Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ANAYASAMIZIN İLK 4MADDESİ ile ILGİLİ TARTIŞMALAR ÜZERİNE SOSYOLOJİK ve TARİHSEL ANIMSATMA

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim katkımız yazının altında. Çok sayıda ülkede anayasada değiştirilemez maddelerini açıklayan 2 sayfalık bir pdf dosyası..
Okunması, dağıtılması dileğiyle..)

Olağan demokratik ülkelerde, Devlet bir ulu ağaçtır. Siyasal iktidarlar ise o ulu ağaç üzerindeki mevsimlik, geçici yeşil yapraklar ve çiçekler gibidir. Mevsimi geçince açan çiçekler solar ve dökülür, yeşil yapraklar kurur düşer, çürür ve toprağa karışır. Tıpkı bunun gibi, siyasal iktidarların da ömrü biter. Demokratik yöntemlerle yerine yenisi gelir. Devletlerin gerçek sahipleri gelip geçici siyasal iktidarlar değil; uluslar ya da toplumlardır. (AS: Tarihte Millet, anda Halk’tır.)

Mevsimler dönüp yeni mevsim gelince bu ulu ağaç yeniden yaprağa ve çiçeğe durur. Başka bir söylemle, demokrasilerde siyasal iktidar barışçı biçimde el değiştirir. İktidarlar değişir, ama Devlet yerinde kalır. Önemli olan Devletin ve rejimin geleceği açısından bu ulu ağacı sökmemek, kurutmamak, kurutturmamak ve söküp attırmamak ama yaşatmaktır…

  • Yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti bizim ulu ağacımızdır.
  • Bu ulu ağacın ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek sahibi;
    O’nu, malını, kanını ve canını vererek kurmuş olan Türk Ulusu’dur.

Anayasamızın temel felsefesini ve devletin varlığı ve yaşamasını güvenceye alan kırmızı çizgilerine yani ilk dört maddesine göz dikerek bu ağacı kurutmaya ya da söküp yerine yenisini dikmeye hiç kimsenin hakkı hatta 4. maddeye göre haddi de yoktur.

7’den 70’e Atatürk’ün askerleri olan Türk Ulusu, anayasadan aldığı demokratik meşru gücünü kullanarak, buna asla izin vermeyecektir.

Kıssadan hisse                                                    :

Gerçek demokrasilerde siyasal iktidarlar geçici; devletler ise sürekli ve kalıcıdır.
Atatürk’ün, kendi ulusu ile birlikte kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusunun evrensel onuru ve namusudur.
Ulus, kendi onuruna ve namusuna demokratik meşru yollarla mutla sahip çıkacaktır.
======================================================
Dostlar,

Çok sayıda ülkede anayasada değiştirilemez maddelerini açıklayan 2 sayfalık bir pdf dosyası aşağıda.. Okunması, bilgi edinilmesi, dağıtılması dileğiyle.
Gündem oyunlarına da gelmeden..

Anayasada değiştirilemez maddeler, değişik ülkelerde

Sevgi ve saygı ile. 25 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 25 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

EKONOMİST

Baba’dan sonra oğul Bilal de “ben ekonomistim” dedi.

Biri yetmişti…

ÖZGÜRLÜK

Anayasa’nın dördüncü maddesinin kaldırılmasını isteyen Cumhur İttifakı ortağı Hüda Par liderinin açıklamasına karşılık RTE, “Böyle bir sıkıntımız yok… Demokratik siyasette düşüncenin ifade edilmesine elbette engel olunamaz.” dedi.

  1. İki açıklama da sıkıntı,
  2. Düşünce açıklaması RTE‘ye karşı değilse demokratiktir!..

MÜDÜR

Bursa’da, “Okulda başı açık kız öğrenci olamaz. Herkesin başını kapatması gerek diyen İH Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık bu kez de kadın yardımcısının odasının kapısını kırdırdı.

İmam yöneticiler her alanda ülkeyi dibe sürüklüyor…

CAMİYE

Bakırköy İlçe Milli Eğitim Müdürü, öğretmenlere camide eğitim yaptırıyor.

Dinci Bakan sürekli gaz kaçırınca müdürleri ne yapar?..

LÜKS

Diyanetin lüks araç masrafları (giderleri) her yıl katlanıyor.

Cumhurbaşkanlığı geçen yıl, bir günde 1541 asgari ücret harcamış.

Vatandaş dünya (açlık!) sınavında, RTE ve militan Erbaş saltanatta…

TEMİZLİK

Bütçesini altı ayda tüketen Diyanet’te yedi kişiye bir hizmetli düşerken, Milli Eğitim’de beş okula bir hizmetli düşüyor.

Dinci Bakanlık sığınmacı öğrencilerin okuduğu okullara hizmetli alım ihalesi açmış.
Neden; AB istiyormuş.

  1. Diyanet har vurup harman savuruyor,
  2. İktidar, “emperyalizme karşıyım” diyor ama AB kıçı yalıyor.

Tarım arazilerinin kiralanması

Suna Türkoğlu | Yaşam ÖyküsüSUNA TÜRKOĞLU
EMEKLİ DANIŞTAY ÜYESİ

23 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

2005 yılında toprağın korunması, geliştirilmesi, tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi ve bölünmelerinin önlenmesi gibi amaçlarla 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu çıkarılmış olup daha sonra bu yasada, dokuz ayrı yasa ve bir kanun hükmünde kararname ile esaslı değişiklikler yapılmıştır.

Tarım arazilerinin kiralanması konusu ise yasaya 2014 yılında eklenen “Tarımsal arazi edindirme iş ve işlemleri” başlıklı 8/K maddesine, 23 Mart 2023’te eklenen dört ayrı fıkra ile getirilmiştir.
Bir başka anlatımla, yasa 2005 yılında yürürlüğe girmiş, tarımsal arazi edindirme konusu 2014’te düzenlenmiş; kiralama konusu ise 2023 yılında yasaya girmiştir. Bu kronolojik  (zamandizinsel) belirleme, kiralama ile ilgili hükümlerin, ilgili yasanın yürürlüğe girmesinden tam 18 yıl sonra yasada yer aldığını gösterdiğine göre; bunca yıl sonra gelen bu düzenlemenin hangi gereksinimden doğduğunu ve getirilen düzenlemenin kamu yararına uygun olup olmadığını incelemek gerekir.

YÖNETMELİK DÜZENLEMESİ

Tarım ve Orman Bakanlığı, 22 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazetede, “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmeliği” yayımlayarak kiralama konusunu gündeme almış bulunmaktadır. İki yıl işlenmeyen tarım arazilerinin Bakanlık eliyle kiralanması istemlerinin  çiftçilerden değil, bu arazileri kullanmak isteyenlerden geldiğini basına da yansıyan demeçlerden anlamaktayız. Türkiye İhracatçılar Meclisi Tarım Kurulu başkanı, sektör olarak uzun süredir kiralama uygulamasıyla ilgili olarak Bakanlığa istemlerini ilettiklerini; tarım arazilerinin kiralanmasının önem arz ettiğini; çiftçilerin revaçta olan ürünleri ekmek istediklerini, bu durumun da gıdada arz-talep (sunu-istem) dengesini bozduğunu ifade ederek yıllardır ısrarla sürdürdükleri kiralama isteklerini açıkça ortaya koymaktadır.

İstanbul Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamülleri İhracatçı Birliği başkanının da
aynı doğrultuda ve sektör olarak uygulamaya sıcak baktıkları yolunda yaptığı açıklamalar;
isteğin köylü veya çiftçilerden değil, bu kesime ait arazileri kullanmak isteyenlerden geldiği düşüncesini doğrulamaktadır. Gıda ihracatçıları (dışsatımcıları) ve işlenmiş gıda üreticileri, kiralama uygulamasının hemen gerçekleşmesini beklerken, toprak sahiplerinin kiralanacak arazilerin ve kira bedellerinin belirlenmesinde söz sahibi olamamaktan kaynaklanan kaygı ve korkuları bulunmaktadır.

KİRALAMA KİME YARAR?

Uygulamanın topraksız çiftçiyi koruma ve köylüye toprak edindirme amacıyla değil,
tarım arazilerinin verimli değerlendirilmesini sağlamak amacıyla çıkarıldığı, düzenlemelerin amaç maddelerinde yer almaktadır. Tarım arazilerini daha verimli kullanmak, daha çok ürün almak kamu yararına olsa da, mülkiyet hakkına çok ciddi bir müdahale olan bu yasa ve yönetmelikte kaygı yaratan hükümler yer almaktadır.

Öncelikle düzenleme Hazine’nin özel mülkiyetinde veya devletin hüküm ve tasarrufunda olup işlenmeyen arazileri değil; mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait olan tarım arazilerini kapsamaktadır. İkincisi ise işlenmeyen tarım arazilerini belirlemek için oluşturulan “Arazi Tespit Komisyonları” ile rayiç (güncel) kira bedellerini belirlemek ve kiralama işlemlerini gerçekleştirmek için oluşturulan “Arazi Kiralama Komisyonları” nın salt kamu görevlilerinden oluşması,
toprak sahibi köylü veya çiftçi temsilcilerinin komisyonlarda yer almamaları konusudur.
Toprak sahiplerine, kiralama işlemleri ile ilgili olarak söz hakkı tanınmaması,
komisyon kararlarına itiraz vb. başvuru yollarının gösterilmemesi, düzenlemelerin eksik ve sakıncalı yönleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir başka sakınca ise toprak sahibinin rızası olup olmadığının bir öneminin bulunmamasıdır. Hisseli, mülkiyeti ihtilaflı, parçalı, tarımsal faaliyete son verilen, göç veya başka bir nedenle
üst üste iki yıl işlenmeyen tarım arazileri yasanın kapsamına alınmış olup;
toprağın işlenememesinde sahibinin bir kusurunun olup olmadığı, düzenleme kapsamında
fark etmemektedir. Belirlen rayiç (güncel) kira bedelini toprak sahibinin kabul etmemesi
hususu da ancak açılacak bir dava sonucunda çözüme kavuşturulabilir ise de,
bütün bunların öncelikle yasal düzenlemelerde yer alması gereklidir.

İşlenmeyen toprağın ekonomiye kazandırılması önemli olmakla birlikte, rıza dışı kiralama müessesesinde, kamu yararı ile mülkiyet hakkına müdahale konularının anayasaya uygun bir biçimde dengelenmesi zorunludur.

Anayasa, ekonomik hükümleri arasında 171. maddesinde, ulusal ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını devlete görev olarak yüklerken; 166. maddesinde tarımın
yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesinin, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirmesini yaparak, verimli biçimde planlamakla olanaklı olacağını öngörüp,
Devleti bunu yapmakla yükümlü tutarken; tarımın geleceğinin kiralama ile düzene sokulabileceğini düşünmek; daha çok gıda ihracatçıları (dışsatımcıları) ile gıda sanayicilerine yarayacak bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Önemli konuların çözümünün, kimi kesimlerin isteği doğrultusunda yapılan düzenlemeler sonrası bekleyip “uygulamayı bir görelim” diyerek değil; öngörü sahibi olarak ve anayasal çerçeve içinde kalarak, ciddi bir planlama ile olabileceğini bilmek iyi yönetimin gereğidir.

YENİ EĞİTİM-ÖĞRETİM DÖNEMİ

Suay KARAMAN

Yaşadığımız süreçte ülkemizdeki sorunların en büyüğü eğitimdir.
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda yeni eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte sorunlar da gündemdeki yerini almaya başladı. Toplumsal yaşamı kuran ve yön veren eğitim-öğretim, günümüzde
siyasal iktidar tarafından gerici ve dinci bir yöne doğru sürüklenmektedir.
 

Demokratik ve laik cumhuriyetimizi dinci kurallarla yönetmeyi hedefleyen siyasal iktidar, hazırladığı yeni Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adını verdikleri programla çocuklarımızın
bilimsel ve laik eğitim hakkını zorla ellerinden almaktadır. Dayatılan bu yeni öğretim programının omurgasını temel bilimsel dersler değil, çok sayıda din dersi ve kavramlar oluşturmaktadır.
 

“Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesiyle (!?),
hiçbir pedagojik formasyonu olmayan imamları ve hafızları sınıflara sokan Milli Eğitim Bakanlığı,
şimdi Öğretmenlik Mesleği ve Milli Eğitim Akademisi yasa tasarısını gündeme getirmektedir. Bu taslak, öğrencilerin ve toplumun imam hatipleşmesini daha da kolaylaştırarak, siyasal iktidarın istediği biçimde öğretmen yetiştirmeyi amaçlamaktadır. AKP iktidarda olduğu sürece bilimsellik, çağdaşlık ve laiklikle bağdaşmayan konular sürekli gündeme getirilecek, dayatılacaktır.

Yaklaşık 20 bin köy okulu kapalıdır ve sürekli artan öğretmen açığı vardır. Tasarruf önlemleri nedeniyle taşımalı eğitimin kapsamı 50 km’den 30 km’ye düşürülmüştür; bu durum çocukların eğitim haklarının engellenmesi anlamına gelmektedir. Gerçekte bu işin doğrusu, her köyde
(ya da çok yakın birkaç köyde) okul olması zorunluluğudur. Zaten atama bekleyen yüz binlerce öğretmen bulunmaktadır.

Hemen hemen her köyde imam-hatip-müezzin var ama öğretmen yok!? Neden acaba??
***
Bunun yanında 100 bine yakın öğretmen çok düşük ödemelerle ücretli olarak çalıştırılmaktadır. Ücretli öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik gibi uygulamalarla öğrenciler, yarını belli olmayan güvencesiz öğretmenlere teslim edilmiş ve nitelikli eğitim alma hakları da ortadan kaldırılmıştır. Bu da büyük bir hukuksuzluk ve eşitsizliktir.
 

Bunların yanında okullarda temizlik sorunu da vardır. Yeterli temizlik görevlisi olmadığı için, kimi okullarda veliler temizlik yapmaktadır. Okullarda güvenlik çalışanı açığı da bulunmaktadır. Temizlik ve güvenlik emekçisi eksiklikleri hem eğitimin niteliğini, hem de öğrencilerin sağlığını ciddi biçimde tehdit etmektedir. Temizlik ve güvenlik çalışanının kalıcı kadrolu emekçilerle ivedilikle sağlanması gerekmektedir. Ancak siyasal iktidarın çıkardığı İşgücü Programlarının Yürütülmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile kamu kurumlarında kalıcı istihdam yerine geçici ve düşük ücretli çalışmanın önü açılmıştır. Bu Yönetmeliğe göre haftanın 3 günü 8.447 TL’ye çalıştırılacak kişilerle okulların ne güvenliği ne de temizliği sağlanabilir.
Bunun açık adı emek sömürüsüdür!
 

Milli Eğitim Bakanlığınca 20 bin yeni öğretmen atamasına ilişkin görüşme (mülakat) yapıldı ve sonuçlar açıklandı. Ancak açıklanan sonuçlar 30 dakika içinde sistemden kaldırıldı ve hiçbir açıklama yapılmadı. Milli Eğitim Bakanlığı kimi bilgilerin öğrenilmesini istemeyerek, hangi yandaşlara torpil (kayırma) yapıldığını gizlemeye çalışmaktadır. Bu durumda yandaş (torpilli) öğretmenlerin seçileceği bellidir. (AS: Bu kabul edilemez, kokuşmuş bir nepotizm örneğidir!)
***
Dünyada birçok ülkede okullarda ücretsiz yemek verilirken, ülkemizde çocuklar bu haktan da yoksundur. Yalnızca “Beşli Çete“nin silinerek alınmayan vergileriyle bile okullardaki yemek sorunu çok rahatlıkla çözülebilir.
***
Bursa’nın Yıldırım ilçesinde bulunan Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu müdürünün öğrenci velilerine “başı açık öğrenci istemiyorum” dediği konuşması gündemde yerini korurken, şimdi aynı müdür kendi okulundaki kadın müdür yardımcısının kapısını ‘kilitli olduğu ve tuvaletlere girişi engellediği gerekçesiyle’ kırdırdı. Arkasında siyasal güç olanlara öğretmenlik ve yöneticilik yaptırılmasının sakıncaları görülmektedir. Bu müdür şimdilik göstermelik olarak açığa alınmıştır ama hakkında ‘kamu malına zarar vermek’ ve ‘eğitimciye yakışmayan davranış’ gibi gerekçelerle yasal işlem yapılması, hak ettiği yaptırımı görmesi gerekmektedir Cezasızlık suçu artırıyor! 

Siyasal iktidarın dayattığı politikalarla dinci eğitim tam gaz ilerlemiş ve tüm sisteme egemen olmuştur. Zaten iktidar sorgulayan, düşünen, laik, çağdaş ve bilimsel eğitim istememektedir. Çünkü sorgulayan ve düşünen eğitim, karanlıklara geçit vermez; yönü aydınlıktan, çağdaşlıktan yanadır. 

Nitelikli eğitim ile sağlıklı-güvenli okul hem öğrenciler için, hem de tüm eğitim emekçileri için temel bir haktır ve bu hakkın sonuna dek kullanılması gerekmektedir. Ülkemizi aydınlığa ve çağdaşlığa ulaştırmak için laik ve bilimsel eğitimin vazgeçilmez önemi sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda eğitim sendikaları, demokratik kitle örgütleri ve öğrenci velileri
bir araya gelerek örgütlü demokratik eylemler yapmak zorundadır. Çok doğallıkla, bu eylemlere zaman ayırabilirlerse muhalefet partilerinin de katılması önemlidir.
(Azim ve Karar, 23 Eylül 2024)
 

Türkiye, TSK ve anayasa

Örsan K. Öymen
Örsan K. Ömen
23 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye çok açık ve seçik bir biçimde uçurumdan aşağı yuvarlanıyor!

Eğitimin dinselleşmesiyle (AS: dincileştirilmesiyle) ve toplumun cehalete sürüklenmesiyle, Türkiye bir sömürge devletine dönüştürülüyor.

Bilimsel ve laik eğitim düzenine sahip olmayan bir ülkenin bağımsızlığını koruması ve ileri uygarlık düzeyini yakalaması olanaksızdır. Bunu en iyi bilen kişi de Kurtuluş Savaşı’nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Aydınlanma Devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Eğitimin demokrasinin değil, teokrasinin bir parçası durumuna gelmesiyle, gelecek kuşaklar ortaçağ karanlığına mahkûm edilirken, bir yandan da, yine Atatürk’ün kurduğu

  • Türk Silahlı Kuvvetleri dinselleştiriliyor (AS: dincileştiriliyor!) ve din, mezhep, etnik kimlik üzerinden bölünüp parçalanıyor. 

TSK’deki Kuvvet Komutanlarının, şeriat ve federasyon isteminde bulunan, anayasaya ve siyasal partiler yasasına göre kapatılması gereken bölücü örgüt HÜDA PAR’ın önderi Zekeriya Yapıcıoğlu ile aynı fotoğraf karesinde poz vermeleri; mezuniyet töreninde, Anayasada belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devleti için ant içen ve Mustafa Kemal’in askerleri olduğunu vurgulayan vatansever teğmenler hakkında soruşturma açılması; Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı olarak görev yapmış olan AKP milletvekili Hulusi Akar’ın,

  • “Eğitimin amacı bilgi edinmek değildir, Allah korkusunu vermektir…” 

diyerek köktendinci Afganistan, İran, Suudi Arabistan yönetimlerini aratmaması;
TSK’nin trajik durumunu gözler önüne sermektedir.

Bugünkü durumun, ABD ve CIA destekli Fethullah Gülen çetesinin AKP iktidarında TSK’nin üst yönetimine sızdığı dönemden hiçbir farkı yoktur. Adlar değişmiştir ancak yapılan iş aynıdır.

  • Emperyalizm, TSK üzerindeki operasyonunu,
    AKP’deki işbirlikçileri üzerinden sürdürmektedir!

***
Böylesine kritik bir dönemde, AKP ve onun destekçisi MHP, Anayasa değişikliği konusunda ısrar ederek, teokratik ve monarşik bir düzen kurmayı, Cumhuriyeti ve onun özündeki ilkelerden birisi olan laikliği yok etmeyi amaçlamaktadır.

AKP destekli HÜDA PAR’ın, Anayasanın ilk dört maddesini tartışmaya açması bir aldatmacadır. Amaç pazarlığı yüksekten başlatıp, halka ve muhalefete ölümü gösterip, onu sıtmaya razı etmektir. Amaç, söz konusu dört maddeyi korumakla birlikte, 2. maddede yer alan laiklik sözcüğünün içini dolduran, anayasanın 14., 24., 42., 103. ve 136. maddesi gibi maddelerini değiştirmektir (AS: 8 Devrim Yasasının kalkanı olan m. 174’ü de biz ekleyelim).

Böylece Laiklik, Anayasanın 2. maddesinde içi boş bir sözcük olmaktan ibaret kalacak, Anayasanın ilk dört maddesine dokunulmadan, laik Cumhuriyet resmen yıkılmış olacaktır.

Anayasanın 14. maddesinde,

  • “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. ifadesi;

Anayasanın 24. maddesinde,

  • “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,
    din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla
    her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz
     ifadesi;

Anayasanın 42. maddesinde de,

  • “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkilapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” ifadesi yer alır.

Anayasanın 103. maddesinde, Cumhurbaşkanının laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına ilişkin ant içmesi; Anayasanın 136. maddesinde de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, “laiklik ilkesi doğrultusunda” görevlerini yerine getirmesi gerektiği ifade edilir.

CHP yönetimi, ilk dört maddeye odaklanıp tuzağa düşmek yerine, anayasanın laiklikle ilgili öbürr maddelerine sahip çıkmalıdır!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Asker16 Eylül 2024
Değişmeyen CHP9 Eylül 2024

İNSANLIK NE ZAMAN ÖLÜR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk ozanı

Başka insanlara karşı dil, ırk, bölge, mezhep, cinsiyet, renk, uyruk, mevki, statü, varsıllık, servet, iş, meslek… ayrımcılığı yaparak onların yaşama haklarına, din ve vicdan özgürlüklerine, eğitim, öğretim fırsatlarına olumsuz müdahale etme, ötekileştirme, düşmanlaştırma ve saldırma… hakkını kendinde bulduğun zaman insanlık ölür.

Bunları yapanlar da insanlıktan uzaklaşmış olurlar.

Eğer bir kişi elindeki fiziksel, siyasal, yönetsel, dinsel, ekonomik… çoğunluk gücüne sığınarak adaletsiz, hukuksuz ve vicdansız davranırsa, yine insanlık ölür.

Dinsel, etnik, kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal (sosyal) yaşamın her alanında ve
her konusunda duygudaşlık (empati) kuramayan insanlar boşuna eğitim görmüş olurlar. İnsanları insanlığa, ahlaka ve adalete yaklaştırmaya yönelik olmayan eğitim yalnızca hamaset, kibir, kof öğünme, düşmanlık, cebir ve şiddet üretir.

Eğitilmek kişinin olumsuz, yanlış ve kötü davranışlardan kurtularak çağın tutum, davranışları ve değerlerini öğrenmek, benimsemek ve içsellestirmektir;

a- aklın ve bilimin yolunda yürüyerek iyi insan olmak, insanlaşmak,
b- meslek öğrenmek,
c- kültürlenmek,
d- doğa, çevre, aile, toplum ve meslektaşlarla bilinçli ve tutarlı bir şekilde yaşamayı öğrenmek,
e- Başka ulusların kutsallarına düşman olmadan kendi ulusunu, bayrağını yurdunu,  halkını… yürekten sevmektir.

Ne diyor büyük ozan Yunus Emre?

Kendine ne sanırsan ayruğa da aynı san;
Dört kitabın manası budur, eğer var ise..

Harbiye Ruhu

Dr. Cihangir DUMANLI
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, uluslararası ilişkiler uzmanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Geçtiğimiz 30 Ağustos’ta Harp Okulları 2024 mezunlarını verdi. Genç teğmenler zorlu bir eğitimin ardından büyük coşku ve gururla Türk Silahlı Kuvvetlilerinin (TSK) subay kadrolarına katıldılar. Kutluyoruz.

Harp Okulları subay adaylarına salt savaş tekniklerini öğretmez; onlara cesaret, özveri,  sorumluluk duygusu, zor koşulara dayanma ve mücadele için gerekli yeteneği de kazandırır. Buna Harbiye Ruhu” diyoruz.

27 Ağustos 1922’de başkomutan Mustafa Kemal’e söz verdiği zamanda Çiğil Tepe’yi alamayan 57. Tümen komutanı Yarbay Reşat’ı intihar ettiren Harbiye Ruhudur.

Dört gecedir uykusuz ve hasta olduğu halde10 Ağustos 1915’te 7. Tümenin en önüne geçerek kamçı işaretiyle birliğini süngü hücumuna kaldıran ve bu hücumda yaralanan Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal’e bu gücü ve cesareti veren Harbiye Ruhudur.

Kurtuluş Savaşında yoktan var edilen ulusal ordunun genç subay gereksinimini karşılamak için okullarından kaçıp cepheye katılan askeri öğrencilere bunu yaptıran Harbiye Ruhudur.

Sakarya Meydan Muharebesinde erbaş ve erlere örnek olmak için hücum taburları kurarak, verdikleri büyük yitiğe karşın düşmana saldıran subaylara bu gücü veren Harbiye Ruhudur.

Mondros Ateşkesinden (30.10.1918) sonra Ermenilerle birlikte yurdumuzun güneyini işgal eden Fransızlara karşı Ocak 1919 başında direniş örgütünü kurarak Fransızlara Kurutuluş Savaşımızın ilk kurşununu atan Hatay’ın Dörtyol ilçesinin Karaköse köyünden Teğmen Kara Hasan,
Harbiye Ruhu ile hareket etmiştir.

İngilizlerin Samsun’a çıkmasına tepki olarak 17 Mart 1919’da birliği ile dağa çıkarak İngilizleri telaşa düşüren makineli tüfek bölük komutanı Teğmen Hamdi, Harbiye Ruhu ile hareket etmiştir.

Sakarya Meydan Muharebesinde 10 Eylül’de (1921) başlayan karşı saldırımızın (taarruzumuzun) nehrin batısına geçmesi için ölüm tehlikesini göze alıp, ateşleme düzeni düşmanın elinde olan patlayıcıları söküp nehre atarak köprüyü emniyete (güvenliğe) alan 35. süvari alayından
Teğmen Bekir’e bunu yaptıran Harbiye Ruhudur.

Gece görüş eğitimi yokken ve helikopteri gece uçuşuna uygun değilken, yaralı arkadaşını
gece helikopterle hastaneye yetiştiren pilot da Harbiye Ruhunun gereğini yapmıştır.

Kardak adamıza kendi bayraklarını diken Yunanları kovalayarak Türk bayrağını diken
SAT komandoları da bunu Harbiye Ruhu ile yapmışlardır.

Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat gibi düzmece davalarda başlarını öne eğmeyen, teslim olmayan subaylar da Harbiye Ruhu ile hareket etmişlerdir.

Ölümcül hastalığına karşın doğru bildiği yolda Ergenekon davasındaki mücadelesini sürdüren, azmini hiç azaltmayan rahmetli sınıf arkadaşım Muzaffer Tekin’e bu gücü veren Harbiye Ruhudur. Teğmen Muzaffer Tekin, Kıbrıs Barış Harekâtında komando takım komutanı olarak Harbiye Ruhu ile savaşarak, kendi adı verilen Zafer Tepe’yi ele geçirmişti.

Mezun olduktan 50 yıl sonra bile, Harp Okulu marşını dinlerken gözyaşı döktüren şey de Harbiye Ruhudur.
***
Diploma töreninde laik demokratik Cumhuriyet’i koruyacaklarına ant içerek
Mustafa Kemal’in okulundan mezun olmanın gururu ile “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen 2024 mezunu teğmenler de Harbiye Ruhuna sahip olduklarını göstermişlerdir.

Bu örnekler çoğaltılabilir.
***
Yukarıdaki örneklerde Teğmen Muzaffer Tekin, Teğmen Kara Hasan, Teğmen Hamdi ve
Teğmen Bekir, Harbiye Ruhu ile yetişen teğmenlerin neler yapabileceğini göstermektedir.

Harbiye Ruhu askeri liselerde başlar, Harbiye’de tamamlanır. Askeri liselerin ve Harp Okullarının örgütlenmesi, altyapısı, eğitim programı, komutan ve öğretmenlerinin atanması öğrencilere bu ruhu verecek biçimde tasarlanmıştır.

Ordunun silah sistemleri teknolojik olarak ne denli gelişmiş olursa olsun, onları kullanacak subaylarda Harbiye Ruhu, yoksa o ordu başarılı olamaz.

Harbiye Ruhu kuvvet çarpanıdır.

AKP iktidarınca                                                            ;

– Askeri liseler kapatılmış,
– Harp Okulları Kuvvetlerinden alınarak sivil rektör yönetiminde Milli Savunma Üniversitesine bağlanmış,
– Önceden Tuğgeneral – Tuğamiral olan Harp Okulu komutanlıklarına sivil profesörler dekan olarak atanmış, subay eğitiminin niteliği düşürülmüştür.

Bu yanlış adımlar hızla ve mutlaka geri alınmalı, subaylarımız önceden olduğu gibi katıksız
Harbiye Ruhu ile yetiştirilmelidir.

Bu konu, yaşamsal önemde ve ivedi (acil) ulusal güvenlik sorunudur.
===================================================
Dostlar,

Yurtsever General Cihangir Dumanlı, sağlığı hiç de elverişli olmamasına karşın, deyim yerinde ise canını dişine takarak, “tek eliyle” son derece nitelikli makaleler yazmaktadır.

Bilindiği gibi Kara Harp Okulu, Akademisi….. çok nitelikli profesyonel askerlik eğitimine ek olarak
Hukuk Fakültesi mezunudur.

Ayrıca Uluslararası İlişkiler alanında Doktora (PhD) yapmıştır!
Ülkemiz, bu seçkin asker – aydın – bilim insanından en üst düzeyde yararlanmak zorundadır.
Cumhuriyet gazetesi 2. sayfada da arada önemli makaleleri yayınlanmaktadır.
Lütfedip bize yolladığı tüm yazılarını keyifle yayınlıyoruz, O’ndan çok öğreniyoruz.

Birkaç gün önce bize yolladığı çok anlamlı fotoğrafı aşağıda paylaşmak isteriz..
***

Diyelim ki, FETÖ darbe girişimi (15.7.16) öncesinde TSK’ye de önemli sızmalar olmuştu.
AKP=RTE gerçekte bu sürece göz yumdu hatta stratejik ortaklık yaptı FETÖ ile. Tüm uyarılar göz ardı edildi. Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğa.
Türker Ertürk istifa etti!
AKP=RTE, ağzıyla itiraf etti, “Ne istediler de vermedik!” diye. “18 Üniversiteyi verdik.” dedi! ABD güdümlü FETÖ darbe girişimi TSK’nin yurtsever – Kemalist subaylarınca bastırıldıktan sonra, artık normalleşme dönemine girilmeli ve TSK’yi adeta felç eden adımlar mutlaka geri alınmalıdır.

Ne var ki, AKP=RTE, Bu bize Allah’ın bir lütfu” diyerek ABD güdümlü FETÖ darbe girişimini sonuna dek, tepe tepe kullanarak ülkemizi baştan sona dönüştürerek otokratik – totaliter,
çağ dışı bir TEK ADAM REJİMİ kurmuştur.

Eğer içtenlikli iseler, artık o olağanüstü önlemlere gereksinim kalmadığı için, başta TSK ve Üniversiteler olmak üzere rejim normalleştirilmeli,
demokratik parlamenter düzene dönülmelidir.

Bu, AKP=RTE için net bir turnusol kağıdıdır.
Ancak AKP=RTE bu adımları asla atmayacaktır kanımıza göre.
Çünkü niyet başka başkadır; iyi biliyoruz. Ancak deniz de bitmiştir 22 yılın sonunda.
BOP Eşbaşkanlığı özgörevi (misyonu) Erdoğan’ın boynundadır, kendi isteğiyle tutsaktır.

  • Erdoğan, Türkiye’nin ulusal gücünü karşısına değil yanına alarak bu makus talihten,
    yok edici kısır döngüden kurtulabilir. Öyle de yapmalıdır. Başka hiçbir şansı kalmamıştır.

Bu inadına gidiş Erdoğan’ı bitirir; kozasını kendi elleriyle kör hırsının kurbanı olarak ördü..
Türkiye çok yara alır, almıştır ama küllerinden gene doğar.
Erdoğan’a, hala geç değilken ulusa sığınıp geri dönmezse, yargıda hesabı mutlaka sorulur.

Sevgi, saygı, kaygı ama UMUT ile. 21 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

O’nun izinde…

Prof. Dr. Soyaslan: Yalçınkaya kararı bağlayıcı ve emsaldir; yargılamalar  yenilenmeli ve sanıkların beraatine karar verilmelidir - Tr724Prof. Dr. Doğan Soyaslan

20 Eylül 2024, Cumhuriyet

Eylül ayının başında yapılan Kara Harp Okulu’ndaki yemin töreninde genç teğmenler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” haykırışında bulundular. Bunun anlamı, Mustafa Kemal’in eylem ve söylemlerini kendilerinin de uygulayacak olmalarıdır. Neden “Mustafa Kemal’in askerleriyiz?”, tarihe bir bakalım.

Mustafa Kemal’in eğitim yılları etnik milliyetçiliğin yoğun olduğu Balkanlar’da geçti. 1899’da Manastır Askeri İdadisini, 1902’de Harbiye’yi bitirdi. 1905’te kurmaylık öğrenimini tamamladı. Şam’a tayin oldu; Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu. 1907’de Selanik’e tayin edildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Ordunun politikaya girmesine karşı olduğu için İttihatçılarla uyuşamadı. İstibdada karşıydı. 1909’da Hareket Ordusu’nda görev aldı. 1911’de Trablusgarp’a gönüllü gitti. Gözüne şarapnel isabet etti. İtilaf Devletleri 1915’te Çanakkale Boğazı tabyalarına saldırdı. Mustafa Kemal’in komutasında saldırı püskürtüldü. Ardından Doğu Cephesi’ne atandı. Ağustos 1916’da Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri aldı. 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. İstanbul ve tüm ülke işgal edilmeye başlandı. Yunanlar 1919’da İzmir’e asker çıkardılar. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı ve oradan Amasya’ya geçti. 21-22 Haziran 1919’da “vatanın bütünlüğü ve milletin istiklalinin tehlikede olduğunu, milletin istikbalini milletin azim ve kararlılığının kurtaracağını“, bunun için Sivas’ta bir kongre toplanması gereğine ilişkin bir tamim (genelge) yayımladı.

MUSTAFA KEMAL’İN MÜCADELESİ

Önce Erzurum, sonra Sivas Kongresi toplandı. 1920’de İstanbul işgal edildi. 23 Nisan 1920’de TBMM kuruldu. Batı Anadolu’da Yunan ordusunun işgali sürüyordu. Kuvayı Milliyeciler düzenli orduya dönüştürüldü, Batı Cephesi Komutanlığı kuruldu. Temmuz 1921’de Kütahya ve Eskişehir düştü. 4 Ağustos 1921’de gizli oturumda TBMM, tüm yetkilerini üç ay süreyle Mustafa Kemal’e devretti. 23 Ağustos’ta Yunan güçleri, Sakarya savunma hattına dayandılar. 22 gün süren Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal, büyük bir saldırı ile Yunan’ı denize dökmeyi düşünüyordu. Bunun için bir yıl hazırlanmak gerekti. Meclis, Temmuz 1922’de Başkomutanlık yetkisini süresiz uzattı. 26 Ağustos 1922’de taarruz (saldırı) emri verildi. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar savaşından sonra Türk ordusu 9 Eylül 1922 günü İzmir’e girdi.

1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırıldı. Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasının ilk adımı atıldı. Vahdettin Kasım 1922’de İngiliz zırhlısı ile İstanbul’dan ayrıldı.  24 Temmuz 1923’te Lozan Andlaşması imzalandı. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Mustafa Kemal, Cumhuriyetin insanlara devlet idaresi için sorumluluk yükleyen en ideal rejim olduğuna inanıyordu. Cumhuriyetten vazgeçilemezdi. Cumhuriyetin korunmasını gençliğe emanet etmişti. 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı; eğitim ve öğretim (AS: salt “öğretim” olacak) birleştirildi. Medrese eğitimine son verildi. Bilime dayanan eğitim sistemine geçildi. 1926’da Türk Medeni Yasası kadın ve erkeğin eşitliğini getirdi. Mustafa Kemal’e göre kadın ve erkek bir bütünün parçalarıdır ve beraber yükselebilirlerdi. 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Devletin akıl ile toplumsal ihtiyaçlara göre yönetileceği esası benimsendi.

  • Mustafa Kemal gücünü Türk ulusundan alıyordu.

SONUÇ

Görülüyor ki; Mustafa Kemal, ekonomik yokluk içinde canı pahasına, ülkesi elinden alınmak istenen bir halka önderlik etmiş, düşmana teslim olmuş bir ortaçağ saltanatını kaldırmış,
yerine akıl ve özgürlüğe dayanan laik, modern bir cumhuriyet kurmuştur. Avrupalıların 100-200 yılda kurabildikleri laik Cumhuriyeti, Mustafa Kemal 15-20 yıl içinde kurmuştur.

Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diyen teğmenler, bu ülkenin toprak bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını ve laik Cumhuriyeti kanları pahasına koruyacaklarına yemin etmektedirler.

İnsan aklının özgürlüğü ve Cumhuriyetler, insanlığın kanlı mücadelelerle yavaş yavaş geldiği
son aşamadır.

Özgürlükten ve Cumhuriyetten vazgeçmek, milletin yeniden karanlığa gömülmesi demektir.

  • Cumhuriyete sahip çıkmak salt teğmenlerin değil, tüm halkın görevidir.

Özgürlük ve sorumluluk toplumsal ilerlemenin temelidir.
Cumhuriyete bağlılık siyasal iktidarın meşruluk nedenidir.
AKP, Cumhuriyetin sağladığı olanaklarla iktidara gelebildi.
Cumhuriyet değerlerinden epeyce uzaklaşıldı ama Cumhuriyet yıkılmadı.
Cumhuriyet herkese gereklidir.

  • Cumhuriyete bağlılık yemini edenlere karşı kimse soruşturma açamaz, açmamalıdır.

Emek için mücadele

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu Manavgat'a Geliyor | Manavgat GerçekDr. Arzu Çerkezoğlu
DİSK Genel Başkanı

20 Eylül 2024, Cumhuriyet

Türkiye tarihinin en ağır geçim krizlerinden biriyle karşı karşıyayız. Milyonlarca işçi, emekçi, emekli, yani bu ülke nüfusunun çalışan, üreten çoğunluğu, durmak bilmeyen zamların ve ağır vergilerin yükü altında ayakta kalmaya çalışıyor. Yüksek enflasyon koşullarında reel gelir kayıplarının telafi edilmemesi ve adaletsiz vergi düzeni ile işçi sınıfından sermayeye, yoksuldan zengine büyük bir gelir transferi (aktarımı) yapılıyor. Yani yaşadığımız geçim krizinin en önemli nedeni bölüşümdeki eşitsizliğin devasa artışı.

2016’da gayrisafi katma değer içinde emeğin payı %36.3 iken 2022’de bu pay % 26.3’e geriledi. Sermayenin payı ise % 47.5’ten % 53.7’ye yükseldi. Üstelik emeğin bölüşümden aldığı paydaki bu gerileme, orta sınıfın eridiği hızlı bir işçileşme sürecinde, yani ücretliler sayısal olarak artarken gerçekleşti.

Toplumun büyük bir çoğunluğu asgari ücrete, asgari emekli maaşına, kısacası asgari bir yaşama mahkûm edildi. Sendikal hakların önündeki engeller, toplu pazarlık kapsamının daraltılması asgari yaşamaya mahkûmiyetin en güçlü dayanağı oldu. Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamı %10 ve asgari ücret kapsamı % 50 dolayındayken AB’de ortalama toplusözleşme kapsamı %60, asgari ücret kapsamı % 4’tür.

Türkiye işçi sınıfı asgari ücret civarında (dolayında) ücretlere mahkûm edilirken, on milyonlarca insanımızın geliri açlık sınırının altına inerken vergi yükü de işçilerin, emekçilerin, emeklilerin sırtına yüklenmiş durumda. Vergi gelirlerinin en büyük bölümü % 75’le dolaylı vergilerden oluşmakta ve en zenginlerle en yoksullar çarşıda, pazarda, markette bu vergileri eşit oranda ödemektedir. Bu da yetmiyor, ülkeyi yönetenler vergi dilimlerini bile isteye artırmayarak biz işçileri yıl içinde zenginleşmişiz gibi üst vergi dilimine sokmaktadır. Yani gelirdeki adaletsizlik vergideki adaletsizlikle perçinlenmektedir.

‘KULLAN-AT İŞÇİLİĞİ’

Bölüşüm ilişkilerinin olağanüstü bozulduğu bu düzen hakkımızı, hukukumuzu ve hatta anayasayı bile tanımayan olağanüstü baskıcı bir rejim tarafından koruma altına alınmış ve
tüm demokratik hak arama yolları tıkanmışken mücadele etmek hepimiz için yaşamsal bir zorunluluk.

Orta Vadeli Programda ücretlerin daha da baskılanacağının, güvencesiz çalışmanın “kullan-at” işçiliği olarak yaygınlaştırılacağının ilan edilmesi, kıdem tazminatına göz konulması karşısında kora kor bir mücadele süreci bizleri bekliyor.

DİSK olarak iki yılı aşkın bir süredir “Gelirde adalet, vergide adalet” başlığıyla bir mücadele yürütüyoruz. Türkiye’nin dört bir yanında işyerlerinde, meydanlarda; İstanbul’dan Ankara’ya gerçekleştirdiğimiz yürüyüş boylarında sesimizi yükselttik, yükseltmeye de devam ediyoruz.
Bu çabalarımızın meyvesini de alıyoruz ve işçi sınıfı yüzünü DİSK’e dönüyor, ona güveniyor ve üyesi oluyor. Temmuz ayındaki istatistiklerde de açığa çıktığı üzere, üye sayımızda ciddi artış
söz konusu ve sendikalarımız önümüze konan antidemokratik barajları birer birer yıkıp geçiyor.

Tabii ki bu çabalarımızın bir anlamı var ancak sendikalaşma oranı hâlâ olağanüstü düşük.
Bu koşullar altında bir yandan örgütlenme çabalarımızı hızlandırmalı öte yandan da kendi üyelerimizin çok değerli hak mücadelelerini kapsayan ancak onu da aşan bir mücadele çizgisini hızla inşa etmeye çalışmalıyız.

ÜLKEDE ADALET ÇAĞRISI

Evet, nüfusun artık çok büyük bir bölümünü oluşturan işçi sınıfının bu ülkenin kaderini (yazgısını) eline alma vakti çoktan geldi. Ülkemizin işçi sınıfının sözüne, mücadelesine gereksinimi var.
Ve bunu yerine getirebilecek en önemli özne ise tarihsel birikimi, o birikimden süzülen bilinci
ve anlamlı bir başlangıç noktası olabilecek güncel örgütlenme düzeyi ile elbette DİSK’tir.
Türkiye’nin dört bir yanında ve tüm iş kollarındaki örgütlenmemizi ve işçi sınıfının güncel yaşam mücadelesini bu adaletsiz düzene karşı topyekûn bir mücadeleye dönüştürerek büyütmek zorundayız.

Bizler bu tarihsel sorumluluğun bilinciyle “Gelirde adalet vergide adalet” mücadelemizin yeni bir dönemi için yola çıktık. “Şimdi tek başına yaşam savaşı vermenin değil, hep birlikte adalet mücadelesini büyütmenin zamanı” diyerek Türkiye’nin dört bir yanında üyemiz olsun olmasın tüm işçiler, emekçiler, emeklileri, gençleri, kadınları meydanlarda buluşmaya çağırıyoruz. Gelirde ve vergide adalet mücadelemizi “ülkede adalet” mücadelesi olarak büyütüyoruz.

22 yıllık AKP iktidarının sınıfsal ve siyasal tercihlerinin bu kara tabloya yol açtığını ifade etmekle yetinmeden, bu büyük yoksullaşmanın, bu büyük adaletsizliğin sorumlularından hesap sormak için şimdi omuz omuza meydanlara çıkma vaktidir.

BÜYÜK İŞÇİ BULUŞMALARI

Geçtiğimiz ay ülkenin dört bir yanında yüzlerce noktada işyerlerinde ve sokaklarda mücadele hedeflerimizi içeren bildirileri okuduk. Şimdi de bölgesel büyük işçi buluşmalarımızda bir araya geliyoruz. 13 Eylül’de Mersin’deki buluşmamızın ardından, bugün İzmir Cumhuriyet Meydanı’nda Ege bölgesinden gelen üyelerimizle ve sınıf kardeşlerimizle bir araya geliyoruz.
İzmir’i, İstanbul ve Ankara’daki “büyük işçi buluşmaları” takip edecek.

Bu buluşmalarda ülkenin tüm değer ve güzelliklerini üretenlerle birlikte, ülkenin dört bir yanında örgütlü olmanın, örgütlü mücadelenin önemini konuşacak, konuşmakla kalmayıp, itirazlarımızı, bu kara tabloyu tersine çevirecek çözüm önerilerimizi, istemlerimizi haykıracak ve hakkımız olanı alıncaya dek mücadeleyi büyüteceğiz.

İşçileri emeği ve ekmeği için, gençleri gelecekleri için; kadınları hem işte hem evde hem de sokakta yaşadığımız eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için; emeklileri yılların alın teri 12 bin 500 TL’ye mahkûm edildiği için; asgari ücretlileri her şeyin fiyatı artarken bir tek kendi gelirleri artırılmadığı için; beyaz yakalıları, plaza çalışanlarını parlak binaların sönük maaşlıları durumuna dönüştürüldükleri için bu mücadeleye katılmaya çağırıyoruz. Sendikalı olsun olmasın, DİSK üyesi olsun olmasın, “Bu sistemden, bu düzenden mağdur oldum” diyen herkesi DİSK çatısı altında sesimizi yükseltmeye ve gücümüze güç katmaya çağırıyoruz.

Bilim ve kazanımları karşıtı güçbirliği

Siyaset, 19.09.2024, BİRGÜN

Anayasal ve siyasal kazanımlara karşı sistematik savaş cephesi sürekli genişliyor.

ÖZGÜRLÜK VE YASAK

Vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetini güvenceleyen madde 24, bu özgürlüğün sert çekirdeği olarak mutlak koruma alanı ile birlikte mutlak yasağı da öngörür:

  • “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” (md.24/son).

Dünyevi metin olarak Anayasa’nın doğası ile özdeşleşen bu kural, laikliğin olumsuz tanımıdır: Dinsel inançlar değil, toplumsal gereksinimler hukukun kaynağını oluşturur.

Aşağıdaki kısa alıntılar, bu kuralın sistematik bir biçimde ve sürekli olarak ihlal göstergeleri.
İhlal, aslında değişmez nitelik taşıyan madde 2 için de geçerli.

GENİŞLEYEN HALKA

“Son iki asırdır çok ince ve sinsi bir kuşatmayla karşı karşıyayız. Bu milletin iman kalesinde gedik açmak için pervasızca saldırıyorlar. Bir dönem camilerimizi ahıra çevirerek yaptılar, bir dönem Kuran-ı Kerim’lerimizi toplatarak yaptılar, bir dönem alimlerimizi cezaevine atarak yaptılar, bir dönem imam hatip okullarının kapısına zincir vurarak, bir dönem Kuran kurslarına saldırarak, bir dönem Diyanet camiamıza saldırarak manen bu milleti çökertmeye çalıştılar.” (CB Erdoğan).

“Eğitimin amacı bilgi değildir; Allah korkusu ve kuldan utanmaktır.” (TBMM MSK Bşk. H. Akar).

“Unutmayalım ki bir gün mizan kurulur, bütün defterler dürülür, hesabı bizlerden sorulur. Yanlışlardan kaçınalım,…” (AYM Başkanı  K. Özkaya).

Böylece, TBMM’de vekillere parmak sallayıp, “Tarikat-cemaatleri sivil toplum” olarak niteleyen MEB Y. Tekin ve minbere kılıçla çıkan DİB Erbaş hattında oluşturulan Anayasa ve bilim dışı halka, AYM ve Genel Kurmay eski başkanı açıklamaları ile genişletiliyor.

Saray ve CB ise, genel çatı işlevi görüyor.

İMAN SÖMÜRÜCÜLERİ

Parti olarak, HÜDA-PAR ve MHP, aynı halkada şu farkla yer alıyor:

HÜDA-PAR, madde 2 ve 24/sona karşı olduğunu açıkça ortaya koyuyor;
MHP ise, bu maddeleri sahiplenir görünmekle birlikte, sürekli ve sistematik ihlaller ortağı.

CB, başından beri Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesine karşı:
2017’de anayasal-siyasal ayağını kırdı; şimdi sıra toplumsal egemenlik alanında.

Saltanat ve şatafat kurumuna çevirdiği DİB yoluyla din ve inanç  istismarında (sömürüsünde)
s
ınır tanımayan Erbaş ise, kılıçla İslamofobi faktörü de.

 “Anayasa, dünyevidir” hatırlatması ile AYM Başkanına, I. Kant’ın sorusu ile yanıt: 

  • “Başka bir dünya vardır diye mi iyi ve erdemli olmalıyız?”

H. Akar’a soru : Allah korkusu, darbe ihbarı için GKB’ye gelen MİT Müsteşarının ayrılışından saatler sonra Fetöcülerin ters kelepçesi sırasında mı, yoksa genç teğmenlerin laiklik andı üzerine mi oluştu?

Köylerde okullaşma yerine kentlerde bütün okulları imam hatipleştirme ve her mahalleye  Kuran kursu yarışmasındaki MEB ve DİB, Tavşantepe kolektif cinayeti konusunda ne düşünür; yetişkin sözde dini bütün ailelerin, Narin çocukların yaşamlarına canavarca hisle kıymaları karşısında?

ANAYASA SAHTEKARLARI

Darbe anayasası” nakaratı gölgesinde HÜDA-PAR’ın cesur (!) çıkışları, siyaset mühendisliği sonrası, toplum mühendisliği için yol temizliği taşeronluğu mu?

Ya sözde sivil anayasacılar? AKP ve MHP ortak paydası, madde 24’ü askıya alarak, madde 2’yi sürekli ve sistematik ihlaldir.

  • Sahte anayasacılar, aslında (gerçekte) ‘sivil söylemi’ ile yürürlükteki Anayasa’ya karşı savaş açmış bulunuyor.

Din/inanç ve vicdan özgürlüğünün ancak dünyevi ortak yaşam normu olan Anayasa ile korunabileceği gerçeğinden hareketle, Anayasa ve siyaset bilimi karşıtı cepheye bilgi-dayanışma-eylem yoluyla dur deme zamanı geldi ve geçmekte.

Demokratik cumhuriyetçiler uyana!
=====================================
Yazarın Son Yazıları