Kategori arşivi: ATILIM MEDICAL SCHOOL

Causality in Medicine : Meaning & Critical Function

Dear Phase 1 Students, Research Assistants,
Residents of Atılım University Medical School
and general readers of our website..

2 hours lecture with the subject

Causality in Medicine : Meaning & Critical Function” 

will be conducted on 30th September 2024.

This presentation is consisted of 66 slides (4,2 MB) and can be downloaded by the following link in addition to Moodle media of Atılım University Medical School.

Causality in Medicine, Meaning and Critical Function

With the hope and expectations of being usefull..

I wish all of you enjoy this important topic… (29.09.2024)

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
LLM in Health Law
BSc in Political Science & Public Administration
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Sağlıkta sorun büyüyor

ImageDr. Derya Uğur

Genel Sağlık-İş Genel Başkanı
Atatürk’ün izinde (Yurtta Barış Dünyada Barış)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

22 yıllık siyasal iktidar döneminde halkımızın sağlığı ve sağlık emekçilerinin refahı (gönenci) için çözülmesi gereken sorunlar çığ gibi büyümüştür.

  • Sağlık çalışanları, yoksulluk sınırının çok altında ücretlerle yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılmaktadır.

Genel Sağlık-İş’in yaptığı alan araştırması sonuçlarına göre; her 10 sağlık çalışanından 8’i gündelik yaşamın devamı (sürmesi) için borçlanmak durumunda kalmakta ve bu borçlanma, araştırmanın yapıldığı günden bu yana artarak sürmektedir.

  • Yaşam emanet edilen sağlık çalışanlarının, geçim derdi içinde bırakılması kabul edilemez.

Sağlık emekçileri, yoğun iş yükü altında çalışmak zorunda kalmaktadır.
Sağlık hizmeti sunan kamu kurum ve kuruluşlarındaki personel eksikliği, uzun çalışma saatleri ve aşırı iş yükü, çalışanları fiziksel ve zihinsel olarak yıpratmaktadır. Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları elverişsizdir. Çalışanlar iş yaşamında fiziksel ve ruhsal sağlığı “çok olumsuz” etkileyen faktörlere maruz (etmenlere sunuk) kalınmaktadır.

ÖNLEMLER YETERSİZ

Sağlık çalışanlarının neredeyse tamamı şiddet olayları konusunda alınan önlemleri yetersiz görmektedir. Artık sağlık hizmeti veren kamu kurum ve kuruluşlarında şiddetsiz gün geçmemektedir. Çıkarılan “Sağlıkta Şiddet Yasasıyetersizdir ve mevcut (verili) durumuyla bile uygulanmamaktadır.

Siyasal iktidarın “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında uyguladığı yanlış politikalar kışkırtılmış bir sağlık hizmeti talebi (istemi) doğurmuş, sağlık emekçileri itibarsızlaştırılmış ve sonunda, yaşam veren ellere kıyılır duruma gelinmiştir. Sağlık çalışanları, liyakatsiz yöneticilerin baskı, yıldırma ve mobbingi (bezdirisi) ile yüz yüzedir.

Sağlık emekçilerini köle olarak gören zihniyet neticesinde (anlayış sonunda), oturdukları koltukları kaybetmemek adına (yitirmemek için) idarecilerin (yöneticilerin) işbilmezlikleri,
sağlık emekçileri üzerinde baskıları artırmaktadır.

Bugüne değin sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin insan onuruna yaraşır yaşam ve çalışma koşullarına kavuşması için mücadele (savaşım) verdik ve vermeye devam edeceğiz (vermeyi sürdüreceğiz). Bunun için kimi temel istemlerin yerine getirilmesi gerekmektedir.

NE YAPILMALI?

  • Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin ağır ve kötü çalışma koşulları acilen (ivedilikle) düzeltilmelidir.
  • Sağlıkta şiddete sıfır tolerans (hoşgörü) gösterilmeli ve bunu önleyecek etkili bir şiddet yasası çıkarılmalıdır.
  • Sabit ödeme/teşvik ödemesi/taban ödemesi gibi sağlık çalışanlarının mağduriyetine sebep (incinmesine neden) olan ve çalışma barışını bozan uygulamalara son verilmeli; en düşüğü yoksulluk sınırının üzerine olacak biçimde, kadro derecesine göre maaşlarda kademeli (aylıklarda basamaklı) artış yapılmalıdır. Maaş ödemelerinin tümü emekliliğe yansıyacak biçimde tek kalemde olmalıdır.
  • Sağlık emekçilerinin çocuk bakımı sorununun çözümü için haftanın 7 günü, 24 saat kesintisiz hizmet veren bakımevi, kreş ve anaokulu düzenlemesi yaşama geçirilmelidir.
  • Yeterli sayıda sağlık çalışanı istihdam edilmeli (işe alınmalı), personel (çalışan) açığı kapatılmalıdır.
  • Tüm sağlık emekçilerine, geçmişe etkili olarak yıllık 90 gün yıpranma payı hakkı verilmelidir.

Sağlığı piyasalaştıran politikalara son verilmeli,
Atatürk’ün başlattığı ulusal, kamucu ve halkçı sağlık politikaları yeniden yaşama geçirilmelidir.

HALKÇI POLİTİKA

Ulusal, kamucu, halkçı sağlık politikaları için;

Sağlıkta eşitlik esastır (temeldir).
Tüm bireylerin sağlık hizmetine eşit erişimi sağlanmalıdır.
Eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti herkesin hakkıdır.
Sağlık hizmetlerine yeterli kamu kaynağının ayrılmasını sağlayacak bir sistem (dizge) kurulmalıdır.

Sağlık harcamalarında (giderlerinde) ülkenin Epidemiyolojik yapısı dikkate alınarak
sağlığı koruyucu ve geliştirici hizmetleri önceleyen planlama yapılmalıdır.
Sağlık hizmetlerine olan kışkırtılmış talebi (istemi) olabildiğince ihtiyaç (gereksinim) ölçüsü ile sınırlayacak bir mekanizma (düzenek) geliştirilmelidir.
Birinci Basamak sağlık hizmetleri başta olmak üzere, sağlık hizmetlerine erişim olanakları iyileştirilmelidir.

Başta koruyucu sağlık, ana-çocuk sağlığı, ergen sağlığı hizmetleri olmak üzere,
Birinci Basamak sağlık hizmetleri güçlendirilerek yaygınlaştırılmalıdır.
Aile hekimliği modelinde etkili bir sevk zinciri kurulmalıdır.
Sağlık çalışanı yetiştirme politikaları bilimsel temellerle yeniden düzenlenmelidir.

Türkiye’de sağlık cihazlarına (aygıtlarına) yönelik sanayi gelişmektedir. İleri teknoloji gerektiren cihazlar ithal edilmektedir (dışalım). Yerli sanayi bu alanda üretim yapmaya teşvik edilmeli ve tıbbi cihaz üretimine ve kullanımına yönelik insangücü yetiştirilmelidir.

Yerli ilaç sanayisi teşvik edilmeli, dünya pazarlarına uyum konusunda desteklenmelidir.

Güvenli gıda, içinde yaşadığımız çevrenin korunması ve iyileştirilmesi bir sağlık sorunudur.

  • Küreselleşmenin gıda ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri ve bunların insan sağlığı üzerindeki riskleri, küreselleşmiş bir sağlık sistemi ile çözülemez.

Sağlığı birinci derecede etkileyen güvenli gıda ve çevre üzerinde oynanan oyunlara göz yumulmamalıdır.

Sağlık politikalarının belirlenmesinde halkın, meslek örgütlerinin ve sendikaların katılımı sağlanmalıdır.
======================================

Dostlar,

Meslektaşımız Dr. Derya Uğur’a bu özlü yazısı için teşekkür ederiz.
Sendikanın web sitesinde adının hemen altında yer alan

Atatürk’ün izinde (Yurtta Barış Dünyada Barış) söylemi de çok değerli.

Ama, yazıda kullanılan dili adeta Türkçeleştirmek gerekti..
Nasıl ayrımında olunmaz bu durumun, bu sorunun, anlamakta zorlanıyoruz.

Büyük ATATÜRK‘ün Dernek olarak kurduğu, akçalı desteğini de sağladığı Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘nun, ATA‘nın yasal bırakıt (vasiyet) hakkı çiğnenerek devletleştirilmesi böylesine ağıt bir görünüm oluşturdu. Anayasa’ya “yüksek” nitemiyle de (sıfatıyla) koysanız, bu 2 Kurum günümüzde işlevsiz.

  • Türk Dili de Türk Tarihi de sahipsiz ve fatura çok ağır.

Bir sağlık emekçisi hekim ve Dil Derneği üyesi olarak, olarak yakıcı sağlık sorunlarını ben de yaşıyorum, gözlüyorum ve yazıyorum. Yanı sıra, değindiğim çağrışımlarım da oldu ve burada paylaşmak istedim.

Dün Dil Bayramımız idi.. Türk Dil Kurumu’nun 1932’de kuruluşundan bu yana 94 yıl geçti.

DİL DERNEĞİ‘nde  Türkçemizi korumaya çabalıyoruz..

Harf Devrimi 1 Kasım 1928’de idi, 96 yaşına girdi.

Karşı devrimi durdurmak zorundayız.

Halk Sağlığında yaşanan yıkımlar da emperyalist karşıdevrim ürünü..

Dilimiz ve Tarihimizde de..

“Bizi biz yapan” tüm değerlerimiz, emperyalistler ve yerli taşeronları eliyle, SÖYLEV – NUTUK’un sonunda tarihe haykırılarak not düşüldüğü üzere ciddi kuşatma ve tehdit altında, hatta yok edilmek isteniyor.

Ulusça direnecek ve bu hayın dönemi de kapatacağız.

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Beyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

ImageBeyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

Merdan Yanardağ
TELE1 İzleyici Hattı
29 Ağustos 2023

Türkiye son yıllarda hızla statü kaybettiği bir siyasal tarih sürecinden geçiyor. Ülke nitelik kaybına uğruyor toplumun geliri bile sadece son 20 yılda reel olarak yarı yarıya düşüyor. Akılcılık ve bilim ile kamu düzeninin ilişkisi kopuyor. Halk, kör inanca dayalı bir düzene doğru kontrolsüz bir sürükleniş yaşıyor. İnanç merkezli bilgi anlayışı yaşamı kuşatıyor. Dinsel referanslar asıl düzenleyici toplumsal ve ahlaki norm haline geliyor.

Bu tablo Ortaçağa savrulmanın, aydınlanmadan ve moderniteden kopmanın işaretidir. Ülke cumhuriyet ve çağdaşlaşma birikimi ile ilgisini keserek, hızla kıytırık bir Ortaçağ emirliğine, en iyi olasılıkla bir “hurma cumhuriyetine” dönüşüyor.

  • Kutsal mazlumluk kompleksinin intikamcı bir kutsal zalimlik haline; diğer bir ifade ile dinsel referanslara dayalı bir zulüm düzenine dönüşmesi, İslam’ın istismarı ile siyasallaştırılması sonucu gerçekleşiyor.

Dayanaklarını yine bu toplumun içindeki kötülükte buluyor. Çünkü toplumsal iyiliği örgütleyebilecek güçlerin bir türlü toparlanamadığı günlerden geçiliyor.

Leonidas Donskis “Akışkan Modernlikte Duyarlılığın Yitimi” alt başlığıyla, küçük insanların sosyoloğu Z. Bauman ile bir diyalog yöntemi izleyerek birlikte yazdıkları, ”Ahlaki Körlük” kitabında çarpıcı bir saptama yapıyor.
***
Kötülük, bize sanki başka yerde yaşıyormuş gibi geliyor. İçimizde değil de dünyanın belli yerlerinde, bize düşman olan yahut içinde insanlığı tehlikeye atan şeylerin yaşandığı bölgelerde saklandığını düşünüyoruz. Bu naif kuruntu ve kendini aldatma biçimimiz, iki-üç yüzyıl önce olduğu gibi bugün de varlığını koruyor.” (Zygmut Bauman – Leonidas Donskis, Ayrıntı Yay. 2020, s.14)

YENİ BİR AYDINLANMA

Biz siyasal İslamcı bir iktidar altında yaşadığımızı, islamo-faşist bir rejimin inşa edildiğine tanık olduğumuzu unuttuğumuz gibi; İŞİD ve Taliban’ı çok uzaklardaki tehditler olarak görmüyor muyuz? Oysa Silivri cezaevinde bile daha şimdiden en kalabalık tutuklu ve hükümlü gruplarından biri bu kesimlerden oluşuyor. S. Zizek, “Taliban’ın 21. yüzyılda büyük bir ülkede iktidar olduğu dünyada aydınlanma ve modernitenin zamanını doldurmuş ve dönemi geçmiş projeler olduğu ileri sürülemez.” diyor. Marksist felsefecinin bu yaklaşımı, başka her yerden çok uzayan bir Ortaçağın içinden geçen İslam dünyası için geçerlidir. Dünyanın yeni bir aydınlanma atılımına ihtiyacı olduğu açıktır. Bu, soldan gelen bir aydınlanma, yeni bir akılcı silkiniş olacaktır.

Geri kalmışlığın nedenini, kutsal bir kısır döngü içine düşerek, dinden uzaklaşmaya bağlayan; çözüm olarak daha fazla İslam’a sarılmayı öneren ve böylece geriye savrulma sürecini derinleştiren bir ideolojik tarihsel açmaz; doktor döverek aşılabilir mi? İslamcı – muhafazakar oligarşi, inanç merkezli bir bilgi anlayışını-ki Ortaçağa özgüdür-ülkeye yerleştirerek, devlet kurumlarını ve kamusal yaşamı dinselleştirerek kalkınabileceğini, tarihsel haksızlık ve yanlışı düzelterek adaleti sağlayabileceğini sanıyor. Büyük ve vahim hata da tam bu yaklaşımın içinde bulunuyor.

YIKICI BİR DÖNÜŞÜM

İslamcı faşizm, toplumun çöküşe, acılı bir intihara sürüklediğinin farkında değil
ya da buna aldırmıyor. Vasatın egemenliğine giren iyi ve nitelikli olanın
modernleşme dönemini de içeren Cumhuriyet’in kurumsal birikimi imha ediliyor.
Süreç giderek yıkıcı bir toplumsal felakete dönüşme eğilimine giriyor.

Öyle ki “eziklik” kompleksinden beslenen ilkel ve yıkıcı bir hune kültürü, ülkenin ütün pırıltısını söndürüyor. Laiklik ve özgürlük alanlarını yok etmeye yöneliyor. Rüküş bir toplumsal ve kültürel ortam oluşuyor. 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimleriyle Doğu-İslam dünyasının makus talihini yenerek aydınlanma çağını yakalayan en gelişmiş Müslüman ülke olan Türkiye giderek Pakistanlaşıyor.
***
Cumhuriyet kültürü ve demokratik kazanımlar yerini, büyük ölçüde kabile asabiyesine bırakıyor. Bu durum, solun ve demokratik kitle örgütlerinin ayaklarını bastıkları zeminleri de yok ediyor. Sokak röportajı veren hanımın

  • “Tabi iktidardan memnunuz doktor dövebiliyoruz daha ne olsun..”

şeklindeki ifadesi; hem yeni düzenin niteliğini hem kitle temelinin özelliklerini hem de ülkenin içinde devindiği tehlikeyi ortaya koyuyor.
***
Bu toplumsal, siyasal ve ideolojik hareket ile salt ekonomik talepler ve tezler üzerinden (hayat pahalılığı, yoksulluk, gelir adaletsizliği.. gibi) mücadele edilemez. Defalarca (kezlerce) vurguladığım gibi, esas olarak, saldırıyı ideolojik – kültürel alanda karşılamak ve yenilgiye uğratmak zorunludur. Açık ve cepheden yürütülecek bir ideolojik mücadele şarttır.

Geçmişte, ezildiğini, dışlandığını, iktidardan ve toplumsal servetten pay alamadığını düşünen; dahası bu durumu dindar olmasına bağlayan kitlenin “eziklik kompleksi” devrimci bir seçeneğin güçlü olmadığı koşullarda kolaylıkla “kutsal zalimliğe” evrilir. Bu toplum kesimleri dinci bir ajitasyonla ve kolaylıkla çağdaş, akılcı ve bilime dayalı kurumlara karşı intikamcı ve saldırganlığa sevk ediliyor.

Bu saldırıların hedefi bazen sağlık çalışanları, kimi kez içkili mekânlar, sıklıkla giyim ve kıyafetleri “açık” bulunan kadınlar (Ankara’daki iki polis ve bir bekçinin yoldan geçen üç kadına saldırışını hatırlayın) ve çoğu kez de yasaklanacak festival ve konserler olabilir.

YENİDEN ÜRETİM SÜRECİ

Bu ilkel ve yönlendirilmiş tepki; İslamcı otoriteye rıza üreten ve güçlendiren bir işlev de görür. Bu bir gönüllü kulluk durumudur. Richard Semett, bu büyük boyun eğiş ve otoritenin yeniden üretim sürecini şöyle anlatır:

“Otorite (…) itaat görmek için kaba kuvvet kullanan bit tirandan farklıdır. Otorite sahibi kişi, gönüllü itaate yol açar, uyrukları ona inanır. Haşin, zalim, adaletsiz olduğunu düşünebilirler, ama (…) aşağıdaki insanlar kendilerinde eksik bulunan, otorite figürünün tamamlayacağına inanırlar.” (R.Semett, Yeni Kapitalizm Kültürü, Ayrıntı Yay. 2015, s.47)