Kategori arşivi: Hekim Saltık

Ankara Tabip Odası : ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK ŞİDDETİ KINIYORUZ!

Anayasal haklarına ve geleceğine sahip çıkmaya çalışan, demokratik ve barışçıl gösteri hakkını kullanan üniversite öğrencilerine karşı TOMA, biber gazı, plastik mermi ve fiziksel güç kullanılması kabul edilemez.

Akademik geleneği ve bilimsel niteliği açısından ülkemizde en üst düzeyde yer alan Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi öğrencilerine yönelik polisin orantısız güç kullanımı nedeniyle çok sayıda öğrenci yaralanmıştır. Yüz ve göğüs bölgelerinden plastik mermilerle yaralanan, biber gazı kullanımı nedeniyle solunum sorunları yaşayan öğrencilerin görüntüleri basına ve sosyal medyaya yansımıştır.

Biber gazının gözle teması sonucunda gözde ağrı, yanma, batma, sulanma, göz kapağında ödem ve spazm, korneada epitel aşınması, uzun süreli maruziyetlerde ise göz enfeksiyonları, gözde kuruluk, korneada kalıcı hasar, görme keskinliğinde azalma ve kalıcı körlük oluştuğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Söz konusu gazlar, ağız ve burun yoluyla partikül biçiminde vücuda girdiğinde hava yollarında daralma ve buna bağlı solunum sıkıntısına, akciğer dokusunda zedelenme, ödem, kanamaya, alerjik ve astımlı hastalarda akut astım krizi ve anaflaksiye neden olabilir. Ayrıca deride kızarıklık ve yanmaya yol açabilir.

Kontrolsüz ve orantısız güç kullanılması bir insan sağlığı ve halk sağlığı sorunudur. Dünya Tabipler Birliği (DTB) “Şiddet ve Sağlık ilişkisine İlişkin Bildirgesi”nde, “tıp alanındaki profesyonellerin şiddetin ve yarattığı sağlık sorunlarının önlenmesi konusunda etkili stratejiler oluşturulması için yerel, ulusal ve uluslararası düzeylerde savunuculuk yapmaları gerektiğini” belirterek hekimleri “olaydan etkilenenlerin fiziksel ve ruhsal sağlık bütünlüğünün korunmasına katkıda bulunmaya ve genel olarak insanın saygınlığını zedeleyen durumlarla mücadele etmeye” çağırıyor.

Hekimlik mesleğinin etik ilkelerinin, insan haklarıyla ilgili uluslararası ve ulusal mevzuatın bize yüklediği mesleki sorumlulukla yetkili makamlara sesleniyoruz: Anayasal güvence altında olan barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak isteyen öğrencilere yönelik her türlü baskıdan ve orantısız güç kullanımından derhal vazgeçilmelidir.

Demokrasinin, adaletin ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, üniversitelerin özgür ve özerk olduğu bir toplumsal düzen için mücadeleye devam edeceğiz.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu
==========================================
Dostlar,

Biz de, Meslek Odamızın bu açıklamasına ve uyarısına tümüyle katılıyoruz.
İktidarı;
– medeni,
– barışçıl,
– insancıl olmaya,
ŞİDDET KULLANMAMAYA,
– hukuka bağlı kalmaya..

bir kez daha çağırıyoruz..
Ne denli ile yarar bilmiyoruz ama, bu kritik çağrıyı ısrarla yineliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Mart 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

14 Mart Tıp Bayramı

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu (PhD)

II. Mahmut döneminde Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle 1827’de Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin kurulması ile ülkemizde çağdaş tıp eğitiminin başladığı gündür 14 Mart.

Bu gün dolayısı ile 1889’da Dr. Nazım’ın da aralarında bulunduğu gizli İttihadi Osmani Cemiyeti’ni kuran ve Türk aydınlanmasının işaret fişeğini atan askeri tıbbiyelileri;

Sivas Kongresine öğrenci temsilcisi olarak gelip Mustafa Kemal’e “Bu Kongreden manda kararı çıkarsa arkanızda durmayız!” diyen ve Tıbbiye-i Şahane binasına Türk bayrağını asan Tıbbiyeli Hikmet’i; 

Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta yaralı ve hasta askerleri iyileştirmek için eğitimlerini yarıda bırakıp cepheye koşan tıbbiyelileri;

Çanakkale savaşı sırasında hasta ve yaralılara cephede hizmet götüren ve kadınlarımıza hemşirelik eğitimi veren Kızılay Genel Müdürü Dr. Besim Ömer Paşa’yı; 

Halk Sağlığı  (Hıfzıssıhha) Enstitüsünü kurup yerli aşı üretimini sağlayan Dr. Refik Saydam’ı;

Türk eğitim devriminin önemli adı, Andımız’ın yazarı Dr. Reşit Galip’i; 

Tüm yaşamını hastalarına ayıran ve Lepra (Cüzzam) salgınını yok eden Prof. Dr. Türkan Saylan’ı; (AS: Bu noktada çekincemiz varhttp://ahmetsaltik.net/2017/05/21/prof-dr-turkan-saylan/

İlk kadın doktorumuz Safiye Ali’yi; 

Cephede askerleri tedavi ederken şehit olan, yaralanan tüm askeri doktorları; 

Hasta yakınlarından şiddet görerek ölen ve yaralanan tüm doktorları;

Bu ülkenin olanakları ile okuyup bu halka hizmet etmek, isteyen ama Giderlerse gitsinler” denilerek dışlanan, gittiklerinde de yoklukları duyumsanan doktorlarımızı; 

Bilimsel çalışmaları ile dünyada yüzümüzü güldüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı, Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’i; 

Büyük özveri le doktor yetiştiren ve bilimsel araştırmalarla insanlığa hizmet eden
tıp bilim insanlarımızı; 

Salgınlarda bilimsel önerileri ile toplumu aydınlatan ve salgının önlenmesini sağlayan
tıp bilim insanlarımızı…

Saygı ve şükranla anıyorum.
***
İnsan yaşamının değerine inanan, pozitif bilimle donanmış, dertlerimizi dindiren,
gece gündüz demeden özveri ile hizmet veren tüm sağlık çalışanlarının tıp bayramını kutluyorum.

Sağlığın para ile satılan, kar amaçlı bir hizmet olmaktan çıkartılmasını ve Tıp bayramının sağlık sorunlarının dile getirildiği bir gün olmaktan çıkartılarak, gerçek bir bayram gibi kutlanmasını diliyorum…

BİGOREKSİYA ve Sağlık Sorunları : Milliyet’e demecimiz

Milliyet Gazetesi’nden
Sayın Sevgi ÇAVUŞOĞLU’nun sorularına yanıtımız..

Soru                   :

  • Bigoreksiya veya fiziksel aktivitenin bağımlılığa dönüşmesi, vücuda olan uzun ve kısa vadeli zararları nelerdir? Sağlığı ne yönde olumsuz etkiliyor?
    Oluşabilecek dezavantajları ve riskleri nelerdir?

Yanıt                  :
Bigoreksiya, kişinin kas kütlesini yetersiz bulması nedeniyle beden görünümü hakkında takıntılı düşüncelere sahip olduğu ve genellikle aşırı fiziksel aktivite ile nitelenen bir durumdur.  Bu durum, hem kısa hem de uzun erimde çeşitli fiziksel ve psikolojik sağlık sorunlarına yol açabilir.​

Fiziksel Zararlar :

Hareket sisteminde kas ve eklem yaralanmaları :
Aşırı fiziksel egzersiz, kasların ve eklemlerin aşkın kullanımı ve zorlanması nedeniyle yaralanmalara neden olabilir. Bu durum kas yırtılmaları, tendinit ve stres kırıkları gibi ciddi sorunlara yol açabilir. ​

Hormonal Dengesizlikler:
Bigoreksiya ile ilişkili olarak kullanılan kas kitlesini artırma amaçlı anabolik steroidler ve
öbür performans artırıcı kimyasallar, hormonal dengesizliklere neden olabilir.
Bu tablo erkeklerde testis küçülmesi ve libido (cinsel istek) azalması, kısırlık
ve kadınlarda
adet düzensizlikleri gibi sorunlara yol açabilir. ​

Kalp – damar (Kardiyovasküler) sistemi sorunları : Kas performansı artırıcı maddelerin kullanımı, yüksek tansiyon, kalp büyümesi ve öbür kalp – damar hastalıkları riskini artırabilir. ​

Psikolojik Zararlar :

Bunaltı (Anksiyete) ve Depresyon :
Kişinin beden görünümüyle (imajıyla) ilgili sürekli hoşnutsuzluğu, bunaltı (anksiyete) ve depresyon gibi ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilir. ​

Toplumsal yalıtım ve yalnızlaşma (Sosyal İzolasyon) : Kas kitlesini büyütme amaçlı aşırı fiziksel egzersiz ve diyet programlarına bağlılık, toplumsal etkinliklerden uzaklaşmaya ve ilişkilerin zayıflamasına neden olabilir. ​

Sakıncaları ve tehlikeleri :

Toplumsal ve mesleksel olumsuz etkiler : “Bigoreksiya” denilen davranış bozukluğu,
kişilerin iş ve toplumsal yaşamlarını olumsuz etkileyebilir. Örneğin düzenli ve disiplinli egzersiz programlarına bağlılık nedeniyle toplumsal çalışmalardan veya iş sorumluluklarından kaçınma öne çıkabilir.. ​

Ekonomik bedel : Kas gücü ve kitlesi artırıcı kimyasal maddeler, protein tozları ve özel diyetler için yapılan harcamalar yüksek tutarlı olup, bağımlıların ekonomik durumuna ağır yük doğurabilir.

Sonuç olarak            :
Bigoreksiya ve kas çalışmasının bağımlılığa dönüştüğü (muscular man) ağır bir
davranış bozukluğudur. Bedensel ve psikolojik ciddi ve kalıcı sağlık sorunlarına,
birden (ani) ölüme yol açabilir! Bu yüzden, belirtilerin görülmesiyle, erken evrede
psikolojik – psikiyatrik destek ve davranış terapisi alınması önerilir.
Aile desteği ve toplumsal dayanışma, kurumsal kamu desteği kritiktir.

https://www.milliyet.com.tr/gundem/bigoreksiya-insani-bozar-7326988 11.03.2025
https://x.com/profsaltik/status/1901398267415388461

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Atılım Üniv. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Hekim – Halk Sağlığı Uzmanı
Hukukçu – Sağlık Hukuku Uzmanı
Siyaset Bilimci (Mülkiye)

14 MART’ın 198. YILI : ÇÖKERTİLEN SAĞLIK SİSTEMİ

14 MART’ın 198. YILI :
ÇÖKERTİLEN SAĞLIK SİSTEMİ

Yarın 14 Mart.. 1827’de İstanbul Tıp Mektebinin açılmasının 198. yıldönümü. 14 Mart 1919 şanlı başkaldırısının ise 106. yılı. Geçen yıl 14 Mart’ta, bu köşede “14 Mart Tıp Bayramı : 197 yıl sonra neredeyiz?” konulu yazımızı paylaştık. Bir koca yıl daha geçti ve sağlık sistemimizde en köklü reform (!) Bakan değişikliği oldu. Çocukçu Bakanımız gitti, yerine eli neşter tutan cerrah Bakanımız oldu. Son Bakanın İstanbul Sağlık Müdürlüğü yılları ile örtüşen Yenidoğan Çetesi faciası vd. her nasılsa-nedense, yeni Bakanı epey zorladı. Aile hekimleri hizmet yönetmeliği ile oynandı ve 30 bine yakın meslektaşımız ciddi biçimde hak yitikleri ile yüz yüze geldi. SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) ile belirlenen muayene ücretleri birkaç katına çıkarıldı, yaygın toplumsal tepki yüzünden geri alındı. Geçen yıldan bu yana sağlık sektörümüzde iz bırakan, –gerçekte çooook utandıran– bir olay da, ameliyathane masasında stent pazarlığı yapılan kalp hastasının görüntüsü oldu. Yine maşalar yakıldı ama o maşaları tutan ellere – kollara dokunul(a)madı.
Bu iktidarda tersi beklenebilir mi ki?!

Epey zamandır TTB (Türk Tabipleri Birliği) 14 Mart’ı “Tıp Bayramı” olarak kutla(ya)mıyor. Oysa tıp öğrenciliğimizde (1971-77) ve izleyen hekimlik yıllarımızda ne hoş olurdu tıp balolarımız. Bu sevincimiz, Tıp Bayramımız elimizden alındı! Özellikle Haziran 2003, milat oldu. AKP’nin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, özgün adı “Health Transformation” olan neo-liberal küreselci dayatmayı “Sağlıkta Dönüşüm” adıyla başlattı. Söz verilmişti Oval Ofis’te, iktidara gelmeden önce, örn. BOP vd. gibi. Geldik bu günlere, sistem tıkandı. İnsanlar randevu alamıyor muayene olmak için. Kimi özellikli inceleme ve görüntülemeler aylar sonrasına kalıyor. 2024’te kişi başına hekime başvuru 11’i geçti, AB ortalamasının 2 katı! Şimdi kalkıp, “Hekime erişimi kolaylaştırdık” mı denecek pişkinlikle!? Dayatılan muayene süresi 5 dakika! İnsanlar ve hekimler kendilerini ifade edemiyor. Hastalar şifa bulamıyor ve anlamsız yinelenen başvurular sürüyor. Yapılan yersiz incelemeler, yazılan ilaçlar.. çok yönlü ağır fatura; ekonomiye de, hastaya da, hekime de, sağlık sistemine de.

Toplumu çürütüyor!

Biz İYİ HEKİMLİK YAPMAK İSTİYORUZ! Gene de toplam ulusal gelirden ayrılan sağlık gideri AKP’nin iktidar olduğu 2002’den çok öte değil, yerinde sayıyor %4,5 ile ve AB ortalamasının yarısı. Ama biz Türk mucizesi peşindeyiz. Sağlıkta Dönüşümü başlatan Bakan Akdağ’ın heybetli, tarihsel (!) buyrumuyla : “Bundan böyle hastalar müşteri olarak görüle ve memnun edile!

RTE galatıyla “neredeeen nereye?!” Eşit, nitelikli sağlık hizmetinin doğuştan temel hak öznesi onurlu yurttaş, AKP iktidarı ile artık “sıradan müşteri”ye indirgenmiş oluyor. “Müşteri memnuniyeti” ise, sağlıkta bilimsel olarak ölçümü olanaklı olmayan, kafdağı ötesi bir masalsı beklenti. Nitekim 22 yıldır bu seraba erşilemedi, tersine uzaklaşıldı. Oysa bir de kamçısı vardı “Sağlıkta Dönüşüm” maskeli emperyal planın kamçılı çavuşu Bakan Akdağ’ın ve ardıllarının : Performans! Niteliği kurban ederek niceliği fetiş kılan bir başka kurgu. Sağlık sektöründe kamu geri çekilir, insanlar özel sektöre adeta zorlanırken, kamusal ve cep ödemeleriyle bu sektörün yerli-yabancı yatırımcısına 22 yıldır yüzlerce milyar $ ulusal servet aktarıldı!

Zincir özel hastanelerle devasa tekeller oluşturuldu. Önceki Bakan Koca, hastaneler patronuydu. Sağlık turizmi ve kayıtdışılık da katılırsa, tüm sektörlerde 20+ yılda toplam sermaye aktarımı birkaç trilyon $!!

Bu süreçte temel maliyet girdisi olarak görülen sağlık emek gücünün ucuzlatılması da unutulmadı. Tıp fakülteleri, hekim ve öbür sağlık meslek üyeleri, nitelik acımasızca kurban edilerek adeta mitoza sokuldu. Bir milyona yakın sağlık emekçisi göreve alınmadı, köle ücreti-koşullarıyla iş beklentisine itildi. Zorunlu hizmetin hala sürdüğü hekimler sesini biraz daha gür çıkarınca, RTE, “giderlerse gitsinler..” diye kükredi. Binlerce gittiler.. Hekim açığımız kapatılamadı, beyin göçü verdik. Gelişen bir ülke için ciddi kanama bu!

Bu yıl hekimler sokaklarda, yollarda, yürümekteler.. İstanbul’dan yola çıktılar, başkente ulaştılar. Elden gelen çaba ile seslerini duyurmaya çabaladılar. Ne var ki, ülkenin AKP iktidarınca gerçekten “pek yaman” kurgulanan yapay gündem oyunları arasında çığlıkları yeterince duyul(a)madı. Dün (11 Mart) SÖZCÜ’de ayrılan yer, iç sayfalarda abartısız, yaklaşık 4×4 cm idi!

Kulağımıza geldiğine göre, 14 Mart 2025 günü Anıtkabir ziyareti TTB Merkez Konseyi’nde oylanmış ve 5’e 6 reddedilmiş. Ne çok utanç.. 5 oy Çağdaş Hekimlerden, 6 da önceki Etkin Demokratik TTB takımından olsa gerek. 5 üye kişisel olarak, Ankara Tabip Odası ile Anıtkabir ziyaretine katılacak. “Beni Türk Hekimlerine emanet ediniz..” diyerek bizleri yücelten Atatürk’ün saygın anısına ne büyük hakaret! Şiddetle kınıyoruz bu sefil tutumu ve bu hekimleri. Yazıklar olsun! Dolayısıyla, kendi içinde bölünmüş, hekimlerin yarıdan azının üye olduğu ve haklarını TTB’de değil sendikalaşmada aradığı günümüzde, 14 Mart’ın 198. yılını büyük hüzünle yaşıyoruz.(*)
Varolsun AKP=RTE(!)

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/14-martin-198-yili-cokertilen-saglik-sistemi-2308849
https://x.com/profsaltik/status/1900055067283120370
Not : Bu gün Anıtkabir’e, TTB MK üyesi 11 hekimden 7’sinin geldiği TTB web sitesinde duyuruldu.

Cumhuriyet TV’de 14 Mart ve Sağlık Sorunlarımızı anlattık..

Dostlar,

Bilindiği gibi bu gün 14 Mart.
198 yıl önce 2. Mahmut döneminde, ülkemizde modern tıp eğitimine başlandı.
30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesi ardından İstanbul işgal edilmişti.
İstanbul Tıp Fak. öğrencileri emperyalist işgale isyan ediyorlardı. Fakülte binalarına İngiliz birliklerince el konmuştu. Herkes sin(diril)mişti. 14 Mart’ı kutlamak üzere izin aldılar. Günümüzde Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesince kullanılan binanın 2 yüksek kulesi arasına büyük bir Türk bayrağı astılar ve konuşmalarında emperyalist işgali kınadılar.. Tıbbiyeli Hikmet öncülük yaptı.

Bu genç tıbbiyeli, Mustafa Kemal Paşa‘nın Sivas Kongresi‘ne çağrısına gönderildi arkadaşlarınca.. Aralarında para topladılar. Orada “Manda” yandaşlarına karşı çıktı, tam bağımsızlığı savundu. “Ya istiklal ya ölüm!” parolası benimsendi bu kongrede.. İstanbul Tıbbiyesi’nin 1915 girişli 1. sınıf öğrencileri (190+) Çanakkale Savunmasında tümüyle şehit olmuşlardı ve 1921’de bu Fakülte hiç mezun verememişti.

İşte bu gün, genç tıbbiyelilerin onurlu tarihsel başkaldırısının 106. yılı. 14 Mart Tıp Bayramı olarak kutluyoruz, salt Türkiye’ye özgü. Ancak son yıllarda, artan ve ağırlaşan sağlık sorunları bayramın tadını kaçırdı. Sağlık sorunlarımızı ve çözüm önerilerimizi kamuoyu gündemine taşımak için Sağlık Haftası olarak değerlendirmeye çalışıyoruz.

Bir ölçüde yazdık dün (13 Mart 2025) Cumhuriyet Gazetesindeki köşe yazımızda : 14 MART’ın 198. YILI : ÇÖKERTİLEN SAĞLIK SİSTEMİ
(https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/14-martin-198-yili-cokertilen-saglik-sistemi-2308849 https://x.com/profsaltik/status/1900055067283120370)
***
Bu gün, -14 Mart 2025- Cumhuriyet TV‘den Sayın Erdem Öktem bizimle bir söyleşi yaptı. Yaklaşık 20 dakikada sağlık sektörümüzün yakıcı sorunlarını özetlemeye çalıştık.

İzlemek için lütfen tıklayınız..

İzlenmesi, paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle.
İktidarın artık bunaltan sorunları çözmeye niyeti yok. Gerektiğinde pansuman ile dayatmayı sürdürüyor. Bu bir politik yeğleme (tercih).

  • Sağlık sektöründe her yıl onlarca milyar Dolar servetimizin yerli – yabancı sermayeye aktarımı bile – isteye sürdürülüyor.

Tek çözüm, AKP iktidarının değiştirilmesi (seçimle).

Herkesin bu çarpıcı olguyu bir güzel kavraması gerek!

Cumhuriyet TV‘ye ve program yapımcısı Sn. Erdem Öktem‘e bu söyleşi fırsatı için teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak – Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim – Hukukçu – Siyaset Bilimci
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X (Twitter) : @profsaltik     

 

 

Çevreciler, ekonomistler, politikacılar

Prof. Dr. Çağatay Güler

12 Mart 2025, Cumhuriyet

Son paragraftaki vurgunun anlaşılabilmesi için önce çevreciler, ekonomistler ve politikacılarla tanımsal niteliklerinin özetlenmesi yerinde olacaktır:

Çevreciler, doğal çevrenin korunmasını, ona zarar verebilecek tehlikelerin öngörülerek önlenmesini, kaynaklardan sürdürülebilir biçimde yararlanılmasını savunan kişi veya gruplardır. Öncelikli odak noktaları, çevre sorunlarına ağırlık vererek günümüz ve gelecek kuşaklara
daha sağlıklı bir gezegen sağlamak için çevre ve doğa dostu uygulamaları özendirmektir.
Sürekli öğrenme, öğretme, farkındalık yaratma, bilinçlendirme, izleme, örgütlenme ve direnmeyi yaşam biçimine dönüştürme yükümlülükleri vardır.

ÇEVRECİLERİN MİSYONU

Çevrecilerin en önemli itici gücü, Ekoloji ile ilgili endişelerdir. Bu endişelerin en büyüğü insan etkinliklerinin çevre ve doğal yaşam üzerindeki olmuş ve olası etkileridir. Biyolojik çeşitliliğin ve ekosistemlerin korunmasına öncelik verirler. Uzun süreli hatta sonsuzu hedefleyen bir sürdürebilirliğe ağırlık verirler. Günü kurtaran ekonomik kazanımlar yerine, Gezegenin
uzun vadeli refahını sağlayacak politika ve uygulamaları savunurlar. Yenilenebilir enerjiyi ve korumacılığı desteklerler. Yenilenebilir enerji kaynaklarının benimsenmesini, sera gazı salımlarıyla atıkların azaltılmasını ve kaynakların korunmasını sağlama çabası içindedirler.

EKONOMİSTLERİN MİSYONU

Çevreciler, doğayı korumayı ekonomik büyümeden daha öncelikli sayabilecek değerler duygusuna sahiptirler. Kimi durumlarda, doğal kaynakları ve ekosistemleri koruma söz konusu ise ekonomik büyümeyi sınırlamaya eğilimlidirler. Ekonomistler, insan ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılamak için toplumların kaynakları nasıl tahsis ettiğini inceleyen ekonomi alanında uzmandırlar. Ana odak noktaları, ekonomik sistemlerin verimliliğini değerlendirmek ve iyileştirmektir. Ekonomik verimlilikçe yönlendirilirler. Kaynakların, en uygun ekonomik sonuçlara ulaşabilecek biçimde en üst düzeyde verimli biçimde tahsisinden (özgülenmesinden) yanadırlar. Politikaları ve projeleri değerlendirmek için genellikle fayda ve maliyetleri karşılaştıran
maliyet-fayda analizlerini kullanırlar.

POLİTİKACILARIN MİSYONU

Ekonomistler artan zenginliğin yaşam standartlarını yükselteceğini düşündüklerinden,
genellikle ekonomik büyümeyi ve refahı artırmaya yönelik politikaları savunurlar. Bu nedenle büyümeye çevresel endişelerden daha çok değer verebilirler. Kimi durumlarda, çevresel bozulma pahasına olsa bile, ekonomik büyüme onlar için daha öncelikli olabilirler. Politikacılar, belirli bir insan grubunu veya siyasal bir oluşumu temsil etmek ve yönetmek için seçilen veya atanan kişilerdir. Eylemleri ve kararları, bileşenlerinin çıkarları, siyasal ideolojiler ve belirli hedeflere ulaşma ihtiyacı dahil olmak üzere, çeşitli etmenlerce biçimlendirilir. Kendilerini seçen ya da temsil ettikleri kişilerin çıkarlarına ve ihtiyaçlarına hizmet etmeyi amaçlar.

Politika kararları alırken ekonomik kaygılar, sosyal refah (toplumsal gönenç) ve çevre koruma dahil olmak üzere çok çeşitli konuları göz önünde bulundurmaları gerekmekle birlikte, diğer siyasal partilerin, özel çıkar gruplarının muhalefeti veya bütçe kısıtlamaları nedeniyle belirli politikaları uygulamada zorluklarla karşılaşabilirler. Sonuçta seçim kazanmak için kısa vadeli  (erimli) kazanımlar peşinde koşabilir. Uzun vadeli (erimli) çevresel veya ekonomik zorlukları
etkili bir biçimde ele almak yerine, seçmen tabanlarının hoşuna gidebilecek kısa vadeli başarılara öncelik verebilirler.

‘ORTAK ZEMİN ŞART’

Değerler duygusunun, insan hakları ve demokrasinin korunduğu özgür toplumlarda çevreciler, ekonomistler ve politikacılar, çevre ve toplum için dengeli çözümler gerektiren karmaşık sorunlarla ilgili ortak bir zemin bulmaya çalışırlar. Buna zorlayan farkındalığı yüksek, bilinçli, uyanık, etkinci (aktivist) bir kamuoyu vardır. Ancak çevre düşmanlarının çevrecilik taslayıp yurttaşları çevre ile aldattığı, ekonomistlerin uluslararası çıkar gruplarının (kümelerinin) reçetelerini allayıp pullayıp sunduğu, politikacıların ülkeyi kendi ve yandaşlarının “avlanma, çöküp alma, kapıp götürme alanı” olarak gördüğü; değerler duygusundan yoksun, özgürlükleri kısıtlanıp sürüleştirilmiş toplumlarda bu sağlanamaz…

ARTAN AŞI REDDİ ve DEVLETİN İVEDİ YÜKÜMÜ

ARTAN AŞI REDDİ
ve DEVLETİN İVEDİ YÜKÜMÜ
 

Aşılar tıp biliminin insanlığa en büyük armağanlarındandır. İnsan bedenine ağızdan, şırınga gibi yollarla verilir ve bağışık sistemde ilgili hastalığa karşı direnç gelişir. Aşıyla korunulabilen hastalığa yakalanmaz
ya da hafif geçirirsiniz. Ayrıca yayılma zinciri kırılarak bulaşıcı hastalık salgınları önlenir, sınırlandırılır.

Çin’de MÖ 1000’e dek uzanan aşılama çabaları var. Ancak ilk bilimsel aşıyı, Osmanlı’daki uygulamadan esinlenen Dr. E. Jenner 1796’da geliştirdi. Jenner, inek çiçeği hastalığını geçiren sütçü kadınların çiçek hastalığına yakalanmadığını gördü ve bu esinle çiçek aşısını geliştirdi. Adına kurulan bilimsel Enstitü, İngiltere’de üretimini sürdürüyor. Bizde ise; birçok aşı, biyolojik ürün, teknik geliştiren Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Enstitüsü’nü AKP 2011’de kapattı! 1980’de Çiçeğin kökü kazındı bu aşıyla!

Aşılar son 50 yılda, en az 154 milyon yaşam kurtardı; her yıl 3 milyon, dakikada 6 insan!
Tam uygulansa daha 1,5 milyon/yıl yaşam kurtarabilir. Özellikle bebek-çocuk ölümleri ve engelliliğini azaltmada çok katkı sağlamış, milyonlarca insan sağlıklı yaşama erişmiştir.
Beş yaş altı çocuklara ağızdan verilen çocuk felci aşısını Dr. A. Sabin geliştirmiş ve 1961’de uygulama başlanmış, günümüze dek 16 milyon engellilik (sakatlık) önlenmiştir. Dr. Sabin’e patent hakkı sorulduğunda, gülümseyerek, “Güneşi patentleyebilir misiniz??” yanıtını vermiştir bilgelikle. Çocuk felci de yok edilmek üzeredir (Afganistan, Pakistan sorunlu..).

Kovit-19 afeti de büyük ölçüde yaygın aşılama ve gelişen toplumsal direnç ile aşılabilmiştir. Kovit’ten ölenlerin %95’inden çoğu aşı olmayanlardır. Günümüzde gözlenen kimi istenmeyen tablolar aşıya değil, hastalığı geçirmeye bağlı orta-geç dönem sonuçlardır. Aşılar genellikle çok güvenlidir ama kimi yan etkiler görülebilir. Bunlar genellikle hafif ve geçicidir; aşı yerinde ağrı, kızarıklık, hafif ateş gibi. Ender yan etkiler alerjik tepkiler ve başkaca ciddi sağlık sorunları olabilir. Ancak bu tür yan etkiler çok nadirdir ve aşıların sağladığı yararlar, risklerinden kat kat fazladır. Yaşamda sıfır riskli hiçbir olgu yoktur. “Kabul edilebilir risk” kavramı geçerlidir ve aşılar, ilaçlardan çok daha güvenli biyolojik ürünlerdir; giderek de daha güvenli oluyorlar!

Aşılar hakkında eksik-yanlış bilgi, aşı çekincesi ve karşıtlığını artırabilir. Bu da halk sağlığını
çok olumsuz etkileyebilir ve kimi bulaşıcı hastalıkların yeniden ortaya çıkmasına neden olabilir. Halkın uygun yöntemle yaygın ve örgün sürekli eğitimi yaşamsal önemdedir ve ana yüküm Sağlık Bakanlığınındır.

  • Ne ki ülkemizde aşı reddi son yıllarda tehlikeli biçimde tırmanmaktadır.

Samsun’da bir Çocuk Hekimi Profesör(!) aşılara karşı çıkmakta, “Kızamık doğanın lütfu ve basit bir hastalıktır.” diyebilmektedir. Bu kocaman bir safsatadır! Bilim özgürlüğü zırvalama hakkı vermez! İlgili üniversite, YÖK, Sağlık Bakanlığı, TTB görevini tez yapmalıdır.

Türkiye’de de aşı karşıtlığı son yıllarda artıyor. 2011’de salt 183 kişi, 2024’te 100 bin kişiyi bulmuştur. Bu çarpıcı artış, salgın riski demektir. Özellikle çocukluk aşılarına ilgi büyük oranda düşmüştür. İstanbul’da her yıl yaklaşık 15 bin, Türkiye genelinde yaklaşık 100 bin çocuk aşısız kalmaktadır. Kızamık son yıllarda ciddi artış gösteriyor. 2021’de 51, 2022’de 125, 2023’te 4959! Bu tehlikeli artış salgına neden olabilir. Aşı karşıtlığı sosyal medyada ve uygun ortamlarda bir ölçüde kasıtlı yayılan yanlış bilgi ve komplo kuramıyla körükleniyor.

  • Dezenformasyon yasası”nın tam da uygulanabileceği yer gerçekte burası, politik alan değil!

Aşılanmayanlar salt kendi sağlıklarını tehlikeye atmakla kalmaz, başta yakınları, aşılanamayan kişiler için de tehlikeli olur. Özgürlüklerin ana sınırı ve yaşamın en temel etik ilkesi, başkalarına zarar vermemektir.

Anayasa m. 56, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir…
.” der ve aşı reddine olanak vermez.

12. madde ise “.. Temel hak ve özgürlükler, kişinin topluma, ailesine ve öbür kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da içerir.” diyerek sınırı net belirler. Aşı olmak anayasal yükümdür.

Anayasa Mahkemesi geçmişte aşı reddi hakkında bireysel başvurularda yanlış kararlar verdi.
13. maddeye dayanarak aşılamanın yasal yüküm olarak tanımlanmadığını, tıbbi zorunluk da olmadığını savlayarak, 17. madde üzerinden temel hak-özgürlüklerin sınırlandırılamayacağına hükmetti (oyçokluğuyla). Sorunu, sağlık hukuku yüksek lisans tezimizde kapsamlı irdelemiştik (2018). AYM bu dosyalarda, aşıların ”tıbbi zorunluk” olup-olmadığı hakkında bilimsel görüş almadı ilgili uzman kurumlardan.

  • Oysa aşılar, tipik olarak tıbbi zorunluktur.

Bu kabulden kalksaydı, aşıyı reddeden bireysel başvuruya 2015’te “hak ihlali” demeyecekti.
Açık yasal düzenleme boşluğuna dayandı, ne var ki TBMM 10 yıldır açık bir yasal düzenleme yap(a)madı!? Zaten tek adam yönetiminde TBMM felç, Saraydan yasa önerisi gelmezse
birşey yapılamıyor. Popülist ve kimi dinci kaygılarla adım atılmıyor ve açık yasal düzenlemeden

  • AKP=RTE kaçınıyor. Halk sağlığı çok ciddi ve çok yönlü tehditlerle zaten yüz yüze!

Çiçek hastalığının kökü aşı ile kazındı; sıra kötü yönetimlerde!

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/artan-asi-reddi-ve-devletin-ivedi-yukumu-2304161
https://x.com/profsaltik/status/1894981790281904174
PDF biçimi : 39. Artan Aşı Reddi ve Devletin İvedi Yükümü

Turkish Health System Turkish Ministry of Health (MoH)

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 24th February 2025, we’ll conduct a 2 hours lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with the subject of

Turkish Health System – Turkish Ministry of Health (MoH)

Here are the 59 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 5,3 MB)

Turkish Health System, MoH

PDF file has also been uploaded to the Moodle system of Atılım Univ. Medical School.

With respect and love. 24th February 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X  @profsaltik

Maternal & Child Health- MCH: Public Health Aspect

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On the 19th February 2025, we conducted a 2 hours lecture face to face for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Maternal & Child Health– MCH : Public Health Aspect

Here are the 53 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 3,8 MB)

MCH; Public Health Aspect

Additionally, the following subject was also reviewed :

Social groups under risk from the point of MCH (Maternal & Child Health)

Here are the 26 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 2,6 MB)

MCH; Social groups under risk

With respect and love. 21st February 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
LLM; Health Law    BSc; Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

2024 Nüfus Verileri ve Demografi Politikamız

2024 Nüfus Verileri ve
Demografi Politikamız

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​ www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com   facebook.com/profsaltik    X: @profsaltik    

Sorunu, 06 Haziran 2024 günlü köşe yazımızda da irdelemiştik: “Nüfus Artışı Sorunu!?
(https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/nufus-artisi-sorunu-2214362)

TÜİK, 6 Şubat 2025’te, 2024 sonu ADNKS (Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) verilerini yayınladı. Bu verilerin önemli iletileri var, özenle çözümlenmeli.

Nüfus, 31 Aralık 2024’te önceki yıla göre 292.567 kişi artarak 85.664.944 kişi oldu.
Kadın sayısı erkeklerden 41 bin daha az! (1 erkeğe 4 kadın, tarihte oransal olarak hiçbir yerde
denk düşmedi!? Tanrı bunu hiç olanaklı kılmadı nedense!?).

Nüfus artış hızı (NAH) binde 3,4. Bu hız 2023’te binde 1,1 idi. 2007-2024 NAH verileri aşağıdaki çizimde görülüyor. Kovit-19 salgını ile kırılma 2020’de başlıyor. Eylül 2021’de Erdoğan’ın
Nas” dayatmasına ikincil yaygın-derin, ağır ekonomik bunalımla dibe vuruyor. 2023’te binde 1,1 ile 2019’un nerdeyse 1/13’ü! 2024 dünya ortalama NAH binde 9,1 ile Türkiye’nin 2,7 katı;
OECD ortalaması binde 5,2 ile 1,5 katımız.

30 büyükşehirde köyler mahalle sayıldığından, kentsel nüfus %93,4 ile dünyada en tepelerde.
40 ilin nüfusu azaldı, 41 ilin arttı. İstanbul nüfusu 46 bin arttı ve 15,7 milyon oldu,
toplam nüfusun 1/6’sına karşılık. Ülke genelinde km2’ye 111 kişi düşerken (dünya ortalaması 63), bu sayı İstanbul’da 2934 (nüfus yoğunluğu).

Türkiye dünya ortalamasından çok daha kalabalık bir ülke ve şehir efsanesine dayalı 100-200 milyon nüfusu besleyecek güçte değil. İklim faciası, on milyonu aşkın yabancıya ev sahipliği ve su-enerji yoksuluyuz! Dünya nüfusunun %1,1’ine sahibiz ama sularımız dünyanın %0,6’sı, enerji kaynaklarımız %0,2’si!

Gıda enflasyonu ve dışalımı (ithali) çok yüksek. 20 ilimiz milyonluk, bunların 10’u 2+ milyon nüfuslu. En kalabalık 5 kent Ankara ve batısında. Ortanca (median) yaş 34,4’e, 65+ yaş nüfus oranı %10,6’ ya yükselirken; 0-14 yaş çocuklar %20.9’a geriledi. Toplam yaş bağımlılık oranı azadı, 15-65 yaş arası çalışabilir nüfus oranı %68,4’e çıktı (toplam işgücü arzı).

2024’te Toplam Doğurganlık Hızı 1,51 oldu. Bu hız dünyada 2,31 çocuk ve AB ortalaması
1,54 çocuk. (Doğurganlık döneminde bir kadının sahip olması kestirilen çocuk sayısı)

  • Güncel verilerle Türkiye hala “Demografik Fırsat Penceresi” içinde.

Yaşlanıyoruz” diye ürküye (paniğe) gerek yok. Bu “Pencere dönemi“nin bilimsel akılcı gereklerini yapalım mutlaka. Bu dönem, nüfusta dinamik bir denge dönemidir. Güncel verilerle Türkiye yüksek bir doğurganlık baskısı altında değil. Buna karşılık yaşlı nüfus da çok yüksek değil.
65+ yaş %10.6, kaldı ki Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı 75+ yılda başlatıyor. İşgücü arzı ise,
şimdiye dek en yüksek orana, % 68’4’e çıktı; 86,7 milyon nüfus X % 68,4 = 58,6 milyon insan çalışabilecek durumda. Oysa geniş tanımlı işsizlik (atıl işgücü) ürkütücü-korkunç düzeyde!
TÜİK’e göre %28,2!

Öte yandan yapay zeka donatılı insan eşdeğeri akıllı robotlar (MER) insanın yerini alıyor!

  • 2030’a dek 800 milyon insanın bu yüzden işsiz kalacağı öngörülüyor. Niye çoğalıyoruz??

Nüfus artışı akıl ve bilim dışıdır!

AKP=RTE, yine 3-5 çocuk diye topluma baskı kurmakta. Kimi sınırlı parasal teşviklerle halkı daha çok çocuk yapmak için, deyim yerindeyse “kışkırtmakta”. Ancak, dibi delik ve devasa açık veren bütçeye karşın (2024’te GSYH’nın %4,8’i!) sağlanan akçalı destek, gerçekçi olmaktan çok uzak, soyut rakamlar. Halkta yatay ve dikey yoksullaşTIRma 3,5 yıldır bile-isteye sürdürülmekte.
CHP’li belediyelerin açtığı yuva-kreşlerin kapatılmasına bile kalkıyor AKP!
Okullarda tek bir öğün sıcak yemek bile çocuklara ver(e)miyor AKP iktidarı! 

2024 bütçesinde vergi gelirlerinin artmasına karşın, gereksinim büyümekle birlikte
sosyal yardım ve yoksullukla mücadele ödeneği azal(tıl)dı. Sosyal koruma harcamaları
toplam bütçe giderinin salt %4,2’si. Seçim sonrası yoksullukla savaş ve sosyal yardıma ayrılan bütçe, gerçek (reel) olarak küçül(tül)dü. 2024’te yoksullukla savaşa ayrılan doğrudan kaynaklar,
toplam bütçenin yalnızca %2,5’i. Hane halkına yapılan aktarımlar da düştü/düşürüldü.
Yoksul yurttaşlar, kendilerine uzatılan medya mikrofonlarına, artık temel gereksinimlerini bile karşılamanın olanaksızlığını haykırıyor. Tüm bunlar asla rastlantı değil

AKP=RTE’den ekonomi masalları dinlemeye artık ne güç ne zaman var.
Bunlar bile-isteye yaşama geçirilen politikalar.

TEK ADAM REjİMİ ÇÖKTÜ!

YoksullaşTIRma, Sarayın halkı teslim alma siyasetinin temel aracı.
İnsanları borç batağına sürükleme, sadaka ekonomisinin bir parçası, mutlak biata zorlama!
***

2002 sonunda AKP=RTE iktidar (3 Kasım seçimi) olduğunda,
Türkiye cezaevlerinde toplam 55.325 tutuklu-hükümlü vardı.
2024 sonunda 337.760 tutuklu-hükümlü var; 6.1 kat artmış!
2002 sonu Türkiye nüfusu 66.4 milyon, 2024 sonu 85.7 milyon.
Nüfus %29 artmış, hapse atılanlar %600! Niçin, neden??

  • AKP=RTE, yoksul halkı zindanlara tıkmış!

İşte AKP=RTE adaleti (!) Din, siyasete pervasızca alet edildi..

Tek adam sistemi çöktü ve AKP=RTE çözümsüz!

***
Yineleyelim: Türkiye hala “Demografik Fırsat Penceresi” içinde.
Yaşlanıyoruz” ürküsüne (paniğine) ve pro-natalist (nüfus artırıcı) sanrıya (hezeyan) asla gerek yok.

Yapılması gereken; Türkiye’yi bir SS ülkesine dönüştürmek değil,
nüfusun niceliği (sayısı) ile yerine niteliği (kalitesi) ile ilgilenmek..

Daha nitelikli bir nüfus.. 21. yy’da Türkiye’yi ayakta tutabilecek nitelikli kuşaklar.

Sağlık-eğitim-barınma-beslenme-istihdam-yeterli gelir-adalet-gelecek umudu-ülkeye bağlılık… gibi insanca yaşamasını Anayasa m.2, 5 vd. çerçevesinde sağlamak ve bu pekala olanaklı.

AKP=RTE ise “yeni Türkiye” zırvası ile tersini dayatıyor; o halde halk yollar, mutlaka gidecek!
=======================
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/2024-nufus-verileri-ve-demografi-politikamiz-2299201 13 Şubat 2025

Not : Gazetede (Cumhuriyet‘te) yer darlığı nedeniyle daha kısa bir metin yayınlanmıştı :
PDF dosyası için tıklayınız : 38. 2024 Nüfus Verileri ve Demografi Politikamız