerin net kârı üzerinden alınması talep edilen vergiler olarak tanımlanabilecek kurumlar vergisinin şirketlerin net kârı üzerinden alınan oranı 1999 yılı için %46 iken, AKP hükümetleri döneminde %20’lere kadar düşürülmüştür. Derinleşen ekonomik krize karşın, 2024 yılı için ise %25 olarak belirlenmiştir. Yanı sıra, finans kuruluşları ve bankalar için ise %30 olarak uygulanacaktır. Bu uygulama toplumsal eşitsizliklerin önemli ara nedenlerinden bir tanesidir. Kurumlar vergisi oranı %60’ın altında olmamalıdır. Vergi gelirleri, esas olarak maaşlı, ücretli ve düşük gelirlilerden değil kurumlar vergisi üzerinden alınan vergilerden sağlanmalıdır. Kurumlar vergisinin gelir ve kazanç üzerinden alınan vergiler içindeki payı en az %70 olacak şekilde düzenlenmelidir.

Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, 9 Kasım 2023 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı 2024 yılı bütçe sunumunu kuşe kağıda ofset baskı ve bol resimli bir kitap olarak da paylaştı. Çok az sayısal veriye, kaynağı net olmayan bolca yoruma dayalı sunum kitapçığının Birlikte başardık imzalı ilk sayfasında Dr. Koca yönetimindeki Bakanlığın sağlık sisteminin içeriği ve hedefine yönelik saptamalarına da yer verilmiştir. Bunlardan birisinde “… sağlık sistemimiz şifa demektir” ifadesiyle bakan, sağlık hizmetinden anladığının ve planladıklarının “hastalıktan kurtulma, iyileşme” ile sınırlı olduğunu, Arapça bir isim (AS: sözcük) olan “şifa” ile ortaya koymaktadır. Söz konusu hedefin verisini Bakanlık bütçesinin programlar itibariyle dağılımını ayrıntılı olarak incelediğimizde bizler de bulabilmekteyiz. Bakanlığın bütçe teklifi incelendiğinde, 2024 yılı bütçesinin %71’inin “tedavi edici sağlık” hizmetleri için ayrıldığı görülmektedir. Her dönem olduğu gibi, bu dönemde de öncelik ve temel işlev maalesef yine “tedavi”, Bakan’ın ifadesiyle “şifa” olacaktır. Oysa, bilimsel bilgiler ışığında yapılacak planlamada önceliğin “koruyucu sağlık” hizmetlerine verilmesi ve hem toplumun sağlığının geliştirilmesi hem de korunmasının öncelikli olması gerekmektedir. Beraberinde kişiye ve çevreye yönelik sağlık hizmetleri birbirinden kopartılmadan hem çalışma (fabrika, işyeri, okul, hastane, üniversite vb.) hem de yaşam (mahalle, köy vb.) alanlarında Sağlık Bakanlığı tarafından kamusal olarak sunulmalıdır.

Kitapta çok az başlıkta yer alan sayısal veriler ise birer tablo olarak değil, genellikle sayıların olmadığı grafiklerle sunulmuştur. Bununla birlikte, grafiklerin neredeyse tamamında zamana yönelik gösterimde tercih edilen standart olmayan ölçek kullanımı, incelenen konunun zaman içindeki değişimini doğru algılamayı engelleyecek biçimde düzenlenmiştir. Böylesi bir tutum objektif değerlendirmeyi engelleyen ve değerlendirmeyi sunum yapanın istediği biçimde yönlendirmeyi hedefleyen bilim dışı bir tutumdur. Bakan Dr. Koca’nın verilerin kamuoyu ile paylaşılması konusundaki dikkatlerden kaçmayan tutarsızlıklarına COVID-19 pandemisi döneminde, özellikle 2020 yılındaki paylaşımlarında sıklıkla tanık olduk. Bakanın kendine özel Twitter hesabından her gün paylaştığı sayılarla sonrasında aylık değerlendirmeler için yaptığı basın açıklamasında paylaştığı veriler çoğu zaman çelişkilerle doluydu. Sağlık Bakanı Dr. Koca’nın kendisine yakıştırdığı bu tutum, bir kurum olarak Sağlık Bakanlığı için kabul edilebilir değildir. Bütçe sunumunda bina ve teknolojik yatırımlar ile sağlık emekçilerinin bölgesel ve bakanlık kurumları arasındaki planlanma gerekçesinin-niyetinin net bir biçimde anlaşılabilmesi için bebek ölüm hızı, beş yaş altı ölüm hızı, bağışıklama hizmetleri gibi toplumsal sağlık düzeyi ve sağlık hizmet sunumu ile ilgili verilerin her yılın sonundan en geç iki ay içinde kurumlar, iller ve bölgeler bazında (temelinde) paylaşılmasını sağlayacak düzenlemeler daha fazla gecikilmeden gerçekleştirilmelidir.

Sağlık Bakanlığı 2024 yılı bütçesinden çalışan giderleri ve sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi gideri ödemeleri çıkartıldığında, bir yıl boyunca kişi başına yalnızca yaklaşık 3 bin 248 TL ya da 115 ABD doları düşmektedir. Hesaplamaya hizmet kapsamına alınmış göçmen ve mülteciler de dahil edilse, söz konusu kişi başına sağlık hizmeti için ayrılan miktarın daha da düşük olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Programlar itibarıyla, Sağlık Bakanlığı 2024 yılı bütçesinin yalnızca %28’i (202 milyar 463 milyon 783 bin TL) koruyucu sağlık hizmetleri için ayrılmıştır. Bu durum, bakanın bir yılı aşkın bir süredir aşılama programına alacağını haber vermiş olmasına karşın, rahim ağzı kanseri için koruyucu olan, HPV aşısının programa hâlâ dahil edilmemiş olmasının bir tercih nedeni olduğunun göstergesidir. Yanı sıra, 2023 yılı boyunca kızamık ve verem başta olmak üzere, pek çok aşının zamanında tedarikinin yapılmaması nedeniyle aile sağlığı merkezlerinde aşılama hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde önemli aksamalar yaşanmıştır. Bu durum, ebeveynleri (anababaları) tarafından aşı olmaya getirilen bebek ve çocukların aşıları yapılamadan gerisin geriye gönderilmek zorunda kalınmasının da nedeni bakanlığın koruyucu sağlık hizmetlerine gereken önemi vermemesinin hatta ihmalinin bir sonucu olarak yaşandığının açık belgesidir.

Sağlık Bakanlığı 2024 yılı bütçesinden çalışan giderleri ve sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi gideri ödemeleri çıkartıldığında, koruyucu sağlık hizmetleri için kişi başına yalnızca yaklaşık 1243 TL düşmektedir. Mevsimlik grip aşısının 6 ay üzerindeki bebekler dahil olmak üzere, herkese yapılması önerilmesine karşın, SGK yalnızca 65 yaş üstü ile kronik hastalığı olanların aşı giderlerini karşılamaktadır. Tüm uyarılara rağmen bakanlık, bu aşıyı programına alıp parasız yapılmasını sağlamamaktadır. Eczanelerde yaklaşık 450 TL karşılığı satışa sunulan grip aşısı için toplumun büyük çoğunluğu her yıl cepten sağlık harcaması yaparak almak zorunda bırakılmaktadır. Bakanlığın koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında kişi başına ayırdığı miktar ise üç grip aşısı bedeli bile değildir. Bakan, söz konusu konuşmasında ve kitapta yer alan “Halk sağlığını önemsiyor, gereksiz antibiyotik kullanımını önleme gayretlerimizi sürdürüyoruz” açıklaması ile ülkede yaşanmakta olan binlerce halk sağlığı sorununu görmezden gelip, klinik uygulama sürecinde yaşanmakta olan sorunlardan birinin engellenmesi çalışmaları üzerinden açıklamaktadır. Oysa, koruyucu sağlık hizmetlerinde öncelik, insanların yaşadığı ve çalıştığı yerlerde karşılaştıkları sağlığı bozan etkenlere yönelik mücadeledir. Bu etkenlerin ortaya çıkmasının engellenmesi, ortaya çıkmış olanların bertaraf edilmesi (giderilmesi) ile bu etkenlerin kişilere ulaşmasının engellenmesi öncelik sıralamasıdır.

  • Sağlık Bakanlığı, koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan bütçe payını artırmalı, tüm aşılar gereksinimi olanlara yaş ve hastalık ayrımı yapılmaksızın parasız olarak uygulanmalıdır.

Sağlık Bakanlığı, 2024 yılında tedavi edici sağlık programı için ayrılan paranın %11’den fazlasını (57 milyar 554 milyon TL) şehir hastanelerinin kira bedeli olarak harcayacaktır. Hizmet satın alma ile bu miktar 83 milyar 697 milyon 118 bin TL’ye (%16,15) ulaşmaktadır. Yalnızca bir avuç patronun çıkarını düşünen böylesi bir harcama kalemi kabul edilemez. Sağlık hizmetleri kamusal olarak üretilmeli ve sunulmalıdır. Şehir hastaneleri Sağlık Bakanlığı bünyesinde devlet-kamu hastanelerine dönüştürülmeli, bütün hizmetler kamusal olarak üretilmeli ve sunulmalıdır.

Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, 9 Kasım 2023 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı 2024 yılı bütçe sunumu ve kitabında yer alan “Sağlık Diplomasisi” ana başlığında “Türk Sağlık Sistemi İhtiyacı Olanın Yanında” bölümünde, Sağlık Bakanlığı’nın sekiz ülkede toplam 996 yatak kapasiteli sekiz hastane kurduğunu, “İnsani Yardım Hastaneleri Bölge Halkının Yaralarını Sarıyor” bölümünde de tümü Suriye Arap Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan sekiz yerleşim alanında toplam 1091 yatak kapasiteli sekiz hastane kurduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte, özellikle ikinci gruptaki hastanelerin uluslararası hukuk alanındaki yeri ve statüsü ile her iki gruptaki hastanelerde hizmetin kimler eliyle ve nasıl sunulduğu, finanse edildiği ile ilgili herhangi bir bilgiye yer verilmemiştir. Hekimlerin ve sağlık emekçilerinin birinci gruptaki hastaneler için yurtdışı görevlendirme ile gönderilmelerine karşın, ikinci gruptaki hastaneler için zorunlu geçici görevlendirilmeler yapıldığı bazı hekimlerin TTB Merkez Konseyi’ne verdikleri dilekçelerinde dile getirilmiştir. Söz konusu durumun uluslararası hukuka uygunsuzluğu bir yana, “savaş-çatışma koşullarında sağlık hizmetleri” konusunda herhangi bir bilgi ve deneyime sahip olmayan meslektaşlarımıza yönelik bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir.

Bakan Koca, sunumunda ve sunum kitabında “Sağlık Turizmi Gelirimizi Artırıyoruz” başlığında sağlık turizmi istatistiklerini sunarken, yurtdışından gelen her bir hasta başına elde ettikleri gelirin azalmakta olduğunun dahi farkında değil ya da fark edilebileceğini düşünmeden paylaşmış. Şöyle ki : 2021 yılında her bir hasta başına ortalama 2575 ABD doları gelir elde edildiği görünürken, bu gelirin 2022’de 1684 ABD dolarına, 2023 yılının eylül ayına kadar da 1663 ABD dolarına kadar azaldığı yapılan hesaplamalarla ortaya konabilmektedir. Bir ülkenin sağlık turizmi kapsamında özel ve kamu sağlık sigorta şirketleri ile kişiler tarafından tercih edilebilmesi için öncelikli özelliğinin “ucuz” ve “hızlı-sıra beklemeksizin ulaşılabilir” olması olduğu bilimsel araştırma sonuçları ile ortaya konmuştur. Bakanlık, bu hastalara sıra bekletmemeyi kendi yurttaşlarının önceliğini ortadan kaldırarak, ucuz olmasını da hekim ve sağlık emekçilerine yapılan ödemeleri olabildiğince düşük tutarak-sömürü oranını artırarak sağlayabilmektedir. Son birkaç yıldır somut olarak da ortaya çıktığı gibi, sağlık turizmi ve bu alanın zaman içinde genişlemesi hem yurttaşlarımızın sağlık hizmetine ulaşmasını zorlaştırmakta (muayene, tetkik ve tıbbi-cerrahi müdahaleler için haftalarca randevu alamamakta, aldıklarında da aylarca sonrasına randevu alabilmektedir) hem de hekim ve sağlık çalışanlarının resmi mesai saatleri sonrasında ve tatil günlerinde de herhangi ek ödeme vb. yapılmadan uzun süreli çalıştırılmalarına neden olmaktadır. Yurttaşlarımızın ve sağlık emekçilerinin daha fazla mağdur edilmemeleri için bu uygulamalar sonlandırılmalıdır.

Hekimler ve sağlık emekçileri de Türkiye’de emek gücünü satarak yaşamak zorunda olanların tümü gibi AKP hükümetleri döneminde daha da yoksullaşmış ve kıt kanaat geçinebilir hale getirilmiştir. Bütçe teklifinde hekimlerin maaş ve emekli aylığına etki edecek 7200 ek gösterge uygulanması ve özel hizmet tazminat oranlarının yükseltilmesiyle maaşlarda en az %150-200 oranında artış yapmaya olanak verecek düzenlemeler yapılmalıdır. Aylık gelirde performans ücretinin payı %10-15’i geçmemelidir. Hekimlerin emekli oldukları sosyal güvenlik kurumundan doğan ve uçurum haline dönüşmüş emekli maaşı farklılıklarına neden olan sorunlar daha fazla geciktirilmeden çözüme kavuşturulmalı, düşük olanlar muadili en yüksek olan maaşla eşitlendirilmelidir.

Küresel düzeyde neoliberal sağlık politikalarının Türkiye’deki metni ve uygulaması olan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetlerinin üretim ve sunumunda, sanayideki Fordist üretim modelinin nerdeyse aynısı, özellikle tedavi edici sağlık hizmetlerinin sunulmakta olduğu kurumlarda bir süredir olağan hale getirildi. Böylece, kamucu sağlık hizmeti üretim ve sunumunun hâkim olduğu yıllarda “hastalık yok, hasta var” tutumunun yerini “hasta yok, hastalık var” aldı. Bu uygulama ile artık, hastanın ilk muayenesini yapıp tetkiklerini isteyenle, tetkik sonuçlarını değerlendirerek tanısını koyup, reçetesini yazanla ve hasta ilaçlarını bir süre kullandıktan sonra kontrolünü yapan hekimin aynı kişi olması gerekmiyor. Hasta ya da hekim istese, ısrarla çaba gösterse bile bunu sağlayamıyor. Hekim ve hasta arasındaki nitelik olarak oldukça özgün ve özel olması gereken bir ilişkide her ikisi de birbirine yabancılaşıyor ve her ikisi de sağlık hizmetlerinin nesnesine dönüşüyor. Ve ne oluyorsa bundan sonra oluyor. Özellikle 2010’lu yıllardan itibaren (başlayarak) salgın gibi yayılan ve önü alınamayan “sağlıkta şiddet” her gün daha da yaygınlaşıyor ve sıklaşıyor. Bu durum, sağlık emekçileri için çalıştıkları her bir gün daha da artan tedirginlik, kaygı, korku, psikolojik travma, fiziksel yaralanma hatta ölüm getiriyor. Türkiye’de çalışma ortamının kendisi sorun üretiyor. Sağlık hizmeti alanlar için de hekimler ve sağlık emekçileri için de çalışma ortamı uzun bir zamandır uygun değil. Çalışma ortamında insana, çalışana yakışır koşulların yaratılmasına yönelik köklü değişiklikler gerçekleştirilene kadar bir nebze olsun sağlıkta şiddetin azaltılabilmesi için TTB tarafından hazırlanıp yetkili ve sorumlu kamusal birimlere ulaştırılmış olan “Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarı Taslağı” herhangi bir maddesinde bile değişiklik yapılmadan yasalaştırılmalıdır. Eş zamanlı olarak sağlık sisteminin insan-toplum odaklı bir hedefle kamucu bir sisteme dönüştürülebilmesi için konunun bütün taraflarıyla, daha fazla zaman kaybetmeden masaya oturulmalıdır. Söz konusu yapılanma sağlanmadan ne sağlıkta şiddetin ne de sağlık emek göçünün azaltılamayacağı, sonlandırılamayacağı bilimsel bilgiye dayalı bir gerçekliktir.

Sağlık Bakanlığı bütçesine ayrılan pay genel bütçenin %15’inden daha düşük olmamalıdır. Söz konusu pay, Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hizmetlerinin kamusal olarak üretildiği ve sunulduğu bir sistemde, ülkede yaşayan herkesin prim dahil herhangi bir ödeme yapmaksızın sağlık hizmeti gereksinimlerinin kamusal olarak karşılanmasını sağlaması hedefiyle uyumlu olmalıdır.

Bir defa (kez) daha paylaşalım; maalesef Bakan’ın sunumunda da ifade ettiği gibi Sağlık Bakanlığı bütçesinin hedefi şirketlere, yandaşlara kaynak aktarmak olmamalıdır. Bir bütün olarak sağlığının korunduğu, geliştirildiği topluma, toplumsal yaşantıya ulaşmak olmalıdır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Türkiye’nin Efsane İsimleri 5: Bozkurt Güvenç

R. Bülend KIRMACI

R. BÜLEND KIRMACI

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Değerli okurlarımız, 

Bu günkü makalemle bir yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunuyorum. “Türkiye’nin Efsane İsimleri” adını verdiğim bu yazı dizisinde, her biri alanında bence son derecede etkili imzalar atmış değerlerimizin yaşam öyküleri ve kariyerlerinden birer kesiti kendimce sizlerle paylaşmaya çalıştım.

Bunu yaparken iki ölçütü temel aldım. Birincisi, bu isimler değişik alanlarda son derecede yetkin bir kariyere imza atmış olmalıydılar; ikinci ölçütüm de bu parlak mesleksel verimlerine karşılık günümüz medya veya kitle iletişim araçları tarafından öykülerinin pek de “popüler” olarak işlenmemiş olmasıydı. (15.11.2023)

Özellikle “gençler” için yazdım…

Bu bağlamda yazı dizisine konu ettiğim her bir değerimizin hem görünürlüğüne hem de özellikle gençler tarafından bilinirliğine bir katkı yapmış oldum sanırım. Şimdiye dek işlediğimiz 4 bölümün kahramanları, Allah ömürler versin yaşamdadırlar. Maalesef bu beşinci bölüm için aynı şeyi söyleyemiyorum, ancak bir vefa duygusuyla 5 bölümde yer alan tüm “konukların” saygıyı fazlasıyla hak ettiklerine ve topluma karşı olan borçlarını ziyadesiyle ödediklerine inanıyorum.

Her bölümde Bir Efsane… Bu gün Bozkurt Güvenç..

Yazı dizisinin

  • 1. bölümünde Bahriyenin efsane ismi “Büyük Amiral” Işık Biren,
  • 2. bölümünde değerli filozof, düşünür, felsefe öğretmeni Prof. İoanna Kuçuradi,
  • 3. bölümünde sporun ve futbolun efsane başkanlarından Mustafa Kemal Ulusu,
  • 4. bölümünde Halk Sağlığı ve Sağlık Hukuku Uzmanı-Mülkiyeli, akademisyen
    Prof. Dr. Ahmet Saltık yer aldı.

Askerlik, Felsefe, Spor, Tıp ve Sosyoloji…

Görüldüğü gibi askerlik/denizcilik, felsefe/akademi, spor/futbol, tıp/sağlık hizmetleri alanlarında dört ayrı konuğumuz oldu.

Bu günkü son bölümün konuğu ise yine bir akademisyen:
Merhum Prof. Dr. Bozkurt Güvenç.

Yaşamını ve ömür emeğini toplumbilim ve antropoloji alanında eserler vermeye adamış gerçek bir düşünce insanı, bilge bir kimlik. Dr. Güvenç’in yazılarının ve kitaplarının özellikle gençler tarafından daha çok okunması, başka çalışmalarda çok daha fazla kaynak oluşturmasını dilerim.

Samsun’da başlayan dolu dolu bir yaşam yolculuğu..

Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, 16 Temmuz 1926’da Samsun’da doğmuş ve ne yazık ki 10 Aralık 2018’de aramızdan ayrılmıştır. Dr. Güvenç, iyi bir mimarlık eğitimin yanı sıra bürokrat olarak hizmet etmiş ve elbette asıl ününü toplumbilimleri ve özellikle aynı adı taşıyan (tam iki kez okuduğum referans kitaplarımdan) “Türk Kimliği” üzerinde yapmış değerli bir akademisyendir.

Sosyolojinin, antropolojinin, toplum psikolojisinin ve arkeolojinin öneminin daha da artacağı bir çağa giriyoruz. Bu alanlarda tekil olarak çok ama çok değerli akademilerimiz ve akademisyenlerimiz var. Ama bundan öte bunların ortak alanlarına da yoğunlaşmak, yapılandırmak gerekiyor. Gerçekten geçenlerde bu düşüncemi sosyal medyada paylaşmış, özellikle Türk devletlerinin bir ortak Türk Antropoloji ve Arkeoloji Akademisi (Türk AAA) oluşturması gereği üzerinde durmuştum. Bozkurt Güvenç gibi değerler yaşamda olsalardı, eminim bu gibi girişimleri destekler ve katkı verirlerdi.

Hacettepe Üniversitesi’nde “İnsanbilim” bölümü kurucusu..

Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, İstanbul’da Kabataş Lisesinde yatılı okudu. Üniversite eğitimine İstanbul’da İTÜ’de başladı. Bu üniversiteye bir yıl devam ettikten sonra devlet bursuyla Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek mimarlık öğrenimini ABD’de tamamladı (1950). Türkiye’ye geri döndükten sonra bir süre TCDD’de çalıştı. 1952’de evlendi. Felsefe ve yabancılaşma sorunlarıyla ilgilendi. Naçizane benim gibi Erich Fromm da özel ilgi alanı içindeydi. Dr. Güvenç, Hacettepe Üniversitesinde de “İnsanbilim Bölümü” nü kurdu. 1969’da doçent, 1977’de profesör unvanlarını aldıktan sonra 1993’te emekli oldu.

Dr. Güvenç’in yayımlanmış araştırmaları; İnsan, Kültür, Eğitim ve Değişim sorunlarına odaklanmaktadır. Ayrıca 1974’te Başbakanlık Kültür Müsteşarı olarak atandı.

Bozkurt Güvenç ve yayımlanmış kitapları

Türk Kimliği

Yazarın; Türk kültür tarihini, Orta Asya bozkırlarından bugünkü Türkiye topraklarına dek yolculuğuyla birlikte sistematik bir biçimde sosyolojik, teolojik ve siyasal açıdan ele aldığı araştırmalarının bir ürünüdür. Kitap 1992 yılında basılmıştır.

Türkiye Demografyası (HÜ 1971)

Sosyal Kültürel Değişme (HÜ)

İnsan ve Kültür (Remzi 1982, Boyut 2016)

Kültür Sorunu (Remzi 1985)

Japon Kültürü (Boyut 2008)

Mantık ve Metod (AÜ 1992)

Üniversiteye Geçiş (ÖSYM 1992)

Evet özellikle genç kuşaklar ve akademisyenler Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in eserleri (yapıtları) ve düşünüşünü çok iyi analiz etmeli, O’nun çalışmalarının toplumda daha da yer almasına katkıda bulunmalı ve yapıtlarından yararlanarak birçok akademik tez yazılmalıdır.

Dr. Güvenç’le yıllar önce Ankara’da ayaküstü karşılaşmamızda “Türk Kimliği” adlı yapıtı üzerinde görüş alışverişinde bulunmuş ve kendisinin aynı zamanda son derece insancıl bir aydın olduğu izlenimimi pekiştirmiştim. Saygıyla, rahmetle yâd ediyorum (anıyorum).
==============================
Dostlar,

Sayın R. Bülend Kırmacı ile dostluğumuz 2 on yılı bulmuştur.
Kendilerini tanımaktan ve dostları olmaktan kıvançlıyız.
İnsan yaşamında bizce en önemli değer – erdemlerden biri de Vefa ve Değerbilirliktir.
Sn. Kırmacı bu 2 değeri fazlasıyla içselleştirmiş durumda.
Dolayısıyla dışa vurma gereksinimi var ve aydın sorumluluğu ile de birleştirince böylesi zor bir işe girişti, üstesinden de geldi.

Türk kamuoyuna tanıtmak için seçtiği “5 insan” arasında bize de yer vermesi ile çok onurlandık, şükran doluyuz.

Öte yandan, kamuoyuna kısaca yapıp ettikleri, ürünleri, “Aydınlanma kavgaları” ile tanıtmaya çalıştığı 5 insandan bu gün anılan merhum Prof. Güvenç dışında öbürleri yaşamda. Dolayısıyla insanları yaşamda iken ödüllendirmek de çok değerli.

Merhum Prof. Güvenç, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Bölümünde uzmanlık eğitimi almakta olduğumuz yıllarda biz asistanlara, birkaç saatliğine Tıbbi Antropoloji derslerine gelmişti (sanırım 1979 başları). Yeni Profesör olmuştu. Yurt dışında gelişkin Tıp Fakültelerinde “Tıpta İnsanbilimleri” (Medical Humanities) bölümleri vardır. Burada Tıbbi Sosyoloji, Tıbbi Antropoloji, Tıp Felsefesi ve Etiği… gibi dallar vardır ve hekimler ile anılan alanların profesyonelleri disiplinlerarası araştırmalar yürütür, eğitim verirler. Öteden beri ilgimizi çekmiştir.

Tıpta “Halk Sağlığı” öğretim üyesi olarak atandığımız 1988’den bu yana, Tıbbi Sosyoloji -Tıp Sosyolojisi, Tıbbi Antropoloji – Tıp Antropolojisi derslerini vermekteyiz.

Prof. Güvenç, biz Toplum Hekimliği asistanı hekimlere Tıbbi Antropoloji – Tıp Antropolojisi için birkaç saatliğine geldiğinde, ününü ve birkaç kitabını biliyorduk ve okumuştuk. Cumhuriyet gazetesi 2. sayfa yazılarını da hep öğrenerek okuduk. Derste kısa yaşam öyküsünü bizlerle paylaştı. Mimardı ama bu alana kaymıştı. Biz sorduk nedenini, açıkladı :

ABD’deki mimarlık eğitimi sırasında çok farklı kültürlerden gelen insanlar, öğrencilerle karşılaşmıştı. Onlarla tanışmış ve kültürleri ile yüzleşmişti. İnsanlar nasıl oluyor da böylesine kökten farklı kültürel kalıplar ve yaşamlar üretebiliyordu? Oysa hepsinin ortak yanı “insan” olmalarıydı.

Bu soru ve merak O’nu sürüklemiş ve Mimarlık – Matematik ağırlıklı bir temel eğitim alanı üstüne “İnsanbilimleri” inşa etmek zor olmamıştı; mimari becerileri ve engin bilimsel coşkusu işini kolaylaştırdı. Çok değerli kitaplar kazandırdı alanında kültürümüze.

Ben de özlem ve şükran ile anıyorum, bana da bir ölçüde rol modeli olan bu saygın kültür insanını.
***
Sn. Kırmacı hem bizi Türkiye’nin bu 5 saygın insanın arasına koyarak gönendirdi hem de bu anılarımızı tazeledi ve çağrışımlarımızı paylaşmamızı sağladı.

Dileriz O’nu da hak ettiği yerlere taşıyacak biçimde özyaşam öyküsünü (Biyografisini) çok iyi bilen dostları yazsınlar…

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Not : Sn. Kırmacı’nın bizi yazdığı makalesine web sitemizde erişilebilir..
Keza Sn. Kırmacı’nın çok sayıda makalesi de web sitemizde yayınlandı..
Türkiye’nin Efsane İsimleri-4: Prof. Dr. Ahmet Saltık | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM