Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı
Halk ozanı
Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı
Halk ozanı
Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet Tarihi Uzmanı
Bağlıköy – Lefke / KKTC
Falih Rıfkı Atay’dan bir anı :
Cumhuriyetimizin yüzüncü yıl dönümü nedeniyle 1 milyon 182 bin 425 yurttaşımızın, on üç gün önce Anıtkabir’e koşarak Ata’sına gönül borcunu sunmuş olması, Büyük Atatürk’ün öngördüğü gibi, tarihin doğru tercih yaptığını bir kez daha kanıtlamıştır. Çünkü Anıtkabir ziyaretinde bulunan veya bulunamayan milyonlar, ancak O’nun fikirleri (Atatürkçü düşünce sistemi) ile esenliğe çıkılabileceği iletisini vermiş bulunuyorlar.
O halde; O’nun gibi düşünmek, O’nun gibi çalışmak ve O’nun gibi koşmak gerekir!
Fikirleri (ilkeleri) ile 21’inci yüzyılı da peşinden sürüklemekte olan Büyük Atatürk’ü, sonsuzluğa geçişinin 85’inci yıl dönümünde, giderek çoğalan bir sevgi, saygı ve özlemle anıyor, ışıklar yoldaşı olsun diyoruz.
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiye’li
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik
(Biraz kısaltılarak Cumhuriyet‘teki köşemizde bu gün yayınlamıştır, syf. 10 ve pdf burada :
85 Yıldır O’nu Niçin Anıyoruz, Ahmet SALTIK)
Yarın 10 Kasım, Gazi’nin bizlere vedasından bu yana 85 yıl geçti.
Ölen insanların ardından anma değişik gerekçelere dayandırılabilir. Duygusal düzlemde sevgi ilki olmalı. Sevgi ile iç içe ya da ayrık, daha üst bilinç düzeyinde “vefa-şükran borcu” da gerekçe. Sonki ise nesnel tarih bilincine dayalı olsa gerek. İşte bizim dememiz tam da bu.
Kemal Paşa SÖYLEV’inde ısrarla söyler :
Türkleri Anadolu’da yok etme, tarihten silme.
Birkaç milyon “kılıç artığı” idiler, bulaşıcı hastalıklardan kırılıyorlardı. Çok yoksul ve eğitimsizdiler. Sanayi yoktu, karasabanın sapına yapışmışlardı kendileri gibi cılız öküzleri, katırları ile. Anadolu’nun yalıtılmış 1/3’ünde birkaç kuşağa kalmaz hem asimile edilirler hem de biyolojik olarak tükenirlerdi…
İşte vedasından 85 yıl sonra Kemal Paşa’yı, biz Türk Ulusunu soykırımdan kurtardığı için anıyoruz.
Ardından Saltanatı kaldırıp Cumhuriyete geçerek, Padişahın kulları olmaktan bizi kurtardı, yurttaşlığa terfi ettirdi.
Neredeyse hiçbir altyapı olmamasına karşın, Batı’nın yüzlerce yılda çok kan dökerek başarabildiği Rönesans, Reform.. Anadolu Aydınlanmasını 15 yılda büyük ölçüde gerçekleştirdi; İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin itirafları bunlar.
Halkın kendini yönetme hakkı olan “Egemenlik” unutturulmuştu. Mutlak monarklar sözde
“doğal hukuk” kuramı uydurarak, kiliseyi yedeklerine çekip “Tac”ı kutsallaştırmış, dokunulmaz – erişilmez kılmışlardı. Aristokrasi, Ruhbanlar ve Feodal beyler üçlüsü, çelik ittifakla örgütsüz
halkı acımasız sömürmekteydiler.
Kemal Paşa’nın buna kökten itirazı vardı.
İngiliz, Amerikan, Fransız, Çin, Rus… devrimlerini çok iyi incelemişti.
Oysa gasp edilen Egemenlik, analarının ak sütü gibi halkın – ulusun hakkı idi.
Bu amaçla 23 Nisan 1920’de Halkın ilk Meclisi açıldı ve “Hakimiyet bila kaydı şart milletindir” ilkesi duvara kazındı, gönüllere yerleştirilmeye çalışıldı.
Kemal Paşa Anadolu’da bir yandan Batı işbirlikçisi ve Oğuz boyu köklerinden koparak
yoz hanedanlaşmış Osmanlı saltanatına, bir yandan 7 düvele meydan okuyarak başardı
bu en büyük devrimi.
Üstelik Türk Devrimi, tarihin en kansız devrimi sayılabilir.
Son ve hain – alçak – soysuz padişah Vahdettin, İngiltere’ye sığınarak ülkeyi terk etmişti. Hanedanın kanı akıtılmamış, sürgüne yollanmıştır. Atatürk Devrimi insancıldır,
halkın gördüğü onca zulme karşın. Saltanat, Türkleri Anadolu’da unutmuştur adeta.
Özgün ve bütüncül bir ideoloji üretmiştir Devrim ve adını Batılılar koymuştur : Kemalizm! Atatürk “6 Ok” ile
Laiklik, Cumhuriyetin özünde olan, ulus egemenliğinin ana ilkesidir.
Batılılar yüzlerce yıl kanlı din-mezhep savaşlarından sonra çareyi seküler-dünyasal devlet düzeninde buldu. Kemal Paşa 1937’de Anayasaya koydu.
Devrimci Atatürk, emperyalizme karşı “tam bağımsızlık“, saray saltanatına karşı
“ulusal egemenlik“, geri bıraktırılmışlığa karşı bilimsel akılcılıkla “çağdaş uygarlık” savaşımı vermiş; ezilen sömürülen, halklara özgürlük, bağımsızlık ve çağdaşlık yolunu göstermiş,
“Yurtta barış dünyada barış” felsefesiyle insanlığa örnek olmuş, uluslararası
“kurtuluş öncüsü“dür.
Vedasından 85 yıl sonra bile insanlığı aydınlatıyor ve emperyal oyunları bozuyor.
Düşün ve eylemi geçen bunca yıla karşın hala canlı, geçerli.
Ulusun, özellikle kadınların bağlılığının büyüyerek sürmesiyle, karşıtlarının O’nu
Ulusun gönlünden, bilincinden ve tarihten silmek istemesinin nedeni burada.
Atatürk, ölümü göze alarak Padişahın, Halifenin, tarikat-cemaatların, şeyhülislamın, ulemanın sözde rehberliğine karşı çıktı. Aklı, bilimi, felsefeyi ve sanatı temel alan devrimler yaptı.
Ulusu etnik ve dinci temelde bölerek, “şeriata dayalı gerici – yobaz darbe” yakın gündemde ve
Batı güdümünde.
Ulusal kaynaklar talan edildi, yerli dinci ve yabancı sermayeye peş keş çekildi,
halk yoksullaşTIRıldı.
Türkiye yeniden sömürgeleştiriliyor.
ATATÜRK, Kemalist ideoloji ve onun özü “6 Ok” ile, başarıya ulaşmış, mazlum uluslara
örnek olmuş, somut ürünü Türkiye Cumhuriyeti ile, üstte açıkladığımız yıkıcı-yok edici saldırılardan bizi korumayı sürdürmekte.
“Bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olarak tanımladığı kutsal emaneti Cumhuriyetimiz,
tüm hayın saldırılara karşın yüz yaşını doldurdu. Lozan Andlaşması ayakta.
O, gurur ve güvenle, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” demişti.
Türk ulusu için yapmak istediklerinin çok iyi kavranacağını ve gereklerinin yerine getirileceğini öngörüyor, hatta biliyordu.
İşte tüm bu yalın olguları bir kez vurgulamak, ulus ve küresel kamuoyu ile paylaşmak, kararlılığımızı belirtmek, her şeyin ayrımında – bilincinde olduğumuzu duyurmak için Atamız’ı, vedasından 85 yıl sonra gene anıyoruz ve bunu sürdüreceğiz.
Çok iyi bilinsin ki :
“Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!”
Yarın 10 Kasım 2023’te, hafta boyunca, tüm 10 Kasımlarda ve her nefes alışverişimizde
Atatürk Devrimlerine – laik Cumhuriyete kol – kanat gererek sonsuza dek yaşatacağımızı
dünya aleme haykırmak için O’nu gene anıyoruz 85 yıl sonra! (09 Kasım 2023)
======================
85 Yıldır O’nu Niçin Anıyoruz, Ahmet SALTIK
ALİ RIZA AYDIN
1) Can Atalay’la ilgili hukuk ve yargı faciası, bir kayıkçı kavgasına dönüştü. Anayasallıkla, hukuk devleti ilkeleriyle, hak arama özgürlüğüyle, adil yargılanma hakkıyla, yargı etiği ilkeleriyle, yargıç ve mahkeme hiyerarşisiyle ilgisi olmayan bir “ben haklıyım” inatlaşması vitrine çıkarıldı. Çürüyen yargı artık çatırdamaya başladı.
2) Hukuklu hukuksuzluk, kuralsızlık ve yargısızlaştırılan yargı içinde bu facianın Anayasanın ya da ilgili yasaların içinde maddeler arayarak değerlendirilmesi anlamsız. Ağır ceza mahkemesi mi, Yargıtay mı, Anayasa Mahkemesi mi, şu ya da bu organ ya da usul yasası mı, suç duyurusunu kim kimin için yapabilir, AYM üyeleri için suç duyurusu hangi organa yapılır, AYM üyeleri nerede nasıl yargılanır, Yüce Divan’a iddianameyi kim gönderecek, suç duyurusunda bulunulan üyeler kendi kendilerini yargılayamayacağına göre Yüce Divan nasıl toplanacak… Daha onlarca soru sorulabilir. Ancak olay bu soruların ötesinde, çok kapsamlı, hukuksal, siyasal, ideolojik tartışma ve değerlendirmeyi gerektiriyor.
3) Yargıtay Başsavcılığı mütalaası ve bugün verilen Yargıtay 3. Dairesi kararı Anayasa ihlalidir. AYM Anayasayı yorumlama yetkisine sahip bir kurumdur ve AYM kararları da bağlayıcıdır. Konunun anayasal yönü bu kadar net.
4) Burada yargı bağımsızlığına sığınılamaz. Yargı dahil hiç kimse ve organ Anayasada kendisine verilmeyen yetkiyi kullanamaz. Anayasayı yok sayan Yargıtay, kendi meşruiyetini de yok saymaktadır.
5) Yargıtayın “ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği cihetle, bu bağlamda Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar” bulunmadığını söylemesi ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasını anayasal yön dışında üç başlıkta okumak gerekiyor.
(i) Can Atalay’a özgürlük ve milletvekilliği verilmemesi yönündeki siyasi iradeye yargı,
Anayasayı ihlal ederek, ortak olmuştur. Yargı siyasi iktidarın bir ayağı gibi çalışmıştır.
(ii) Can Atalay’a özgürlük ve milletvekilliği verilmemesi yönündeki siyasi irade, aslında Haziran Direnişi ve bu Direnişe katılan milyonların suçlanarak mahkum edilmesidir ki Yargıtay kararı burada “yargısal katliam”a dönüşmüştür.
(iii) Yargıtay, 2008 yılındaki Anayasa değişikliğini iptal eden ve AKP’nin laik cumhuriyet ilkelerini ihlal suçunu sabit gören Anayasa Mahkemesinden intikam alma konusunda AKP’nin aracısı olmuştur.
(iv) AYM kararlarının tanınmaması ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına Anayasa ve anayasal denetim yönünden de bakılması gerekir. Anayasa Mahkemelerinin anayasal denetim organları olarak devreye sokulması, parlamentoların ve yargı organlarının halk adına denetimlerinin gereği olarak ortaya çıkmış, burjuva devletleri buna kendi istikrarları yönünden evet demiştir. Anayasal denetime güvenlerinin arkasında AYM’lerin de sınıfsal oldukları gerçeği yattığı için bu denetimi kendi çıkarlarına kullanmayı düşünmüşlerdir. Ancak savaşımlarla kazanılan ve hukuksallık kazanan haklar ve anayasal denetim kendi siyaset ve egemenliklerine çelme vurdukça, bu denetime cephe almaya başlamışlardır. Sansür kararı gibi iptal çıkmayan konularda susan AKP ve MHP’nin beğenmediği kararlara isyanları belleklerdedir. Yargıtay kararı bu isyanın yansıması olarak okunmalıdır. AYM kadrolarıyla oynamak da yetmemiştir. “Yeni anayasa” planları içinde bu krizin AYM aleyhine sonuçlanması, denetimsizliği sevenlerin fırsatçılığı şaşırtıcı olmayacaktır.
6) AYM’nin yanıtı da elbette merak konusudur. AYM de anayasal yetkisini kullanarak suç duyurusunda bulunursa taşlar yerine oturacak mı, çöküş hızlanacak mı? AYM’ye karşı isyan durdurulacak mı? Bu sorular sorunu çözmez, kördüğümü açmaz. Siyasal ve ideolojik baskının özünün perdelenmesine yarar.
7) Kriz çıkarıp kurum ve kuralları parçalamak, işlevsizleştirmek girişimlerinin düzen içinde çözüm olmadığını, AKP’nin bu alandaki becerisini hep yaşadık.
8) Siyasi iktidarın denetimsizlik çabasına düzen siyasetinin vereceği yanıt da bugüne kadar yaptıklarından bellidir. Kimse bu facianın yargı içi kapışma olduğu gibi bir hafifliğe sığınamaz. Siyasi savaşım tam da burada hızlanmalı, eyleme geçmelidir.
9) Cumhuriyetin nitelikleri ve laiklik başta olmak üzere Anayasanın uygulanmamasına gözlerini kapatanlar, 2010 Anayasa değişikliklerine sessiz kalanlar bugünlere gelişi, faşizme geçişi hazırlamıştır.
Halk için cumhuriyetten başka çözüm kalmadığı açıktır.
ZEDELEME
29 Ekim’de, Antalya TED Koleji’nde konuşmasından dolayı ifadesi alınan öğretmen, Antalya Emniyet Müdürlüğü’ne göre, “Türkiye Yüzyılı’nı hedef almış, siyaset yapmış; birlik ve beraberliği zedelemiş, ayrıştırmış.”
Zedelenmeye razıyız. Yönetenler parçalıyor ama alkışlanıyor…
GERİYE
Şanlıurfa Karahantepe’de bulunan, 10-12 bin yıllık, penisi görülen insan heykelini ahşap kutu ile kapattılar.
Penisten değil kendilerinden utansınlar…
YOL
Kayseri Yahyalı’nın AKP‘li belediyesinin yaptığı tesisi gezen Nakşibendi tarikatı şeyhi önünde, devletin kaymakamı ve belediye başkanı el pençe divan durdu.
Devlet yolunu şaşırmışlar…
GAZETECİ
Saygın gazeteci Tolga Şardan yargıdaki yolsuzlukları içeren yazısı nedeniyle tutuklandı.
Bir hafta cezaevinde kaldı.
Bu pis koku, cezaevi koğuşlarının havasıyla temizlenemez…
HANÇER
Kılıçdaroğlu, seçime sırtında hançerle girdiğini söyledi.
Kendisi, koltuk hevesiyle milyonlarca insanın umudunu hançerledi…
SONUÇ
Enflasyonda Avrupa birincisi, gıda enflasyonunda dünya dördüncüsü olduk.
Başkaları konuşur, AKP yapar!..
ENDİŞE
RTE, “Artık bu ülkede hiç kimse ne olacak halim endişesi taşımıyor..”
“Bu ülke” hangi ülke?..
Cumhuriyetimizin 100. yılını halkın coşkulu katılımıyla, törenlerle, konserlerle ve özellikle Anıtkabir’e büyük katılımla kutladık. Bu coşkulu kutlamalar geleceğe umut verdi. 29 Ekim kutlamalarında Türk Eğitim Derneği (TED) Antalya Koleji’nde yapılan kutlama ise, ülkemizin gündemine yerleşti.
TED Antalya Koleji’nin Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni Emine Karakaş, yaptığı konuşma ile cumhuriyetimize sahip çıktı. Aydın bir Türk kadını ve gerçek bir Cumhuriyet Öğretmeni olarak konuşmasının hakkını da verdi. Emine Öğretmen, cumhuriyetimizin yüzüncü yılını özetlediği konuşmasında, aynı zamanda ihanetin üzerine de projektör tuttu. Şu sözleri büyük heyecan yarattı ve alkış aldı :
Emine Karakaş öğretmenin bu sözlerine katılmamak olanaklı değil. Bu sözlere katılmayanların nerede oldukları bellidir ama bizler Emine öğretmenin yanındayız. Toplumun imamlara değil böyle aydın öğretmenlere ve korkmadan ülkemizin gerçeklerini haykıracak cesur insanlara gereksinimi var.
Atatürk’e ve laik Cumhuriyetimize yapılan saldırılara düzeyli ve duygulu yanıt veren Emine Karakaş öğretmenin konuşması cumhuriyet değerlerimizi korumaya yöneliktir. Ancak bundan rahatsızlık duyanlar hemen harekete geçmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı soruşturma kapsamında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu“ ile Emine öğretmen Antalya Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alındı, geceyi adliyede geçirdi, sabah ifadesi alınarak, mahkeme tarafından adli kontrol koşulu ile serbest bırakıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun insanlık onuruyla, vicdanla, ahlakla bağdaşmayacak açıklamalarını, yayınlarını görmezden geleceksiniz ama Emine öğretmene saldıracaksınız.
Ensar Vakfı’nda çocuklara taciz ve tecavüz eden sapıklara sahip çıkacaksınız ama Emine öğretmene saldıracaksınız.
Antalya’da cemaat yurdunda kafası kesilerek öldürülen genci ve cemaat yurtlarında baskılara dayanamayarak canına kıyan öğrencileri, şiddete maruz kalan gençleri görmezden geleceksiniz ama Emine öğretmene saldıracaksınız.
Eşsiz liderimiz Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaretleri ile bilinen, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen fesli pisliklere, İskilipli Atıf, Şeyh Said, Seyid Rıza ve benzerleri hainlere sarılacaksınız ama Emine öğretmene saldıracaksınız. (AS: Seyid Rıza hk. bu suçlamaya katılamıyoruz..)
İşte laik ve demokratik cumhuriyetimizin getirildiği durum ortadadır.
Laik, çağdaş ve bilimsel eğitim yok edilerek, ortaya dindar ve kindar kuşaklar çıkarılmaktadır.
Bu nedenle cumhuriyetimizin aydınlık yüzü Emine Karakaş öğretmenimizin yanındayız ve destekliyoruz. Bunun böyle bilinmesi gerekir.
Azim ve Karar, 6 Kasım 2023
BU KARAR ANAYASAL DÜZENE KARŞI AÇIK BİR BAŞKALDIRIDIR
BU KARAR ANAYASAL DÜZENE KARŞI AÇIK BİR BAŞKALDIRIDIR – Türkiye Barolar Birliği (barobirlik.org.tr), 08 Kasım 2023
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, Anayasa Mahkemesinin Ş. Can Atalay başvurusunda verdiği ihlal kararı üzerine bugün aldığı “uymama” ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması şeklindeki kararı, Anayasal düzeni değiştirme teşebbüsüdür.
Dairenin; Anayasa Mahkemesini âdeta terör örgütleriyle birlikte hareket etmekle suçlayan, milletin iradesi olan yüce Türkiye Büyük Millet Meclisini tedip etmeye çalışan, bir yargı makamının Türk Milleti adına verdiği karara yakışmayacak ifadeler kullanan kararı, hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğu bir hukuk devleti için dönüm noktası niteliğindedir.
Bu karara imza atan Yargıtay üyeleri derhal görevden el çekmeye davet edilmeli ve haklarında Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu tarafından ceza soruşturması başlatılmalıdır.
Birliğimiz tarafından Anayasal düzeni yok sayan ilgili Yargıtay Daire Üyeleri bakımından “görevden el çektirmeye davet” yaptırımının uygulanması için Yargıtay Yüksek Disiplin Kuruluna yarın itibariyle gerekli başvuru yapılacaktır.
Bu Anayasa tanımaz keyfi uygulamaya karşı hukukun üstünlüğünü ve yurttaşlarımızın haklarını korumak için barolarımızla istişare edilerek yapılacakları belirlemek üzere yarın sabah olağanüstü gündemle toplantı kararı alınmıştır.
Bugüne kadar her türlü darbe teşebbüsünün tereddütsüz karşısında yer alan Türkiye Barolar Birliği, demokratik hukuk devletini korumak için üzerine düşen görevi yapmaktan asla çekinmeyecektir.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararı girişi ve hüküm bölümü için tıklayınız…
https://x.com/profsaltik/status/1722358511911203217?s=20
***
Ankara Barosu açıklaması..
Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı
Beni uzun süredir çok rahatsız eden ve mutlaka dile getirip yazmam gereken önemli bir konu vardı. Şimdi yazıyorum. Acaba biz nasıl bu denli bencilleştik, kinlendik, nefret duymaya başladık, cebir ve şiddet üreterek kabalaştık ve acımasız olduk? Okuyunca anlayacaksınız.
Önce halktan, halk türkülerine yansımış, toplumda okumuş, yazmış, iyi eğitilmiş, öğretmen, doktor, mühendis, bürokrat… olmuş insanlara verilen yüksek saygınlığı (itibarı) gösteren iki farklı halk türküsünden iki dörtlük yazalım..
Önce bir Karadeniz (Rize) türküsü :
Peştemal tezgahında,
Canım çıkayı canım.
Alacağım OKUMUŞ,
Oturacağım hanım.
Sonra bir Tokat türküsü :
ÖĞRETMENE varamadım,
Naylon çorap giyemedim,
Muradıma eremedim.
Abum abum kız abum da,
Sebebim sensin abum.
Daha sonra dilden dile dolaşan ve almış olduğu mesleksel eğitime büyük onur ve saygınlık kazandıran halk yargısı.
Sosyolojik açıdan geçmişte halk türkülerine ve değerler sistemine yansıyan bu düşünceler, Cumhuriyet Türkiye’sinde, halkın eğitilmiş insanlara verdiği yüksek saygınlığı ve onuru yansıtıyordu…
Ya günümüzde? Öğretmenlerin, mühendislerin, doktorların… yaşam koşulları ve gelirleri bir yana, sosyolojik olarak toplum katındaki saygınlıkları nerelerde?
Neden dövülüyor ve çeşitli saldırılara uğrayabiliyorlar? Hatta yurt dışına çıkmaları bile önemsenmiyor. Doktorlar da yurt dışına gitmek zorunda kalabiliyorlar…
Bir sokak görüşmesinde (röportajında), özellikle de tıp doktorları için, asla duyumsanmaması (hissedilmemesi) ve söylenmemesi gereken şöyle bir kaba ve hedef gösterici açıklama yansımıştı :
Benim sorunum bunu söyleyen zavallı kişiyle (figürle) değil. O’na bunları söyleten yanlış ve çağdışı ve kaba zihniyetle… Bilimde hiçbir şey nedensiz olmaz. Halkın gönlünde iyi eğitilmiş öğretmenler, doktorlar ve mühendisler için. İçinde yer etmiş estetik ve saygın bir insansal değerden kopup giderek HOYRATÇA aşağılanan bir konuma gelmelerine ne demeli?
80 yaşıma girdim. 1960’lı yıllarda, İstanbul Üniversitesinde öğrenci iken halktan-sokaktan gördüğüm saygı, sevgi ve saygınlığı (itibarı) daha sonraki yıllarda profesör olarak bile görmedim ve göremiyorum.
Peki giderek nobranlaşan ve hoyratlaşmaya başlayan bu tür bozulmuş bazı kültür öbekleri ve serpintilerinin eğitim kaynağı nasıl bir resmi, formel, informel değerler sisteminden kaynaklanıyor? Üzerinde etraflıca ve çok ayrıntılı olarak kafa yormak gerekmez mi?
Gerçekten de, nereden nereye. Toplumumuz, bu ve benzeri hoyratlıkları asla hak etmiyor. Bu ve benzeri ayrıştırıcı, ötekileştirici ve hatta düşmanlaştırıcı eylem ve söylemler ulusal birlik ve kardeşliğimize büyük zarar veriyor. Bu yanlış rota mutlaka düzelmeli.
Eğer toplumdaki akıl ve bilim kökenli aydınlar ve meslek sahipleri değersizleştirilirse aydınlar toplumu aydınlatamaz. Çünkü değersiz kişinin sözlerine kimse itibar etmez )özen göstermez) .
Bir çeşit cahil bırakma politikası!
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
YÖK’ün Kuruluş Yıldönümünde Özerk Üniversite İstemini Ülkenin Geleceği İçin Yenileyelim
Bugün 6 Kasım 2023, YÖK’ün kuruluşunun üzerinden tam 42 yıl geçti. Geçmişte YÖK’ün ürettiği ve üreteceği sorunlar konularında birçok analiz (çözümleme) yapılırdı. Geçmişte her yıldönümünde birçok değerlendirme ve açıklama yapılır, sorunlar gündeme taşınırdı. Artık YÖK tartışmaları ve kritiği (eleştirisi) ve oluşan sorunlar bile gündeme gelmiyor. Bırakın YÖK eleştirisini, özerk üniversite istemini eğitime ve geleceğe yönelik nitelikli bilim ve araştırma konuları bile hiçbir ciddi konu bile gündeme gelmiyor.
Ülkenin okumuşları ve hocaları olarak üniversite olgusunu savunamadık.
Toptan üniversitelerimiz resesyona (durgunluğa) girmiş bir biçimde bekleme sürecinde. Yani ülkemiz statükoya teslim olmuş ve hiçbir konuda istem ve değişim-dönüşüm istemiyor gibi. Üzerine ölü toprağı örtülmüş durum gelecek için endişelendiriyor da. Üniversitelerin birçok konudaki yorgun ve isteksiz olması, hızla birçok üniversitede üniversite niteliğini ve dünyadaki sıralamasında gerilere düşmeye yol açmaktadır.
Üniversitelerin bu durumu ile ölü toprak serili durumu toplumca da son yıllarda dile getirilmektedir.
Üniversite olan yerde tartışma ve sorguluma olur
Siyaset kurumu vazgeçilmez.
Ancak siyaset üniversiteden yararlanamadı.
Sonuç olarak :
Ülkenin geldiği yer ve yaşanan sorunlar ortada.
Ancak bütün insanlık tarihi bilinci ve birikimi ve de deneyimi, bilgi – bilim üreten organı olmayan hiçbir toplum ve ülke gelişmemiştir.
Günümüzde gelişmiş ülkelerin başarısının altında nitelikli bilim insanlarının ağırlıkta olduğu üniversitelerinin ürettiği bilgi, bilim ve teknolojinin başat rolü bulunmaktadır.
Türkiye’nin sorunlarının çözümü yine de üniversitelerde üretilecek bilgi ve bilimsel temel dayalı çözümler ile sağlanacaktır.
Varolan üniversitelerin kendi sorunları ve ülkenin bilim üretme durumda ortada.
Mustafa AYDINLI
Eğitimci, Halk Ozanı
06 Kasım 2023
Kovanı ayı devirmiş
Bala bakacak gün değil
Yolu eşkıya çevirmiş
Yola bakacak gün değil
Üzüm sandık koruk çıktı
Elma sandık erik çıktı
Nere bassak çürük çıktı
Dala bakacak gün değil
Memlekette anan bacın
Eğer çoksa toktan acın
Yoksa arkan yoksa gücün
Kola bakacak gün değil
Akşam sabah yavan yesen
Emek ucuz dolmaz kesen
Üç vakte düzelir desen
Fala bakacak gün değil
Her gün bir icat oluyor
Küpler haramla doluyor
Beyler gemicik alıyor
Sala bakacak gün değil
Eller sırtımdan doyundu
Yandı yüreğim göyündü
Uyuz itler şal giyindi
Çula bakacak gün değil
Ezildikçe şu domuza
Başımız yüktür omuza
Yaşamak bizim nemize
Kula bakacak gün değil
Eğriyi seçtiler başa
Doğruyu tuttular taşa
Para Tanrı oldu haşa
Pula bakacak gün değil
Kimi bal kaymak tadıyor
Bedeli millet ödüyor
Aydınlı ömür gidiyor
Yıla bakacak gün değil