Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Milli egemenliğin sınırları

Prof. Dr. Doğan SOYASLAN | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMProf. Dr. Doğan Soyaslan

20 Mart 2024, Cumhuriyet

Anayasa değişikliklerine ilişkin haberler yine basında yer almaya başladı. Bazı hukukçular, siyasi meşruiyetinin gereği olarak TBMM’nin anayasanın bütün hükümlerini değiştirebileceğini ileri sürmektedirler. Halka ait iktidarı kullanan Meclis’in yetkisi sınırsız değildir. Ulusal iradeler toplumsal ilerlemeler için kendi kendilerini sınırlamış ve vazgeçilmez temel değerlerle bağlamışlardır. Bu değerler kendi tarihlerinde yaşanan siyasi olayların sonucu toplumlarca oluşturulmuş ve anayasal hüküm haline getirilmiştir.

Örneğin Fransa 1792 yılında I. cumhuriyeti, takiben imparatorluk ve restorasyonu, temmuz monarşisini, 1848 yılında II. cumhuriyeti, 1852 yılında II. imparatorluğu, 1870 yılında III., 1945 yılında IV., 1958 yılında V. cumhuriyetleri kurmuştur. Fransız Anayasası’nın 89/4, 5. maddesinde cumhuriyetin şekli ve ülke birlik bütünlüğünün değiştirilemeyeceği kabul edilmiştir. Yine 1947 tarihli İtalyan Anayasası da 139. maddesinde cumhuriyetin şeklinin değiştirilemeyeceğini içermektedir.

Anayasalar yalnızca anayasa kitapçığının içerdiği metinden ibaret değildir. Ülkelerin özgürlükçü kamu hukuku birikimini de içerir. Örneğin, 1789 tarihli “İnsan ve Yurttaş Hakları Deklarasyonu Fransız Anayasa Hukuku” içindedir. Nitekim Fransız Anayasa Konseyi (Mahkemesi) “Ermenilere karşı soykırım yapılmamıştır” ifadesini suç sayan kanunu 1789 tarihli deklarasyonun 19. maddesinde ifadesini bulan düşünceyi açıklama özgürlüğüne aykırı sayarak iptal etmiştir. Ayrıca anayasa hükümleri, başlangıç hükümleri ışığında yorumlanır.

Batı’da anayasal haklar, özgürlüklerinin bilincine varmış insanların iktidarlara karşı mücadeleleri sonucu elde edilmiştir. Bunun da temelinde teknolojik buluşların üretim ilişkilerini değiştirmesi ve buna bağlı olarak doğan ve yayılan düşünceler vardır.

Cumhuriyete geçişin tarihi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 4. maddesine göre de
– cumhuriyetin şekli,
– özgürlükçü siyasi düzen,
– laiklik,
– hukuka bağlı devlet ilkeleri ve
– ülkenin birlik ve bütünlüğüne ilişkin hükümler değiştirilemez.

Türk anayasasına göre değiştirilemeyecek hükümler bunlardan ibaret değildir. Anayasanın 174. maddesinde düzenlenmiş bulunan, Cumhuriyetin çağdaş gelişmiş ülkeler düzeyine daha çabuk ulaşmasını sağlayan (Eğitimde birlik, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Latin alfabesinin kabulü gibi) Devrim Kanunları da değiştirilemeyecektir. Hatta bu hükümler anayasanın diğer hükümlerinin de üzerindedir. Çünkü anayasaya aykırılıkları ileri sürülemez.

  • Ayrıca T.C. Anayasası da başlangıç hükümlerinde ifade edilen özgürlükçü demokrasi, hukuka bağlı devlet, Atatürk ilkeleri doğrultusunda yorumlanacaktır.

Değiştirilemeyecek ilkelerin arkasında, ulusal var oluş savaşı vererek bir ortaçağ imparatorluğundan Cumhuriyete geçişin tarihi yatar.

  • Söz konusu ilkeler asli kurucu iktidarlar (kurucu meclis) tarafından bile değiştirilemez.
  • Çünkü akla, insan özgürlüğüne ve laikliğe dayanan cumhuriyetler, insanlığın geldiği son aşamadır.

Cumhuriyet insanın kendi geleceğini, kaderini belirlemesi, aklını başkalarına emanet etmemesi, sorumluluk üstlenmesi, kendini idare edenleri belirlemesi, gereğinde onları iktidardan uzaklaştırmasıdır.

Demokrasilerde iktidarın sahibi halk, cumhurbaşkanlarının görev sürelerini genel olarak bir ya da iki devre ile sınırlamıştır. ABD, Fransa ve Almanya iki dönem, İtalya bir dönem seçilme hakkı tanımıştır. Bunun nedeni siyasi yarışta başkalarının da seçilme, hizmet etme, kamu hizmetlerinden yararlanma haklarını korumak, siyasi rekabeti sağlamak, suiistimalleri ve tek kişi yönetimine dayalı otoriter rejimlere kayışları engellemektir.

Hukuka bağlılığın güvencesi

Cumhuriyet hukuka bağlılığı da gerektirir.
Anayasalar, hukuk düzeninin temel ilkelerini belirler.
Hukuk insanların önünü aydınlatan ışıktır.
Hukuka bağlılığın güvencesi devlet iktidarının yasama, yürütme ve yargı arasında bölünmesidir. İnsanların geleceği öngörerek emin adımlarla ilerlemesini sağlar.

Cumhuriyetler insan aklının ve vicdanının özgürlüğü üzerine kurulmuşlardır.
Dogmalarla bağlı değildirler, laiktirler.
Laiklik insan vicdanının ve aklının hiçbir kalıplaşmış düşünceyle bağlı olmamasıdır.
Vicdan özgürlüğü içinde insanların ve toplumun ihtiyaçları için gerekli kuralların insan aklı tarafından konulmasıdır.

Özgürlük, insan zihninin iç yapıdan veya dışarıdan bir baskıya maruz kalmadan,
bir emre veya kutsal kurala bağlı olmaksızın, aslında sebep-sonuç ilişkisi içinde olan verileri değerlendirmesidir.

Laiklik ve özgürlük bir bütünün parçalarıdır.

  • Hukuk içinde özgürlük ve laiklik toplumsal ilerlemenin temelidir.

Bir toplumun anayasal bir hukuk düzeninde yaşaması için soyut kuralların yazılması yetmez. Kurallar kadar önemli olan, kuralların dürüst yorumlanması ve uygulanmasıdır da.

Her ne kadar T.C. Anayasası’nın 4. ve 174. maddeleri değiştirilemeyecek hükümler koysa da, aslında

  • 20 yıldan beri anayasaya uyulmamış,
  • anayasa hükümleri kâğıt üzerinde kalmış,
  • anayasanın içi büyük ölçüde boşaltılmıştır
  • ve süreç devam etmektedir.

Bunun nedeni Türk toplumuna özgürlüklerin devlet tarafından bağışlanmış olması, insanların özgürlüklerinin bilincinde olmayışı ve asırlar içinde oluşmuş mutlak itaatçi kültürdür.

Parlamentolar meşruiyetlerini özgürlükçü oluşlarından, toplumu ilerletici hukuk düzeni kurmalarından alırlar. Bu nedenle

  • Parlamentolar anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerini değiştiremez,
  • özgürlükçü rejimin özüne dokunamazlar.
  • Aksi halde meşruiyetlerini kaybederler. 

HALİL ÇİVİ şiiri : ADALET GEREK!

ŞİİR KÖŞESİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

… ADALET GEREK

Özgür birey, özgür toplum olmaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Cehaleti temelinden silmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Bıkıp usanmadan çalışmak için,
Çağdaş tekniklerle buluşmak için,
Çok üretip adil bölüşmek için,
Akıl, bilim hukuk, adalet gerek.
Xxx
Karanlıktan aydınlığa çıkmaya,
Kör inancın kalesini yıkmaya,
Zihinlere özgürlüğü ekmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
İrfanı, vicdanı özgür kılmaya,
Ahlaka, erdeme bağlı kalmaya,
Kadını, erkeği eşit bilmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Çağdaş eğitimi diri tutmaya,
Hurafeyi kitaplardan atmaya,
Uygarlığın ışığında gitmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
İşsizliği, yoksulluğu silmeye,
Adil devlet, mutlu toplum olmaya,
Bütün yurttaşları eşit bilmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Doğaya, çevreye saygı duymaya,
Anayasal buyruklara uymaya,
Laikliği üstün erdem saymaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Vatan, ulus, bayrak hür olsun diye,
Birlik, dirlik, barış gür olsun diye,
Din, mezhep… ayırmak ar olsun diye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Atatürk’ün rotasından gitmeye,
Aklı ve bilimi rehber etmeye,
Dinbazlığı din dışına atmaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Halil Çivi; hakça düzen kurmaya,
Siyaseti halka hizmet görmeye,
Yolsuzluğun tezgahını kırmaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.

Prof. Dr. Halil Çivi, Ciğli / İZMİR

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 20 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Başta Ulu Önder
    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
    olmak üzere Çanakkale şehit ve gazilerimizi saygıyla selamlayarak anıyorum.


ALÇAKGÖNÜLLÜ

Murat Kurum, “AK Parti’de Cumhurbaşkanımız kim en iyi işi yapacaksa onu oraya getirmeye gayret gösterir. Bakın örneği benim.” dedi.

Bu ne alçak gönüllülük!..

ÖDÜL

RTE’nin kitaplarını dağıtan AKP’li iş insanı Veysel Demirci, aldığı milyarlık ihalelerden sonra DSİ’nin Mersin Pamukluk Barajı içme suyu izale hattı ihalesini 3 milyar lira bedelle aldı.

Biat et, rahat et…

SAHİP

Mal bildirimi sorulan AKP ABB adayı Turgut Altınok, ”Mal mülk bizim değil, Allah’ın” dedi.

Vergi kaçağı çıkarsa suçlu belli…

EMANETÇİ

Allah’ın malının emanetçisi olan Altınok’un kısmen açıkladığı mal varlığı bile dudak uçuklatıyor.

Allah, emanetçi kul bulmakta sıkıntı çekmiş…

ŞAİR

Vatandaşa sadelik, alçak gönüllülük nutukları atan DİB Erbaş’ın kızı, BMW arabasının anahtarlığı için şiir yazıp sosyal medyada paylaştı.

Din, iman; garibanı oyalamaya, göz boyamaya…

ŞAKA

HÜDA PAR milletvekili Ramanlı’nın kadınlarla ilgili nüktesi  şöyle :

  • “Biz demokrat insanlarız kadının hangi renk çarşaf giyeceğine karışmayız”

Ameleye şaka yap demişler, arkadaşının kafasına beton dökmüş…

DEM

Başta RTE, AKP’liler “DEM’leniyorlar” diye CHP’ye laf atadursun, AKP Bala Belediye Başkan adayı “Görüştük, bize verecekler” diye işbirliğini açıkladı.

Kör gözüne çomak…

KURTARICI

Devlet Bahçeli, son seçimi olduğunu söyleyen RTE’ye,

  • “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Cumhur İttifakı olarak yanındayız.
    Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Neyi kurtarmış anlamadım.

Biz “nasıl kurtulacağız?” derdindeyken…

KAPAMA

Katıldıkları yarışmada derece alan İmam Hatipli kız öğrenciler, Derince Kaymakamını ziyaret etti. İlçe Milli Eğitimin Müdürlüğü haber paylaşımında öğrencilerin yüzlerini kapattı.

Kızların yüzü yerine kendilerininkini kapatsalar…

YÜZÜNE

RTE, ”Yanlışımız olursa yüzümüze söyleyin” dedi.
Çıraklık mağdurları slogan atınca karga tulumba oldu.

Gazze ticaretini eleştirenler tutuklandı.

Adam söz gelişi öyle demiş. Yüzüne söylenir mi!…

Systematic Approach to Enviromental Health

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 15th March 2024, we conducted a 3 hours lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “Systematic Approach to Enviromental Health

Here is the 51 slides PDF file (6 MB) :
Systematic Approach to Enviromental Health

Some important reminders for all..
10 key points that should be emphasized in a systematic approach to environmental health

1.Risk Assessment : Begin by assessing the risks associated with environmental factors. Identify potential hazards and evaluate their impact on human health.
2.Exposure Pathways : Understand how humans come into contact with environmental agents. Consider air, water, soil, and food as pathways for exposure.
3.Chemical Exposure : Investigate chronic low-dose chemical exposures. These can have adverse health effects, especially when widespread or affecting vulnerable populations.
4.Epidemiological Studies : Rely on systematic reviews and meta-analyses (SRMAs) to examine associations between chemical exposures and health outcomes. Ensure clear study questions and sound methods for reevealing causal relationships.
5.Data Extraction : Properly extract relevant data from studies.
Pay attention to exposure heterogeneity and other biases.
6. Policy Implications : Integrate policy implications into SRMAs (Systematic Reviews & Meta Analysis). Consider how findings impact public health decision-making.
7.
Population Size : Many studies involve large populations. Understand the implications of findings at this scale.
8. Positive Associations : Note that associations are often positive and statistically significant. Investigate potential causality.
9. Guidelines : Develop and adopt EH-specific SRMA (Systematic Reviews & Meta Analysis) guidelines. These will strengthen tools for decision-makers.
10. Translation to Practice : Translate up-to-date scientific research into accessible evidence for risk assessment, policy formulation, and individual health behaviors.

  • Remember that a systematic approach ensures rigorous evaluation and
    informed decision-making in environmental health.

With respect and love. 20th March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Cumhuriyete Giden Yol: Başarının Sırları

Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİRProf. Dr. Hikmet ÖZDEMİR
https://vergialgi.com/cumhuriyete-giden-yol-basarinin-sirlari 

Bu tebliğin başlığında geçen “sır” sözcüğüne Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde verilen açıklamalardan ikisi sunacağım çerçeve ile ilişkilidir. Bunlardan ilki (AtatürkNutuk adlı eserinde vurgulamıştır); “varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey” anlamındadır. Benim burada açıklayacağım “sır” ise “bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, deneyim sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanı” olarak açıklanmıştır. Sözcüğün bu anlamına kişiye (lidere) özgü iş veya eylem; bir diğer söyleyişle “ustalık sanatı” demek mümkün.

2019 başında Cumhuriyetimizin Kurucu Lideri’nin “Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk” adıyla yayımladığım biyografisini tamamladığımda özellikle karar alma süreçlerinde O’nun ve çevresindekilerin tutum ve davranışlarını uzun süre düşündüm. “O’nu yol arkadaşlarından farklı kılan nedir?” “Neden herkes O’na itaat etmiştir?” gibi soruların yanıtı için okumalarımı sürdürdüm.

Bu çerçevede vardığım sonuçları şu şekilde sıralayabilirim: Yol arkadaşlarından en belirgin farkını; “Doğru Zamanda Doğru Karar Almak ve Tereddütsüz Uygulamak” şeklinde tanımlayabilirim. Bu ise, askerlik, siyaset ve diplomaside dünya tarihinde sık rastlanmayan bir “ustalık” ve “liderlik sanatı” olarak vurgulanabilir.

Her bireyin ve toplumun hayatı bir mücadeledir ve bir dolu karar alma ve uygulama sürecine dayanır. Bu çerçevede düşünüldüğünde Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş sürecinde -beka krizleri tırmanırken- stratejik değişim kararlarının alınması ve bunların sırası geldikçe tereddütsüz uygulanması 20. yüzyılın en başarılı onarıcı ve dönüştürücü liderlik örnekleri arasındadır.

Atatürk, işgal altında bir ülkenin son derece karmaşık meselelerine her defasında “ihatalı bakış ve düşünme” yeteneğiyle yaklaşmıştır. Karşılaştığı kriz süreçlerini “sorunu ve çözüm seçeneklerini daha büyük bir çerçevede tanımlama” gibi savaş alanlarında geliştirdiği “yüksek sevk ve idare” birikimiyle yönetmeseydi; kendisini ve izleyicilerini başarıya ulaştıramazdı.

Ankara’da Meclis’in toplanacağı bile belli değilken Berlin’de sürgünde bulunan Talat Paşa’ya 29 Şubat 1920 günlü mektubunda; “Medeni ve görünürdeki ve kanuni denilebilecek olan Müdafaai Hukuk Teşkilâtının içinde, gizli talimat dairesinde teşkilâtı müselleme [inkâr edilemeyen bir teşkilât] mevcuttur. (…),” diye yazarken Mondros Ateşkesi’nden güç alan düşman işgallerine karşı “ihatalı bakış ve düşünme yeteneği”nin ufuklarına işaret ediyordu.(1)

  • 23 Nisan 1920’de Ankara’da tek başına yaptığı bir çağrıyla meclisi toplamıştı.

Büyük Millet Meclisi’nin 25 Eylül 1920 tarihli gizli oturumunda dava arkadaşlarına tarihin derinliklerinden süzülen bir hakikati şöyle vurgulamıştı:

“Efendiler, her şeyde olduğu gibi belki ahlâkiyat bakımından da kuvvet nazarı dikkate almak lâzımdır.”

  • “Zayıf olan, kuvvetli olanın mutlaka mahkûmudur: İnsanlık, adalet, bütün prensipler, kaideler ikinci derecede kalır. Her şeyden evvel [başta gelen] kuvvettir. Dolayısıyla bizim kurtuluşumuz için vuku bulacak yardımlar [karşısında] -ki bağımsızlığın korunması için- kendi kuvvetimize dayandığımızı ispat etmeliyiz. Bize yardım etmek için gelecek kuvvetler bizi yutacak kadar olursa yutar. Bu sebeple vekilleriniz gayet dikkatli ve vesveseli [olarak] bu yönü nazarı dikkatte tutmaktadırlar. (…).”(2)

Atatürk, askerlik mesleğinin kendisini yönelttiği savaş alanlarında benzersiz gözlemleriyle damıtılmış hayat tecrübesi yanında yıllarını kitaplarla geçiren ve sorgulama yeteneğiyle düşünen ve aldığı kararları tereddütsüz uygulayan cesur bir lider ve eylemciydi.

Ünlü kadın yazarımız [Halide Edip Adıvar/HÖ] bir defasında yurtdışında yabancı mecmualardan birinde yayımladığı bir makalede Mustafa Kemal’in öyle sanıldığı kadar cesur olmadığını; bir isyan haberi ve gürültüsü önünde yüzünün sarardığını kendisinin görmüş olduğunu yazmış. Bu kulağına gittiği zaman öfkelenmeden gülümsemişti:

“-Gerçi böyle bir şey hatırlamıyorum, amma mümkündür; yüzüm sararmış olabilir. Kızmış olacağımdır… Ben çevrilip kalmaktan hoşlanmam. Çünkü o zaman iradem başkasının eline geçmiş olur… Serbest kalmalıyım ki, sükûnum, muhakemem ve tedbirim benim elimde olsun… Ben Ankara’da kalmasaydım ve geleceği görmeseydim, yabancı işgali altındaki İstanbul’da tutulup kalmış olanlar, benim muhafaza ettiğim serbestliğe nasıl sığınabilecekler ve hürriyete kavuşacaklardı?” diye sormuştu.(3)

Başarısının sırlarından biri, “insan biriktirme” özelliğiydi; O’nun bu alandaki becerisi kurduğu teşkilâtın güçlü ve sadık olmasının garantisiydi.

Yakın çalışma arkadaşları, cephelerden, sınanmış dostluklardan, ortak acılardan ve zaferlerden geliyordu.

Liderlik enerjisinin sınırlarını, bütün hayatı boyunca biriktirdiği arkadaşlarıyla, “teşkilât kurma ve yönetme” becerisiyle izleyicilerine ve karşıtlarına kanıtlamıştı.

Atatürk’ün başarı sırlarından bir diğeri, “hakikati arama ve ifade cesareti” idi.

  • “Gerçeği konuşmaktan korkmayınız,” diyordu.(4)

Sorgulama yeteneği ile akıl kirliliğine tümüyle meydan okuyordu.

Bir Amerikalı gazeteci;

“— İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?” diye sormuştu.

Şu yanıtı vermişti:

“—Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işi başarmama neler engel olabilir diye düşünürüm. Engeller ortadan kalktıktan sonra iş kendiliğinden olur.”(5)

“Vaktin oldukça bir düşünceyi şöyle hayal edersin; olmadı, çevirir böyle hayal edersin. O kombinezonu tasarlarsın.-, ondan bu kombinezona geçersin: araya taraya işin doğrusunu sonunda bulursun, ona dayanırsın; bu ancak böyle olur… Evirmeli, çevirmeli; bir daha, bir daha… İnsan ancak öyle öyle yetişir..”

“Karışık iş yoktur; her iş basittir,” diyordu.(6)

O, “ceder etmez” (asla vazgeçmez) bir liderdi.

“Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” sözü davadan asla vazgeçmediğinin yaşanmış kanıtıydı.

Bununla birlikte “Hayatta daima ve çok ölçülü olmak lazımdır,” ilkesini de her zaman önemsemişti.(7)

Üç imtihandan geçtiğini söylemişti:

“Birinci imtihan Harbiye’de ve subay olduğum sıralarda başımdan geçenlerdi.

İkinci imtihan Libya tecrübesiydi…

Üçüncü imtihan, Dünya Harbi’nde beni Doğu Cephesi’ne gönderdiler. Her şey bozuk. Ordu bitkin. Kendi şerefimi ve orduyu kurtarmak lâzım. Uzun bir mücadele ile başardım.

Bu tecrübeler bana sabrı, bir fikre bağlanmayı ve o fikirde durmayı ve sonra da insanları öğretmiştir.

Bir gerçeği de öğrenmiş oldum: Tehlike insandan kaçar! demişti.(8)

Devrim programı ve eylemi kendisinin sağlığında bir model olarak “Kemalizm” diye adlandırılmıştı.

Kemalizm” diye ün kazanan bu sürecin tipik iki özelliği vardı.

Her hamlesini “en kuvvetli olduğunda” yapıyordu ve çıtayı en yükseğe koyuyordu.

Her zaman en kötü senaryoya göre önlemlerini alıyordu.

23 Nisan 1920’de Meclisin Ankara’da toplanması hem kuruluşun, hem de kurtuluşun başladığını ilan ediyordu.

Milli irade ve millet egemenliği kavramlarıyla çıtayı en yükseğe çıkarmıştı.

Bu hamlesi aynı zamanda İstanbul’daki hükümetin tanınmadığı anlamına geliyordu.

Amasya Genelgesi ile topladığı Sivas Kongresi’nden bu yana beklenen olmuş; Ankara’da yeni meclisi ve hükümeti kurmuştu.

Bu meclisin başkanı olarak silahlı mücadeleyi bizzat yönetecekti.

Büyük Zafer’in hemen sonrasında “en kuvvetli zamanında” 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıracaktı. İki devletten tek devlete geçilecekti. Yine “en kuvvetli zamanında” 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilecekti. Çıtayı bir kere daha en yükseğe koyacaktı.

Bu iki özellik; “en kuvvetli zamanı beklemek” ve “çıtayı en yükseğe koymak” onun devrim sürecinin yönetiminde ve zamanlamasında ayırt ediciydi.

3 Mart 1924 günü “Devrim Kanunları” diye isimlendirilen “hamle” cumhuriyetin ilânından sonra buna ilk örnekti.

Devrim programının uygulama sürecinde birbiri ardına dört hamle gözlemleniyordu.

Mustafa Kemal her açıdan en kuvvetli zamanındaydı ve bu hamlesinde hilafetin kaldırılması için çıtayı en yükseğe koymuştu.

Ne var ki beklenmedik iki gelişme -kısa süreli olarak- süreci kesintiye uğratacaktı. Bunlardan ilki, Güneydoğu Anadolu’da 13 Şubat 1925 günü başlayan Şeyh Sait veya Genç İsyanıydı. Ergani-Eğil’e bağlı Piran’da bölgeyi etkisi altına alan ayaklanma ancak mayıs sonunda bastırılabilmişti.

Titizlikle yönetilmezse bir beka sorununa dönüşebilecek eğilimleri içinde barındıran bu isyanın bastırılması cumhuriyetçi Ankara’nın en birinci görevlerinden olacaktı.

1925 yılının ilk altı ayı isyanın bastırılması ve yargılamalarla geçmişti.

Ankara yönetimi ciddi bir tehditle karşılaşmış ve Liderin yerinde müdahalesiyle büyük bir tehlike atlatılmıştı.

İsyan bastırıldıktan hemen sonra tekrar ve daha güçlü olarak kaldığı yerden devam edecekti.

Devrim programının ikinci büyük hamlesi, Kastamonu – İnebolu ziyaretiyle başlayacaktı.  Öncekilerde olduğu gibi halka programını yüz yüze (aracısız) anlatmak, daha sonra yasal düzenlemeler için konuyu hükümete, meclise götürmek ve onay almak gerekiyordu.

Yasal düzenlemelerin en başında vatandaşların kılık kıyafetleri ile bazı geleneksel yapılanmalarla ilgili reform ve değişiklik önerileri bulunuyordu.

Çıtayı yine en yükseğe koyacaktı.

26 Ağustos 1925 günü İnebolu’da siyasi hedefini açıklarken, “Ben, şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten ilham alarak yaptım,” derken aslında başarısının bir diğer önemli sırrını açıklıyordu.

19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan başlattığı ve 225 gün süren Anadolu’da yolculuğundan beri büyük bir titizlikle uyguladığı halkla yüz yüze iletişim stratejisi Kastamonu-İnebolu ziyaretlerinde de çok etkili olmuş; askeri ve mülki yetkililerle yerel halkın desteğini sağlamıştı.

Bir iletişim dehasıydı!

Kastamonu – İnebolu ziyaretinde önceki dönemlerde yapılan toplumsal değişim (yenileşme) hamlelerinin başarılı olamayış sebebini açıklarken, Osmanlı İmparatorluğundaki reformcu padişah ve yöneticilerle kendisinin farkını ortaya koymuştu.

Ankara’ya döndüğünde, 3 Eylül 1925 günü bizzat katıldığı kabine toplantısında üç hükümet kararnamesi birden yürürlüğe konulmuştu.

20 Eylül akşamı Ankara’dan özel trenle Eskişehir – İzmit yoluyla Bursa – İzmir – Konya ziyaretlerinde halkın büyük gösterileriyle karşılanmıştı.

Bu ziyareti 32 gün sürmüştü.

5 Kasım 1925 günü Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışında, “Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü ortak bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi irtibat yerine Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır,” sözleriyle yeni millet stratejisini anlatıyordu. Aynı konuşmasının devamında, “Büsbütün yeni kanunlar getirerek eski hukuki esasları temelinden kaldırmak teşebbüsündeyiz” demek suretiyle en yakın hedefini ilân edecekti.(9)

  • Medeni Kanun, devrim stratejisini gerçekleştirecek mekanizmaların en önemlisiydi.

Kahramanımızın “hesap verebilir olması” liderlik başarısının özenle vurgulanması gereken çok önemli bir özelliğiydi.

Cumhuriyete giden yolun en başında 20 Ağustos 1919 günü Erzurum telgrafhanesinde Sivas Valisi Reşit Paşa ile haberleştikten sonra yanındaki arkadaşlarına, “Biz eğer millet ve tarih huzurunda herhangi bir hata işliyorsak, bunun mesuliyetini vicdan ve idrakimizde hissetmekten ve ödemekten hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.” diye konuşmuştu.(10)

1927 yılında Cumhuriyet Halk Partisi 4. Kurultayında okuduğu “Nutuk” adlı eseri bu türün en önemli örnekleri arasında yer alacaktı.

Nutuk, tarih, toplum ve gelecek kuşaklar önünde bir hesap verme belgesiydi. Aynı şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açık ve gizli oturumlarda yaptığı uzun açıklamalar O’nun “hesap verebilir lider” olduğunun en açık kanıtlarıydı.

Türkiye’de anayasa ve siyaset bilimi alanının önemli isimlerinden Prof. Tarık Zafer Tunaya bu konudaki değerlendirmesini şu şekilde yazmıştı:

“Nutuk’un bir hatırat olmadığı açıktır. Yine Nutuk, bir doktrin kitabı değildir. Bununla beraber Atatürk’ün devrimci bazı önemli ilkelerini ve geleceğe öğütlediği devrimci yöntemini, olayların gelişmesinden çıkarmak olasılığı her zaman vardır.”

Nutuk, Atatürk’ün, İstiklal Savaşı’nda başvurduğu bir eylemin devamı sayılabilir. Bu eylemden de onun tarih anlayışı saptanabilir. Bu bakımdan Nutuk, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci büyük nutku sayılmalıdır.”

“İlk ve zamanın koşullarına göre, uzun sayılabilecek Nutuk, 23 Nisan 1920 tarihlidir. TBMM’nin açıldığı gün ve ilk oturumda söylenmeye başlanmıştır. Türdeş olmayan bir mebuslar kuruluna, yalnızca Heyet-i Temsiliye Reisi ve Ankara Mebusu olarak Mustafa Kemal Paşa ‘Mütareke’den Meclis’in açılmasına kadar geçen siyasi ahval (gelişmeler) hakkındaki’ söylevini vermiştir. O tarihte, tümünün aynı partiden olmalarına olasılık bulunmayan mebuslar da, oybirliğiyle bu nutkun ‘neşren tamimi’ni (yayımlanarak yayılmasını) karar altına almışlardır.”

“Büyük boyda yirmi iki ‘Zabıt Ceridesi’ sayfası tutan bu söylev, Mustafa Kemal Paşa’ya göre bir hesap verme belgesidir. Yöntemi de, bugüne kadar olanları izlemek ve bugüne nasıl gelindiğini saptamak gibi tarihsel bir açıya ve ‘perspektife’ dayandırılmıştır.”

Büyük Nutuk da aynı anlayış ve aynı gerekçeyle ele alınmıştır: ‘Yıllardan beri süren eylemlerin ve yaptıklarımızın hesabını vermeyi’ Gazi görev saymıştır.”

“Böylece Büyük Nutuk, Atatürk’ün, olağanüstü dönemlerde başvurduğu bir hesap verme eylemi ve belgesidir. Siyasal ve tarihsel önemi bu niteliğinden doğmaktadır.”(11)

Cumhuriyetin kurucu lideri takipçilerine;

“Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirirseniz, bir çeyrek, yarım saat kadar vakit bulursanız içinize çekiliniz. O günkü hayatın muhasebesini yapın. Böylece her gün bir defa kendi kendinizi yoklayın, şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz,” öğüdünde bulunuyordu…

O’nun bu tutumu, yani insanın kendi iç âlemiyle hesaplaşması, korkuya dayanmayan, ödüllendirme ve cezalandırmayı ancak vicdanından bekleyen saf bir ahlâk anlayışı idi. Kendi köşesinde oturan bir insanın kişisel ahlâk anlayışı değildi; toplumsal, siyasal ve evrensel yanları vardı.

“Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketlerimizin hesabını verecek bir vaziyette olmalıyız,” diyordu.(12)

Bu sözleri 28 Kasım 1930 günü Trabzonlulara söylemişti.

  • Vicdan, tarih ve uluslararası kamuoyundan oluşan üç yargıçlı bir mahkemeden söz ediyordu.

Bu tarihi uyarısından yedi yıl sonra 1 Kasım 1937’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama yılı açılışında milletvekillerine son hitabında da;

  • “Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de
  • milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir,”

    demek suretiyle başarısının büyük sırrını yol haritasının en özgün yanlarını açıklayacaktı.

Dipnotlar
(Bu konuşma, Mersin Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’nın 13 Ekim 2023 tarihinde Cumhuriyet’in 100. yılına özel düzenlediği ‘100. Yıl Dönümünde Cumhuriyetimiz Sempozyumu’nda yapılmıştır.)
(1) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 6 (1919-1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2003), s. 407.
(2) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 9 (1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 391-392.
(3) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 117.
(4) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Y., 1945), s. 110.
(5) Önder Göçgün, Edebiyat Dünyası ve Atatürk, (Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Y., 1995), s. 198.
(6) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 118.
(7) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 18 (1925-1927), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 116 ve 118.
(8) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, (Ankara, Türk Tarih Kurumu Y., 1966), I. Cilt, s. 160.
(9) Tarık Zafer Tunaya,  Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, (İstanbul, Kronik K., 2023), s. 142-143.
(10)  Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 24 (1930-1931), (İstanbul, Kaynak Y., 2008), s. 354-355.

Laiklik nedir?

Ali Sirmen
Ali Sirmen

asirmen@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları

06 Mart 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Mümtaz Soysal o enfes yazılarından birini şöyle bitiriyorduyıllar önce:

“Türkiye daha bu konuyu uzun süre hararetle tartışacaktır. Laiklik Türk demokrasisinin en kritik sorunudur.”

Haklıydı. Hele siyasal İslamın boy gösterdiği ülkelerde laiklik karşıtları alanı kolayca terk edecek görünmüyordu. Aslında tartışma yalnızca İslam toplumlarına ait değil. Demokrasi söz konusu olduğu zaman toplumun ortak yaşamından elini çekmesi gereken din buna bir türlü gönül rahatlığıyla yanaşmıyordu. Oysa demokrasi büyük ölçüde din ve vicdan özgürlüğü olan laiklik olmadan olamazdı. Laiklik demokrasinin olmazsa olmazıydı. Türkiye, laiklik ilkesinin anayasasına kayıtlı olduğu üç ülkeden biridir. Mümtaz Soysal’ın da öngördüğü gibi uzun yıllar tartışmanın odağı oldu. Ve olmayı da sürdürecek, şu anda da her şeyle tartışma konusu olan Cumhuriyetin en sıcak çatışma alanı.
***
Sanayi Devrimi’ni yakalayamamış olan Türkiye’nin ıskaladığı Rönesans, Reform ve Aydınlanma’ nın yaşanmadan gündeme girmiş olması, egemen din faktörünün Cumhuriyete toplumsal yaşamın tümünü kontrol etmek itirazıyla karşı çıkması kaçınılmazdı. Bu durum hayatın tümünü denetlemek savında olan siyasal İslama özgü değildir ve hiçbir yerde din sivil hayat üzerindeki egemenliğinden vazgeçmeyi itiraz etmeden kabullenmemiştir. Kilise ile sivil toplumun yüzyıllar süren mücadelesinde kimi toplumlarda kilise dirençli çıkmış ve sivil otorite üzerindeki kontrolünden kolayca vazgeçmemiştir.

Burada yeri gelmişken bir aldatmacaya değinmek gerekir. Aralarında çok katı bir ast-üst ilişkisi olan dinsel kuruluşlar sivil toplum örgütü değillerdir. Nitekim Fransa’da sivil okuldan bahsederken, laik okullar kastedilmektedir. O bakımdan, laik olmayan eğitimden söz ederken tarikat ve cemaatleri “sivil olarak” nitelemek mümkün değildir.

  • Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir.

Demokrasinin özü, düşünce ve inanç özgürlüğü olduğuna göre, laik düzen dinin temellerini ne yadsır ne de doğrulamaya çalışır. Dolayısıyla ladini (din karşıtı değil din dışı, dinle ilgilenmeyen, dinle her ikisinin de kendilerine ait sorumluluk alanlarıyla uğraşmak güdümünde olan) de değildir. O dinin varlığıyla ilgilenmez. Yalnızca kendi yetki alanına giren sivil yaşama müdahalesine karşıdır.

  • Yani laik düzen, din ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu herkes adına üstlenir.

Eğer ibadet özgürlüğü sınırlanıyorsa orada laiklerin ciddi itirazlarıyla karşılaşması lazımdır. Yani “bir zamanların seçme saçma sorularından biri olan önce laiklik mi yoksa demokrasi mi” sorusunun bir anlamı yoktur. Eğer laiklik yoksa ve herhangi birisi tarafından yok ediliyorsa devletin derhal duruma el koyarak müdahalenin menedilmesini sağlamak görevidir laik düzenlerde. O açıdan bir zamanlar kimi sosyal demokratların, daha doğrusu demokratik sosyalistlerin şu ifadeleri akla geliyor: “Biz de laiklikten yanayız ama din ve vicdan özgürlüğüne saygılı laiklikten!”

  • Sanki din ve vicdan özgürlüğüne saygısız bir laiklik olabilirmiş gibi…

Din ve vicdan özgürlüğüne saygılı olmayan uygulamalar zaten laiklik değildir.
***
Laik düzende devletin dini inançların her birine eşit mesafede bulunması ve bunlar arasında birinin veya birilerinin diğerlerinin özgürlüğüne karışmasına izin vermemesi, yansızlık (nötralite) yalnızca buna saygı göstermek, inançların tehdit altında olması karşısında hareketsiz kalıp duruma müdahale etmemek, laik düzenin gereğini yerine getirmemek halinde laiklikten söz edilemez.

Bu durumda önde gelen isimleriyle laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu bizzat kendi kararıyla sabit bulunmuş olan AKP’ye karşı yaptırım olarak Hazine yardımının azaltılması gibi ihlal fiilinin ağırlığı ile orantılı olmayan ve herhangi bir caydırıcı yanı da bulunmayan kararlar verilen ülkelerde, laikliğin gerçekten korunduğu söylenemez.
=====================================================
Dostlar,

Sözü, eylemi ve birikimiyle tutarlı ve yürekli bir aydın –Cumhuriyetimizin aydını!– olan Ali Sirmen’in, Cumhuriyet‘te yayınlanan son yazısı bu yazıydı.

Zor bir konu olan “Laiklik” olgusunun ustalık, derinlik ve yetkinlikle ele alındığı açıktır.

Ülkemizin yitiği büyüktür.
Ancak Cumhuriyet Aydınlanması, artık merhum olan Ali Sirmen gibi seçkin değerler üretme
gücündedir.

17 Mart günü şu tweet iletisini paylaşmıştık :

https://x.com/profsaltik/status/1769355755012919736?s=20 

Image

Ali Sirmen usta,
Toprak seni incitmesin
Gömütün çiçekler koksun
Sana çok borçluyuz
Kavganı sürdüreceğiz
Bu topraklarda Aydınlanma, Kemalist Devrimler, hukuk devleti, insan onuru kazanacak
Çok özlediğini biliyorum sevgilini
O’na da çok selam söyle
Ha, 2 Cumhuriyet’i de yaşatacağız!

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

18 – 23 Mart Yaşlılar Haftası – HASUDER Açıklaması

Halk Sağlığı disiplininin en büyük başarılarından biri tüm ülkelerde yaşlı nüfusun oranının yükselmesini sağlayarak daha uzun ve sağlıklı yaşamayı olanaklı kılmaktır. Nüfusun yaşlanma hızı giderek artmaktadır; 65+ yaş nüfusun oranı, bu yaşın altındakilere göre daha hızlı artmaktadır. 65+ yaş insanlar dünya nüfusunun 2022’de %10’u iken 2050’de %16’ya yükselmesi beklenmektedir. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de 65+ yaş nüfusun toplam nüfus içindeki oranı artarak 2023’te %10,2’ye yükselmiştir. Nüfus kestirimlerine (projeksiyonlarına) göre yaşlı nüfus oranının 2030’da %12,9, 2040’ta ise %16,3 olacağı öngörülmektedir.

Yaşlı nüfusun giderek artması; sağlıklı yaşlanma sürecinin ve yaşlı sağlığı hizmetlerinin önem kazanmasını birlikte getirmektedir.

Yaşlılar haftası” dünyada “Wellderly week” olarak bilinmektedir.

Bu tanımlama ile “finansal, bedensel, zihinsel ve duygusal iyilik durumunu işaret eden sağlık” vurgusu yapılmaktadır. Yaşlı sağlığının korunmasında en temel önlemlerden biri, yaşlının sosyal ve duygusal desteğinin olmasıdır. Tek başına yaşayan yaşlılar, sosyal ve duygusal destek açısından dezavantajlıdır. Türkiye’de yaklaşık her 5 yaşlıdan biri tek başına yaşamaktadır. Tek başına yaşayanların 4’te 3’ünü kadınlar oluşturmaktadır. Kadınların sosyal yönden geride olduğu bir başka konu okuryazarlık konusudur. Okuma-yazma bilmeyen yaşlı nüfus oranı kadınlarda 4,8 kat daha yüksektir. Okuma-yazma bilmeyen yaşlı kadınların oranı %26 iken, yaşlı erkeklerin oranı %5,4’tür. Eğitim düzeyi açısından eldeki veriler incelendiğinde; Türkiye’de 2019’da ilkokul mezunu olan yaşlıların oranı %45.5, ortaokul mezunu olanların oranı %7.3, lise mezunu olanların oranı %7.5, yükseköğretim mezunu (bitireni) olanların oranı ise %7’tir.

Kadın sağlığı özelinde ele alındığında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin etkisi yaşlılık dönemine girene dek düşük eğitim düzeyi, bakım verici rolü, yoksulluk gibi belirleyiciler ile kendini göstermektedir. Bu nedenlerle sağlıklı yaşam koşulları, gıda, barınma, sağlık hizmetlerine ulaşım konularında sorun yaşamaktadırlar.

Sağlıklı yaşlanma yaşam boyunca sağlığın, fiziksel, sosyal ve zihinsel iyilik durumunun daha iyi olması ve sürdürülmesi, bağımsız olarak yaşanması, yaşam niteliğinin iyi olması ile ilgili bir süreç olarak ele alınmaktadır. Sağlıklı yaşlanmayı teşvik etmek için doğumdan yaşlılığa dek olan sürecin tümünde sağlığın sosyal (toplumsal) belirleyicilerini ele alan yaşam boyu yaklaşım gündeme gelmiştir. Bununla birlikte yaşlılara yönelik belirli aralıklarla muayene ve laboratuvar hizmetleri; tarama ve izlemeler gibi birtakım koruyucu sağlık hizmetleri sunulmaktadır. Aile sağlığı merkezlerinde çok yönlü yaşlı değerlendirmesi kapsamında tarama ve izlemler (%12 kapsayıcılıkla) yapılmaktadır.

Yaşlı nüfusun karşılanmayan sağlık hizmeti ve bakım gereksinimleri yaşam niteliğini olumsuz etkilemekte, hastalık şiddetini, komplikasyonları, hastaneye yatışları ve mortaliteyi artırmaktadır. Yapılan bir çalışmaya göre; karşılanmamış sağlık hizmeti gereksinimi ve buna bağlı olarak yaşlı sağlığı ile ilişkili en önemli konular yaşlıların gelir düzeyi, sosyal güvencesi, emeklilik hakkı, sağlık güvencesi ve yaşama koşullarıdır.

Türkiye’de yaşlıların sosyal yaşama katılımını güçlendiren iyi uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Ege 3. Yaş Üniversitesi bu uygulamalara önemli bir örnektir. Sağlıklı, başarılı ve aktif (etkin) yaşlanmayı desteklemek, yaşam boyu öğrenmeyi desteklemek, kuşaklar arasındaki ilişkileri güçlendirmek, yaşlıların toplumla iç içe bir yaşamını sürdürmesine aracılık etmek amaçları ile yaşama geçirilen Ege 3. Yaş Üniversitesinde gönüllü eğitmenlerce birçok farklı kuramsal ders verilmektedir. 60+ yaş kişiler kayıt olabilmektedir; mezun olmak için 3 yıl tamamlanmalı ve bir toplumsal sorumluluk projesi (tasarımı) yapılmalıdır.

Yaşlı nüfusa duyarlı bir başka uygulama “Yaşlı Dostu Kent” uygulamasıdır. Antalya, Muratpaşa Belediyesinin üyelik sistemiyle hizmet veren yaşlı evlerinde sabah sporundan, İngilizce dil kursuna, tiyatro kurslarından koroya ve dans topluluklarına birçok çalışma hayata geçirilerek tüm bu çalışmalarla belediye; Dünya Sağlık Örgütü Yaşlı Dostu Kentler ve Toplumlar Ağına kabul edilmiştir.

Yaşlı sağlığının korunması ve geliştirilmesine yönelik gerçekleştirilen iyi uygulamaların Türkiye’de yaygınlaştırılması önerilmektedir. Yaşlılara sosyal ve ekonomik destek sağlanmalıdır. Koruyucu hizmetlerin toplum bazında yüksek kapsayıcılıkla sunulabilmesi için birinci basamakta çok yönlü yaşlı değerlendirilmesinin etkin bir şekilde yapılması gerekmektedir; bu gerekçeyle birinci basamak sağlık kuruluşları ve ilgili dernekler ile iş birliği yapılmalıdır. Bununla birlikte yaşlı kadınların dezavantajlı konumlarının gözetilerek toplumda kadının güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalar sürdürülmelidir.

KAYNAKLAR

  1. https://www.unfpa.org/icpd/ageing#:~:text=765%2C000%2C000.00-,Population%20of%20older%20persons%20(60%2B),to%20765%20million%20in%202010. Erişim 14.03.2024
  2. United Nations. Ageing. https://www.un.org/en/global-issues/ageing Erişim 17.03.2024
  3. TÜİK. İstatistiklerle Yaşlılar, 2022. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Yaslilar-2022-49667 14.032024
  4. National Today. Wellderly week- March 18-23, 2024. https://nationaltoday.com/wellderly-week/#how-to 16.03.2024
  5. Engelli ve yaşlı hizmetleri genel müdürlüğü. 2020 Yaşlı Nüfus İstatistik Bülteni.  https://www.aile.gov.tr/media/89041/yasli_nufus_istatistik_bulteni.pdf 16.03.2024
  6. Türkiye Sağlık Raporu 2020. Toplumsal cinsiyet, kadın sağlığı ve üreme sağlığı. İleri yaş kadınlar ve sağlık sorunları.
  7. Ulgu MM, Laleci Erturkmen GB, Yuksel M, Namli T, Postacı Ş, Gencturk M, Kabak Y, Sinaci AA, Gonul S, Dogac A, Özkan Altunay Z, Ekinci B, Aydin S, Birinci S. A Nationwide Chronic Disease Management Solution via Clinical Decision Support Services: Software Development and Real-Life Implementation Report. JMIR Med Inform. 2024 Jan 19;12:e49986.
    doi: 10.2196/49986. PMID: 38241077; PMCID: PMC10837759.
  8. Aköz Ali. Türkiye’de Yaşlılarda 2008-2019 Yılları Arasında Karşılanmamış Sağlık Hizmet Gereksinimi ve Sosyoekonomik Değişkenlerle İlişkisi. 2022. İzmir.
  9. Kanal Hasuder. Sağlıklı Yaşlanma. Yayınlandığı tarih: 6.03.2024, https://www.youtube.com/watch?v=L3vFLRjo4wU&ab_channel=KanalHASUDER
    Erişim 16.03.2024
  10. Muratpaşa Belediyesi, Antalya. Kıdemli kent sakinleri için yepyeni bir hayat. https://muratpasa-bld.gov.tr/haber/5011/kidemli-kent-sakinleri-icin-yepyeni-bir-hayat 16.03.2024

Çanakkale Muharebeleri – 109. Yıl

Dostlar,

Sitemizin saygın yazarlarından Sn. E. Tuğg. Dr. Cihangir Dumanlı (Hukukçu ve Uluslararası ilişkiler uzmanı), Çanakkale Utkumuzun (Zaferimizin) 109. yılında kapsamlı bir çalışmasını gönderdi. 276 power point yansısından (slayttan) oluşuyor (11,6 MB).

Kendisine çok nitelikli emeği ve paylaşımı için çok teşekkür ediyoruz. Çalışma, tarihsel belge niteliğinde.
Okunması, paylaşılması ve gereken derslerin çıkarılması dileğiyle.

Yansıları incelemek ve indirmek için lütfen tıklayınız (PDF dosyası).

Çanakkale Muharebeleri, Cihangir Dumanlı, 18.3.24

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

TIP BAYRAMI

Suay Karaman

14 Mart 1827’de Osmanlı Padişahı Sultan 2. Mahmut (1785-1839), hekimbaşı Mustafa Behçet’in (1774-1832) katkılarıyla Tıbhane-i Âmire ile Cerrahhane-i Mamure’yi kurdurtmuştur. 1836 yılında Tıbhane-i Âmire ve Cerrahhane-i Mamure birleştirilmiş ve Mekteb-i Tıbbiye (Tıp Okulu) adını almıştır. 17 Şubat 1839’da Mekteb-i Tıbbiye’nin eğitiminde, Batıdaki benzerleri örnek alınarak, yeni düzenlemeler yapılmış ve Mekteb-i Tıbbıye-i Adliye-i Şahane adını alarak görkemli bir törenle hizmete açılmıştır. Açılış törenine katılan Sultan 2. Mahmut konuşmasında; “Burada insan sağlığının hizmetine çalışılacağından, bu okulu diğerlerine üstün tuttum” demiştir. Tıp eğitiminin modernleşmesi için yurt dışından hekimler getirilerek, ilerleme sağlanmaya çalışılmıştır.

Türkiye’de tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilen okulun kuruluş günü olan 14 Mart, Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başlamıştır. İlk tıp bayramı 14 Mart 1919 tarihinde işgal altındaki İstanbul’da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmıştır. O gün, tıbbiye 3. sınıf öğrencisi olan Hikmet Boran‘ın (1901-1945) önderliğinde, tıp okulu öğrencileri İstanbul’un işgalini protesto için toplanmış ve onlara devrin ünlü doktorları da destek vermişti.

  • Bu nedenle 14 Mart Tıp Bayramı, emperyalizme başkaldırının da adıdır,
    milli mücadelenin çoban ateşlerinden biridir.

1929-1937 arasında 12 Mayıs günü Tıp Bayramı olarak kutlanmıştır. 12 Mayıs 1400’de kurulan Bursa’daki Yıldırım Darüşşifası‘nın ilk Osmanlı hastanesi ve tıp okulu olduğu için, bu tarih Tıp Bayramı yapılmıştır. Ancak zamanla bu uygulamadan vazgeçilmiş ve yeniden 14 Mart Tıp Bayramı olmuştur. 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasasının mimarı ve ilk uygulayıcısı Prof. Dr. Nusret Fişek (1914-1990), 14 Mart Tıp Bayramı’nın 1935 yılında Tıp Talebe Cemiyeti’nin öncülüğünde kutlandığını bildirmiştir. Öğrenci derneğinin başlattığı bu eylem, Mart 1937 tarihinden bu yana gelenekselleştirilmiştir.

1933 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine çevrilmiş, ardından 1945’te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ve 1954 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuştur.

  • Eşsiz liderimiz Atatürk zamanında milletin sağlığını korumak ve desteklemek,
    devletin ilk ve en önemli görevi olarak benimsenmiştir.

Bu görev tüm yurda yayılarak, tüm yurttaşları kapsamıştır. Sağlık Bakanı ve daha sonra Başbakan olan Dr. Refik Saydam (1881-1942) zamanında sağlık sektörünün kuruluşunu ve örgütlenmesini düzenleyen yasalar çıkarılarak, sağlık hizmetlerinin temelleri atılmıştır. Bunun yanında nitelikli eleman yetiştirilmesine de önem verilmiştir. Birçok ilde devlet hastaneleri, doğum ve çocuk bakım evleri açılmış, veremle savaş dispanserleri kurulmuştur. Sağlıklı yaşam için gereken önlemlerin bütünü anlamına gelen Hıfzıssıhha Enstitüsü, 27 Mayıs 1928’de kurularak, birçok aşı ve serum başarıyla üretilmiştir.

5 Ocak 1961’de kabul edilerek, 12 Ocak 1961’de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası çok önemlidir. 224 sayılı yasa, cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan ve 1950’li yıllara dek ülkemizin sağlık sektörüne damgasını vuran Dr. Refik Saydam’ın ulusal sağlık politikalarından sonra, sağlık sektöründe yapılan en büyük kapsamlı ve halkçı bir müdahaledir.

Sağlık hizmetlerinin ve hekimliğin temel amacı, toplumları ve kişileri hastalıklardan korumaktır. Bunun için ülkede koruyucu sağlık hizmetlerini eşit ve bütün olarak sunabilecek 1. Basamak sağlık hizmetlerinin olması gereklidir.

  • 224 sayılı yasa ile sağlık hizmetleri sosyalleştirilerek,
    koruyucu sağlık hizmetlerine önem ve öncelik verilmiştir.
  • Sağlık ocaklarında sunulan, toplumcu anlayış ile eşit, sürekli, parasız ve basamaklandırılmış sağlık hizmeti sosyalleştirmenin temel ilkeleri olarak kabul edilmiştir.

1963’te Muş’ta başlatılan ilk uygulama, 1981’e dek 45 İl’e yayılmış ve 1983’te yılında tüm İllerda sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği ilan edilmiştir.

1980’li yıllarda özelleştirme başlatılarak, 1923-1950 arasındaki Cumhuriyet ideolojisi değiştirilip özelleştirmeye geçiş yapılarak, yeni liberal akımın önü açılmıştır. Bu akım Turgut Özal ile ‘sağlıkta reform’ adını alırken, AKP ile birlikte ‘sağlıkta dönüşüm’ projesine çevrilmiştir. Bu değişiklikler toplumun sağlık düzeyindeki gelişimini durdurmuş, hatta geriye götürmüştür.

  • Böylece sağlık hizmetleri metalaştı ve koruyucu hizmetler sahipsiz kaldı.
  • Ulusun sağlığı küresel sermayeye teslim edildi.

Günümüzdeki sağlık hizmetleri ve toplumun sağlık düzeyinde gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmamızın temel nedeni, 1970’lerden başlayarak Atatürk ilkelerinin ve cumhuriyet ideolojisinin terk edilmesidir; halkçılık ve sosyal devlet ilkelerine son verilmesidir.

Cumhuriyet modelindeki koruyucu hekimlik göz ardı edilerek, tedavi edici hekimlik öne çıkarılmıştır. Sağlık ocakları kapatılarak, aile hekimliği modeli ile 1. Basamak sağlık sistemi özelleştirilmiştir.

Güçlü ve güvenli sağlık sistemine sahip olabilmek için istikrarlı bir ulusal sağlık sistemi uygulanmalıdır. Bunun için vatandaşların doktora ulaşması yerine, doktora gereksinimlerinin azaltılmasını sağlamak gerekir.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü‘nün aşı üretimi 1998’de durdurulmuş, AKP iktidarınca
2 Kasım 2011’de sağlık alanında büyük hizmetler veren Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmıştır.

Sağlık Bakanlığı hizmet üreten bir kuruluş olmaktan çıkarılarak, kamunun malı olan hastaneler işletmeye dönüştürülmüş, kimisi toptan ya da kısım kısım satılmıştır. Sağlık sistemi, devlet hastanelerini kapatıp, kendi içinde özelleşmiş Şehir Hastanelerini devreye sokarak daha da kötü duruma getirilmiştir.

  • Sistem sorunu sağlıkta şiddeti azdırmıştır, ciddi hekim göçleri yaşanmaktadır.
  • Sağlık sistemi iflasa sürüklenmektedir.

Bugün ülkemizde kullanılan milyonlarca kutu ilacın hammaddesinin yerli üretim oranı sıfırdır.

Bugün kamu ve özel yaklaşık 140 tıp fakültesi vardır; kimi tıp öğrencileri hasta görmeden, yeterli bilgi-beceri kazanamadan mezun olmaktadır. Tıp fakültelerinin sayısı azaltılıp eğitimin niteliği artırılmalıdır; gereğinden çok öğrenci alınmamalıdır. Tıpta uzmanlık eğitimi programları, akademik kadro ve hastanenin koşullarına göre açılmalıdır. Günümüzde üniversite hastaneleri iflasa sürüklenmiş, kendi içinde özelleştirilmiş, akademisyenler özel hastanelere yönlendirilerek, tıp eğitiminin niteliği düşürülmüştür. Bunun yanında, kapatılan

  • askeri hastanelerinin yeniden açılması zorunluluktur.

Ancak bütün bu olumsuzlukların aşılacağına kuşku yoktur.
Atatürk devrim ve ilkelerinin, bizlere her zaman doğru yolu göstereceğinden emin olmalıyız. Hekimlik mesleğini ettiği yemine bağlı kalarak yapan, özenli ve özverili çalışan, emperyalizme direnebilen bütün doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın Tıp Bayramı kutlu olsun.

Azim ve Karar, 18 Mart 2024

İstanbul’un geleceği

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

18 Mart 2024, Cumhuriyet

İstanbul, dünyada iki kıta üzerinde yer alan tek kent. İstanbul aynı zamanda, iki büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olan dünyadaki tek kent.

Avrupa ve Asya kıtaları üzerinde yer alan, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul, aynı zamanda dünyanın en büyük kentlerinden biridir, Türkiye’nin de en büyük kentidir.

Söz konusu büyüklük yalnızca nüfus ve yüzölçümü ile bağlantılı bir konu da değildir.

Türkiye’de ekonominin yükünü büyük oranda İstanbul taşımaktadır. İstanbul, Türkiye ekonomisinin merkezidir.

İstanbul aynı zamanda Türkiye’nin kültür ve sanat alanındaki en etkin kentidir ve kültür sanat alanında da Türkiye’nin merkezidir.

New York ABD için ne ise, Londra Britanya için ne ise, Paris Fransa için ne ise, Berlin Almanya için ne ise, İstanbul da Türkiye için odur.

Bu nedenle İstanbul’daki belediye seçiminden çıkacak sonuç, hem AKP’nin teokratik diktatörlük rejimini frenlemek ve genel ulusal siyaset açısından, hem de İstanbul özelinde ve yerelinde, son derece önemlidir.
***
Bugüne dek gerçekleştirilen araştırmaların ortalamalarına göre, İstanbul’da seçimi CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun mu yoksa AKP’nin adayı Murat Kurum’un mu kazanacağı belirsizliğini korumaktadır. Bazı araştırmalara göre Ekrem İmamoğlu, bazı araştırmalara göre Murat Kurum az farkla önde görünmektedir.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi/DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi İstanbul’da aday çıkarmamış olsalardı, Ekrem İmamoğlu seçimi rahat bir biçimde kazanacaktı. Ancak İstanbul’da kazanma olasılığı bulunmayan bu partilerin aday çıkararak muhalefet oylarını bölmeleri nedeniyle, Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanması risk altına girmiştir.

Söz konusu partilerin aday çıkarmış olmaları AKP iktidarına yarar sağlamaktadır. Bu partilerin adayları AKP iktidarına muhalefet etmek konusunda içtenlikli iseler, adaylıktan resmen çekilmeleri artık olanaklı olmasa da, adaylıktan fiilen çekilebilirler ve gerekirse seçmenlerine Ekrem İmamoğlu’na oy verme çağrısında bulunabilirler.

Bunun gerçekleşmemesi durumunda DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi seçmenlerinin sorumluluk almasını ve İstanbul ittifakını sandıkta gerçekleştirmelerini umut etmekten başka çare yoktur.
***
Ekrem İmamoğlu ulaşım, metro, arıtma tesisi, altyapı projelerinin tamamlanması, yeşil alanların yaratılması, kültür ve sanat etkinliklerinin gerçekleşmesi, tarihsel binaların ve eserlerin restore edilmesi, sosyal yardımların yapılması konusunda İstanbul’a son derece önemli hizmetler vermiş başarılı bir belediye başkanıdır.

Bunun da ötesinde Ekrem İmamoğlu, “Kanal İstanbuladı verilen rant ve doğa felaketi projesine ve bu proje üzerinden İstanbul’un Araplaşma sürecine karşı büyük bir direniş sergilemiştir, bu konuda kamuoyunda ciddi bir bilincin oluşmasını sağlamıştır.

İstanbul ve Trakya halkının “Kanal İstanbul” projesine karşı olduğunu anlayan AKP şu anda, bu projeyi seçim kampanyasının gündemine almayarak İstanbul halkını kandırmaktadır. AKP’nin seçim vaatleri arasında yer almayan “Kanal İstanbul”, AKP’nin seçim sonrası planları arasında yer almaktadır!

Ekrem İmamoğlu ayrıca, göreve gelir gelmez, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen Mustafa Kemal Atatürk düşmanı ve laiklik karşıtı tarikatların ve cemaatlerin ve AKP’nin kontrolündeki “yandaş medyanın” belediyenin olanaklarından yararlanmasını da engellemiştir.

İstanbul’un yeniden AKP’ye geçmesi durumunda, CHP’nin ve Ekrem İmamoğlu’nun engellediği bu karanlık operasyonlar yeniden devreye girecektir.

Hem İYİ Parti, Zafer Partisi ve DEM adaylarının ve seçmeninin hem de
“küskün” CHP seçmeninin bunları da dikkate alarak karar vermesi gerekmektedir.

======================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
İstanbul’un geleceği18 Mart 2024
Seçmen ittifakı11 Mart 2024
3 Mart’ın 100. yılı4 Mart 2024