Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

FLASH HABER TV Programımız

Dostlar,

Dün, 3 Ekim 2023 günü saat 15:00 dolayında FLASH HABER TV programcısı ve sunucusu Sn. Betül Begümhan AYDOĞAN‘ın konuğu olduk. Kendilerine ve kanala teşekkür ederiz.

Hukukçu ve Siyaset bilimci şapkalarımızla Sn. Aydoğan’ın sorularını yanıtladık. Tema, yapay – zorlama – kurgulu Anayasa gündemi idi.

  • AKP / RTE’nin Anayasa Oyunu : Ne Yapmalı? sorunsalını işledik.

2 saate yakın haber kuşağı içinde biz 36-58. dakikalar arasında yaklaşık 22 dakika değerlendirmelerimizi sunduk.

Vurgulayalım ki; son 14-28 Mayıs 2023 seçimlerini de hukuk-yasa-etik-ahlak dışı zorlama ve çiğnemlerle (ihlallerle) kıl payı kazanan, gerçekte yitiren biz “zoraki-uzatmalıiktidarın meşruluğu yok denebilir. Diploma ve 3. kez adaylık ana engeller..

Dolayısıyla en temel önkoşul meşru bir iktidar. Böylesine sakatlanmış ve ulusal istenci gerçekte temsil etmeyen, geçmişte ve halen yaptıkları ve yapageldikleriyle şaibeli bir iktidarla bilmem kaçıncı kez Anayasa değişikliği görüşmesi için masaya oturulamaz.

Hiç unutulmasın : AKP, Anayasa Mahkemesi kararı ile “laikliğe karşı eylemlerin odağı” bir parti!

Hele “yeni anayasa”, bu Meclisin yetkisinde değil, her şeyden önce bu anayasaya bağlı kalacaklarına ilişkin yemin ettiler TBMM’de.

Onlarca gerekçe sıralanabilir ayrıca.. Konuyu kapsamlı irdeledik..
Web sitemizde yer alan Sn. Prof. Kaboğlu‘nun makalesinden kısa bir alıntı ile bağlayalım (TÜRKİYE’NİN BORCU DEĞİL, ALACAĞI…  | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

Sonuç olarak;

  • Hesap verebilir bir Hükümet eşliğinde
  • ve yargı bağımsızlığı temelinde
  • erkler ayrılığı ÖNKOŞUL olduğu için,
  • bunları öngörmeyen Anayasa değişikliğine yönelik her adım,
  • ÖNYARGISIZ olarak reddedilmeli.
  • Tasfiye edilen Cumhuriyet kurumlarını yeniden kurmayı hedeflemeyen her Anayasa değişikliğine kesinlikle hayır!”

Ayrıca 6’lı Masa partilerinin anayasa değişikliği için önkoşulu “Parlamenter rejime dönüş” idi.
Bu sözleri ile bağlıdırlar.

İzlemek için lütfen tıklayınız..

***
HALK TV programcılarından Sn. Ayşenur Aslan‘ın Savcılığa “mevcutlu olarak” (kollukla getirtilerek) ifadeye çağrılması olayını da irdeledik. Hem gerek yoktu, hem de yöntem yanlıştı. Bir telefon edersiniz Savcı olarak, Ayşenur hanım hemen bir taksiye atlayarak Adliyeye gelir.. Böyle yapmalıyız.. O’na destek amaçlı tweet iletisi paylaştık : https://x.com/profsaltik/status/1709301852213215700?s=20
***
İreiz” çok zorda, çıkış yok, sonu felaket. Kaçamaz da!
Doğru bildiğimiz yolda korkusuz, yürekli savaşımı (mücadeleyi) sürdürmeliyiz..
Yeniden kuvvay-ı milliye bilinciyle bu kuşatmayı da yaracağız
Programın İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 04 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

AİHM ve AYM kararlarının bağlayıcılığı sorunu

Üyeliğe Seçilen İlk Hukuk Profesörü İzmir'den..Prof. Dr. Ali ULUSOY
t24, 04 Ekim 2023, AİHM ve AYM kararlarının bağlayıcılığı sorunu (t24.com.tr)

AİHM ve AYM kararlarının emsal etkisini yani örnek olarak bağlayıcılığını kabul etmeyen bir mahkeme, yüksek mahkeme de olsa, hem yargılama sisteminin temelini dinamitlemiş olur;
hem de bizzat Anayasa’yı ihlal etmiş olur.

AİHM’nin geçtiğimiz günlerde verdiği ve FETÖ yargılamalarında ByLock ve Bank Asya hesaplarının delil kabul edilmesini adil yargılanma hakkına aykırı bularak Türkiye’yi mahkûm ettiği Yalçınkaya kararı sonrası, AİHM kararlarının iç hukuk yönünden bağlayıcılığı sorununu
tekrar gündeme getirdi.

Aynı şekilde AYM’nin bireysel başvuruda verdiği kararların benzer davalara emsal etkisinin Yargıtay tarafından kabul edilmemesi ve Yargıtay’ın bu AYM kararlarını bağlayıcı görmemesi sorunu da önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Konuya ilişkin olarak Cumhurbaşkanı, AİHM kararının uygulanmayacağını ima etti.

Adalet Bakanı da Yalçınkaya kararının sadece o davacı için etki doğuracağını ve benzer davalar için bağlayıcılığı olmayacağını belirtti. Oysa kararın gerekçesinde bu kararın benzer davalar açısından emsal teşkil edeceği ve bağlayıcı olacağı çok açık biçimde vurgulanmış.

  • Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı da kendi içtihatlarının AİHM kararından farklı olduğunu ve AİHM kararını doğru bulmadıklarını ifade etmiş.

Gerçi Sayın Başkanın açıklamasından, AİHM kararının bağlayıcı olmadığı ya da kendilerini AİHM kararı ile bağlı görmedikleri yönünde bir anlam çıkarmak mümkün görünmüyor. Sadece kendi içtihatları ile AİHM kararının bağdaşmadığı yönünde bir tespit var. Açıklamada ileriye yönelik ya da “ihsası rey” niteliği taşıyan bir yön bulunmuyor. Zaten kendi kararlarını bile kendi iç hukuk mahkemelerine kabul ettirme ve bağlayıcı kılma sorunu yaşayan ve kararlarının kendi iç hukuk temyiz mahkemelerince bile emsal etkisi sorgulanan bir yüksek mahkemenin “çuvaldızı başkasına batırırken” hiç olmazsa “iğneyi kendisine batırmaması” düşünülemez.

Bu konulardaki akademik yazıları ortada olan ve evrensel hukuk normlarına olan hassasiyetini bizzat bildiğim Sayın Başkan’ın, AİHM kararlarının etkisini ve bağlayıcılığını sorgulatma amacında olduğunu sanmıyorum. Yine de yanlış anlamalara sebebiyet verecek bu açıklama hiç yapılmasa daha şık olurdu.

Yüksek mahkeme kararlarının “emsal” gücü

Gerek AYM nezdindeki “bireysel başvuru” sisteminin gerekse AİHM aşamasındaki başvuru sisteminin en önemli özelliği, bu başvurular kapsamında AYM ve AİHM tarafından verilen kararların objektif etki göstermesi, yani bu başvurular kapsamında verilen kararların “emsal” oluşturmasıdır. Bunun da anlamı, bu kararların iç hukuktaki her seviyedeki mahkeme için örnek ve bağlayıcı kabul edilmesi ve böylece aynı veya benzer nitelikteki diğer davaların artık AYM ve AİHM önüne tekrar gelmesine gerek kalmamasıdır. Nitekim eğer aynı ve benzer davalar tekrar tekrar bu yüksek mahkemeler ve merciler önüne gelecekse, ortaya çıkacak iş yükü ile baş etmek fiilen mümkün olmaz.

Eğer Türkiye’de ceza yargısı, özel hukuk yargısı ve idari yargıdaki tüm ihtilaflar hem de aynı tür hukuki sorunla tekrar tekrar AYM önüne gelirse, zaten bireysel başvuru sistemi çöker. Aynı durum Avrupa bazında AİHM için de geçerli. Hiçbir mahkeme yüz binlerce dava ile baş edemez. Bu nedenle AYM ve AİHM önüne gelen bir ihtilafı bir kez çözüp emsal nitelikte bir karar verince, iç hukuktaki her mahkeme (ilk dereceden temyiz merciine kadar) önündeki uyuşmazlığı bu emsal içtihat paralelinde çözecek ki, sistem normal ve sürdürülebilir şekilde işlemeye devam edebilsin. Hatta aynı durum AİHM’in çözdüğü emsal uyuşmazlık için AYM açısından da geçerli.

Yani AYM, kararını beğenmese de AİHM kararlarına uymak durumunda.

Aksi halde sistem işlemez ve tıkanır. Üstelik aynı şeyi iç hukuktaki mahkemeler de kendisine yapar. Kararları kaale alınmayan ve uygulanmayan bir mahkeme için bundan daha itibarsızlaştırıcı ve aşağılayıcı bir muamele olamaz.

Gerçekte Danıştay ve Yargıtay da dahil, her yüksek mahkeme için en önemli özelliklerden biri, “içtihat mercii” olmasıdır. Yani verdikleri kararların aynı veya benzer ihtilaflar için emsal teşkil etmesi (örnek oluşturması) , örnek bir bağlayıcılık taşıması.

Ceza yargısı ve özel hukuk yargısı açısından ilk derece ve istinaf mahkemesinin Yargıtay içtihadını benzer uyuşmazlıklar için emsal olarak uygulaması sağlıklı bir yargılama sistemi için ne kadar önemli ve yaşamsal ise, insan hakları mekanizması açısından AİHM ve AYM kararlarının Yargıtay için emsal kabul edilmesi de aynı derecede gereklidir. Çünkü normal ceza yargılaması veya özel hukuk yargılaması sistemi açısından Yargıtay ile BAM ve asliye ceza mahkemesi arasındaki yargısal hiyerarşi nasılsa, insan hakları başvuru sistemi açısından AİHM ile AYM ve Yargıtay arasındaki yargısal hiyerarşi de aslında aynı mahiyettedir (niteliktedir).

“Efendim biri iç hukuk diğeri uluslararası hukuk seviyesinde olduğu için aynı nitelikte değil” demenizin teknik hukuk yönünden hiçbir anlamı yok. Çünkü bizim sistemimizde iç hukuk ve uluslararası hukuk ilişkisinde “monist” sistem geçerli. “Düalist” sistem geçerli değil.
Anayasa m.90 bu konuda çok açık.

  • Yani uluslararası/ulusalüstü hukuk merciinin kararı iç hukukta doğrudan etki doğurur.
    Bu olgu bizzat Anayasa’nın emri.

Demem odur ki; AİHM ve AYM kararlarının emsal etkisini yani örnek olarak bağlayıcılığını kabul etmeyen bir mahkeme, yüksek mahkeme de olsa, hem yargılama sisteminin temelini dinamitlemiş olur hem de bizzat Anayasa’yı ihlal etmiş olur. Yok asıl amaç işinize gelen AYM veya AİHM kararını uygulamak, işinize gelmeyeni uygulamamak ise zaten o noktada söylenecek bir şey yok.

Boşa dil dökmüş oluruz. Dükkanı kapatıp gidelim.

Yargıç olmak için kuşkusuz en önemli özellik tarafsızlık ve objektifliktir.

Önündeki dosya hakkında gerek somut olay gerekse davanın/ uyuşmazlığın tarafları hakkında lehe veya aleyhe tarafsız olamayan ve dosya ile kendi dünya görüşü, yaşam tarzı, siyasi eğilimi ve inanç dünyası arasında mesafe koyamayan yargıç, işini hakkını vererek yapamıyor demektir.

DEVLETİ BUNLAR ÇÖKERTMEDİ Mİ?

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

“Türk Devletini bilerek, planlayarak çökertenler, terör örgütüne yardım-yataklık yapanlar Türk Milletine “Yeni Sivil Anayasa” yapamazlar…

FETÖ’nun, CIA uşağı silahlı bir terör örgütü olduğu yargı kararlarıyla kezlerce kesinleşti. Cumhurbaşkanı-Bakanlar-AKP Milletvekillerinin de kanaatleri aynen yargınınki gibi oldu. FETÖ’ya bırakın üye olmayı, selam verenler bile tutuklandı.

Adalet Bakanlığının açıklamasına göre;

50 bin kişi FETÖ’cu diye tutuklandı!
109 bin kişi işinden atıldı!
105 bin kişi sanık yapıldı!

Bitti mi? Her gün yeni operasyon haberleri duyduğumuza göre bitmemiş, demek ki!
AKP önderliği FETÖ ile derin aşk yaşarken bu konuda 2 kitap yazan biri olarak biz de T.C. Devletinin tepelerinde bulunmuş “Has FETÖ’cuları” belgeleriyle açıklayalım dedik!

  • Dönemin T.C. Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 16 Nisan 2003 tarih ve 3847 sayı ile tüm yurtdışı temsilciliklerimize gönderdiği genelgede T.C. Büyükelçilerinin- Başkonsolosların-Konsolosların ve binlerce elçilik çalışanlarının FETÖ’ye YARDIM etmelerini emretti

Bu genelgenin aslı T.C. Devletinin kayıtlarında var. Fotokopisi ise tüm araştırmacılarda mevcut. Yalnızca bu genelge bile, Abdullah Gül’ün “Has FETÖ’cu” olduğunun yadsınamaz suç kanıtıdır. Alparslan Altan, Anayasa Mahkemesinde Raportörü idi. Binali Yıldırım bu kişiyi, Gül’ün emriyle Denizcilik Müsteşarlığına atadı. 31 gün sonra ise Alparslan Altan’ı, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın teklifiyle, kanunun arkasından dolanarak Anayasa Mahkemesi Üyeliğine atadı.

Abdullah Gül tarafından ısrarla Türk Yargısının en yüksek makamına atanan Alparslan Altan’ın, daha sonra “Selahattin” kod adlı FETÖ Üyesi olduğu ortaya çıktı. Yargılanan bu kişi, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili iken 11 yıl 3 ay, hapse mahkûm oldu ve cezaevine konuldu!
İyi de O’nu atayanlar nerede?
FETÖ’cuyu Müsteşar yapan Binali Yıldırım, TBMM Başkanı ve Başbakan oldu!
FETÖ’cuyu Abdullah Gül’e öneren Erdoğan, Başkan oldu!
FETÖ’cuyu Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili yapan Abdullah Gül, usulsüz olarak Maslak-Ayazağa Sarayında, devletin parasıyla devletin adamlarıyla keyif yaptı…
Aralarında, Anayasa Mahkemesi üyeleri Alparslan Altan’ı ve Erdal Tercan’ı, HSYK üyeleri Mahmut Şen’i, Ahmet Berberoğlu’nu, Mustafa Kemal Özçelik’i, Şaban Işık’ı, Yargıtay 9. Dairesi Başkanı Ekrem Ertuğrul’u, HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici’yi ve 113 Yüksek Yargı Üyesini atayan Adalet Bakanları, Adalet Bakanlığı Müsteşarları neredeler?

Cemaat evlerinde, Yargıtay ve Danıştay üyelik seçimleri için Adalet Bakanının emriyle liste yapan üst düzey Adalet Bakanlığı bürokratları neredeler?
Bu “Has FETÖ’cular” şimdi neredeler biliyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine bombalar koydular.
Anayasayı bilerek ve isteyerek çiğnediler.
Türk Milleti adına karar vermenin simgesi olan cübbelerini kirlettiler.
Şimdi haram paralarını zıkkımlanarak, yaşadıklarını zannediyorlar!

Tüm bu dertleri Türk Milletinin başına saran siyasetçiler ne mi yapıyor?
Utanmadan, yüzleri kızarmadan yıkıma devam ediyorlar.
Türkiye’nin başına bir de beka sorununu dolayarak!
FETÖ’ya yardım ve yataklık yapan, ülkemize soktukları 13-15 milyon kaçak sığınmacıyı Türkiye’de tutmaya devam edecek Siyasal Ümmetçiler, sözde Yeni Sivil Anayasa yapacaklarmış!

Türk Milliyetçileri, Atatürkçüler, vatanseverler, dürüst ve doğru olan insanlar, yani
Türk Milleti olarak, Yeni Anayasa tuzağına cepheden KARŞIYIZ.

  • Hırsızlarla, Türk Düşmanlarıyla, Arap milliyetçileriyle tartışacak, konuşacak
    bir dakikamız bile yok!

Ama mücadelemiz var, hem de ölümüne mücadele…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Ekim 2023

TÜRKİYE’NİN BORCU DEĞİL, ALACAĞI… 

İbrahim Ö.  Kaboğluİbrahim Ö. Kaboğlu
(BirGün, 28 Eylül 2023)
Türkiye’nin borcu değil, alacağı… (birgun.net)

Yeni bir Anayasa yapmak, Türkiye’nin boynunun borcudur. Bunun için hiçbir önyargı olmaksızın bu çalışmaları inşallah güçlü bir şekilde başlatarak sonuç almayı hedefliyoruz.” (TBMM Bşk. N. Kurtulmuş).

Doğru bilgi ile başlayalım:

Türkiye, ülkemizin adı; özellikle AKP döneminde yağmalanan ve halen sürmekte olan.

Türkiye Cumhuriyeti, devletimizin adı; 2017 kurgusu ile yüzyıllara yayılan kurum ve kuralları lağvedilen.

Türkiye toplumu, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları bütünü; ama AKP’ce çok yönlü olarak ayrıştırılan.

Eğer bir borç ve yükümlülük varsa, bu Türkiye’nin veya Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, yurttaşların Türkiye’ye ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı borç, sorumluluk ve yükümlülüğüdür. Bu yükümlülük en başta, ülkeyi yağmalayanlar ve Devlet kurumlarını tasfiye edenlere düşmekte.

Başkan eklemiş: “hiçbir ön yargı olmaksızın”.

Ön yargı değil ÖNKOŞUL,

  • Tasfiye edilen Cumhuriyet kurumlarını yeniden kurmayı hedeflemeyen her Anayasa değişikliğine kesinlikle hayır!

Nedir bunlar?

Hükümet ve  siyasal sorumluluk başta  gelmekte.

2017’de Hükümetin ve Bakanlar Kurulu’nun, siyasal karar düzeneklerinin ve siyasal sorumluluk kurallarının tasfiyesi, Devlet ve kamu yönetiminde büyük bir dağınıklık ve çöküşü beraberinde getirdi; ülkenin yağmalanmasına neden oldu; toplumsal dokuyu ve barışı zedeledi.

ANAYASA İÇİN ÖNYARGI değil, ÖNKOŞUL, tasfiye edilen kurumları yeniden kurmak. Anayasa konuşmak için ise, bir çırpıda ON KOŞUL sıralanabilir:

  • ANAYASA: Anayasa andı gereği yürürlükteki Anayasa’ya saygı duyun ve Anayasasızlaştırma sürecine son verin. 2017 kurgusunda bile ölçü, TALİMAT değil, ANAYASA’dır. Bunun asgari gereklerini yerine getirin.
  • YASA: Yürürlükteki yasalara uyun. Yasaları Anayasa’ya saygı çerçevesinde yapın. Anayasa’ya aykırı yasaları ayıklayın.
  • DEMOKRATİK TOPLUM: Sizin gibi düşünmeyenlere terörist muamelesi etmeyin. Türkiye’yi ‘düşünce suçluları hapishanesi’ olmaktan çıkarın.  Özgür tartışma ortamından korkmayın!
  • TOPLU EYLEMLER: Tarihsel, kültürel ve doğal varlıkları, demokratik Cumhuriyet değerleri ve insan hakları savunucularını –şiddet kullanarak- “sindirmek”ten, AKP-MHP yanlısı örgütleri “devletleştirmek”ten vazgeçin.
  • AYRIMCILIK: Genel olarak ve kamu yönetiminde ayrımcılık yapmayın; liyakat ilkesini geçerli kılın.
  • MÜZAKERE: TBMM’de çoğunluk elinizde olsa da, muhalefetten gelen her öneriyi kategorik olarak reddetmeyin; bürokrasiden gelen her öneriyi virgülüne bile dokundurtmamak için çırpınmayın: ‘müzakereci demokrasi’nin asgari gereklerini uygulayın.
  • DEMOKRASİ DIŞI: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) olarak adlandırdığınız,  Devlet ve Hükümet yetkilerini parti başkanı olan kişinin ellerinde toplayan kurgu, demokrasi dışıdır; bunu kabul edin.
  • SİYASAL DEĞİL: Bakanlar, yürütme ve siyasal sorumluluk dışında tutulduğu için siyaset yapamaz, seçim çalışmalarına katılamaz. Bunun gereklerini yerine getirin.
  • TÜRKİYE’YE BORÇ: Tarihinde hiç görülmedik biçimde ve üstelik iklim bozulması yerküreyi sarsar ve yakar iken, Türkiye yağması hız kesmiyor. Bunu durdurun. Can çekişen Türkiye, borçlu değil alacaklı…
  • DOĞRU BİLGİ: Hatalı bilginin faturası büyük olur. OHAL ortam ve koşullarında halkı yanıltarak dayatılan Anayasa değişikliğinin ağır bedelini Türkiye, Türkiye halkı ve Türkiye Cumhuriyeti ödüyor. Önce dürüst olun ve bilgi kirliliğinden kaçının. Nasıl ki hukuka saygı, Anayasa’nın emri ve –ve özellikle 2017 ‘mimarları’ bakımından- aynı zamanda ahlaki yükümlülük ise, doğru ve gerçek Anayasa bilgisi paylaşmak da, siyasal ahlak gereğidir. Bu süreçte, ‘yeni Anayasa’ söylemi, bilgi kirliliğinin başında gelmekte.

Sonuç olarak;

  • Hesapverebilir bir Hükümet eşliğinde
  • ve yargı bağımsızlığı temelinde
  • erkler ayrılığı ÖNKOŞUL olduğu için,
  • bunları öngörmeyen Anayasa değişikliğine yönelik her adım,
  • ÖNYARGISIZ olarak reddedilmeli.

***
LAİKLİK MECLİSİ:  Öncülük eden dost, arkadaş ve yurttaşları kutluyor, başarılar diliyorum. Bu ve benzeri yurttaş girişimlerini destekleyelim ve dayanışma halkalarını genişletelim!

Düştüğü yerden kalkmak

Merdan YANARDAĞ 100 gündür haksız – hukuksuz tutuklu

02 Ekim 2023, Düştüğü yerden kalkmak – Tele1  
TELE1 İzleyici Hattı

Gezi Direnişi davasında hukuk dışı hükümlerin Yargıtay’da onaylandığı, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin iptal edildiği bir tarihsel dönemeçte, İslamo-faşist rejimin durdurulmasının tek bir yolu var: Toplumu düştüğü yerden yeniden ayağa kaldırmak.

Türkiye’de halkın içine sürüklendiği karamsarlık, yenilmişlik / kaybetmişlik duygusu sanılandan da daha derin. Bu bir umut krizidir. Geçen yıllar içinde bütün eleştiri ve itirazlara karşın ısrarla sürdürülen ve 14-28 Mayıs seçimlerinin yitirilmesiyle sonuçlanan muhalefet anlayışına yönelik tepki, bu umut krizini daha da büyütüyor. Sorun ciddi.

  • Ülke ya tam teslimiyet ya da yeniden ayağa kalkarak İslamcı faşizmi durduracak ve yenilgiye uğratacak yola açılan bir kavşakta bulunuyor.

Ülkenin hangi yola sapacağını sol, demokrasi güçleri özellikle devrimciler belirleyecek. Örgütlü ve siyasal-tarihsel cesarete sahip olan ilerici güçler, ülkenin yazgısı üzerinde hiç olmadığı ölçüde etkili bir müdahalede bulunabilecekleri bir çatalda duruyor.

Toplumun içine sürüklendiği kötümserlik ve umut krizi; içine kapanmaya, siyasal mücadeleden çekilmeye, daha da kötüsü teslimiyete doğru evriliyor. Böyle bir travmanın oluşmasının en önemli nedeni; kitlelerin muhalefet tarafından aldatıldığına, hatta “ihanete” uğradığına inanmalarıdır.

Eğer bu umut krizi ve geri çekilme hali aşılamaz ve toplum yeniden ayağa kaldırılamaz ise tarihsel-siyasal maliyeti ağır olacaktır. Toplumda giderek yayılan, “her şey bitti” duygusunun, bir an önce tersine çevrilmesi gerekiyor. Aksi halde; İslamo-faşist rejim tahkim edilecek, geri dönüş eşiğini önemli ölçüde (cari sistem bağlamında) aşacaktır.

Tepki esas olarak, ana muhalefetteki CHP’ye yöneltiliyor. Böyle olması da normal. Çünkü özellikle seçimlerdeki bütün muhalefet alanını domine eden güç, bu partiydi. CHP’nin sağa kayması, gericiliğe verilen ödünler ve Cumhuriyetin kazanımlarını korumak iradesini gösterememiş olması, toplumsal tepkiyi yaygınlaştırıyor.

Yapılacak ilk iş bu verili durumu, kurguyu tersine çevirecek/dönüştürecek hamleler yapmaktır. Doğu toplumları acı çekmekten mistik bir tat alan bir kültüre sahiptir. Acılarını bu nedenle, derinleştirir. Bu tutum bir yanıyla kabulleniş ve yasa, diğer yanıyla ise öfkenin bilenmesine ve yeni bir savaşa/mücadeleye açılan bir kültürdür. Hangi yöne evirileceğine söz konusu acının kaynağını ailenin ya da topluluğun birleşimi olan önderleri karar verir ya da yön gösterir.

Ayağa kalkmak için yapılacak ilk hamle,

  • Seçimlerin ve iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamaktır.

Dolayısıyla muhalefetin tartışıldığı, hatta dövüldüğü kurguyu değiştirmektir.

  • Ortada adil ve demokratik bir seçimle zafer kazanmış bir iktidar yok.
  • Hile, kara propaganda, yalan ve iftira var.

Baskı ve devlet aygıtına dayalı bir sonuçla yüz yüzeyiz. Ancak, yönü ve kapsamı belirsiz, aceleye getirilmiş bir “değişim” tartışması ile gerçekte suç işleyen AKP-MHP koalisyonuna bu zafer hediye edildi. Böylece İslamcı-faşist bir rejimin kurulmasının önündeki engeller de bir bakıma istenmeden de olsa, kaldırılmış oldu. Siyasal İslamcı iktidar bu fırsatı kaçırmadı.

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN

Zamanaşımlarıyla tekrar tekrar ölmek

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan
Güncel 29.09.2023, BİRGÜN

Mümkün mü? İnsanlar tekrar tekrar ölür mü?

2012 yılı 14 Mart töreniydi. Sivas katliamında kaybettiğimiz meslektaşımız ve şair Behçet Aysan’ın “tıp bayramının” hemen arifesinde, 13 Mart 2012’de çıkan zamanaşımı kararıyla başka bir şehirde, Ankara’da, bir kez daha öldüğünü söylemiştim. Bilmemişim, meğer devamı gelecekmiş. Önceki hafta, 14 Eylül 2023’de, bir zamanaşımı kararı daha çıktı ve Sivas’ta katledilen 33 aydın, yazar, sanatçı ve iki otel çalışanı bir kez daha öldüler. Bilirsiniz, böyle durumlarda yiten canlar için “ölümsüzdür” denir, ama başta yakınları ve aslında (gerçekte) tüm toplum için, bir ülkenin geleceği için bu kayıplar (yitikler) çok büyüktür. Devletin meseleye (soruna) nasıl baktığını ise en açık biçimde dönemin Başbakanı Tansu Çiller açıklamıştı:

  • “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.”

CEZASIZLIK BÜYÜK TRAVMA

Sivas katliamı davası 30 yıldır süren, yılan hikayesi gibi bir dava. Avukatlar son zamanaşımı kararıyla davası düşen üç firari sanık, Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş’ın eylemlerinin açık olduğunu, dosyada her türlü delilin (kanıtın) bulunduğunu, Almanya’da olduklarını tespit ettiklerini, yakalanması için her türlü işlemi başlattıklarını, kırmızı bülten çıkartıldığını, ancak Almanya’nın değişik gerekçeler öne sürerek iade etmediğini anlatıyor. Her ne kadar avukatlar, Sivas Katliamı’nın insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu, ayrıca gıyabında (yokluğunda) hüküm kurulup ceza da verilebileceğini vurgulasalar da olmadı, mahkemeden zamanaşımı kararı çıktı. Yapanların yanına kâr kaldı.

Hiç dolandırmayalım, herkes biliyor, Sivas Katliamı Alevilere ve sol aydınlara yönelik bir katliamdı. Psikiyatristler, sosyal bilimciler böylesi katliamlarda adaletin yerini bulmasının, devletin yanlışlarıyla yüzleşmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Evet, adalet gidenleri geri getirmez ama hem yakınlarının hem de genel olarak toplumun kanayan yaralarını sarmasına, iyileşmesine yardım eder. Tersi süregiden bir travmadır. Katliam göz göre göre gerçekleşti. Yargılama süreçleri çok can yaktı. Duruşmalarda sanıkların, ölenlerin yakınlarına saldırmayı göze alabildiği bir davadır bu.

Bu süreçteki acayipliklerin bir kısmını hatırlayalım: Sanıklardan bazıları serbest bırakıldıktan sonra, bazıları ise hiç yakalanmadan firar ettiler. Almanya’da firarda olduğu söylenen davanın kilit önemdeki sanığı Cafer Erçakmak’ın Sivas’ta yaşadığı, emniyete 500 metre mesafede çocuğunun evinde kalp krizi geçirip ölünce anlaşıldı. Başka bir sanık İhsan Çakmak’ın firari olarak arandığı yıllarda evlendiği, askerlik yaptığı, ehliyet aldığı, hatta kamuda çalıştığı, çocuğunu nüfusuna kaydettirdiği belirlendi. Bir diğer sanık Yılmaz Bağ, katliamdan iki hafta sonra, Kangal ilçesinde düğün yaparak evlendi.

Cezaevinde çok sayıda yaşlı ve hasta mahpus varken, Cumhurbaşkanı sağlık nedeniyle af yetkisini iki Sivas Katliamı asli faili, müebbet hapis hükümlüsü için, önce Ahmet Turan Kılıç sonra Hayrettin Gül için kullandı.

Toplam firari sayısının 20’yi aştığı ifade ediliyor. Cezası kesinleşen dokuz kişi hakkında 2001’den bu yana ceza zamanaşımı işliyor. Bu sürenin de 2031’de dolacağı bildiriliyor.

  • “Sivas Katliamı bugünün Türkiye’sinin aynasıdır” yazmış Zeynep Altıok Akatlı, haklıdır.

Tüm bunların halkın huzurunda “normal” karşılanması mümkün mü? Alevi örgütleri, devletin tutumunun “kendilerini katledenlerin cezasızlığı” anlamına geldiğini söylüyor ve ekliyorlar:

  • “Biz çok iyi biliyoruz ki, Madımak otelini ateşe verenler aynı zamanda Musa Anter’i, Uğur Mumcu’yu, Bahriye Üçok’u, Turan Dursun’u, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Hrant Dink’i, Tahir Elçi’yi ve daha yüzlerce, binlerce aydını, demokratı, yurtsever, sosyalist devrimcileri katledenlerdir”.

Haksızlar mı? İşte bu ülkeyi yönetenler anayasa tartışması açıp “demokratik anayasa yapacaklarını” söylüyor. İnandınız mı?

SAĞLIK MI DEDİNİZ?

Bakın sağlığın tanımında var, “sosyal iyilik hali” yoksa sağlık olmaz. Katliamlara sessiz kalırsanız, hele faillerinin cezasız kalması umurunuzda olmazsa, 6-7 Eylül, Maraş, Sivas, Bahçelievler, Ankara Gar, Roboski, Beşiktaş, Suruç katliamları… sizin için bir şey ifade etmiyorsa olmaz. Yıllardır evlatlarını arayan Cumartesi Anneleri’nin başına gelenler sizin için önemsizse, kimse güvende olamaz. Kelimeler yetersiz kalıyor bu acılara. Behçet Aysan yazmış zaten:

“bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.”

Diyeceksiniz ki, “senin bu yazdıklarını devlet bilmez mi?” Bilir elbet. Gelin hep birlikte yaşanabilir bir ülke için doğrusunu istemekten vazgeçmeyelim.

Farklılıklarımızı kabul ederek bir arada olmayı başaralım.
Yanımızdakinin elini tutalım, acısını hissedelim, düşmanlaştıran, ötekileştiren, ayrıştıran, insanları birbirine düşüren siyasete geçit vermeyelim.
Tersini söyleyenlere dikkatle bakın, yüzlerinde kötülüğü göreceksiniz, şaşırmayın.

21. yüzyılda siyaset

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
02 Ekim 2023, Cumhuriyet

 

Antik Yunan filozofu Aristoteles, insanın doğası gereği toplumsal bir canlı (AS: zoon politicon) olduğunu söyler. Dolayısıyla erdemli olmak da ancak toplumsal bir bağlamda olanaklıdır. Bu nedenle toplumsal yaşamı iyi bir biçimde düzenlemek ve iyi bir siyasetçi olmak yaşamsal önemde bir konudur.

Ancak siyasetçilerin, siyaseti bir kariyer ve/veya çıkar nesnesine dönüştürdükleri yerde; siyasetin halk için değil, siyasetçiler için yapıldığı bir ortamda, iyi bir siyasetten söz edilemez.

Siyasetin halka, halkın da siyasete yabancılaştığı bir ortam, toplum için en tehlikeli ortamdır. Halk ile siyaset arasındaki bağlantının koptuğu yerde, monarşik, oligarşik, teokratik yapılar doğar. Siyasetin halkla örtüştüğü yerde ise demokrasi oluşur.

Halkla siyasetin örtüşmesini popülizm sananlar büyük bir yanılgı içindedirler.
Halkla siyasetin örtüşmesi, siyasetin halkın iyiliği için yapılmasıyla olanaklıdır.

Monarşik, oligarşik ve teokratik yapılar da cumhuriyetçilikle, halkçılıkla ve laiklikle yıkılır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında kavranması gereken en önemli konulardan birisi budur.
***
İdeolojisiz siyasetin yaygın olduğu bir ortamda, siyaset bir yandan makam ve koltuk kapmaca oyununa, bir yandan da retorik ve polemik tiyatrosuna dönüşür.

Retorik “güzel” ve “etkili” konuşma sanatı ve hitabet yeteneği olarak da bilinir. Antik Yunan filozofları Sokrates ve Platon, retoriğin çok tehlikeli bir şey olduğunu ve insanın bilgelik yolunda bir engel olduğunu düşünürler.

Çünkü retorik ikna etmek amaçlıdır ve yalnızca insanların algılarını yönetmeye yarar. Oysa önemli olan algılar değil, doğrular ve gerçeklerdir. Bunun için de gerekli olan şey retorik değil, felsefedir, kavramsal ve kuramsal akıl yürütmedir.

Retorik aracılığıyla insanlar doğru olanın yanlış olduğu veya yanlış olanın doğru olduğu konusunda ikna edilebilirler. Retorik, gerçeği tersyüz etme aracına dönüşebilir.

Polemik de bundan farklı bir sonuç doğurmaz, insanın akıl yürütmelerini zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. Polemik akıl yürütme içermediği gibi, sık sık Ad Hominem mantıksal yanılsamalara yol açar.

Örneğin, ortaya bir akıl yürütme konduğunda, bu akıl yürütmeye karşı başka bir akıl yürütme ortaya koymak yerine, bu akıl yürütmeyle ilgisiz kişisel bir damgalama ve karalama yoluna gidildiğinde, buna Ad Hominem yanılsama denir.

Mantık, insanın doğru düşünmesini ve geçerli çıkarımlar yapmasını sağladığı gibi, insanların arasındaki anlaşmazlıkların önemli bir ölçüde çözülmesi için de çok değerli bir araçtır. Ancak Türkiye gibi eğitim seviyesinin çok alt düzeyde olduğu bir ülkede, bu konuda daha yapılacak çok şey vardır.

Öğrenciler dinselleşmiş bir sözde eğitim sisteminin esiri haline (tutsağı durumuna) getirileceklerine, felsefe ve mantık gibi derslerle donatılsalar, bambaşka bir ülkede yaşıyor olacaktık.

  • Eğitim, yeryüzündeki en önemli ve değerli şeylerden birisidir.

Eğitimin dinselleştiği ve/veya ezberlemeye dayandığı bir ülke, hiçbir açıdan gelişemez. Böyle bir ülke, ekonomik açıdan da, siyasi açıdan da, kültürel açıdan da geri kalmaya mahkûmdur.

Siyasetin eğitimle bütünleşmesi de bu açıdan son derece önemlidir. Siyaset eğitim için yeni olanaklar açmalı, eğitim de siyaset için yeni olanaklar açmalıdır.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına girilirken üretilecek siyasetin temelinde bu anlayışlar olmalıdır.

İkinci yüzyıla girerken yapılacak en iyi şey, siyasetin niteliğini geliştirmektir.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Halil Çivi şiiri : ..FİTNECİLER

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

 

..FİTNECİLER

Cahilleri kandırırlar
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Ocakları söndürürler,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Ahlakça domuz olurlar,
Bedence semiz olurlar,
Fikirce yobaz olurlar,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Duygulara seslenirler,
Kutsallara yaslanırlar,
Cehaletten beslenirler,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Ayrılığı körüklerler,
Kargaşaya sürüklerler
Kaostan ikbal beklerler,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Bulanık suda yüzerler,
Güç devşirdikçe azarlar,
Sosyal barışı bozarlar,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Kinden, nefretten şaşmazlar,
Cebir, şiddetten kaçmazlar,
Tekin yolda dolaşmazlar,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Vicdanları karartırlar,
Benizleri sarartırlar,
Hak ararsan morartırlar,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Demokrasi öcü derler,
Hak, hukuk umacı derler,
Ömür boyu haram yerler,
Dinbaz, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Ata’ya çamur atarlar,
Laik devlete çatarlar,
Her gün din, iman satarlar,
Dinci, ırkçı, fitneciler.
Xxx
Halil Çivi der, azarlar,
Sinsi planlar yazarlar,
Hep yoksulları ezerler,
Dinci, ırkçı, fitneciler.
Xxx


01 Ekim 2023
Prof.Dr. Halil Çivi
Seferihisar, İZMİR
==================================
SİLAHLANALIM, ANCAK NASIL?

Bu gün 28 Eylül Dünya Silahsızlanma Günü.

Eğer dünyadaki tüm silahlarınız çağdaş akıl, küresel sosyal adalet, evrensel hukuk ve bilimsel bilgi; tüm mermi ya da kurşunlarınız da güzel ahlak, temiz vicdan, ayrımsız ve koşulsuz sevgi olursa, başka silahlara hiç gerek kalmaz.

Devletlerin anayasal ve yasal olarak silah taşıma ve kullanma ruhsatı olan kurumları dışında; dünya genelinde ve her ülkede bireysel silah bulundurmak ve kullanmak kesinlikle yasak olmalıdır.

Halil Çivi, 28 Eylül 2023

CHP’de devrim için mücadele

Zülal Kalkandelen
Zulal KALKANDELEN
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr

 

Prof. Dr. Örsan Öymen’le yalnızca bir kez aynı ortamda bulundum ve konuştum. Geçen yıl bir TV kanalının canlı yayınına birlikte konuk olmuştuk. Ama gazetemizdeki köşesinde yayımladığı yazıları yıllardır okuyorum ve tutarlı bir şekilde laik Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıktığını biliyorum.

Öymen, bir aydın olarak 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinden önce de gerekli uyarıları yapan, CHP’deki sağcılaşma üzerine önemli yazılar kaleme alan bir akademisyen aynı zamanda. Bir grup parti üyesi ile birlikte 2023 cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinden sonra, CHP’nin 2023 kongre ve kurultay sürecinden önce kurduğu CHP İlke ve Demokrasi Hareketi’ni 23 Temmuz 2023 tarihli yazımda anlatmıştım.

O sırada (www.chpilkedemokrasi.org adresi üzerinden) imzaya açılan bildiride,

  • “Karşıdevrimci teokratik ve monarşik bir hareketin iktidar olduğu bir ortamda, Türkiye’nin kurucu partisi ve ana muhalefet partisi olan CHP’nin kaybedilmesi, Türkiye’nin de kaybedilmesi anlamına gelmektedir.
  • CHP’de devrim gerçekleşmeden Türkiye’de devrimin gerçekleşmesi olanaklı değildir!” demişlerdi.

LAİKLİĞİN DOĞRU TANIMI

Öymen adaylığını açıkladıktan sonra, kamuoyu ile paylaştıkları hedef ve çözümleri de inceledim. Bunların arasında katılmadığım hususlar da var elbette. Ancak CHP açısından değerlendirecek olursak özellikle laiklik, din hizmetleri ve eğitim başlıklarına baktım. Çünkü CHP’nin ideolojik savrulmasında temel olarak bu başlıklar belirleyici oldu.

Laiklik, yalnızca dinin devlet işlerine müdahale etmemesi olarak değil; aynı zamanda dinin siyaset, hukuk ve eğitim işlerine de müdahale etmemesi olarak tanımlanmış.

Onunla da yetinilmemiş, bu koşulla devletin dindar vatandaşın dinsel inanç ve ibadet (tapınç) özgürlüğünü güvence altına alması belirtilirken, dinsiz vatandaşın felsefi görüşlerini ve yaşam biçimini güvence altına alması da yazılmış.

Doğrusu budur ve sürekli göz ardı edilen bu noktanın da vurgulanması çok önemlidir.

Dikkat çekilmesi gereken bir başka madde ise Diyanet ile ilgili.

  • “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yetkilerinin ihlal edilmemesi (çiğnenmemesi), din hizmeti konusunda paralel yapıların ve koordinasyon karmaşasının oluşmaması ve laiklik karşıtı tarikatların ve cemaatlerin örgütlenmemesi amacıyla, derneklerin ve vakıfların din hizmeti vermesi yasaklanacak. denmiş.

Sürekli anımsattığım gibi, tümüyle

  • biat kültürüne dayanan tarikatlar ve cemaatler “sivil toplum kuruluşu” değildir.

Laiklik karşıtı şeriatçı yapıların demokrasiyi kullanıp demokrasinin altını oymalarına izin verildiğinde, bunun sonu günümüzdeki gibi, çocukların tarikat yurtlarında Cumhuriyet karşıtı gericiliğe teslim edildiği ortamı yaratır. 

ZORUNLU DİN DERSİ LAİKLİĞE AYKIRIDIR

Bu nedenle CHP İlke ve Demokrasi Hareketi’nin hedeflerinden biri de “eğitimin ve dernek, vakıf gibi sivil toplum örgütlenmelerinin dinselleşmesi önlenecek, bu doğrultuda tüm önlemler alınacak ve yasal düzenlemeler yapılacak” şeklinde belirlenmiş.

Ayrıca “Milli Eğitim Bakanlığı’nın dernek ve vakıf adı altında örgütlenen tarikatlar ve cemaatler ile işbirliği protokollerinin iptal edileceğine” de yer verilmiş.

Ancak ben, açıkça 677 sayılı Devrim Yasası uygulanarak, zaten kapatılmış olan tarikat ve cemaat yapılanmalarının tümüyle dağıtılacağının net olarak açıklanmasını doğru buluyorum. 

Yasal Kuran kurslarına katılım için reşit olma yaşının (18) zorunlu duruma getirilmesi; 3.-12. yıllardaki zorunlu din dersinin kaldırılması; din dersinin dinler tarihi formatında tüm dinleri ve mezhepleri kapsayacak biçimde, 6.-10. yıllarda seçmeli ders olması; Felsefe derslerinin 6. yıldan başlayarak her yıl zorunlu ders olması gibi hedefler de bir Felsefe Profesörü olan Öymen’in kurduğu harekete yakışan öneriler arasında.

CHP’deki varolan delege yapısıyla, ilkelere sahip çıkıp laikliği ödünsüz savunacak bir adayın kazanabilme olasılığı pek yok ama Öymen’in verdiği savaşımın CHP ve ülke adına bir kazanım olduğunu düşünüyorum.

Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

ATATÜRK, CUMHURİYET HALK PARTİSİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Celal TOPKAN
20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili

  • Halkçılık esaslarına dayanan, gücünü halktan alan siyaset anlayışı ve parti,
  • Halk egemenliğine dayanan, laik demokratik sosyal hukuk devleti yönetim anlayışı,
  • Devrim ve devrimlerle yaşama geçirilen insanı merkez alan, insana önem ve değer veren, insanı yüceltmeye amaçlayan toplumsal, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümler,

Atatürk’ün harp okulu öğrenciliği ve okulu bitirdikten sonra subaylığı sırasında, üzerinde kafa yorduğu projelerdi.

Babadan oğula geçen saltanat anlayışına dayalı sultanlıkla yönetilen Osmanlı imparatorluğu 1299’da kuruldu. 1517’de İslamiyet’in merkezi olan Mekke’yi fethetti. Bu tarihten başlayarak Osmanlı Padişahları “İslamın Halifesi” unvanını da aldılar. Osmanlı devleti din devleti oldu.
Mondros Ateşkesi ile (30 Ekim 1918) İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun Başkenti İstanbul’u kuşattı ve denetim altına aldı (13 Kasım 1918).
Fransa Urfa, Antep, Maraş, Adana’yı işgal etti.
İtalya Antalya ve yöresini işgal etti.
İngiltere ve Fransa’nın teşviki, ekonomik ve askeri desteği ile Yunanistan 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkartma yaptı. İzmir, Aydın, Manisa ve Batı Anadolu illerini işgal etti.

Osmanlı Devleti’ni işgal eden emperyalist devletlere karşı kurtuluş savaşı başlatmaya karar veren Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi görevi ile 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan deniz yoluyla yola çıktı, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı.

23 Temmuz 1919’da Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu bölgesi temsilcilerinin katılımı ile yapılan Erzurum Kongresi’nde Kongre Başkanı seçildi. Bu Kongrede, Emperyalist işgal devletlerine yönelik Kurtuluş savaşı başlatılması kararı alındı.
Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’nde oluşturulan bir Kurul (Heyet) ile Erzurum’dan Sivas’a gitti. 4 Eylül 1919’da İstanbul, İç Anadolu, Ege, Akdeniz, Trakya, Batı Karadeniz bölgesi temsilcilerinin katılımı ile Sivas Kongresi başlatıldı. Mustafa Kemal gene Kongre Başkanı seçildi. Bölgesel nitelikli Erzurum Kongresi ardından Sivas Kongresi ülke ölçekliydi, Emperyalist işgal devletlerine yönelik Kurtuluş savaşı başlatılması kararını yineledi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği kuruldu.

Mustafa Kemal Sivas Kongresi sonrasında Temsil Kurulu (Heyet-i Temsiliye) Başkanı olarak yola çıktı. 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. 16 Mart 1920’de vilayetlere haber gönderdi. Milletvekili temsilcilerini seçip Ankara’ya göndermelerini istedi. İller temsilcileri milletvekillerini seçip Ankara’ya gönderdiler.

  • 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldı.

Mustafa Kemal, 115 milletvekilince 1. Meclis Başkanı seçildi.
Mustafa Kemal’in başkanlığında Halkın Temsilcilerinden oluşan ilk Büyük Millet Meclisi’nde Kurtuluş Savaşı başlatılması kararı alındı. Mustafa Kemal Başkomutan olarak görevlendirildi.
Mustafa Kemal’in Başkomutanlığında Kurtuluş Savaşında emperyalist işgal devletleri tarihlerinde meydanlarda sıcak savaşta ilk yenilgilerini yaşadılar. Ülkemizi terk etmek zorunda kaldılar. 9 Eylül 1922’de İzmir’i, 6 Ekim 1923’te de İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldılar.

Kafasında
– halk egemenliğine dayanan
– laik – demokratik – sosyal – hukuk devleti yönetim biçimi,
– halkçılık temeline dayanan siyaset ve parti,
– insanı merkez alan,
– insana önem ve değer veren,
– insanı yüceltmeyi amaçlayan
– toplumsal, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümler

olan Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sonrasında yurt gezilerine çıktı. Ziyaret ettiği yerlerde halkla toplantılar yaptı. Halkçılık temeline dayalı, gücünü halktan alan, halk için, halkın ve ülkenin sorunlarını çözmek, halkı ve ülkeyi geliştirmek, kalkındırmak, varsıllaştırmak )zenginleştirmek), barış ve erince (huzura) kavuşturmak için Siyasal Parti kurmak istediğini söyledi. Halkın görüş ve önerisini sordu. Halkın görüş ve önerilerini aldıktan sonra Ankara’ya döndü. 9 Eylül 1923’te Halkçılık ilkelerine dayalı, gücünü halktan alarak siyaset yapacak olan Halk Fırkası’nı (Cumhuriyet Halk Partisi) kurdu.

1923’te emperyalist ülkeler İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya krallıkla, Sovyetler Birliği ve Çin Proleterya diktatörlüğü ile, İran Şahlıkla, Afganistan Krallıkla yönetiliyordu.

Amerika Birleşik Devleti İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya’dan bu ülkeye göç eden emperyalist ülkelerin temsilcileri tarafından örgütlendi ve kuruldu.

Afrika ülkeleri emperyalist İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa’nın işgali ve sömürüsü altındaydı.,
Güney Amerika ülkeleri emperyalist İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz’in işgali ve sömürüsü altındaydı.
Orta ve Doğu Asya ülkeleri Pakistan, Hindistan, Kore, Japonya, Endonezya, Malezya, Avusturalya ise Kanada ve İngiltere’nin işgali ve sömürüsü altında yaşıyorlardı.

  • Dünyada Halk Egemenliğine dayalı olarak yönetilen devlet yoktu.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yönetiminde Halk Fırkası (CHP) tarafından Türk, Kürt, Sünni, Alevi, Laz, Çerkez… toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği milletvekillerinden oluşan 1. Büyük Millet Meclisinde kabul edilen yasayla Halk Egemenliğine dayanan, Laik – Demokratik – Sosyal – Hukuk Devleti Türkiye Cumhuriyeti kuruldu; 29 Ekim 1923!

Dünya’nın önde gelen tarihçileri, siyaset ve sosyal bilimcileri, Halk Egemenliğine dayanan, laik – demokratik – sosyal – hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni, 20. yüzyılın en büyük yenilik, değişim ve dönüşüm projesi olarak tanımladılar.

Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce bütünlüğünü (sistematiğini), önderliğini örnek aldılar, örnek gösterdiler. Halk egemenliğine dayalı olarak kurduğu laik – demokratik – sosyal – hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni, 20. yüzyılın en büyük yenilik, değişim ve dönüşüm projesi olarak tanıdılar. Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek aldılar, örnek gösterdiler.

Emperyalist ülkelerin işgali ve sömürüsü altında yaşayan halklar, Atatürk’ün önderliğini, Kurtuluş Savaşı başarısını örnek aldılar. Cezayir, Tunus, Hindistan, Pakistan.. Ulusal Kurtuluş Savaşlarını başlattılar. Ülkelerini bağımsızlığa kavuşturdular. Halk egemenliğine dayanan devletlerini kurdular.
***
Atatürk’ün ölümünden sonra (10 Kasım 1938) CHP, Kuruluş felsefesi, ilkeleri ve değerlerine göre yönetilmedi. 1950-2023 arasında yapılan seçimlerde hiç tek başına iktidar olamadı. Türkiye Cumhuriyeti’ni din devleti yapmak isteyen partiler sürekli iktidar oldular. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve darbe sonrasında kurulan ve iktidar olan partiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikat-cemaatlerle birlikte yönetmeye başlandılar. Eğitim kurumları bağımlılık kültürü ve öğretilmiş ezberlerle hareket eden, dinci kuşaklar yetiştirilmek üzere yapılandırıldı. Türkiye Cumhuriyeti büyük oranda din toplumun ve din devleti yapıldı.

Atatürkçü ve siyaseti iktidar olmak için yapan bir kişinin, CHP Genel Başkanı yapılması, CHP’nin kuruluş felsefesi doğrultusunda yapılandırılması, siyaset yapması, iktidar olması, dünyada örnek alınan ve örnek gösterilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi doğrultusunda yeniden yönlendirilmesi, yakıcı sorunlarının çözülmesi, gelişmesi, kalkınması, varsıllaşması (zenginleşmesi), halkın aş ve iş sorunun çözülmesi, barış ve erince (huzura) kavuşması gerekiyor.
=============================================
Celal Topkan;
20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili
2001-2010 Sosyal Demokrasi Derneği Genel Sekreteri
2011-2012 Sosyal Demokrasi Derneği Genel Başkan Yardımcısı
2010-2012 CHP Ankara İl Sekreteri
“Atatürk Sonrası CHP’ni Başarısızlığı ve Nedenleri” kitabının yazarı