Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Laiklik ve ekonomi

Örsan K. Öymen
14 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Laiklik dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim (AS: sağlık!) işlerine karışmaması, devletin de bu koşulla, dindar vatandaşın dinsel inanç ve ibadet özgürlüğünü, dinsiz vatandaşın felsefi görüşünü güvence altına almasıdır.

Türkiye’nin günümüzdeki en önemli sorunu, muhalefetteki genel sanının aksine, laiklik ilkesine vurulan darbelerdir, laiklik yoksunluğudur. Ekonomi, siyaset, hukuk, eğitim, kamu kadrolaşması, (AS: sağlık) ve göç alanında yaşanan tüm güncel sorunların kökeninde büyük ölçüde, AKP hükümetinin laikliği ortadan kaldırarak bir din devleti kurma, teokratik bir düzen kurma amacı yatmaktadır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki güçler ayrılığını; yargı bağımsızlığını (AS: ve tarafsızlığını); düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, eğitim dinselleşmiştir,
Eğitimde nitelik ve bilimsellik ortadan kalkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, devletin tüm kurumlarında kadrolaşma dinselleşmiştir ve liyakata dayalı nitelikli kadrolaşma ortadan kalkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, yurtdışından şeriatçı, dinci, İslamcı kitle ithalatı ve demografik mühendislik süreci başlamıştır, göçmen istilası ortaya çıkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, Türkiye’de ekonomik kriz ortaya çıkmıştır.
***
AKP döneminde laiklik yoksunluğunun ekonomik krize yol açması üç biçimde gerçekleşmiştir:

1)AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, Kuran ayetine dayalı nastemelli faiz politikası uyguladığı için, ekonomiyi de dinselleştirdiği için, Türk Lirası ani ve radikal bir değer kaybına uğramış ve bu da hiper enflasyona neden olmuştur.

2) Teokrasi hedefinin bir sonucu olarak hukuk devletinin ortadan kalkmasıyla, yabancı ve yerli ekonomik yatırımlar neredeyse durma noktasına gelmiştir; hukuk devletinin yıkılması,
ekonomik güven ortamını da ortadan kaldırmıştır.

3) Teokrasi hedefinin bir sonucu olarak, hem eğitimin hem de kamuda ve özel sektörde kadrolaşmanın dinselleşmesiyle, Türkiye’nin her alanında eğitimli, uzman, liyakat sahibi
nitelikli eleman yetişmesi darbe yemiştir; bu da makro boyutta ekonomik verimliliği
ortadan kaldırmıştır.

Laiklik ile ekonomi arasındaki bağlantı bağlamında ilki doğrudan, ikincisi ve üçüncüsü dolaylı olarak gerçekleşen bu etkilerin sonucunda tarım, sanayi, teknoloji sektörlerinde etkili ve yaygın bir üretim ekonomisinin gerçekleşmesi de; turizm, gastronomi, kültür-sanat, eğlence gibi bazı hizmet sektörlerinde dinamik bir ekonominin yaşama geçmesi de olanaksız duruma gelmiştir.
***
Laiklik yalnızca cumhuriyetin, demokrasinin, halk egemenliğine dayalı yönetim biçiminin özündeki ilkelerden biri değildir.

  • Laiklik aynı zamanda ekonomik kalkınmanın önkoşullarından biridir. 

Türkiye’de halkın çoğunluğunun laiklik ilkesinin önemini ve değerini hâlâ kavrayamamış olması bu gerçeği değiştirmez. Siyasetçilerin temel sorumluluklarından biri de, makam ve mevki hırsı için anlık popülist siyaset yapmak değil; uzun vadede (erimde) halkın ve ülkenin yararına olacak siyaseti üretmektir, laiklik ilkesinin anlamını, önemini ve değerini halka anlatmaktır.

“Halkın gündeminde laiklik yok, halkın gündeminde ekonomi var, o nedenle laiklik söylemine gerek yok” biçimindeki çelişkili bakış açısı, eğer kötü niyetten kaynaklanmıyorsa, cehaletten, popülizmden, ufuksuzluktan, bilgisizlikten, aptallıktan başka bir şey değildir!

Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu olan
Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik ilkesine yüksek bir önem ve değer vermesi boşuna değildi.

CHP’li bazı eski ve yeni yöneticiler, Atatürk’ün kendilerinden daha akıllı, daha bilgili, daha ileri görüşlü, daha iyi niyetli, daha cesur olduğu gerçeğini kabul ederek, siyasal yaşamlarında
beyaz bir sayfa açmalıdırlar.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik ve ekonomi14 Ekim 2024
AKP ve İsrail7 Ekim 2024
Atatürk ve eğitim30 Eylül 2024

Yeni anayasa değil, hukuk devleti istiyoruz!

Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanatkirikkanat@mgkmedya.com 
09 Haziran 2024, Cumhuriyet

31 Mart yerel seçim sonuçları, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ve
kurucu partisi olmasına karşın yarım yüzyıldır muhalefete vidalanmış, yerinde sayan CHP’yi birinci parti ve yeni genel başkanı Özgür Özel’i daha ilk seçim hamlesinde, iktidara yürüyen siyasal lider yaptı.

Aynı sonuçlar, 22 yıldır iktidar olan AKP’yi ikinci sıraya düşürmekle kalmadı.
Seçim kampanyasına AKP başkanı sıfatıyla aktif olarak katılan Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ı da beklemediği bir yenilgiye uğrattı.

O gün bugündür, Türkiye’nin siyasal tablosu ters asılı: İktidarda azınlığa düşmüş AKP, muhalefette çoğunluğa ulaşmış CHP var.

DEMOKRASİ YUMUŞAMAZ, NORMALLEŞİR

Sayın Erdoğan da tersliğin farkında ve halkı kutuplaştırdığı süreçte ne zaman dara düşse gösterdiği havucu yine uzattı, “yumuşama” önerdi. Artık ne kendisi ne de AKP çoğunluğu temsil etmediği için, muhalefete bazı konularda taviz vererek ve karşılığında “hayati” tavizler alarak iktidarını sürdürmek istiyor.

CHP lideri Özgür Özel’in, cumhurbaşkanının “yumuşama” politikasını “normalleşme” diye düzelterek geri çevirmemesi, Erdoğan’la görüşmeye başlaması demokratik anlamda gerekli ve olumludur.

ARAÇ YUMUŞAMA, AMAÇ SERTLEŞME Mİ?

Demokrasi, iktidar ile muhalefet arasında “al gülüm, ver gülüm” tadında konuşarak, anlaşarak karşılıklı tavizlerle yürür.

Ancak soru, cumhurbaşkanının “yumuşama” sürecinden ne beklediği, hangi konuda anlaşmak istediği…

Eğer muhalefete uzattığı elin nihai amacı, cumhurbaşkanı ve AKP iktidarının çıkar ve amaçlarına uyacak yeni bir anayasa ise işte bu kabul edilemez.

  • Sayın Özgür Özel ve Türkiye’nin birinci partisi CHP böyle bir oyuna gelmemeli,
    NAFİLE bir anayasa manipülasyonuna DAHA alet olmamalı!

ANAYASA ENFLASYONU

Bu topraklarda Memaliki Devleti Osmaniye diye başlayan ilk anayasa, tumturaklı adıyla Kanuni Esasi, 1876’da yapıldı. İki yıl sonra çöpe atıldı. Gerilediği için yıkılan Osmanlı’dan sonra çağdaşlık yolundaki Türkiye Cumhuriyeti’ne de anayasa dayanmadı.

Dünyada başka örneği var mıdır bilmiyorum, yüz yıla dört anayasa sığdırıldı: 1921’deki kısa kaldı, 1924’teki dar geldi, 1961’deki bol geldi, 1982’deki askeri cuntanın yansıması diye
tam 21 kez değiştirildi.

Ve bu değişikliklerden 12’si, AKP’nin yirmi iki yıllık iktidarında yapıldı. Sonuncu değişiklik, 2017’de Sayın Erdoğan’a bugünkü yetkileri veren başkanlık sistemi oldu.

KEYFİM İSTERSE DEVLETİ

Emir-komutayla yönettiği AKP iktidarının ve dahi devletin biricik muktediri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokrasiyi amaç değil araç görüp istediği durakta indiğini artık biliyoruz;
22 yıldır yaşayarak gördük.

İyi ya da kötü, ortada bir Anayasa var. Devletin her makamı, ister beğensin ister beğenmesin, anayasaya uygunluğu denetleyen Anayasa Mahkemesi kararlarına uymakla yükümlü ve zorunludur.

Hukuk devleti dedikleri budur.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, beğenmediği kararlara uymuyor. O uymayınca, hepsi zaten emrindeki hiçbir erk, yargı, hükümet, devlet kurumu da uymuyor. Anayasa Mahkemesi işlevini, Anayasa da işlerliğini yitiriyor.

Eğer “yumuşama politikası”nın temel direği yeni bir anayasa istemiyse…

ŞAHSIM ANAYASASI, YURTTAŞA İSKELE BABASI

Demek ki yine, yeniden muktedir ve iktidarın beğeneceği anayasa yapılacak, Anayasa Mahkemesi muktedir ve iktidarın beğeneceği kararlar alacak ve bunun da adı hukuk devleti falan olacak, öyle mi?

CHP yönetiminin dikkatini çekmek isterim   : 31 Mart’ta CHP’yi birinci parti yapan seçmenler, ekonomik iflası tetikleyen tek adam rejimine olduğu kadar; eğitimle cehalete, partizanca hırsızlığa, tarikatçı yozlaşmaya karşı da oy verdiler.

Türkiye’nin yeni çoğunluğu, kadük olacak bir başka anayasadan önce var olana uyan;
yok sayılan, delinen, çiğnenen tüm yasaların gereğini yapan bir iktidar ve
yandaşlıktan, yolsuzluktan temizlenmiş bağımsız bir yargı erki istiyor.

Sabırla seçimleri ve yeni iktidardan hukuk devletini yeniden kurmasını bekliyor.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Yargı diyalektiği ve barolar

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

10.10.2024, BİRGÜN

Üç kavram iç içe, ama farklı:

“Kanunlar, Anayasaya aykırı olamaz” (md.11) kuralı gereği yasa ve Anayasa arasında hiyerarşik bir ilişki var. Buna karşılık, “Hakimler, … Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler.” kuralına göre, yargı kararlarında ölçüt norm olarak kullanılan hukuk, Anayasa ve yasadan daha geniş. Anayasa öngörmese de, hukukun genel ilkeleri, belirleyici bir işlev görür.

Öte yandan, insan hakları ve demokrasi (md.2) de, Anayasa’da yer alan demokrasi ve hak- özgürlük kavramlarından daha genel ve kapsayıcı. “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” (md.14) kaydı veya milletvekili ve Cumhurbaşkanı andı (md.81, 103) gibi istisnai (ayrık) kullanım dışında Anayasa, insan hakları yerine “temel hak ve özgürlükler” deyimlerini kullanır. Haliyle insan hakları, anayasal hak ve özgürlükten daha geniş ve evrensel anlam taşıyor. Demokrasi için de benzer durum geçerli.

Şu halde ‘demokrasi, hukuk ve insan hakları’, Anayasa’da yazılı olanların ötesinde yer alan kavram, değer ve ilkeler.

Bu belirlemeler ışığında, en somuttan en soyuta Anayasa maddeleri, uluslararası sözleşmeler ve hukuk üçlüsü, “anayasal düzeni” oluşturur. Yorum faaliyeti, her üç düzlem için de geçerli olmakla birlikte, hukuk için haydi haydi gerekli. Öğreti katkısı, yargı yorumu için de yönlendirici.

Şu halde, ‘hukuk-Anayasa-yasa’ ölçütleri (md.138), ancak buna elverişli üç katmanlı düzlemde geçerli olabilir: Anayasa’da açıkça öngörülen hükümler, Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve ‘insan hakları-demokrasi-hukuk’ kavramlarına evrensel anlamda yüklenen anlamlar.

Anayasal düzen üçlüsü ve ‘hukuk-Anayasa-yasa’ üçlüsü arasındaki bütünleşik yapı, sav+savunma+hüküm sürecinde gerçekleşir.

Hakkın, hukukun, doğru ve haklı olanın ortaya çıkması (juris dictio), yargı bağımsızlığını gerekli kılar; yargı bağımsızlığı ise erkler ayrılığını.

Savunma aktörü ve kurumu olarak avukatın ve baroların işlevi ve konumu, belirtilenler ışığında siyasal ve anayasal sistem ekseninde somutlaşır; millet adına ortaya çıkan hükümde savunman, savcı ve yargıç makamlarına göre yurttaş mekânı ile bitişik konumda.

Sav+savunma+hüküm diyalektiğinde “hukuk”, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı için genel ve temel ölçü normdur. Vicdani kanaat hüküm aşamasında geçerli olsa da avukatın, yargılama sürecinin başından itibaren (başlayarak) sunacağı belge, bilgi ve bulgular, vicdani kanaatin hukuk yönünde ortaya çıkmasına katkı sağlar.

Değinilen bu süreçte kurumsal olarak baroların görev + yetki ve sorumlulukları yaşamsaldır.
Barolar, “sav + savunma +hüküm” diyalektiğinin ‘hukuk – anayasa – yasa” ekseninde ortaya çıkmasının bekçileridir. Bunun önündeki yasal ve anayasal engeller çok sayıda; ama mevzuat değişikliği yapmadan da baroların çözüm için iradelerini ortaya koyabilecekleri birçok sorun alanı var. Bu sorunların çoğu, yargılama sürecinde savcı, avukat ve yargıç konumunda yaratılan eşitsizlikten kaynaklanıyor.

Eşitsizliğin giderilmesi için başta İstanbul Barosu gelmek üzere barolar, fikir + dayanışma ve eylem üçlüsünde inisiyatif alabilir. Normatif düzlemde ise, yasal düzenlemeler için somut öneriler geliştirebilir, anayasal önerilerde bulunabilir.

Kuşkusuz bütün bunlar, 2017 kurgusu ve uygulamasının ortaya çıkardığı üçlü ayrışmayı görmezden gelme anlamına gelmez. Hatırlayalım: Anayasa’nın demokratik hükümleri (özellikle md.1-11), otoriter hükümleri (özellikle md.104 vd.) ve geniş bir “keyfi uygulama alanı”.

Keyfi uygulama, adil/dürüst yargılanma hakkını zedeliyor ve toplumu mağdur ediyor.
Masum insanlar hapishanelerde ömür tüketirken, çoklu suç kayıtları bulunan kişilerin toplum içinde dolaşması, toplumsal barışı dinamitleyen derin ayrışma halkalarına ayna tutmakta.
Bu ortam ve koşullarda Saray ve TBMM hattında kurulan anayasa tuzağı, toplumun zinde güçlerinin, ‘fikir-dayanışma-eylem’ birliği ile bozulabilir ancak.
Barolar, zinde güçlerin başında gelir.
İstanbul Barosu, niceliksel gücünü ancak böyle bir bütüncül kavrayışla niteliksel güce dönüştürebilir.
=======================================
Yazarın Son Yazıları

Genel Sağlık Sigortası – GSS …

10 Ekim 2024 Cumhuriyet

1982 Anayasasının 60. maddesi “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” der ve 61. maddede sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenleri sayar.

56. maddesinde ise “Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.” yazar. Bu hak, 1961 Anayasası m.48 ile de tanınmıştı :

  • Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlamak için sosyal sigortalar
    ve sosyal yardım teşkilâtı kurmak ve kurdurmak Devletin ödevlerindendir.”

2006’ya dek hükümetler GSS’nı hep gündemde tuttular ama yasalaştıramadılar. AKP 2006’da 5510 sayılı yasayı çıkardı ve sosyal güvenlik kurumlarını birleştirdi. Yasanın tam adı;
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu”.
Kimi maddelerinin Anayasa Mahkemesi kararıyla iptali nedeniyle, 1 Ekim 2008’de yürürlüğe girdi. 14 yıldır rejim bu.

Sosyal güvenlik, herkesin insan onuruna yaraşır yaşamasının ve kişisel özgürlüklerinin güvencesi. Taa 1941’de, savaşın ortasında, ABD Başkanı F.D. Roosevelt dört temel insan hakkkı arasında saymıştı bu kurumu. 1948’de BM, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini (İHEB) benimsediğinde, 22. maddeyi sosyal güvenliğe ayırdı: Herkesin, toplumun bir üyesi olması nedeniyle sosyal güvenliğe hakkı vardır. İnsanların onur ve kişiliklerinin özgürce gelişmesi için
zorunlu olan ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların, ulusal çabalar ve uluslararası işbirliği yoluyla her devletin örgütleri ve kaynaklarıyla orantılı olarak gerçekleştirmesine hakları vardır.”

Sosyal güvenlik evrensel olarak dokuz sigorta kolu içeriyor. Bizde, “Aile sigortası” dışında sekiz kol var. Bunlardan “sağlık sigortası” ayrı bir önem taşıyor. İHEB’de 25. madde ile tanımlı :

  • “…Herkesin gerek kendisine gerekse ailesi için beslenme, giyim, barınma, sağlık ve öteki sosyal hizmetler de içinde olmak üzere; sağlığını ve güvencini sağlayacak… hastalık.. gibi durumlarda sosyal güvenlik hakkına sahiptir.”

1982 Anayasası da m.56’da sağlık hakkını net olarak tanımlıyor ve bir pozitif devlet yükümü sayıyor :

  • Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Öte yandan Anayasa m.2, Cumhuriyeti “sosyal hukuk devleti” olarak vurguluyor. 5. maddede ise devletin pozitif yükümü olabildiğince net, 65. madde arkasına sığınılamayacak içerikte:

Devletin temel amaç ve görevleri
   Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Sağlık hakkı evrensel ve yaşam hakkından ayrılamayan, onun içini doldurup anlam katan bir temel hak. Bizim de kurucu üyesi olduğumuz Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı da, sağlık hakkını da tanımlıyor. Gerek ulusal gerek uluslararası / uluslarüstü mevzuat bakımından bir eksiklik yok. Ancak GSS yasası, sisteme katılımı ve prim = ek vergi ödenmesini zorunlu kılıyor. Sağlık hizmetlerinden yararlanma koşulları yasada belli (m.67c). Finansmanı sağlanan sağlık hizmetleri ve süresi başlangıçta “yeterli” idi. Zamanla SGK, adeta GSS’nin içini boşalttı. Kapsanan hizmetler “çekirdek” düzeyine indirildi. Kapsam dışına çıkarılanlar için ise, hiç utanmadan “tamamlayıcı özel sigorta” dayatıldı. Oysa DSÖ, “Evrensel Sağlık Kapsamı” politikasında (UHC);
üç boyutlu olarak, cepten harcamanın en aza çekilmesi, hizmet içeriğinin ve kapsanan nüfusun tama eriştirilmesini öneriyor.

Geldiğimiz aşamada, kapsam ve süre bakımından kabul edilemez kertede daraltılmış olan sağlık hizmetlerine karşın, SGK akçalı dengesini bir türlü tutturamıyor. Sekiz havuzdan biri olan sağlık sigortasında açıklar çok büyüdü. Kurum (SGK) 9,4 milyon sigortalısına SMS yolladı ve haciz uyarısı yaptı. 2024 için aylık net taban prim 600TL/sigortalı. Eylül 2021’de patlatılan “nas” bombası ardından üç yılda ekonomi darmadağın oldu. İşsizlik-yoksulluk çok ciddi boyutta, sürdürülemez. Çok büyük bölümünün işsiz-yoksul olduğu su götürmez olan bu
prim tembellerinin”(!) tümü için 2014’ün ilk 9 ayında prim borcu “en çok” 50 milyar TL.
Oysa ilk 8 ayda Hazine 97 milyar TL faiz ödedi!

GSS’ye geçilirken ve çok öncesinde tartışılırken hep şu 2 noktaya dikkat çektik :

  1. Prim = ek vergidir, haksızdır;
  2. GSS yoksul halkın sağlığının değil, sermayenin kazancının sigortasıdır.

Süreç boyunca akçal sorunlara dikkat çektik ve son yıllarda GSS’nin örtük-ilan edilmeyen bir iflasta olduğu uyarısını yaptık.

AKP=RTE, GSS öncesinde insanların hastanelerde rehin alındığını, kuyrukları.. eleştirdi.
Şimdi daha beteriz; sağlık hizmeti almak için başvuru bile yapamıyoruz,
evlerde rehiniz ve haciz tehdidi altındayız!

Türkiye bu ağır utancı hak etmiyor.

AKP=RTE, 22 yılda ülkemizi hemen her açıdan çökertti.

Işık hızıyla bu iktidardan kurtulmak kaçınılmaz!

Teğmeninden Korkan Başkomutan (!)

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu
Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Cumhurbaşkanı, Kara Harp Okulu’nun bitirme (mezuniyet) töreninde “Mustafa Kemal’in  askerlereyiz” diyen teğmenlerden rahatsız oldu ve “Kendini bilmez sorumluların temizleneceğini” söyledi.

Kılıcı kime çekiyorsunuz?” diyerek alışılmış bir bitirme   kutlamasında çekilen kılıçların kendisine çekildiğini söylemek istedi. Cumhurbaşkanının talimatı ile MSB teğmenler hakkında inceleme başlattı. AKP/MHP yetkilileri teğmenlerin hareketini tehlikeli buldular, bunun bir darbe girişimi olduğunu bile söylediler.

Kısaca teğmenlerden korktular.

Cumhurbaşkanı, bitirme töreninde yaptığı konuşmada “Başkomutanınız olarak” ifadesini kullandı. Başkomutanlıkla ilgili yazımız bu sitede yayınlanmıştı[1] Özetlersek :

Cunhurbaşkanı başkomutan değildir. Var olan anayasa ve önceki anayasaların hiçbirinde “cumhurbaşkanı başkomutandır” içerikli bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasamızın 117. maddesine göre barışta Silahlı Kuvvetlerin komutanı Genelkurmay Başkanıdır. Başkomutanlık savaşta yapılır. Savaşta da başkomutanlığı cumhurbaşkanı değil, O’nun adına yine Genelkurmay Başkanı yapacaktır. Başkomutanlık TBMM’nin manevi varlığından ayrılmaz ve cumhurbaşkanınca temsil olunur (yapılır değil). Bu durumda cumhurbaşkanının başkomutanlığı gerçek bir komutanlık değil, simgesel bir kavramdır..

Cumhurbaşkanı hem başkomutan olduğunu iddia etmekte, hem de teğmenlerinden korkmaktadır. Bu teğmenlerin TSK’da olmasını tehlikeli görmektedir.

Komutan astlarından korkmaz, korkarsa komutanlık yapamaz.
Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin temeli ise karşılıklı güvendir.
Komutan astlarına güvendiği için “Ben size ölmeyi emrediyorum!” diyebilir.
Astları da Komutana güvendikleri için ölüme koşar.
Bu karşılıklı güven ilişkisi olmayan askeri birlik savaşamaz.

Sonuç:

Cumhurbaşkanının Başkomutanlık söylemi hukuksal dayanaktan yoksundur.
Nitelik açısından ise teğmeninden korkan başkomutan olamaz.
________________________________________________________
[1]http://ahmetsaltik.net/2023/11/02/baskomutanlik/

ENGİZİSYON’A TEPKİ GÖSTERİN!

Cemil KILIÇ
@m_cemilkilic
Subscribe
RTÜK, Flash Haber TV’deki Aydınlanma adlı yayınımızı bugünden başlayarak durdurdu.
Ayrıca para cezası verdi.
İşte ibretlik gerekçeler:
– Ben 30 yıldır Türkçe namaz kılıyorum. Elbette isteyen Türkçe namaz kılabilir.
– İslam’ın şartı beştir: Adalet, liyakat, emanet, maslahat ve meşveret.
Adil olmayan kişi kelime-i şehadet getirse bile Müslüman değildir.
-Bütün insanların Adem ve Havva’dan türemiş olmaları biyolojik açıdan olanaksız.
Zira bu ensest olur. Kur’an böyle bir inanç içermiyor. Tek atadan değil çok atadan geldiğimizi söylüyor.
– Çocukların sünnet edilmesi taraftarı değilim. Zira tıb otoritelerinin belirttiğine göre sünnet cinsel ilişkide arzuyu ve hazzı azaltıyor. Kız çocuklarının sünnet edilmesi nasıl terk edildiyse erkeklerin sünneti de terk edilmeli kanısındayım.
– Melekler ontolojik (MADDİ) varlıklar değildir. Allah’ın evrene koyduğu güçlerin ifadesidir. Sözgelimi Cebrail, Allah’ın vahyetme gücünü belirtir.
***
İŞTE BU GÖRÜŞLERİMDEN DOLAYI RTÜK YAYINIMIZI DURDURUP BİR DE PARA CEZASI KESTİ!
RTÜK dinî konularda DİYANET’in görüşleri dışında görüş belirtilemeyeceğini ileri sürdü.
Bu karar ve uygulama, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünün apaçık bir biçimde çiğnenmesidir.
  • Bu karar ENGİZİSYON kararıdır.
Bir sonraki adım da inançlarımdan dolayı öldürülmemi mi isteyecekler?
Başta hukukçular olmak üzere siyasetçileri, bilim insanlarını, ilahiyatçıları, gazetecileri,
kanı önderlerini ve tüm yurttaşlarımızı tepki göstermeye çağırıyorum.
Bu bir imdat çığlığıdır.

======================================

Dostlar,

Sn. Cemil Kılıç‘ın X (twitter) iletisine aşağıdaki yanıtı yazdık :
***

Sayın Cemil KILIÇ öğretmenimiz aydın bir din bilginidir.
Söyledikleri doğrudur ve ben de tümüyle katılıyorum.
İslam dini yorumu Diyanet dahil kimsenin tekelinde değildir.
Tanrı ile insan arasında aracı da yoktur İslamda.
Diyanet de RTÜK de bu anlamda geri durmalıdır.

Söz konusu baskıcı ve hukuk dışı karar yargıya taşınmalıdır.

Cumhuriyetin Savcılarını göreve çağırıyoruz.

Muhalefet partilerini ve Cumhur İttifakı içindeki “vicdan sahiplerini” de!

Sayın Cemil Kılıç birikimi ve aydın – dürüst kişiliği ile örnek bir Müslümandır.

RTÜK’ü bu anti-demokratik ve hukuk dışı baskısı nedeniyle şiddetle kınıyorum ve
yıldırma amaçlı işlemini geri almaya çağırıyorum..
***
Lütfen O’na destek olalım..

Cemil Kılıç aydın din bilgini öğretmenimiz yalnız değildir!

10 Ekim 2024
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Hekim-Hukukçu-Siyaset Bilimci
http://ahmetsaltik.net

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 09 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BAKIŞ

Bahçeli, öldürülen Sinan Ateş’in annesi için “Yaşına bakmayan figüran” dedi.

Haline bakmayan perişan…

FETÖCÜ

28 Şubat kumpas davasının soruşturma yargıcı firari Mustafa Karatay elbise dolabında saklanırken yakalandı.

28 Şubat davasında mahkumiyetlere ilaveten (ek olarak) dava sürüyor.

Kel başa şimşir tarak…

TOKA

Anayasa mahkemesine DEM Partiyi kapatmadığı için çatan Bahçeli,
Meclis açılışında DEM partililerle gidip tokalaştı. “Gerginlik yaratmaya gerek yok” dedi.

Lahana turşusu…

TÜİK

Vatandaş pahalılıktan inim inim inlerken TÜİK enflasyonu %50’nin altına indirdi.

Çalışıyor, başarılı…

NARİN

AKP ve MHP’li vekiller Narin cinayetinin soruşturma önergesini reddettiler.

Katilin oy potansiyeli?..

TALKINCI

RTE, dünyayı İsrail’e karşı olmaya çağırıyor. Halkımıza, İsrail’in hedefinin Türkiye toprakları olduğunu söylüyor.

Gelin görün ki;

Kürecik radarı ABD kanalıyla İsrail’e yardım ediyor.

Ülkemizden İsrail’e jet yakıtı gittiği açıklanıyor.

Talkını verip salkımı yutuyor…

ATAŞE

Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın üniversiteden arkadaşının aşçılık yapan ve yabancı dil bilmeyen damadı Batuhan Gül, Çalışma Ataşesi olarak tayin edildi.

Bir devlet nasıl çökertilir?..
(A. Saltık : Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan, ya hemen istifa et ya da atamayı geri al, özür dile!)

SOFTA

Sakarya Ünv. Öğr. Üyesi Prof. Ebubekir Sofuoğlu, 19 yaşındaki iki genç kızın katledilişi (öldürülüşü) sonrası, “Eğer bu kızcağız İslam hassasiyeti ile yetiştirilmiş olsaydı kendisine namahrem olan bu katille hiç tanışmayacaktı bile ve şu an hayattaydı.” paylaşımı yapmıştı.

Kur’an kurslarındaki taciz-tecavüzlere ne der softa Sofuoğlu?..

(A. Saltık: “namahrem”, “mahrem olmayan” demektir. Sofuoğlu nasıl Prof. ise, yanlış kullanıyor!)

YOKSULLIK ŞİŞMANLIĞI

PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzm.
08 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Prof. John M. Last bu şişmanlık türü için “Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygınlaşmış olan şişmanlık çok yaygın reklamı yapılan ‘abur cubur yiyecekleri’ tüketme alışkanlığıdır. Abur cubur yiyecekler; kitlesel olarak üretilen kahvaltı gevrekleri, şekerli çörekler, hazır pişmiş televizyon başı yemekler, tatlandırılmış karbonatlı içecekler ve birçok bisküvi ve makarna çeşididir. Bunlar özellikle düşük gelirliler tarafından tüketilir, toplumun bu kesiminde bir ‘yoksulluk şişmanlığı’ sendromu vardır.” diyordu.

BESİN KITLIĞI

Yoksulluk şişmanlığı” yoksulluk ile daha yüksek şişmanlık oranları arasındaki paradoksal (çelişkili) ilişkiyi yansıtır. Bu kavram, yoksulluk içinde yaşayan bireylerin, ekonomik zorlukların genellikle besin kıtlığı veya yetersiz beslenmeyle ilişkilendirilmesine rağmen (karşın), şişmanlama olasılıklarının genellikle daha yüksek olduğunu vurgular. Bu olguya katkıda bulunan başlıca etmenler şunlardır:

– Sağlıklı besinlere erişim kısıtlılığı: Düşük gelirli topluluklardaki insanlar genellikle taze, besleyici ve uygun (yüksek!?) fiyatlı gıdalara kısıtlı erişebilmektedir. Bunun yerine, kilo alımına katkıda bulunan şeker, yağ ve sodyumdan zengin, ucuz, işlenmiş, kalorisi yüksek besinlere yönelmek zorunda kalırlar.

Besin çöllerinin oluşması: Yoksul bölgelerde sağlıklı besin seçenekleri sunan market veya pazarlar bulunmadığından, sakinlerin daha iyi beslenme seçimleri yapması zorlaşır. Bunun yerine, sağlıksız, yüksek kalorili seçenekler sunma eğiliminde olan marketlere, hazır veya ayaküstü yenen yemeklere yönelirler.

– Zaman ve kaynak kısıtlılıkları: Ücret yetersizliği ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan kişiler genellikle sağlıklı yemekler hazırlamak için gereken donanım, bilgi ve zamana sahip olamamaktadır. Bu nedenle sağlıksız ayaküstü veya paketlenmiş yemekler daha rahat veya uygun fiyatlı (ucuz!) seçenekler gibi algılanmaktadır.

Süreğen stres: Yoksulluk içinde yaşamak süreğen strese yol açmakta, bu durum aşırı yeme ve kötü yiyecek seçimleriyle ilişkilendirmektedir. Stres ayrıca metabolizmayı ve kilo alımını da etkilemektedir.

Sağlık hizmetlerine ve eğitime erişebilme yetersizliği: Yoksulluk içindeki bireylerin şişmanlığı önlemelerine veya yönetmelerine yardımcı olabilecek sağlık hizmetlerine ve beslenme eğitimine erişimi sınırlı olmaktadır.

RİSK ETMENLERİ

Yoksulluk şişmanlığı” ekonomik yoksunluk ile düşük gelirli kesimlerde daha yüksek şişmanlık oranlarına yol açan risk etmenleri arasındaki karmaşık etkileşimi yansıtan bir sorunudur.

Enflasyonla birlikte yoksulluk şişmanlığının artışı çeşitli ekonomik ve davranışsal düzengelerin sonucudur. Enflasyon bireylerin, özellikle düşük gelirli hanelerin satın alma gücünü azaltır ve sağlıklı yiyecek seçeneklerini karşılayabilmelerini ve sağlıklı yaşam tarzlarını sürdürmelerini daha da zorlaştırır. Özellikle sağlıklı besin fiyatlarındaki artışlar, besin maliyetlerini artırarak daha ucuz seçeneklere yöneltir. Nitelikli besinlere erişim zorlaşır. Enflasyon, ücret artışını geride bırakarak gerçek geliri etkili bir biçimde azaltır. Haneler, konut ve kamu hizmetleri gibi temel ihtiyaçları (gereksinimleri) ödedikten sonra daha az harcanabilir gelire sahip olduğunda, yiyecek için daha az paraları kalır, bu da sağlıklı seçenekler satın alma yeteneklerini daha da sınırlar.

Kaynaklar kısıtlı olduğunda, insanlar kendilerini doyuran yiyeceklere öncelik verme eğiliminde olurlar, bu eğilim genellikle kalorisi yüksek ancak besin değeri düşük yiyeceklerin tüketilmesine yol açarak kilo alımına katkıda bulunur.

Güç sahipleri, anlayın artık                      :

  • “Yoksulluk şişmanlığı” bir “halk sağlığı acil durumudur”.
  • Geleceğimize, sağlık sorunlarında ve harcamalarında göğüslenemeyecek derecede artış
  • Ya da erken ölümler olarak yansıyacak,
  • Bugün gereği yapılmayanların telafisi (giderimi) olanaklı olmayacaktır.

Vaccination & Public Health

Dear Phase 2 Students of Atılım Univ. Medical School


All medical students,

Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 8th October 2024, we’ll conduct a 1 hour lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a title / topic of

Vaccination & Public Health

Here are 50 main (+25 for further reading) power point slides having a rich and up to date content including COVID-19 vaccines.. (PDF 6 MB)

IMMUNIZATION & PUBLIC HEALTH

With respect and love. 8th October 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM in Health Law
BSc in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X @profsaltik

AKP ve İsrail

Örsan K. Öymen
07 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, İsrail-Filistin anlaşmazlığı konusunda, dinci ve mezhepçi bir dış politika izleyerek, köktendinci “Müslüman Kardeşler” örgütü tarafından kurulan köktendinci terör örgütü Hamas’ı desteklemeye, laiklik ilkesini benimsemiş olan ve Yaser Arafat’ın kurduğu Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı mesafeli davranmaya devam ediyor.

AKP ve Erdoğan bu nedenle, köktendinci İran yönetimi ve onun desteklediği Lübnan’daki köktendinci terör örgütü Hizbullah ile aynı cephede konumlanmış durumda.

Bunların bir sonucu olarak da Erdoğan ve AKP iktidarı, İsrail-Filistin anlaşmazlığında yapıcı ve uzlaştırıcı olmak yerine, İsrail’e meydan okuyarak, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını da tehlikeye atmaktadır.

Erdoğan geçtiğimiz aylarda İsrail’i tehdit ederek, Karabağ’a ve Libya’ya “girdikleri” gibi çatışma bölgesine “girebileceklerini” söylemişti.

Aynı Erdoğan şimdi, İsrail’in Türkiye’nin topraklarında gözü olduğunu ve İsrail’in saldırganlık konusunda Türkiye’yi hedef aldığını iddia ederek, İsrail-Filistin ve İsrail-İran anlaşmazlığını iç politika malzemesi yapmaya çalışmaktadır.

Oysa İsrail devleti ve hükümeti bugüne kadar, Türkiye’nin topraklarını işgal etmek, Türkiye’ye savaş açmak, Türkiye’ye saldırmak doğrultusunda hiçbir açıklama yapmış veya bu doğrultuda herhangi bir eylemde bulunmuş değil. Aksine, bölgeye “girmekten” söz eden Erdoğan’ın kendisiydi.

İsrail’in Türkiye’yi işgal etmesi, jeo-stratejik gerçeklere, uluslararası ilişkilerin doğasına ve Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin tarihine tamamıyla aykırı olan fantastik ve saçma bir iddiadır.

  • Erdoğan, Türkiye’deki ekonomik krizi, ekonomik ve sosyal adalet sorununu ve
    siyasi baskıları örtbas etmek amacıyla savaş çığırtkanlığı yapmakta ve
    yapay düşman icat etmektedir. 

Başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerinin bu tuzağa düşmemeleri gerekmektedir.
***
İsrail-Filistin anlaşmazlığı konusunda söylenmesi gerekenler açıktır:

Batı Şeria, Doğu Kudüs, Golan Tepeleri ve Gazze bölgesi, İsrail işgali altındadır.
İsrail, işgal ettiği topraklardan çekilmelidir ve Filistin devletini tanımalıdır. 

Filistin’i temsil eden yönetim de, FKÖ ve El-Fetih yönetimidir, Hamas değildir!
Onlarca yıldır sivillere karşı şiddet eylemleri uygulayan ve binlerce insanın ölümüne neden olan Hamas, bir terör örgütüdür.

Bugün Gazze’de Filistinlilere yönelik yaşanan katliamların birinci derece sorumlusu
İsrail’deki Binyamin Netanyahu hükümeti olsa da, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde yaklaşık 1200 İsrailli sivil vatandaşı katletmesi (öldürmesi), olayların bugünkü durumuna ulaşmasının
ana nedenlerinden bir tanesidir.

Hem Hamas, hem onu destekleyen Hizbullah ve İran yönetimi, hem de Netanyahu hükümeti, yaşananlardan sorumludur. Sorunun parçası olanlar sorunu çözemezler.
İsrail Netanyahu hükümetinden, Filistin de Hamas’tan kurtulmalıdır.

Filistin’in Hamas’tan kurtulması için Orta Doğu’nun, Lübnan’daki Hizbullah’tan ve İran’daki köktendinci teokratik yönetimden kurtulması gerekmektedir.

Yayılmacı ve saldırgan olmadığını iddia eden İran yönetimi yalan söylemektedir.
İran onlarca yıldır, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de kendisiyle ittifak halinde olan silahlı güçleri doğrudan desteklemektedir, başka ülkelerin iç işlerine doğrudan müdahale etmektedir.
***
İsrail’de mutlaka açıklığa kavuşturulması gereken bir konu, Hamas’ın 7 Ekim 2023 terör eylemini nasıl gerçekleştirebildiği, istihbarat teknolojisi konusunda dünyanın en gelişmiş olanaklarına sahip olan İsrail devletinin, bu saldırıyı neden önlemediği veya önleyemediğidir.

Netanyahu hükümeti ve üst düzey bürokratlar hakkında bu konuda geniş çaplı bir soruşturma açılmalı, hukuksal süreç başlatılmalı, Netanyahu hükümeti, Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlarla birlikte, bu konuda da yargılanmalıdır.

Bununla birlikte, ABD destekli Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın, Hamas’ın 7 Ekim 2023 terör eylemini gerçekleştirmesine yol açan ortamın altyapısını nasıl hazırladıkları da araştırılmalıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP ve İsrail7 Ekim 2024
Atatürk ve eğitim30 Eylül 2024