Kategori arşivi: Hekim Saltık

TÜRKİYE’de TOPLUMSAL GIDA GÜVENLİĞİ, SU ve SULAMA HAVZALARININ ÖNEMİ VE DOĞRU YÖNETİMİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski  Dekanı
Şair – Yazar

Bütün canlıların temel yaşam kaynağı sudur. Bitki, böcek, hayvan… ve insan; yani tüm canlılar, her türlü beslenme girdilerine su sayesinde ulaşır, su aracılığı ile beslenir, büyür, gelişir; yine bedenlerindeki istenmeyen çıktıları su sayesinde dışarı atarlar. Eğer su yoksa canlıların temel beslenme maddeleri yani canlı yaşam da olmaz. İnsan soyu dahil, hiçbir canlı için susuz yaşam yoktur.

Su, tükenmeyen bol bir kaynak değildir, tersine kıttır. Bu nedenle de özenli, bilinçli ve planlı kullanılmayı gerektirir

Suyun varlığının güvenli olarak sürmesi için, kendine özgü biyolojik ve fiziksel yaşam döngüsü içinde yeniden kendini üretebilmesine zarar vermemek, engel çıkarmamak gerekir. Bu nedenle, başta orman varlığı olmak üzere, akarsu havzalarının, derelerin, çayların, ırmakların ve her türlü su kaynaklarının hem özenle korunması, hem kirletilmemesi ve hem de suların israf edilmemesi gereklidir. Ayrıca, sanılanın aksine, Türkiye su zengini (varsılı) değil, su yoksulu bir ülkedir.

Ayrıca, Türkiye’de doğan ve sınır aşan Dicle, Fırat, Aras… gibi nehirlerin de ayrı bir strateji ve politika ile planlanıp doğru yönetilmeleri gerekir.

Geleceğe yönelik olarak, dünyada gözlenen yerküre ısısının (sıcaklığının) artması ve kuraklıĝa yönelen iklim değişiklikleri ve yağışların düzensiz duruma gelmesi hem suyun önemini, hem su ve gıda maddeleri üretimini ve hem de sanayileşme, kentleşme ve nüfus artışının gerektirdiği güvenli, erişilebilir gıda ve su gereksinmesini stratejik bir konuma yükseltmiştir.

Son yıllardaki yanlış ve plansız tarım politikaları ile birlikte, toplam tarım yapılabilir topraklar 27,5 milyon hektardan 24 milyon hektara gerilemiştir. Ayrıca Türkiye’de sulama potansiyeli olan tarım arazisi 8,5 milyon hektar kadardır. Bu arazinin yarısına yakını ancak sulanabilmektedir.

24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleri ve arkasından 12 Eylül 1980 askeri darbesinin siyasal ve baskıcı rüzgarı ile birlikte ortaya çıkan liberal ve küresel iktisat politikalarından sonra, Türkiye’de giderek planlı ekonomik modelden uzaklaşılmıştır. Ayrıca tarım kesimine üvey evlat davranışı başlamıştır. Bu ayrımcı politika artarak sürmektedir. Zaten tarım, özellikle de bitkisel üretim doğanın üvey evladıdır. Tarımsal üretim üstü açık fabrika gibidir. Kuraklık olur, sel basar, dolu vurur, çekirge istilasına, zararlı böceklerinin saldırısına uğrar.. Bu nedenle de tarıma devlet desteği zorunlu duruma gelir. (AS: Tarım Yasası da her yıl ulusal gelirin %1’inin bu alana destek ayrılmasını buyurur..)

Zaten tarımsal üreticilerin serbest piyasadaki rekabet gücü çeşitli nedenlerle çok zayıftır. Ayrıca devletin ya da liberalizm ve küreselleşme rüzgarına kapılan siyasal iktidarların. yeterli desteğini alamadığı için, tarımın karşılaştığı dezavantajlar ikiye katlanır. Bu kötü sonucun cezasını salt tarımsal üreticiler değil, düşük üretim, arz yetersizliği ve yüksek enflasyon nedeniyle tüm tüketiciler ve özellikle de düşük gelirli yoksullar çekerler.

Hem ülkenin gıda güvenliğinin sağlanabilmesi, yani sulanabilir tarımsal gıda üretim havzalarının artırılması ve hem de çoğalan ve büyüyen kentlerin sağlıklı su gereksiniminin karşılanabilmesi için mevcut (eldeki) su kaynakları ve havzalarının bilimsel ve akılcı belirlenmesi, ıslahı (düzeltimi), korunması ve doğru yönetimi acil (ivedi) önlemler gerektirmektedir.

Peki gıda güvenliği nedir?

Gıda güvenliği, ülkedeki her bireyin, her ailenin ve toplumun tümünün her zaman, her yerde ve her koşulda yeterli hijyenik, besleyici ve güvenli gıda ürünlerine erişebilmesi, satın alabilmesi ve tüketebilmesi demektir.

Bunun için, her yıl toplumun gereksinimi olan gıda maddelerinin üretimi, dağıtımı, erişimi ve güvence olarak da belli bir miktarının mutlaka stoklanması gerekir. Ayrıca gıda güvenliğini, istisnasız (ayrıksız) olarak, herkes için bitkisel ve hayvansal gıdalara dengeli ve yeterli erişim olarak anlamak gerekir.

Gıda maddeleri stokların varlığı da bir beslenme güvencesidir; kuraklıklar, doğal afetler, savaşlar, üretimdeki dalgalanmalar ve ekonomik krizler için gıda istikrarı sağlamaya destek olur. Ayrıca bir ülkedeki ücret düzeyinin düşüklüğü, gelir dağılımının aşırı bozukluğu, işsizliğin yaygınlığı, enflasyonun yüksekliği ve sosyal güvenlik sisteminin yetersizliği…  gibi nedenler halkın yeterli ve sağlıklı gıda maddelerine, özellikle göreceli daha pahalı olan hayvansal gıdalara erişimini engeller.

Bir ülkenin su kaynaklarının korunması, sulama havzalarının yeterliliĝi, sulama havzalarındaki sulama suyunun doğru ve etkin kullanımı ile o ülkenin gıda üretim miktarı ve gıda güvenliği arasında doğrudan, birebir ilişki vardır. Sulanan alan ve bilinçli sulama arttıkça üretim de artar. Ama su kaynaklarının doğru planlanması, doğru yönetilmesi ve sürdürülebilir olması gerekir.

Plansız bir ülke, plansız ekonomi, plansız eğitim, plansız sağlık sistemi, plansız kentleşme… ülkeyi veri tabanından yoksun, bilgisiz, rotasız, hedefsiz ve amaçsız bırakır. Bu nedenle, sal tarım kesimi, su ve sulama havzaları için değil; Türkiye’de topyekun (bütüncül) demokratik, yol gösterici bir makro (ulusal) plana ve planlama örgütüne ivedi gerek vardır. Çünkü belli olmayan hedeflerin başarıları da ölçülemez. (AS: DPT’yi AKP=RTE kapattı!)

Sürdürülebilir su yönetimi için, sulama altyapısının iyi, yeterli ve erişilebilir olması, ormanların kesilmemesi, doğanın tahrip edilmemesi, suların zehirli ve zararlı fabrika atıklarıyla kirletilmemesi, büyük ölçüde orman ve doğa tahribatına (yıkımına) neden olan vahşi (yabanıl) madencilikten vazgeçilmesi, ilkel sulamanın azaltılması, hatta yok edilmesi, her ürün ve bitki türüne uygun bilimsel sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması ve özenle su israfından kaçınılması zorunludur.

Yazıyı bitirmeden önce bir önemli konuya daha dikkat çekmek gerekir:

Sanayileşme, suya gereksinimli fabrikaların çoğalması, kentleşme, toplam nüfusun büyümesi, konut sayısındaki hızlı artış, halkın hijyen anlayışında gelişmeler, kentlerde su gereksinimini stratejik duruma getirdi. Tüm bu vb. gelişmeler nedeniyle su havzalarındaki kaynakların kullanımında tarımsal sulama ile kentlerin su gereksinimi arasında bir yarışma ortaya çıkar. Söz konusu olgu, giderek kentlerin zorunlu su gereksinimi lehine gelişerek tarımsal sulamaların gerilemesine  neden olabilir.

Ülkedeki su yönetiminin güvenli ve sürdürülebilir olabilmesi için, kentleri ve kent nüfusunu susuz bırakmayan, ayrıca tarımsal sulama alanlarını da yeterli su miktarı ile buluşturan akılcı bir planlama ve bilimsel yönetim gerekir.

Sonuç olarak               : Bir ülkedeki su kaynaklarının akılcı, bilimsel ve doğru yönetimi, hem halkın tarım kaynaklı temel gıda güvenliği, hem sanayileşme, kentleşme, ekonomik gelişme ve hem de sağlıklı yaşam için doğru, yeterli, temiz ve israfsız su kullanımını olmazsa olmaz duruma getirir. Ayrıca yeterli suyu ve yeterli gıdası olmayan toplumların gelecekleri de güvencesiz olacaktır.

Her konuda olduğu gibi, bilimsel su yönetimi ve gıda güvenliği kosunda da, ülke yönetiminde söz sahibi olan ve olacak iktidarlara büyük sorumluluklar ve görevler düşmektedir. Hiçbir birey, hiçbir aile ve halkımızın tümü ne şimdi ne gelecekte gıdasızlık, açlık eksik beslenme ve susuzluk çekmesin diyerek konuyu noktalayalım.

Bu konuda, bilimsel, ayrıntılı doğru ve yeterli bilgi için kaynak kitap:
(×). Hasan Hüseyin Doğan ve Dursun Yıldız; TÜRKİYE’DE BÖLGE PLANMASI ve SU HAVZASI YÖNETİMİ, Palme Yayınevi, Ankara, 2024; 444 sayfa.

Herkes potansiyel engelli

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 05.12.2024, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Engellilik, doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetileri çeşitli derecelerde yitirme, olağan yaşam gereklerine uyamama durumudur. Bu tanıma göre, herhangi bir engeli olmayan herkes, aynı zamanda potansiyel birer engelli adayıdır. Ülkemizde ayrımcılık ve engellemelerle, her geçen gün başkaları ile eşit temelde toplumda yer almalarına engel olan sorunlarla karşı karşıya bulunan engelliler; eğitim sistemine dâhil olma, toplulukta yaşama, özgürce hareket etme, spor ve kültürel etkinliklere katılma gibi herkesin eşit haklara sahip olması gereken konularla ilgili
ciddi sorunlar yaşamakta.

Engelli hakları, insan hakları genel kuramı gerekleri ışığında uygulamaya geçirilebilir.
Şiddeti dışlama, işkence ve kötü muamele yasakları, herkes için, her zaman ve her yerde geçerli. Eşitlik hakkı, olanaklar elverdikçe engelliler için de, kamusal alanda paylaşımları gerekli kılar.

Bu nedenle sorun, yalnızca özel olarak korunması gerekenlerin (kadınlar, çocuklar, engelliler, yaşlılar…) hakları olarak engellilere özgü hakları tanımak ve onları güvence altına almak değil;
bu soruna öncelikle hak ve özgürlük genel ilkeleri açısından yaklaşmaktır.

OLUMLU YÜKÜMLÜLÜKLER

Devletin, “sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri al”ma anayasal yükümlülüğü (md.61/2), hak ve özgürlükler önündeki engelleri kaldırma genel yükümlülüğü (md.5) ve madde 10’da güvencelenen özürlüler lehine pozitif ayrımcılık yaparak engellilere yönelik önlemlerin alınması, sosyal devlet gereklerince Anayasa bütününün engelli hakları açısından okunması ölçüsünde olanaklıdır.

KAMUSALLIK

Kentsel kamu düzeni ve çevresel kamu düzeni kavramları çifte işlev görür: Bir yandan, engellilerin yaşamını kolaylaştırır; öte yandan, sağlıklı olanların engelli olma riskini azaltır.
Bu ise Anayasa’nın sosyal devlet açısından olduğu denli, ekosistem açısından okunmasını gerekli kılar. Çevresel kamu düzeni ve kentsel kamu düzeni, engelli ve potansiyel engelli ayrımının en kritik eşiğidir.

Acı ama gerçek: Engellilerin bağımsız biçimde sokakta yürüyebilmesi, işe gitmesi, otobüse binmesi için erişilebilirlik düzenlemesini 21 yıl erteleyen ve açıkça Anayasa’ya aykırı olan 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun hükmü, nihayet Anayasa Mahkemesince iptal edildi (2023/115)

Öte yandan; hakkın özü ve ölçülülük gibi genel güvenceler, barınma hakkından seyahat özgürlüğüne dek engelli hakları açısından da yorumlanmalı. Çevresel ve kentsel kamu düzeni gözetilmediği zaman, engellilerin yaşamı karartıldığı gibi, engelli olmayanların da potansiyel engelli olma olasılığı yükselir.

SÖZLEŞMELER

Değinilen anayasal gereklerin uygulanmasında konuyla ilgili uluslararası sözleşmeler de kullanılmalı. Birleşmiş Milletler Engelli Haklarına İlişkin Sözleşmeye göre,

  • Hiç kimse işkence veya zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya maruz kalmamalıdır” (md.15).

Engellilerin hem ev içinde hem de ev dışında sömürüye, şiddete ve istismara karşı korunmasını öngören Sözleşme, bu amaçla kapsamlı yasal, idari ve sosyal tedbirler alınmasını şart koşmakta (md.16), engelli bireylerin beden ve ruh bütünlüğüne öbür bireylerle eşit saygı duyulması hakkını güvencelemekte (md.17).

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi de, zihinsel ya da bedensel engelli çocukların ‘saygınlıklarını güvence altına alan, özgüvenlerini geliştiren ve topluma etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran eksiksiz bir yaşam hakkı’ öngörmekte.

ÖNCELİKLİ VE İVEDİ

Engellilerle ilgili her türlü eğitim, yardım ve öbür etkinlikler kamu eliyle ve kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılmalı; yollar, binalar, toplumsal yaşam alanları engellilerin gereksinimlerine uygun düzenlemeye kavuşturulmalı. Ayrımcılığı aşmak için, kamu hizmeti yoluyla kamusallık bilinci yaratılmalı. Çeşitli sosyal güvenlik kurumlarına bağlı olarak çalışanların ve sosyal güvenceden yoksun olan ailelerin çocuklarının kullandıkları bütün cihazlar devletçe ücretsiz olarak karşılanmalı.

5378 sayılı yasa, Anayasa’nın ekosistem ve engelli hakları gerekleri doğrultusunda okunması yoluyla uluslararası sözleşmeler gereklerince uygun olarak dijitalleşme olanakları ve Covid-19 deneyimleri göz önüne alınarak acilen (ivedilikle) yeniden düzenlenmeli.

Salt 3 Aralık değil, her gün engelliler günü olarak düşünülmeli; herkesin potansiyel engelli olduğu bir an bile unutulmamalı.
=======================
Bizim kısa katkımız                                   :

Türkiye’de “sakat,” “özürlü,” ve “çürük” sözcüklerinin yasal metinlerden çıkarılarak yerlerine “engelli” sözcüğünün konması, 25 Nisan 2013 tarihli ve 6462 sayılı yasa ile gerçekleştirildi.
Bu düzenleme, engelli kişilerin haklarının daha saygılı ve uygun bir dille anlatımı amacıyla yapıldı. 03 Mayıs 2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren bu yasa, engellilere yönelik sosyal ve hukuksal düzenlemeleri güncel uluslararası standartlara uyumlu duruma getirmeyi amaçlıyor. Yalnızca Anayasada birkaç yerde “sakat” sözcüğü kaldı..

6462 sayılı Yasa kapsamında yapılan değişiklikler, Türkiye’de yaklaşık 95 yasa ve yasa gücünde kararnamede yer alan “sakat,” “özürlü,” ve “çürük” sözcüklerinin yerine, “engelli” teriminin kullanılmasını sağlamıştır. Bu kapsamda, bu 3 sözcüğün yasal mevzuat ve metinlerden tümüyle çıkarılması hedeflenmiştir. Bu çalışma, engelli bireylerin haklarının ve toplumsal algılarının güçlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiş, dildeki duyarlığın artırılmasına yönelik bir adım olmuştur.

Bir de, ülkemizde %23’leri bulan akraba evliliği, kalıtsal hastalılara bağlı engelliliklerin oldukça yüksek olmasında temel etken. Toplum genelinde %12’leri aşan engellilik oranı, gelişmiş ülkelere göre çok yüksek ve ulusal ekonomiye yükü de çok ağır.

Genetik danışmanlık, gebelik öncesi ve sırası hizmet alabilme çok önemli.
Önümüzdeki yıllarda genetik danışma – onarım – sağaltım olanakları daha da artacak
ancak çok pahalı..
Türkiye, ne yazık ki, bir bütün olarak yeterince sağlıklı – güvenli yaşam ortamı sağlayamıyor..
Oysa Devletin en başat görevlerinden biri bu.

Saygı ve sevgi ile. 06. 12.24

Dr. Ahmet SALTIK
=========================================
Prof. Kaboğlu’nun son yazıları

Anormal hükümet

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

18 Kasım 2024, Cumhuriyet

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

AKP hükümetinin demokratik kültür bağlamındaki anormallikleri sona ermiyor. CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne hukuka aykırı biçimde kayyum atanmasından sonra, şimdi de Ankara Belediyesi ve İstanbul Belediyesi için konser soruşturmaları başlatıldı!

Amaç, cumhurbaşkanı seçimini kazanmalarına neredeyse kesin gözüyle bakılan olası cumhurbaşkanı adaylarının, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın aday olmalarını önlemek!

Özetle, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan“seçime” sadece kaybedecek (yitirecek) “rakiplerle” girmeye karar vermiş durumda!

Bu aslında, seçim yapmamakla özdeş bir durum. Çünkü serbest ve özgür olmayan bir “seçim”, seçim değildir! Erdoğan ve AKP açısından son derece acıklı olan bu tablo, AKP’nin ve Erdoğan’ın, milletin özgür iradesinden kaçtıkları, millete değer vermedikleri anlamına gelmektedir!
***
Ekrem İmamoğlu, 2019 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerini ilk kez kazandığında, seçimi hukuka aykırı biçimde iptal ettiler.

Tekrar edilen (yinelenen) seçimi AKP yine kaybedince (yitirince), İstanbul Belediyesi’ne müfettiş ordusu yolladılar.

Bu operasyondan da bir sonuç alamayınca, İstanbul Belediyesi’nde PKK’li teröristlerin işe alındığını iddia ettiler.

Bunun da uydurma olduğu ortaya çıkınca, dünyada örneği bulunmayan bir “ahmak davası” icat ettiler; Ekrem İmamoğlu, kendisine “ahmak” diyerek hakaret eden eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya aynı ifadeyle yanıt verince, kendisi hakkında hapis cezası ve siyaset yasağı talebiyle (istemiyle) sahte bir dava süreci yürüttüler.

Bu da yetmedi, son olarak Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i tutukladılar, yerine bir kayyum atadılar; bu operasyon üzerinden Ekrem İmamoğlu’na uzanmaya çalıştılar.

Bu da yeterli gelmedi, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın da aday olmasını önlemek için, konser etkinliği harcamaları konusunda bir soruşturma başlattılar; aynı soruşturmayı İstanbul Belediyesi için de devreye soktular.

İki belediye de, kendi dönemlerindeki konser ve etkinlik harcamalarının, AKP dönemindeki konser ve etkinlik harcamalarının çok altında olduğunu, verilerle, raporlarla, olgularla kanıtladıkları halde, AKP’nin propaganda aygıtları bunu görmezden geldiler; “AKP istediğini yapar; çünkü AKP efendi, CHP köle” zihniyetiyle (anlayışıyla) hareket etmeye devam ettiler.

AKP hükümetinin cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili hokkabazlıkları muhtemelen (olasılıkla) bunlarla da kalmayacak. Hükümetin, elektronik oylamasistemini kısmen veya tamamen (tümüyle) yürürlüğe koyma girişimi, sıradan bir gelişme değildir.

Diktatörlüğün olduğu ülkelerde, elektronik oylama sisteminin suistimal edilmesi (kötüye kullanılması) ve seçimlere hile karıştırılması yüksek bir olasılıktır.
***

  • AKP hukuk, anayasa ve yasa tanımayan teokratik bir padişahlık rejimi kurmuştur.

Böylesine anormal bir rejimde, muhalefetin seçim kazanması neredeyse olanaksızdır.

AKP, özellikle 2007 yılından beri anayasanın, laiklikle; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığıyla; bağımsız yargıyla; düşünceyi ifade, yayınlama, örgütlenme ve medya özgürlüğüyle ilgili 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 138. maddelerini düzenli olarak ihlal etmektedir!

Anayasanın bu maddelerini rahatlıkla ihlal ederek (çiğneyerek) sivil darbe yapan bir hükümetin, serbest ve özgür bir seçim gerçekleştireceğine inanmak, ancak şuursuzlukla (bilinçsizlikle) açıklanabilir.

Anayasal düzeni yıkarak sivil darbe gerçekleştiren böyle bir hükümetin, yapılacak bir “seçimi” beklenmedik biçimde yitirmesi durumunda, askeri darbe yapması bile olasıdır!
***
Bu nedenle;

  • CHP’nin, “normalleşme” adını verdiği ucube yolu bir an önce terk etmesi,
  • bu sözcüğü siyasal literatüründen çıkartması ve
  • yukarıdaki gerçeklerin ışığında yeni bir strateji geliştirmesi gerekmektedir.

Anormal bir hükümetle “normalleşme”, normal olanın da tümüyle bertaraf (yok) edilmesiyle sonuçlanır.
====================================
Dostlar,

Sn. Prof. Öymen, haftalık Cumhuriyet gazetesi köşe yazılarında son derece yerinde belirlemeler yapmakta ve gerçekçi çözüm önerileri geliştirmekte, sunmaktadır.
Bu çabası, doğrultu tutarlığı ekseninde sürmektedir.

Çok bilinen ve paylaşılan bir değerlendirmedir : 2500 yıl gerilerde Antik Çağ Yunan düşünürü (Filozofu) Plato(n), “Krallar filozof olsa ya da filozoflar kral..” demişti..

Felsefe Profesörü Öymen, geçen Kasım’da (2023) CHP Kurultayında genel başkan adayı bile olamadı. Başarsaydı günümüzde CHP ve ülkemiz koşulları “ne ölçüde daha iyi” olurdu,
meraka değer.
**
Sn. Öymen bu yazısını bağlarken “… yukarıdaki gerçeklerin ışığında yeni bir strateji geliştirmesi gerekmektedir. Anormal bir hükümetle ‘normalleşme’, normal olanın da tümüyle bertaraf (yok) edilmesiyle sonuçlanır.” vurgusu yapmakta.

07 Kasım 2024 günü Cumhuriyet gazetemizde köşe yazımızı (ERDOĞAN’ın Çaresizliği” Tehdidi, Ahmet Saltık: ‘Erdoğan’ın çaresizliği’ tehdidi)bağlarken biz de şu tümceye yer vermiştik :

  • Anamuhalefet herkese bu yaman kurguyu açıklıkla anlatmalı,
  • gerekirse önceki stratejik hatalar için özür dilemeli
  • ve yeni savaşım hattı sil baştan örülmelidir.

***
Halk arasında “aklın yolu birdir” söylemi yaygındır. Gerçekte bu içerik hem demokratik değildir hem de bilimsel. Genelgeçer söylem, bir dayatma boyutu taşımaktadır.
Akıllar, değişik yorumlarla – usavurumla çeşitli vargılara erişebilirler.
Özellikle sosyal bilimlerde gerekirci (deterministik) olma olanağı yoktur.
Kaldı ki, pozitif bilimlerde de bilimin gerçeği görecelidir ve sınanarak pekiştirilme gereksinimlidir.
***
Ancak Sayın Öymen ve bizimle sınırlı kalmayan çok sayıda görüş sahibi, benzer önermededir :

– Görevde kaldığı her saniyede ülkemize onulmaz ve giderimi çok zor / olanaksız zarar veren
– Bu adımlarla iktidarını pekiştirme amacı güden
– Yönetemeyen ve yarattığı çok boyutlu ağır bunalımları daha da derinleştiren
– Yolsuzluklara bulaşmış ve siyasal – yargısal hesap sorulamayan
– EN ÖNEMLİSİ : 2017 Anayasa değişikliği halkoylaması HUKUK DÜNYASINDA DOĞMAMŞ /
YOK HÜKMÜNDE OLAN, dolayısıyla MEŞRU OLMAYAN..

Veeee… Mart 2024’ten bu yana 2. parti durumunda, iktidarının “halen” geçerli siyasal dayanağı bulunmayan…. bir siyasal iktidarla

Hangi NORMALLEŞME? 
Hangi YUMUŞAMA?
Hangi UZLAMŞA??

Yurttaşın yoksulluktan, baskıdan…… beli bükülmüştür ve bu bilinçli bir kurgudur!
İÇ CEPHE TÜMÜYLE ÇÖKERTİLMEDEN bu ……… kadrodan kurtulmak gerekmektedir.

Anamuhalefet CHP, tarihsel bir demokratik seferberlikle, halkın meşru direnme gücü ile yelkenlerini doldurmalı ve bu “çökertme planı” olanca hızla sonlandırılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 18 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

Prof. Dr. Naki Selmanpakoğlu’nun ardından..

Bu yazıyı tarihe belge olması için yazıyorum. 12 kasım 2024
Dr. Levent Seçkin
(Dr. Melike Şentürk hanım eşime yollamış)

12 KASIM 2024
DR. HALİL AKÇİÇEK – DR.NAKİ SELMANPAKOĞLU
– İLHAN ERDOST

Dr. Halil Akçiçek askeri doktor abimizdi. Sarı saçlı, yeşil gözlü, uzun boylu, futbolcu abimizdi. Kıbrıs harekatında mayına basıp yaralanan askeri kurtarmak için, cephe hattında ileri doğru hamle yapınca, karşıdan gelen ateş altında şehit oldu.

Kıbrıs Girne’de “AKÇİÇEK HASTANESİ” vardır. Bir de Gülhane Hastanesindeki konferans salonunun adı “AKÇİÇEK SALONU“dur.

Halil abimizin sınıf arkadaşı Plastik Cerrahi Profesörü Dr. Naki Selmanpakoğlu (kıdemli albay) yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etti.

Bugün, 12 Kasım’da (2024) Gülhane Hastanesinde Halil abimizin Salonunda Naki abimiz için tören düzenlendi. Halil abimiz ile Naki abimiz yakın arkadaştılar.

Naki abimiz için konuşma yapanlar arasında Gül Erdost söz aldı. Gül Erdost,
yayıncı İlhan Erdost‘un eşidir. İlhan, SOL YAYINLARI sahibi Muzaffer Erdost‘un kardeşidir.

  • 12 Eylül 1980 darbesi sonrası İlhan Erdost, Mamak Askeri hapishanesine götürülürken, cipin içinde askerler tarafından dövülerek öldürüldü.

İlhan’ın soğumakta olan vücudunu Gülhane Hastanesine götürdüler.

“Kalp hastalığı sonucu ani bir kalp krizi geçirmiş, ölüm bundan olmuştur.”
diyen bir rapor düzenlediler.

Raporu Dr. Naki Selmanpakoğlu’na imza için getirdiler.

Naki abimiz, “Otopsi gereklidir, bu ölüm şüpheli ölümdür.” şerhi koydu.
Otopsi gerçekleştirildi.

  • İlhan Erdost’un “şiddetli darp sonucu” öldüğü gerçeği ortaya çıktı.

Bu rapor “12 Kasım” tarihlidir.
Naki abimizin töreni de bir “12 Kasım” günü gerçekleşti.
Gül Erdost bunları Halil abimizin salonunda kürsüden anlattı.

Cesur devrimci İlhan‘ın eşi Gül Erdost, cesur devrimci Naki abimizin cesaretini,
cesur devrimci Halil abimizin salonunda böyle anlattı.

MELTEM TV Programımız : YENİDOĞAN ÇETESİ UTANCIMIZ!

Dostlar,

Meltem TV‘de Sayın Gülgûn Feyman Budak‘ın konuğu olduk
ve YENİDOĞAN ÇETESİNİ – BEBEK ÖLÜMLERİNİ konuştuk..

Sağlık hizmetleri, Haziran 2003’te dış destekli dayatılan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (özgün adı HEALTH TRANSFORMATION) programıyla 21+ yıldır sistemli olarak özelleştirilmekte.

Dönemin Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ bu kökü dışarıda piyasacı sağlık sistemini 10+ yıl gözü kara (militanca) uyguladı.

Asla yerli – milli olmayan “Sağlıkta Dönüşüm” böyle başlatıldı..

  • Hak öznesi insanlar müşteriye indirgendi.
  • Hizmet yükümlüsü Devlet, sermayenin sopalı tahsildarı!

Şimdi anlaşılıyor mu sağlıktaki çöküş ve acı yozlaşma?

  • Reçete                            :
  • Sağlıkta dönüşüm derhal durdurulmalı,
    öncesi Sosyalleştirilmiş sisteme güncellenerek dönülmeli.

Sayın Feyman’ın programında 30. dakikada bizim katkımız başlıyor, 23-34 dakika sürüyor..

İzlemek için lütfen tıklayınız.

Paylaşılması ve üzerinde düşünülerek çözümler üretilmesi gerek.
Bunu yapmazsak sistem giderek daha da çürüyecek ve sağlık hizmetlerine erişim giderek daha da güçleşecek.. Özellikle, onlara daha çok gereksinimi olan yoksullar için..

  • Çok sınırlı olanaklarla ulusalcı – yurtsever yayınlar yapan MELTEM TV ve çok özverili emekçilerini kutluyoruz. Bize fırsat verdikleri için çok teşekkür ediyoruz.
  • Ulusumuzun bu TV kanalına sahip çıkmasını diliyoruz.

Konuya ilişkin Cumhuriyet gazetesi makalemizi de ekliyoruz :

Yenidoğan Çetesinin Anlamı, 24.10 24

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

FLASH Haber TV programımız : Yenidoğan Çetesi Ne Anlatıyor, Çözüm Ne?

Dostlar,

FLASH Haber TV’de Sn. Fatih Ertürk‘ün konuğu olduk.

https://www.youtube.com/watch?v=Eq_M1O1zTiI
(18-32. dakikalar arası)

https://youtu.be/Eq_M1O1zTiI?t=1498

Bu utanç da AKP iktidarının karnesine yazıldı.
Ne yazık ki tek bir istifa yok.. Yüzler teneke kaplı halk deyimiyle..

Haziran 2003’te başlatılan kökü dışarıda yabanıl (vahşi) kapitalist SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM
(Health Transformation) programı, yenidoğan bebeklerimizim bile yaşam hakkını bizlerden çalmaya başladı! Dehşet verici bir tablo ile karşı karşıyayız.

Bu özelleştirme programına derhal son vermeliyiz.
İnsanımızı piyasalaştırılan sağlık hizmetlerinin yabanıl (vahşi) çarklarına atmamalıyız.
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM programı insanımızı MÜŞTERİ görüyor, oysa sağlık insan hakkı.
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM programı, Devleti sermayenin sopalı tahsildarı yapıyor; oysa devletin en temel 4 görevinin başında tüm yurttaşlarına kamusal sağlık hizmeti sunmak geliyor.

Bu çürümüş düzen böyle gidemez!

AKP=RTE ülkemizi yönetemiyor!

  • 21. yy’da 500 yıl öncenin feodalitesini yaşıyoruz.

Bir adam, koca ülkenin yönetiminde tüm yetkileri gasp etmiş ama neredeyse hiiiiiiiç sorumluluğu yok! Geçmişte atadığı Sağlık Bakanları bile bu yenidoğan çetesinin içinde!
Ülkeyi anonim şirket gibi yönetmek istediğini söylemişti Erdoğan, öyle de yapıyor ama
“Türkiye Anonim Şirketi” (!?) batıyor.. Ülke kaynakları bir vauç yandaşın cebine, onmilyonlar derin yoksul, milyonlar açlık içinde, yarım trilyon Doları aşan borç..

İflas tamtamları çalıyor… ve bize “ahmak” yerine konarak yeni anayasa – açılım gündeml dayatılıyor.. Bu halk, bunca zulmü hak etmiyor..

İzlenmesi, paylaşılması, gereklerinin hızla yapılması ve
anamuhalefetin derhal kendine gelmesi dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

TELE1 Programımız : Yenidoğan Cinayetleri

Dostlar,

TELE1‘de, Sayın İnan Demirel‘in konuğu olduk ve hepimizi derin bir acı ve utanca boğan yenidoğan ölümlerini, SGK’nın dolandırılmasını, şimdilik 20 dolayında özel hastanede yalanan rezaleti konuştuk.

Sağlıkta özelleştirmenin geldiği yer böylesine ürkünç.
Tablo gerçekte Haziran 2003’te ABD dayatmasıyla başlayan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation!), asla yerli ve milli olmayan politikaların ürünü.

Dönemin Sağlık Bakanı Akdağ, 26 Temmuz 2003’te Milliyet’te yer alan demecinde aynen şunları söyledi :

  • Artık hastalar memnun edilecek, müşteri olarak kabul edilecek.”

Sağlık hizmetinin hak sahibi öznesi müşteriye indirgendi!

Devlet de sermayenin sopalı tahsildarlığına (zorunlu GSS primi, özelleştirme) terfi ettirildi (!).

Geldiğimiz yer, yenidoğan bebeklerin bile can güvenliği yok.

Bu katil politikaların sorumlusu kim?

Her gün, her saat çürümüş düzen giderek ağırlaşan sorunlar üretiyor.

Can güvenliği de yok!

Ülke yönetilemiyor, gerçekte ise kurgulu karmaşa ile yığınlar öğrenilmiş çaresizlik sendromuna itilerek teslim alınmak, diz çökertilmek isteniyor.

Kök neden budur, iktidar sorunudur, AKP ve taşeron politikalarıdır!

İzlemek için lütfen tıklayınız :

İzlenmesi, paylaşılması, yararlı olması ve gereklerinin hızla yapılması dileğiyle..

Sağlık haktır, parayla satılmaz; devlete ana yükümdür.

Sevgi ve saygı ile. 25 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Yaz saati inadı!

PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
Halk Sağlığı, Fizyoloji ve Çevre Sağlığı Uzmanı

22 Ekim 2024, Cumhuriyet

Kış saatine geçmeyerek; öğrencileri ve çalışanları karanlıkta okula ya da işe gitmeye zorlamak günümüz bilimsel gelişmelerinin ışığında yanlıştır, artık bireysel ve toplumsal etkileri göz ardı edilmemelidir.

Olumsuz sağlık sonuçlarının başında yaşamsal vücut ritimlerinin bozulması gelir.

İnsan vücudu, uyku ve uyanıklık döngülerini kontrol eden (denetleyen) ritimleri düzenlemek için doğal ışığa dayanır. İnsanlar uyanmak ve günlerine karanlıkta başlamak zorunda kaldıklarında, iç vücut saatleri bozularak uyku yoksunluğuna, yorgunluğa ve bağlantılı bir dizi sağlık sorununa yol açar. Bunlar arasında kalp-damar sorunları riskinin artması, günışığı etkileniminin azalması nedeniyle çöküntü (depresyon), mevsimsel duygusal bozukluk olgularının artması sayılabilir.

Kötü uyku kalitesi (niteliği) nedeniyle bilişsel işlev bozulurken, bellek ve dikkat azalır. Sabahın erken saatlerindeki karanlık sürücü ve yayalar için kaza olasılığını artırır. Karanlıkta görüşün zayıf olması, özellikle okul çocukları ve çalışanları etkileyen trafik kazalarını artırabilmektedir.

YARARDAN ÇOK ZARAR

Karanlıkta çalışmak veya okula gitmek ruhsal durumu, moral gücü ve üretkenliği olumsuz etkiler.

Doğal gün ışığı etkileniminin dikkat yoğunlaşmasını, uyanıklığı ve ruh halini (durumunu) iyileştirdiği gösterilmiştir.

Sabah ışığının eksikliği, tam olarak uyanmayı ve erken saatlerdeki üretkenliği zorlaştırabilir.

İnsanlar uyanık oldukları saatlerin “değerli” bir bölümünü karanlıkta geçirdiklerinde sosyal ve aile yaşamları bozulabilir. Yaşam kalitesi (niteliği) azalır. Sabah evden çıkışların bir dayanışma ve güven desteği olmasını engeller.

Öğrenciler, özellikle küçük çocuklar, uyku düzenlerindeki ve ışık etkilenimindeki değişikliklere karşı daha duyarlıdır. Sabahları ışık eksikliği öğrencilerin yoğunlaşmalarını zorlaştırarak akademik başarımlarını (performanslarını) olumsuz etkileyebilir.

Daha çok insanın karanlıkta okula veya işe gitmesiyle kaza riski artar. Okula yürüyen veya otobüs duraklarında bekleyen öğrenciler için sabah karanlığındaki düşük görüş mesafesi (uzaklığı) ciddi bir risk oluşturur. Benzer biçimde, sürücüler için zayıf görüş uzaklığı, özellikle kötü hava koşullarında kaza oranlarını artırmaktadır.

Kötü niyetli kişilerin karanlık ve alacakaranlığı amaçlarını gerçekleştirme fırsatı olarak değerlendirme eğilimleri yüksektir.

Olumlu sanılan birkaç durum da söz konusudur. Kış saatine geçmeyiş, akşamları daha çok gün ışığının yapay aydınlatma ve ısıtma gereksinimini azaltarak enerji tasarrufu sağladığı düşüncesine dayanır. Ancak, günümüz çalışmaları, kış saatine geçmeyerek sağlanan enerji tasarrufunun çok küçük hatta ihmal edilebilir düzeyde olduğunu göstermiştir. Sabahleyin artan ısıtma gereksinimi, karanlık sabah saatlerinde yapay aydınlatmanın kullanılması gibi etmenler söz konusu kazanımı ortadan kaldırmaktadır.

Günümüzde enerji tüketimi daha çok elektronik aygıtlar, aletler ve ısıtma / soğutma sistemleriyle ilgilidir ve bunlar günışığından bağımsız olarak kullanılır. Kış saatine geçmemek, akşam saatlerinde daha çok gün ışığı olması anlamına gelir. Bunun, insanlara işten veya okuldan sonra açık hava etkinlikleri, egzersiz ve sosyalleşme için daha çok zaman sağlayabileceği düşünülebilir. Ancak ülkemizde güvenli oyun alanlarının bulunmaması ve güvenlik sorunları yararlı oyun ve beden eğitimi etkinliklerini kısıtlamaktadır.

  • Bu durumda adeta toplumsal işkenceye dönüşen bu inadın sürdürülmesindeki amaç nedir?

‘Güvenli su’

İstanbul Üniversitesi | Tarihten Geleceğe Bilim Köprüsü - 1453Prof. Dr. Bekir S. Kocazeybek

16 Ekim 2024, Cumhuriyet

Dünya Sağlık Örgütü, “güvenli su” kavramını, içinde belirli enfektif mikroorganizmaların ve hastalık yapıcı toksik kimyasalların olmadığı su olarak tanımlamaktadır. Okul çağı çocuklarının günde 1.2 litre, erişkin (Ortalama vücut ağırlığı 70 kg) bir kişinin 2.4 litre “güvenli su” tüketmesi gerekmektedir.

İklim değişikliği, küresel ısınma ve kuraklıkla birlikte ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülke su stresi içindedir. Kıt ve giderek azalan su kaynaklarını insanların güvenli olarak kullanabilmeleri için Su ve Kanal İdareleri (SUKİ) milyonlarca Dolar harcamaktadır. Ekonomik olarak maliyetli ve ham su biçiminden en az 6 ayrı işlemden geçirilerek içilebilir ve kullanılabilir biçimde musluktan akıtılan şebeke sularının güvenli su olup olmadıkları, ülkemiz kamuoyunu meşgul eden önemli konular arasındadır.

İstanbul özelinde kullanımı artan damacana suları da, giderek yükselen fiyatlarıyla yurttaşları maliyet yönünden etkilemektedir. Bir başka önemli sorun da, evlerde musluğa bağlanan değişik ilkelerle (reçine ve ozmoz yöntemleri) çalışan paket su arıtma aygıtlarının gerekliliği, arıtma etkinlikleri ve özellikle insan sağlığı bakımından sonuçlarının neler olduğudur.

ŞEBEKE SULARININ DURUMU

Ülkemizde, şebeke sularının birçoğunda yüzeysel ham su kaynakları kullanılmakta, adeta doldur-boşalt mantığıyla yağmur ve kar suları ile yüzeysel biriktirilen ham tatlı su barajları, gölleri veya regülatörler marifetiyle barajlara aktarılan su kaynakları tüketime sunulmaktadır.

Bir bilim insanı olarak ifade edebilirim ki;

  • İstanbul’da musluktan akan İSKİ sularının fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik olarak üretimi, standartlara uygun güvenli su kategorisindedir.

Güvenli su özelliğini artıran bir başka özellik, içinde insan sağlığı için çok temel mineralleri içermesi ve ayrıca ham su kaynaklarından musluğa dek dinamik ve akışkan biçimde, bekletilmeden güvenli suyun akıtılmasıdır.

İSKİ şebeke sularının güvenli su bakımından su arıtma cihazlarıyla elde edilen suyun özellikleriyle karşılaştırırsak :

Öncelikle arıtma cihazları farklı arıtma prensipli (sediment/karbon/membran filtre vb.) olup hepsinde arıtma işlemi sonunda insan sağlığı için gerekli olan inorganik mineraller ciddi oranlarda azalmaktadır. Bu durum bebekler ve okul çağı çocuklarında gelişme ve büyüme sorunları yaratabilir. Çünkü kemik, diş, kas ve öbür dokularda bulunabilen bu minerallerden kalsiyum, potasyum, sodyum, fosfor gibi moleküllerin insanlardaki günlük gereksinimi 250 mg’nin üzerindedir. İSKİ tarafından yapılan iki ayrı pilot çalışmada, şebeke suyu ve arıtma cihazlarıyla arıtılmış suyun iletkenlik ve sertlik düzeyleri karşılaştırılmış ve İTAS (İnsani Tüketim Amaçlı Sular) Yönetmeliğine göre şebeke suları yönetmelik standartlarına uygunken, arıtma sularında minerallerin anlamlı düzeyde azaldığı gözlenmiştir. Bilimsel literatür de bu verileri desteklemektedir.

ARITMA SULARI

Bu sonuçlar arıtma sularının özellikle gelişme çağındaki çocuklarda ve osteoporotik kadınlarda ciddi akut veya kronik sağlık sorunlarına yol açabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca arıtma cihazlarındaki mikrobiyal filtreler zamanla bakteriyel olarak kirlenmekte ve bu süreçte serbest klor düzeyi de azaldığı için, bakteriyel kirlenme artmakta ve bu suların tüketilmesi çeşitli ciddi bakteriyel enfeksiyonlara neden olabilmektedir.

Bir başka önemli husus ise, şebeke sularının musluklara dek basınçlı veya cazibeli bir biçimde dinamik ve yüksek bir akımla taşınmaları, mikrobiyal kirlenme bakımından avantaj oluşturmaktadır. Zira şebeke hatlarında bekleyen suların kalitesi (niteliği) bozulur ve mikroorganizma üretimini artırırlar.

Bir başka önemli sorun ise, artan damacana su tüketimiyle birlikte bu suların fiyatlarının da artmasıdır. Bu suların da üretimi, dağıtımı denetimleri ilgili Yönetmeliklere göre yapılsa da,
en sık gözlenen ve eleştirilen husus plastik damacanaların günlük uzun süre güneş ışığı veya yüksek ısıya maruz (sunuk) kalmaları durumunda su niteliğinin bozulmasıdır. Ayrıca, damacananın hammadde yapısında bulunan plastik yapıda BPA (Bisfenol A) gibi bir molekülün yüksek ısıyla suya karışmasıyla kanser, erkeklerde kısırlık ve kalp hastalıklarının gelişme olasılığı artmaktadır. (Ayrıca orman yangınlarında plastik malzemelerin yanmasıyla dioksin-furan gibi çok tehlikeli kanserojen moleküller de suya geçebilmektedir.)

SONUÇ

Musluklardan akıtılan şebeke suları doğal taşıma ve akıtılma rotasında arıtılmış ve dezenfekte edilmiş ve içinde sağlık standartlarını sağlayacak uygun düzeydeki minerallerle bozulmadan insanlara ulaşabildiği sürece, insan sağlığı da o ölçüde sağlam ve dirençli kalabilecektir.

Bu doğal sürece dışarıdan farklı amaçlarla ek aparatlar (aygıtlar) ve yapay önlemler katılırsa, insan yaşamı için o doğal ve kritik molekülün (Su!) içme ve kullanılabilme kalitesi (niteliği) bozulabilir ve tüketicilerde amaçlanan hedef yerine, daha ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

GIDA GÜVENLİĞİMİZ : FLASH HABER TV Konuşmamız

Dostlar,

BU GÜN DÜNYA BESLENME-GIDA GÜNÜ..

FLASH haber TV konuşmamızı ve kapsamlı metni dün yayınlamıştık.
Bu güne çekerek güncelleyelim istedik..

Dr. Ahmet SALTIK
16 Ekim 2024
=============================

BM raporu           :

  • Küresel krizler derinleşirken, açlığa ilişkin rakamların üç yıl üst üste yüksek çıkması
    dikkat çekiyor.
  • 2023 yılında dünya genelinde her 11 kişiden 1’i, Afrika’da ise her 5 kişiden 1’i
    açlıkla savaşım vermek (mücadele etmek) zorunda kaldı.

Bu sabah (15.10.24) saat 11:00 – 11:32 arasında, FLASH HABER TV‘de
sayın Begüm B. AYDOĞAN‘ın konuğu olduk.
Konumuz, son günlerde iyice gündem olan “GIDA GÜVENLİĞİ” idi. (Food safety)
Doğallıkla bu konuyu “GIDA GÜVENCESİ” nden (Food Security) ayırmak olanaklı değil,
et-tırnak gibi.

Türkiye bir yandan korkunç bir hiperenflasyon altında inliyor, neredeyse 3 yıldır;
bir yandan kendine özgü sorunları var ve küresel iklim faciası, 13 milyon dolayında göçmen ve çürüyen-çürütülen bir kamu yönetimi hatta devlet..

  • Hiçbir sorunu yönetemeyen tükenmiş bir çağdışı tek adam rejimi.. Kök neden bu! 

Sn. Aydoğan’ın sorularını yanıtlamaya çalıştık..

https://www.youtube.com/live/ytChmnwerzE?si=v-34iW9R7fzPno6w

Şunları vurguladık özetle.. (yayının 60-92. dakikaları arasında)..
***

  1. Türkiye’de Gıda Güvenliği: Temel Sorunlar
  2. a) Bozulmuş Gıda Ürünleri ve Denetim Eksikliği
  • Gıda güvenliği, sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimle ilgilidir. Ancak, Türkiye’de denetim yetersizlikleri, piyasada sık sık bozulmuş, küflenmiş ya da son kullanma tarihi geçmiş ürünlerin bulunmasına neden oluyor.
  • Üretim ve dağıtım zincirindeki denetim eksiklikleri, sağlıksız koşullarda saklanan ya da üretilen gıdaların halka ulaşmasına yol açıyor.
  1. b) Pestisit ve Kimyasal Kalıntılar
  • Tarım sektöründe yaygın kullanılan pestisitler ve kimyasal gübrelerin kalıntıları (residual),
    gıda güvenliği açısından önemli bir risk oluşturuyor. Özellikle meyve ve sebzelerde bulunan bu kimyasallar insan sağlığını tehdit ediyor.
  • Bu konuda bilinç eksikliği hem üreticiler hem de tüketiciler arasında yaygın.
  1. c) Hayvansal Gıdalarda Antibiyotik ve Hormon Kullanımı
  • Türkiye’de hayvancılık sektöründe antibiyotik ve hormon kullanımının denetim altına alınamaması, süt ve et ürünlerinde sağlık risklerine yol açıyor. Bu durum gıda güvenliği mevzuatında önemli bir boşluk olarak dikkat çekiyor.
  1. Mevzuat ve Düzenleyici Kurumlar
  2. a) Türkiye’de Gıda Mevzuatı ve Yetersizlikleri
  • Türkiye’de gıda güvenliği, başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca denetlenmekte, ancak yasal düzenlemeler uygulamada zayıf kalabiliyor.
    Yeterli sayıda denetçi ve laboratuvar desteğinin olmaması, alanda (sahada) etkin bir denetim yapılmasını zorlaştırıyor.
  • Tüketicilerin gıda güvenliği şikayetlerini iletebileceği kanallar mevcut, ancak bu kanallar genellikle yavaş işliyor. Türkiye, Avrupa Birliği’nin gıda güvenliği standartlarını tam olarak karşılayamıyor.“VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA VE YEM KANUNU” eksik ve güncellenmeli, en önemlisi etkin uygulanmalı. Gıda denetim altyapısı güçlendirilmeli ve bu denetimler toplumdan da katılımla saydam yapılmalı. Örn. Gıda Mühendisleri Odası, Tüketici örgütleri temsilcileri, Türk Tabipleri Birliğinden temsilciler denetim süreçlerine katılmalı.
    Yaptırımlar etkin ve caydırıcı olmalı. İşyeri kapatmaları, 41. madde bağlamında uygulanmalı ve sorumlusu gazetelere bedelini vererek ilanla, aldığı cezayı duyurmalı.
  • HALK SAĞLIĞI hiçbir şeye ikincil değildir (feda edilemez)!
    Ne var ki, iktidar yanlısı gıda-ticaret firmaları/şirketleri kollanıyor! Utanç verici!
  1. b) Uluslararası Standartlar ve Türkiye’nin Konumu
  • Türkiye, uluslararası gıda güvenliği standartlarına uyum sağlamada eksiklikler yaşıyor.
    Codex Alimentarius (Uluslararası Gıda Kodeksi), HACCP (Tehlike Analizleri ve Kritik Denetim Noktaları), EFSA (European Food Safety Agency) düzenlemeleri, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ve FAO (BM Gıda Tarım Örgütü) rehberleri gibi uluslararası standartlara uyum sağlanması, dışalım (ithalat) ve dışsatımda (ihracatta) sorunlara yol açmaması açısından kritik.
  • AB’ye dışsatım yapan firmalar için sıkı denetimler varken, iç piyasada bu denetimler
    daha gevşek olabiliyor.
  1. Enflasyonun Gıda Güvenliği Üzerindeki Etkisi
  2. a) Artan Gıda Fiyatları ve Kalite Düşüşü
  • Türkiye’de süregen (kronik) çok yüksek enflasyon, gıda fiyatlarını yakıcı düzeyde (dramatik olarak) artırmış durumda. Bu durum, hem üretici hem de tüketicileri çok zorlamakta. RTE‘nin, Laikliği ayaklar altına alarak ekonomide Dinci “Nass” dayatması hiperenflasyonu patlattı. Yoksulluk yatay-dikey eksenlerde çok yaygın ve derin. Geçen yıl 2,5 milyon aile
    Aile Bakanlığından destek aldı, bu yıl sayı %50 artışla 3,75 milyon!
  • Okullarda beslenme desteği kaçınılmaz.
  • Yaşamın ilk birkaç yılı kritik.. Beyin gelişiminin %95’i bu dönemde. Zihinsel (mental) gerilikten sakınmak için uygun emzirme ve yeterli – dengeli beslenme ilk 5 yılda mutlaka sağlanmalı.
  • On milyonlarca insanımız karnını bile doyuramıyor! 
  • 0-5 yaş çocuklarımızda “Bodurluk” artıyor. Çok ciddi sorun ve çok da utandırıcı.
  • Fiyat baskısı nedeniyle üreticiler maliyeti düşürmek için nitelikten ödün verebiliyor,
    bu da sağlıksız gıda ürünlerinin piyasaya sürülmesine neden oluyor.
  1. b) Tüketici Alım Gücündeki Azalma
  • Enflasyon, tüketicilerin alım gücünü düşürmekte ve bu da halkın daha ucuz, dolayısıyla daha riskli gıdalara yönelmesine neden olmakta. Özellikle dar gelirli kesimlerde bu durum çok daha belirgin. Yoksullar gıda enflasyonunu daha ağır deneyimliyor. Tüm geliri yeterli-dengeli beslenmeye bile yetmiyor. Varsıllar gelirlerinin önemsiz bir kesimini beslenmeye ayırıyor ve özellikle çok yüksek olan gıda enflasyonundan çok etkilenmiyor.
  • Dünyada gıda fiyatları düşüyor, bizde artıyor!
  1. Hızlı Nüfus Artışı ve Düzensiz Göçmenlerin Gıda Güvenliğine Etkisi
  2. a) Artan İstem (Talep), Azalan Kaynaklar ve Üretim
  • Türkiye, hızlı nüfus artışı ve düzensiz göç nedeniyle gıda güvenliği ve güvencesi konusunda ciddi çifte baskı altında. 86 milyonluk nüfusun yanı sıra ülkedeki
    13 milyon dolayındaki düzensiz göçmen, gıda tüketimini artırıyor.
  • Bu durum, verili (mevcut) gıda üretimi ve kaynakların yetersiz kalmasına,
    ürünlerde nitelik yitimine yol açabiliyor.
  • GDO’lu ürünler “çare” (!) olacaktı sözde.. Tıkandık.
  1. b) Göçmen Nüfusun Gıda Güvenliği Koşulları
  • On milyonu aşkın düzensiz göçmen nüfusun yerleştiği bölgelerde genel hijyen koşulları yeterince sağlanamıyor ve denetim zayıf. Gıda güvenliği düzensiz göçmen nüfusa yönelik sağlık sorunlarını artıran önemli bir risk etmeni.
  • Ucuz ve sağlıksız gıda ürünlerinin bu kesimlere sunulması, hem gıda güvenliği hem de
    Halk Sağlığı açısından ciddi risk kaynağı. Besin zehirlenmeleri artıyor.
  • Dünyada her yıl yarım milyon kanser, obesite (şişmanlık) kaynaklı gelişiyor. (toplam 20 m)
    Obesite, ucuz karbonhidrat beslenmesi yüzünden yoksullarda daha yaygın!
  1. İklim Krizinin Gıda Üretimi ve Güvenliği Üzerindeki Etkisi
  2. a) Kuraklık ve Gıda Üretiminde Düşüş
  • Türkiye’de iklim değişikliği ve kuraklık, tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor.
    Tarım bölgelerinde su kıtlığı nedeniyle verim düşerken, gıda güvenliği tehdit altında.
  • Bu durum, fiyatları artırıyor ve nitelikli ürün bulmayı zorlaştırıyor.
  • Türkiye, 100 milyon nüfusu besleyemiyor..
  • Dünya da 8,1 milyarı.. Nüfus mutlaka, gecikmeden azaltılmalı.
  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK!
  1. b) Toprak Verimliliği ve Kimyasal Kullanım Artışı
  • İklim faciası nedeniyle toprak verimliliği azalıyor, bu da çiftçilerin daha çok kimyasal kullanmasına yol açıyor. Aşırı gübre ve pestisit kullanımı besin zincirinde daha çok
    kimyasal kalıntıya yol açıyor, bu da önemli sağlık sorunlarına neden oluyor.
  • AKP döneminde 4 (dört) milyon Ha (hektar) tarımsal alan yapılaşmaya açıldı.
    Bu, her yıl yaklaşık olarak 4 milyon ton buğday üretiminden yoksun kalmak demek.
    Bir yandan da nüfus artar ve akıl dışı biçimde “..3-5 çocuk yapın..” denirken!
  • Türkiye ciddi bir tarımsal ürün dışalımcısı (ithalatçısı).. kendine yetemiyor.
  1. Gıda Dışsatımı ve Türkiye’nin Uluslararası Rekabet Gücü
  2. a) Nitelik (Kalite) Standartları ve Ticaret Anlaşmaları
  • Türkiye’nin özellikle AB’ye yaptığı tarım ve gıda dışsatımı, uluslararası standartlara uygunluk açısından sıkı denetleniyor. Ancak iç pazarda nitelik düşüklüğü,
    dış pazarlarda ise rekabet gücünün azalması sorunları var.
  • Tarım ve Orman Bakanlığı’nın aldığı önlemler, gıda dışsatımında (ihracatında) kimi  iyileşmeler sağlasa da, genel – sistematik bir düzenleme eksikliği/eskiliği sorun.
  • Veteriner Fakültelerinde “Veteriner Halk Sağlığı” Anabilim Dalları açılmalı.
  • DSÖ’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” ilkesi sıkı uygulanmalı :
    İnsan – Hayvan – Çevre Sağlığı” ayrılmaz bir bütün.
  1. b) Küresel Piyasalardaki İstem (Talep) ve Türkiye’nin Konumu
  • Küresel iklim faciası ve KOVİT-19 küresel salgını (pandemi) sonrası tedarik zinciri sorunları, Türkiye gibi ülkelerin gıda dışsatımını (ihracatı) ve güvenliğini etkileyen başlıca sorunlar. Uluslararası pazarlardaki değişken istemler (talepler), Türkiye’nin gıda güvenliği ve güvencesi sistemini daha dirençli duruma getirmesi gerektiğini gösteriyor.
  • Daha açıkçası : Gıda – halkın beslenmesi stratejik bir sağkalım (beka) sorunu!
  1. Gıda İsrafı ve Tüketici Bilinci
  2. a) Gıda İsrafının Gıda Güvenliğine Dolaylı Etkisi
  • Türkiye, dünyada en çok gıda israfı yapılan ülkelerden biri. İsraf, gıda üretiminde kaynakların verimli kullanılamamasına yol açıyor ve bu da sürdürülebilir gıda güvenliğini olumsuz etkiliyor.
  1. b) Tüketici Bilincinin Artırılması
  • Gıda güvenliği salt üreticilere bağlı değil; tüketicilerin bilinçli olması da çok önemli. Tüketicilerin gıdalardaki tehlikeleri ve doğru saklama koşullarını bilmesi,
    sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimi doğrudan etkiliyor. Besin paketlerinin üstündeki barkodlar okutulmalı ve ürün hakkında yeterli bilgi edinilmeli, Tarım Bakanlığı lisansı var/yok dahil..
  1. Çözüm Önerileri ve Yol Haritası
  2. a) Daha Etkili Gıda Denetimleri
  • Denetim süreçlerinin iyileştirilmesi ve daha sıkı, saydam, katılımcı denetimlerle gıda üretiminin sürekli izlenmesi gerekmektedir. Özellikle tarımda pestisit ve kimyasal kullanımına ilişkin sıkı denetimler ve caydırıcı cezalar – yaptırımlar getirilmelidir.
  • Kaldırılan “Taşıyıcı (Portör) Muayeneleri“nin etkin biçimde yeniden uygulanması zorunludur. Bu sektörde işe giriş ve aralıklı denetim muayeneleri vazgeçilmezdir.
  1. b) Yasal Düzenlemelerin Güçlendirilmesi
  • Türkiye’de gıda güvenliği mevzuatının uluslararası standartlarla uyumlu duruma getirilmesi ve uygulamanın daha sıkı denetlenmesi gerekiyor. AB gıda güvenliği standartları ve kurumlaşması (EFSA!) bu konuda iyi bir örnek oluşturabilir.
  • 2024 NOBEL Ekonomi ödülü “Kurumlaşma“nın kalkınmada – gönenç (refah) toplumuna erişmede önemi konusuna verildi.
  1. c) Tüketici Eğitimleri
  • Halkın gıda güvenliği konusundaki farkındalığının artırılması, toplum sağlığı açısından önemli. Gıda israfı, bilinçli tüketim, sağlıklı saklama koşulları gibi konulara yönelik
    halk eğitimi düzenlenebilir.
  1. d) Sürdürülebilir Tarım Uygulamaları
  • İklim kriziyle başedebilmek için sürdürülebilir tarım tekniklerine geçiş teşvik edilmelidir. Organik tarım, su tasarrufu ve yerel üretim desteklenerek daha güvenli tarım..
    Tarım Yasası 21. madde der ki; “Milli gelirin en az %1’i oranında çiftçiye destek verilir.” AKP iktidarı bu desteği yıllardır tam vermiyor, dışalımla yerli üreticiyi cezalandırıyor.

Sonuç olarak                              :
Sorun stratejik, ulusal ve küresel boyutta ve ivedi (acil)!
Tarım – gıda – hayvancılık – beslenme sorunları çağcıl – bilimsel, “insan hakkı odaklı” olarak
İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) m.25 ve Anayasa m.5 vd), kamusal sorumlulukla
hızla ele alınmalı ve A, B, C.. planları geliştirilmeli, uygulamaya konmalı.
**
 24 Temmuz 2024 :
Birleşmiş Milletlerin alanında uzman beş farklı kuruluşunca yayımlanan
“Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu (SOFI) Raporu”na göre, 2023’te yaklaşık
733 milyon insan, bir başka deyişle dünya genelinde her on bir kişiden biri ve Afrika’da
her beş kişiden biri açlıkla mücadele etmek zorunda kaldı.

2024 yılı FAO açıklaması                        :
-Yeterli-dengeli beslenme evrensel bir yaşam ilkesidir.
-Temel bir insan hakkıdır.
-Herkes yeterli, besleyici, çeşitli, uygun fiyatlı ve güvenilir gıdalara erişebilmelidir.
-Her şey doğayla başlar.
-Çiftliklerimizden sofralarımıza uzanan bir yolculuk.
-Kültürel kimliklerimizi kutlamak için bir araya geldiğimiz yer.

  • “Dünya Gıda Günü: Gıda bir haktır .” Herkes için, her gün ve her yerde.

https://www.fao.org/world-food-day/ho…

Türkiye’de ve dünyada kapsamlı bir seferberliğe gereksinim ivedi ve kaçınılmaz.

11 yıl önce yazdıklarımız :
16 Ekim 2014 Dünya Gıda Günü | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
140 yansıdan oluşan GIDA GÜVENLİĞİ VE SANİTASYONU yansılarımız :
PowerPoint Sunusu (ahmetsaltik.net)

Sevgi ve saygı ile. 15 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com  
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik