Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

DEVLETİN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ ve DEM PARTİLİ BELEDİYE BAŞKANLARI

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AKP’nin devlet kurumlarına ne denli zarar verdiğinin görüntülerini üzülerek, içimiz yanarak izliyoruz.

Milli Eğitim gerici tarikat ve cemaatlerin, onların vakıf ve derneklerinin oyuncağı olmuş durumda.

Maddi olanağı yeterli olan aileler çocuklarını devlet okulları yerine daha çok güven duydukları özel okullara göndererek çözüm bulmaya çalışıyor.

Türk halkının çoğunlukla en güvenilir kurum olarak belirttiği TSK yerlerde sürünüyor.

Askeri okullar başta olmak üzere tarikat-cemaatler, bu kurumu ele geçirme yarışında.

Herkesin askeri olması gereken komutanlar, rütbeleri üzerinde iken iktidar partisinin seçim çalışmalarında destek verir görüntülere giriyor.

Bu durum Silahlı Kuvvetlerin çökertilmesi için düşmana, savaşa gerek kalmadan çöküşü demektir. Tarihi bilenler, Balkan Savaşı faciasının nedeninin benzer durum olduğunu da bilirler.

Ahlak yerlerde sürünüyor ve bu çöküntü de ne acıdır ki ahlaklı, erdemli olmayı temel alan dinin kötüye kullanılmasıyla gerçekleşiyor.

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

Sonuçta her sorunun düğüm ve çözüm noktası olan adaletin çöküşü ise çözümsüzlüğün göstergesidir.

  • M ü l k  ( D e v l e t )  ç ö k m e k t e d i r !!!!

Çözümsüzlük derken umutsuzluk vurgusu olsun demek istemiyorum, bu düzen ve yönetim içindeki çözümsüzlüğü kastediyorum.

Yargının siyasallaşması, liyakat yerine sadakatın esas alınması ile çürümüş, kokuşmuş bir adalet düzenine demir atılmıştır.

Seçimlerde İl-İlçe Seçim Kurulları ile YSK’nın uygulamalarına bakın, yargıçlarımızın ne durumda olduğuna karar verin yeter.

Yüzde 10’un üzerinde oy farkı ile kazanılmış bir yerde iktidar partisi itiraz ediyor derhal kabul, tek bir oyla kaybedilmiş yerde muhalefet itiraz ediyor, ret.

Van’da DEM partiden PKK ile ilişkisi apaçık ortada olan bir kişi aday oluyor ses çıkarılmıyor. Adam seçimi kazanınca, yerel ceza mahkemesi kendi önceki kararını bozarak adaylığının uygun olmadığına hükmediyor.

Ortalık karışınca korku  ..oku devlete tükürük yalatılıyor. Milleti tükürüğüyle boğacaklarını söyleyen militan kazanıyor.

Hata, adama mazbata verilmesinde değil.

Hukuk devletiysen hakkedene vereceksin.

Hata, hakkı olmadığı halde zamanında doğru karar vermeyip seçimi ve yargıyı oyuncak etmektir.

Hangi partiliye veya adaya yapılsa ben de itiraz ederim.
***
İstanbul’daki yangında belediyeyi suçlamak için fırsat yakalayan yansız (tarafsız) cumhurbaşkanı, yargının, devlet kurumlarının bu durumuna neden tek sözcük ile değinmez?

İliç’teki faciayla ilgili neden tek sözcük etmez?

Çünkü çürüme ve kokuşmada tek adam iradesinin payı büyüktür.

Sonuç; atalarımız sözündedir :

  • “YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE”!!

Adalet, mülkün temelini çökertmektedir.

Acele tedbir (İvedi önlem)…

08 Nisan 2024

2024 Dünya Sağlık Günü: “Benim Sağlığım-Benim Hakkım”

Dostlar,

7 Nisan, “Dünya Sağlık Günü” olarak kutlanıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) doğum günü!
Bilindiği gibi DSÖ, 2. büyük dünya paylaşım savaşının ardından büyük umutlarla “Milletler Cemiyeti – Cemiyeti Akvam’ın yerine kurulan uluslararası örgüt “Birleşmiş Milletler”in (BM) uzmanlık örgütlerinden biri. BM, bir tür “Dünya Hükümeti” gibi düşünülebilir,
DSÖ de onun
Sağlık Bakanlığı..
DSÖ her yıl 7 Nisan’da (doğum gününde) kendisi insanlığa bir tür armağan sunuyor!
Gelecek yaş gününe dek, verilere dayalı olarak (Kanıta Dayalı Tıp) dünyanın en önemli sorununu
öne çıkarıyor. Bir savsöz (slogan, motto) geliştiriyor ve o çekirdeği iletileri, uyarıları, dilekleri,
yol
gösterileri ile örüyor. Bir küresel farkındalık oluşturmaya, gerçekçi gündemlere odaklanmaya çabalıyor.

Bu bağlamda her yıl kapsamlı bir “Dünya Sağlık Raporu(World Health Report) da yayınlıyor.
Bu kaynaklara Örgütün resmi web sitesinde (www.who.int) ücretsiz erişilebiliyor ve indirilebiliyor.

DSÖ, UNICEF, UNESCO, ILO, UNEP, UNDP.. 16 temel birimden, “Uluslararası Bakanlık” tan birkaçı. Bu kurumlar “keşke” siyasallaştırılmasa ve teknik uzmanlık kurumları olarak bilimsel açıdan özgür, yönetsel ve akçalı bakımdan da özerk çalışabilseler. Yeterli olanaklar sağlansa. Ama öyle olmuyor… Bir bakıyorsunuz Sam Amca öfkeleniyor ve DSÖ bütçesine katkısını kısıyor…
***
Bu yıl savsözümüz – söylemimiz “Benim Sağlığım – Benim Hakkım“!
Uzun yıllar Sağlık Bakanlığında Dış ilişkiler Daire Başkanlığını başarıyla yürüten saygın dostumuz Bekir Metin, bu yıl da öncü oldu ve konuyu DSÖ kaynaklarında inceledi, web sitesine taşıdı.

Benim Sağlığım – Benim Hakkım” önemli bir iletiyi yükleniyor.. “Sağlık haktır“!

Oysa küreselleşTİRmeci neo-liberal emperyalistler, tam da tersini “kapital aşkı” ile yaratıcı (!) biçimde bulup, “Paran kadar sağlık!” diye dayatıyorlar. Yaman bir meydan okuma..
Son 4 onyıldır epey yol da aldılar. Hele SSCB 35 yıl önce dağılınca, seçenek kamusal sağlık hizmeti modeli de kalmadı, kapitalizmin korkusu da…

Bu abanmadan Türkiye de payını fazlasıyla aldı;

– sağlıkta da büyük ölçüde küreselleşTİRildi,
– sağlık hizmetleri özelleştirildi – piyasalaştırıldı,
– kamu olabildiğince geri çekilerek denetleyici (?!) – düzenleyici (!?) “uslu” bir role indirgendi..

Sağlıkta Dönüşüm” paketi ile (Health Transformation) Türkiye’ye dayatıldı ve “sevdalı taşeron AKP=RTE” eliyle Haziran 2003’te başlatılarak 21 yılda neredeyse tamamlandı.

Net olarak bilinmeli ki, Sağlık sektöründe yaşanan tıkanma, bu emperyal politikaların ürünü..

Dolayısıyla, “Benim Sağlığım – Benim Hakkım” savsözü ancak, böylesi politikaların ekonomo- politik altyapılarının oluşturulmasına katkı sağlarsa işlevsel olabilecektir, değilse havada kalır.

Bu kavrayış ile yol alalım gelecek 7 Nisan’a, 2025’e dek.. dileriz. Hekimlerin, öbür sağlık emekçilerinin kitlelerde böylesine bir bilinç (ayrımına varma!) oluşması için öncü aydın sorumluluğu önümüzde. Sayın Metin’i konuyu işleyip gündeme getirdiği için kutlarken, başta siyasal partiler ve politik karar vericiler, basın, aydınlar, akademi – üniversite ve sivil toplumu göreve çağırıyoruz.

21. yy’da, doğum öncesinden başlayarak erişilebilecek en üst düzeyde sağlık hizmetleri ve gereçlerini en temel insan hakkı olarak tanımamak, ortaçağa savrulmaktır. Kaldı ki, sağlıklı-eğitimli toplum olmadan uygarlığı, bilimsel-teknolojik ilerlemeleri daha ileri taşımak da oldukça güçtür. DSÖ’nün “Tek tıp – tek sağlık” anlayışı ile “insan – hayvan – çevre sağlığı” bütüncül yaklaşım konusu olmalıdır. Başka türlüsü zaten “sürdürülebilir” değildir. 3. binyıl kalkınma hedefleri (MDG) bir daha ötelenmemelidir.

Başta İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) olmak üzere (10 Aralık 1948, md.25) pek çok uluslararası anlaşma ve sözleşmeye konmuş olan SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI” nı tam olarak gerçekleştirmek, 21. yy. şafağında gezegenimizde erişilen uygarlık düzeyine çok yakışacaktır.
3 yalın gerekçeyle :

1. Çünkü hem bu başarının yaratıcısıdır sağlıklı – eğitilmiş insangücü;
2. Hem de onsuz (sağlıklı – eğitilmiş insangücü) uygarlığı sürdürüm olanaklı değildir.
3. Başka türlüsü insan onuru ile bağdaştırılamaz..

Neo-liberal utanmaz kapitalizm, insan onuruna yakışır “sağlıklı yaşam hakkı” nı teslim ederek ilkelliğinden bir parça kurtulmalı ki, o da “biraz daha” sürdürülebilir olsun, ömrünü uzatabilsin (!!??) İnsanlık uyanıyor.. bu yabanıl (vahşi) ve ölçüsüz sömürü sürgit götürülemez.

  • Uygarca uzlaşılar çağımızın kaçınılmaz gerekleridir.

En temel adımlardan ilki, “HER AİLEYE 1 ÇOCUK” ilkesi ile, aşırı ve mutlak olarak gereksiz, yaşama açık tehdit olan nüfus artış hızını düşürmek olmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 08 Nisan 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net
        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

2024 Dünya Sağlık Günü: “Benim Sağlığım-Benim Hakkım”

2024 Dünya Sağlık Günü: “Benim Sağlığım-Benim Hakkım”

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 7 Nisan 1948 yılında resmi çalışma yaşamına başladı. 1948’de Birinci DSÖ Genel Kurul (Asamble) Toplantısında DSÖ’nün kuruluşunu kutlamak için bir Dünya Sağlık Günü oluşturulması çağrısında bulunuldu. Son yıllarda 7-14 Nisan tarihleri arası Sağlık Haftası olarak kutlanmaktadır.1950’den beri Dünya Sağlık Günü her yıl 7 Nisan‘da farklı bir tema ile kutlanmaktadır. Her tema DSÖ’nün güncel öncelikli alanını yansıtır.

Dünya Sağlık Günü“, 7 Nisan’ın çok ötesine taşarak; süregelen, uzun erimli bir sağlık hakkı savunuculuğu programları başlatmıştır.

Dünya Sağlık Günü, temel halk sağlığı sorunlarına odaklanmak için dünya çapında bir fırsattır. Türkiye’nin de üyesi bulunduğu DSÖ Avrupa Bölgesi, üye devletlerden ve seçilen tema konularında etkinlikleri ve çözümlemeleri (analizleri) vurgulayarak katkıda bulunur ve DSÖ Ülke Ofisleri, politika yapıcılar ve öbür paydaşlar arasında, saptanan temaya (Benim Sağlığım-Benim Hakkım) dikkat çekmek ve tartışmayı teşvik etmek için özel etkinlikler düzenler.

7 Nisan 2024 Pazar günü, Dünya Sağlık Günü olarak “Benim Sağlığım, Benim Hakkım” teması çerçevesinde kutlanıyor. Bu gün herkesin, her yerde, nitelikli sağlık hizmetlerine, eğitime, bilgiye, güvenli içme suyuna, temiz havaya, iyi beslenmeye erişim hakkını savunuyor. Uygun barınma, insana yakışır çalışma ve çevre koşulları ve ayrımcılıkla karşılaşmama… temel sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanamamayı ortaya koyuyor.

2024 Dünya Sağlık Günü

Dünya çapında milyarlarca insanın sağlık hakkı giderek daha çok tehdit altına giriyor.
Hastalıklar ve afetler ölüm ve engellilik nedenleri arasında büyük yer tutuyor.
Çatışmalar yaşamları çökertiyor; ölüme, acıya, açlığa ve psikolojik bunalımlara neden oluyor.
Fosil yakıtlar hem iklim faciasını (Climate Disaster!) tetikliyor hem de temiz hava soluma hakkımızı elimizden alıyor; iç ve dış hava kirliliği her 5 saniyede bir can alıyor!

DSÖ’nün “Herkes İçin Sağlık Ekonomisi Konseyi”, en az 140 ülkenin sağlığı anayasalarında bir insan hakkı olarak tanıdığını belirledi. Ancak çoğu ülke, halklarının sağlık hizmetlerine erişim hakkını güvence altına alacak yasaları çıkarmıyor ve uygulamaya koymuyor. Bu, 2021 yılında en az 4,5 milyar insanın, yani dünya nüfusunun yarısından çoğunun temel sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanamadığı gerçeğini destekliyor.

DSÖ Avrupa Bölgesi’nde ve dünya genelinde milyonlarca kişinin sağlık hakkı
giderek daha fazla tehdit altında!

Hastalıklar ve afetler ölüm ve engellilik nedenleri arasında büyük yer tutuyor.
Çatışmalar yaşamları mahvediyor; ölüme, acıya, açlığa ve psikolojik bunalımlara neden oluyor.

DSÖ Avrupa Bölge Ofisi boşlukları ve zorlukları ele almak, sağlık sistemlerini güçlendirmek ve başarıların üzerine inşa etmek için Türkiye’nin de içinde yer aldığı 53 üye devleti desteklemek için çalışıyor. DSÖ’nün Herkes için Sağlık vizyonunu Bölgedeki yaklaşık 1 milyar insan için somut eyleme dönüştürüyor.

Kamu (Halk) için iletiler…

– Sağlık haklarınızı bilin. Şunları yapma hakkına sahipsiniz:

  • Hiçbir ayrım gözetmeksizin güvenli ve nitelikli sağlık bakımı.
  • Sağlık bilgilerinizin korunması ve gizliliği.
  • Sağaltım (Tedavi) hakkında bilgi edinme ve aydınlatılmış onam (rıza) verme.
  • Maddi ve manevi varlığınızın bütünlük ve özerkliği.

Kendi sağlığınız hakkında kararlar alın..

Temel bir insan hakkı olan sağlık hakkınızı koruyun.

Herkesin, gerek duyduğu sağlık hizmetlerine, parasal sıkıntı yaşamadan, gerek duyduğu yer ve zamanda ulaşabilmesi gerekiyor. Sağlık hizmetlerine erişemiyorsanız, bu kabul edilemez.

İşte harekete geçmenin kimi yolları                    :

  • Savunuculuk-siyasal önderlere çağrıda bulunun, eylem isteyen sağlık topluluklarına katılın, dilekçelere ve tartışmalara katılıp katkı verin.
  • Neyin değişmesi gerektiği ve nasıl değişmesi gerektiği konusunda uzlaşmaya varmak için topluluğunuzu (örneğin iş yerinde, ibadethanelerde vb. yerlerde) örgütleyin.

Sağlık hakkını, daha geniş insan haklarımızın temel direği olarak savunun.

Sağlık hakkımıza saygı duymak, güvenli içme suyuna, temiz havaya, iyi beslenmeye,
nitelikli barınmaya, insan onuruna yakışır sağlıklı – güvenilir çalışma koşullarına ve şiddet ve ayrımcılığa sunuk (maruz) kalmama haklarımıza saygı duymak anlamına gelir.

En iyi sağlığı erişmek bir önceliktir.

Sağlıkla ilgili karar alma süreçlerine katılın. Nasıl katılacağınıza ilişkin örnekler :

Belediye toplantıları ve vatandaş meclisleri, odak grupları ve danışma toplantıları, sağlık konseyleri, yönlendirme kümeleri (grupları) ve inceleme kurulları vb. kuruluşlarda kararlara katkı vermek.

Dünya Sağlık Örgütü’nün kuruluşu, işleyişi, örgüt yapısı, Türkiye temsilciliği kısa tarihçesi hakkında ayrıntılı bilgiye www.healthworldnews.net/tarihce” erişkesiyle (linkiyle) ulaşabilirsiniz.

Kaynak: DSÖ Merkez ve Avrupa Bölge Ofisi, Cenevre, Kopenhag, 7 Nisan 2024
Haber : Bekir Metin, Ankara, 7 Nisan 2024

JİNGOİZM, IRKÇILIK, SALDIRGAN MİLLİYETÇİLİK ve ATATATÜRKÇÜLÜK

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Jingoizm terimi, başta İngiltere olmak üzere, sömürgeci Batılı ülkelerin, Siyahi Afrika, Amerika, Uzak Doğu Asya, örneğin Hindistan… gibi ülkelere sözüm ona bilim(!) ve uygarlık(!) götürmek, o ülke halklarını çağdaş dünyaya eklemlemek(!) gibi son derece insancıl(!) amaçlarla işgal etmek, o halklar ve devletler üzerinde siyasal ve askersel egemenlik kurarak onların ulusal kaynaklarını kolaylıkla sömürebilme temeline dayanıyordu.

18. ve 19. yy’da İngiltere, yeryuvarlağında üzerinde hiç güneş batmayan bir imparatorluktu. Şimdiki ABD bile 1776 yılına dek İngiliz Devleti’nin sömürgesiydi.

18. yy’ın önemli bir politika adamı ve düşünürü olan Randholph ChurhillRULE BRITANIA!!!” yani “HÜKMET İNGİLTERE!!!” diyerek İngilizlerin küresel egemenliğini haykırıyordu. Bu dönemler İngilizlerin dünyaya meydan okuduğu zaman dilimiydi.
İngiliz devletinin o yıllardaki sömürgeci ve işgalci tutum ve davranışları da JİNGOİST olarak tanımlanıyordu.

JİNGOİZM, bir ülkenin, kendince; kendi ulusal dış ve iç çıkarları ya da vazgeçilmezleri konusunda ırkçı , aşırı ve saldırgan milliyetçi bir tutum takınarak, başta tehdit ve savaş seçenekleri olmak üzere, başka azınlıkları, halkları ve ulusları zor kullanarak kendi egemenliği altına alma ve onlara sürekli buyurma ya da zorla boyun eğdirme siyasetine dayanır.

Jingoizmin dıs politikaya dayalı görünümü, başka uluslara karşı aşırı militarizme ya da savaşa dayalı tehdit, iç politikadaki görünümü ise etnik ve dinsel azınlık ya da farklılıklara karşı onları yok sayma, basķı altında tutma ve polisiye önlemlerle, zorla sindirme ve yok etme olarak karşımıza çıkar.

Örneğin 1930 ve 40’lı yılardaki Faşist Mussolini İtalya’sı ve Hitler’in Nazi Almanya’sının saldırgan iç ve dış politikaları Jingoizmin tipik örnekleridir. Nazi Almanya’nın siyasal yönetimine göre, Alman ulusunun yaşadığı bütün sorunlarının temelinde Yahudi ırkı vardır. Yahudi nüfus, Hitler Almanya’sına göre, Alman ırkının saflığı ve ekonomisi için büyük tehdit ve başka devletlerin de yurt içindeki işbirlikçisi konumundadır. O nedenle de yok edilmelidir….

Jingoist, ırkçı ve saldırgan milliyetçi yaklaşımların önce dış, sonra da iç politika açılarından temel sakıncaları şöyle özetlenebilir :

A- Jingoizmin Dış Politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Barışçı, diplomatik seçenekler yerine sürekli tehdit savaş seçeneğini ilk sıraya alma.
Başka ülke ve uluslara karşı saldırgan ve aşağılayıcı bir dil kullanma…

2- Barış ve uzlaşma seçeneği yerine fetih, işgal ve başka uluslardan toprak kazanma ve onlara hükmetme gibi saldırgan emel ve istekler taşıma.

3- Saldırgan ırkçı ve işgalci seçenekler nedeniyle uluslararası istikrarın tehlikeye girmesi,
küresel kamplaşma, kutuplaşma ve düşmanca tutum ve davranışların barış iklimini zehirlemesi. Halkların ekonomik ve toplumsal gönenç (refah) artışlarına kaynak aktarmak yerine,
militarist silah harcamalarının artışı…

4- Ortaya çıkan savaşlar nedeniyle, can yitiklerinin, ölümlerin ve engelli kalan insanların artışı. Ekonomik yıkım ve çöküşe zemin hazırlama. Savaş ve tehditlere dayalı iç ve dış göçlerin, istikrarı bozar biçimde hızlanması…

5- Savaşlar, tutsaklar ve ekonomik yıkımlar nedeniyle hukukun, insan haklarının askıya alınması. Tutsaklara, azınlıklara ve yabancılara kötü işlem (muamele). Kadınlar ve çocukların derin yoksulluğa (sefalete) sürüklenmesi.

6- Aşırı kibir ve kof gurur, başka uluslara karşı kin ve geçmişin abartılı olarak yüceltilmesi ve kutsanmasına dayalı olarak tarihsel olaylara takılıp, sürekli geçmiş düşlemi (hayali) ve özlemi ile yaşamak. Başka ulus ve ülkelere hep tepeden bakmak, onların ırkçı duygularını diri tutarak kendine düşman yaratıp bunları dış ve iç politikada kullanmak. İç ve dış düşman üretemezseniz toplum ve devlet için “beka” sorunu üretemez siyasal tabanınızı kendinize inandıramazsınız.

B- Jingoizmin İç politikadaki Başlıca Sakıncaları

1- Jingoizm, iç toplumsal yapıda, çoğunluk lehine olarak, ırkçılığa, saldırgan milliyetciliğe, bağnaz ve dinbaz yobazlığa bürünerek çoğulcu toplumsal yapıdaki kültürel fay hatlarını derinleştirebilir. Ayrıştırmayı, kutuplaştırmayı, mikro milliyetçilik ve azınlık ırkçılığını harekete geçirebilir. Toplumsal dayanışma, barış ve kardeşlik duygularını tuzla buz edebilir.

2- Jingoizm, sosyolojik olarak, tarihsel ve kültürel uzlaşmacı ve barışçı kültür bağlarını çözebilir. Empati (duygudaşlık), hoşgörü ve farklılıklarla birlikte yaşama kültürünü ırklar, inançlar, dinler ve mezhepler arasında tarihsel ve kültürel olarak oluşan barışçı ve uzlaşmacı ortak (kollektif) bilince zarar verebilir.

3- İç yapıdaki, bilimsel, eğitsel, yönetsel, ekonomik, hukuksal, sosyal, kültürel adaletsizlikleri, yanlışları ve ayrımcılıkları gizlemek için Jingoizmi yani ırkçı ve saldırgan milliyetçilik söylemlerini ve toplum vicdanındaki ilahi ve yüce dinsel ırkçılık ya da şövenizmi bir örtü aracı yaparak siyasal iktidarın başarısızlıklarını halkın gözünden ve algısından gizlemek. Siyasal olarak en çok gözlenen durum da budur. Irkçı ve dinbaz, hamasi söylemlerle yoksulluğu, hukuksuzluğu, yolsuzluğu ve başarısızlığı halkın gözünden kaçırmak.

SONUÇ

Ulusumuzun kurtarıcısı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin kurucusu, Ülkemizi ve toplumumuzu evrensel ve çağdaş bir uygarlığa hazırlayan büyük devrimlerin mimarı ve yaşama aktarıcısı büyük insan, Ulu Önderimiz M.K. Atatürk:

a “Yurtta barış ve dünyada barış” diyerek hiçbir zaman saldırgan iç ve dış politika izlememiştir. Toplumsal farklılıklar arasında düşmanlık ve fay hatları oluşturmaktan uzak durmuştur. Bunun hep tersini, yapmış, her zaman birleştiriciliği yeğlemiştir.

Başka uluslara karşı yaptığı ve kazandığı savaşlar bir saldırı ve sömürge kurma, başka halklar ve uluslar üzerinde bir egemenlik kurma savaşı değildir. Tersine bir öz savunma ve yaşamsal olarak, Türk toplumunun var olabilme savaşıdır. Yaşadığı dönemde, imzalanmış olan Lozan Andlaşması (24 Temmuz 1923) ve organize ettiği Balkan ve Sadabat Paktları nedeniyle Ortadoğu ve Balkanları bir barış iklimine çevirmiştir.

b- M. Kemal Atatürk, emperyalistlere karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı nedeniyle, emepryalist güçlerin yenilmezliğine son vermiştir. Mazlum ve mağdur olup özgürlük ve bağımsızlık bekleyen uluslara yol gösterici ve umut verici bir örnek önder olmuştur.

c- Atatürkçülük bir Çağdaşlama devrimidir. Bütüncül (topyekun) toplumsal değişim hareketidir. Özgür aklın, deneysel ve eleştirel bilimin verilerini kullanarak Türk Toplumunu siyasal, eğitimsel, ekonomik, hukuksal, ekinsel (kültürel), sanatsal, düşünsel ve davranışsal… her alanda a’dan z’ye evrensel ve çağdaş bir yapıya taşımaktır.

d- Atatürk Milliyetçiliği ırkçı ya da saldırgan, başka ulus ve toplumlara karşı düşmanca duyuşlar (hisler) ve eylemler taşımaz. Saldırganlık ve düşmanlık O’nun karakterine terstir. Atatürk‘e göre “Milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.”

Atatürk milliyetçiliği tam bağımsızlığı, sömürü karşıtlığını, başta ekonomi ve teknoloji olmak üzere her alanda toplumun ekonomok gönencini (refahını), sağlık düzeyini, bilgi ve kültür konumunu çağdaş bir düzeye çıkarmak demektir.

e- Atatürk, Türkiye toplumunu ümmetten millete, hanedan fermanlarıyla yönetimden anayasal düzenle yapılanan ve ulusal istençle (milli iradeyle) biçimlenen eşitlikçi hukuk devletine; bireylerini de müritlikten yurttaşlığa terfi ettirmiş; fikri, irfanı ve vicdanı özgür bireylerden oluşan bir ulus kurmak istemiştir

  • Türkiye’nin geleceği ırkçlıkta, saldırgan milliyetçilikte, din, mezhep.. vb. ayrımcılıkta, azınlık ve etnik kümelere karşı ötekileştirmeler ya da mikro milliyetçilikte değildir.

Tersine, her konuda, hukuk ve adalet ilkelerine uygun olarak uzlaşmada ve birleştiriciliktedir.

  • Atatürk, Türkiye’nin ezeli ve ebedi birlik iskeleti ve o iskeletin çözülmez bağ dokusudur,  çimentosudur. Bu doku asla çözülmemeli ve çözdürülmemelidir.

Ayrıca demokratik ve laik Cumhuriyetin temel yapısını, hukukun üstünlüğünü, çoğulcu ve
çağdaş demokratik düzeni özde benimsemeyenler ve içine sindiremeyenler asla gerçek Atatürk milliyetçisi ve Atatürkçü olamazlar.

Hiçbir kişi ya da kurum, Türk Toplumunu Atatürkçü bir rotadan çıkaramayacaktır.

Bu uygarlık kervanı kesintisiz yürüyecek ve sonal (final) hedefine mutlaka ulaşacaktır.

Atatürk sevgisi ve Atatürkçü yol bu halkın hem beynine ve hem de gönlüne silinemez biçimde kazılmıştır. Gereklerini yapmak koşuluyla kötümser olmaya gerek yoktur.

Hukuk ve sistem gözüyle 31 Mart

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu 

Siyaset, 04.04.2024, BİRGÜN

Demokrasi + hukuk + özgürlük için oy, karanlık üçlüye karşı oy demek.

Hukuk, haysiyet ve ahlak dışı cepheleri, çil yavruları gibi dağıtarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde fetret dönemi açan PBDBY ayracını kapatma umudu için 31 Mart oyu çok değerli.”
(BirGün, 29 Mart).
***
Ne mutlu! En başta, “Çin Ordusu ve çil yavruları” metaforunu ödünç aldığım CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ve kişiliğinde Parti’nin bütün emekçilerini, adaylarına oy veren seçmenleri kutluyorum.

Nereden nereye? CHP’nin, Ekim 1979 Senato kısmi seçimlerinde 1977 genel seçimlerine göre %15 oy yitirmesi üzerine Başbakan B. Ecevit’in, ‘halkın ciddi uyarısı’ gerekçesi ile istifası, Hükümeti değiştirdi.

AKP’nin 2023 genel çifte seçimlerine göre 2024 yerel seçimlerinde uğradığı oy yitiği daha yüksek.

Parlamenter rejim kaldırılmasa ve demokrasiye inanan bir başbakan bulunsa idi, “halkın güvensizliğinedeniyle istifa ederdi.

Ama bugün, ne hükümet var ne de demokratik inanç!

  • Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.”

Tarihimizde ilk olan bu anayasal düzenleme, “tarafsız” CB’nin, “Parti Genel başkanı” olmasına kapalı.

Haziran 2015 seçimlerinde ilk kez azınlığa düşen AKP, 2024’te 2. Parti konumuna geçti.
Resmen ‘yerel’ olsa da, ulusal ölçekte plebisite çevirmek için Erdoğan, seçimleri,
CHP’ye karşı Devleti seferber ederek yürüttü.

  • ‘Çin ordusu’ gibi Anadolu işgaline yönlendirilen merkezi güçler,
    halkın oyu ile ‘çil yavruları’ gibi dağıtıldı.

Bu nedenle seçimleri yitiren, “hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik” simgesi Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBBDY) oldu.

PBDBY, Anayasa ve din, toplum ve ülke tahribatı için kullanıldı:

  • Anayasa ve din, AKP tarafından tepeden dayatıldı.
  • Din, ticarileştirilerek ve siyasete alet edilerek iktidar ve rant aracı haline getirildi:

Ortaöğretimi imamhatipleştirirken, laik okul ders programlanın dincileştirmesi, onbinlerce cami inşaatından devasa Diyanet bütçesine, cemaat ve tarikatların Devlet içinde palazlanmasına dek, siyasal  İslam” harekatı hiç hız kesmedi.

Anayasa da öyle…

  • Nasıl oluyor da, Anayasa’yı sürekli ihlal eden AKP,
    Anayasa değişikliği veya yeni anayasa isteyebiliyor?

Yanıt, şu dörtlüde:
– Anayasasızlaştırma,
– anayasal dezenformasyon,
– yalancı anayasacılık ve
– ‘Cumhuriyet’in askıya alınması’ olarak fetret dönemi.

Son on yılda bütün değerler gibi anayasal kural, kurum ve ilkeler de dejenere edildi (yozlaştırıldı).

Toplum ve ülke bakımından kıyım ve kırım koşutluğu da açık.

Ülke kaynaklarını yerli ve yabancı işbirliklerine peş keş çeken AKP,
eski ortağı ile hesaplaşma bahanesi ile
toplu kıyımla mağdur ettiği kitlelere “ağaç kabuğu” reva gördü.

Kültürel, doğal ve toplumsal değer ve kazanımlar, hukuk dışı kıyım ve kırım araçlarıyla zedelendi.

Özetle, hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik, yoksullaşTIRma etkeni oldu.

Hükümetler ötesi değil yalnızca, devletler ötesi (Osmanlı ve Cumhuriyet) kazanımlar olarak Bakanlar Kurulu tasfiyesi bile, kurumsal bir yıkım.
Özerk kurul ve kurumlar bir yana, devletin bütün “ortak bellek düzenekleri” silindi.

Haliyle 31 Mart, hukuk, demokrasi ve akıl dışı gidişata son vermek için halkın iradesini dışa vurduğu büyük bir tarih.

Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde çok partili rejim getiren CHP,
son çeyreğinde AKP’nin, Cumhuriyeti tasfiye için kapatmak istediği
siyasal münavebe yolunu yine  açan Parti oldu.

  • Özetle, PBDBY tasfiye edilmeden, anayasal düzen ve demokratik siyasal sistem kurulamaz.

Bunun yol ve yöntemleri ayrı bir yazı konusu.
Bugünü, yine ‘hukuksuzluk + sistemsizlik + keyfilik’ ürünü olan üçlü katliam ile noktalayalım:

  1. Hukuk (C. Atalay) : AYM kararının uygulanmaması.
  2. Demokrasi (A. Zeydan) : Mazbatanın seçimi yitirene verilmesi.
  3. Emekçi (29 cana mezar olan yangın : Düşünce suçu yaratmak için niyet okuyan
    kamu güçlerinin, yaşam alanı olan yapılaşmalara hukuku uygulamamaları.
    ================================
    Yazarın Son Yazıları

Epidemiology of Respiratory Transmitted Diseases

Dear Phase 2 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

We’ll conduct a 2 hours lecture face to face for Phase 2 Students of Atılım Univ.
Medical School
with a title / topic of

Epidemiology of Respiratory Transmitted Diseases

Here are the 66 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF, 3.7 MB)

Epidemiology_of_Resp._Transmitted_Infections

A few tips to be kept in mind                                  :

  • Many leading causes of death receive little mainstream attention. If news reports reflected what children died from, they would say that around 1,400 young children die from diarrheal diseases, 1,000 die from malaria, and 1,900 from respiratory infections – every day.
  • Acute respiratory tract infections are the most common illnesses in all individuals,
    regardless of age or gender.ØEpidemiologic surveys and community-based studies conducted since the beginning of the 20th century have determined the rates of illness and the pathogens involved in such infections.
  • Acute respiratory tract infections (ARI) are the main cause of morbidity and mortality among children aged <5 years in the developing world.
  • Respiratory viruses are spread via three different transmission routes: contact, droplet, and aerosol transmission.
  • Respiratory viruses can be transmitted via 4 major modes of transmission:
    Direct (physical) contact, indirect contact (fomite), (large) droplets and (fine) aerosols.

***
As considering fight against Covid-19 pandemic, as a basicly respiratory transmitted infection, current content of slides, no doubt should be of valuable and important for all users.

With respect and love. 04 April 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BA, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
LLM in Health Law
BA in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

TÜRKİYE KIRMIZIYA BOYANIRKEN

Zeki Sarıhan

31 Mart 2024 yerel seçimlerinin daha ilk sonuçları yayımlanmaya başlandığında ülkemizin kırmızıya boyanmakta olduğu anlaşıldı ve bu durum Türkiye’nin devrimcileri, demokratları, hatta liberalleri tarafından büyük bir sevinçle karşılandı.

Her seçim sonucunda kalemine güvenenler tarafından yorumlar yayımlanması doğaldır. Halkımızın geleceği ile ilgili kaygıları, tasarıları bulunan herkes gibi ben de bunu yapıyorum. Şimdi, çiçekli 1 Nisan sabahında bunları özetlemenin bir sorumluluk olduğu kanısındayım.

  1. 1977’den beri girdiği bütün seçimlerde birinci olamayan ve bu durum varına yoğuna başına kakılan CHP, bu seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Bu CHP’ye olduğu ölçüde,
    çeşitli renkler taşıyan devrimci ve demokratlara büyük bir moral üstünlük kazandırdı.
  2. 31 Mart seçimleri, Türkiye’nin siyasal yazgısının değişmeyeceği önyargısını yıktı.
    Türkiye’nin önüne güçlü bir seçenek koydu.
  3. Gelecekten umudunu kesmiş kimi tuzu kuruların sözde “CHP’ye bir ders vermek için”
    sandık başına gitmemelerinin ne denli yanlış olduğunu kanıtladı. Halk onları utandırdı.
  4. 2019’da yineletilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri, sonun başlangıcı olduğunu gösteriyordu. Daha 6 Haziran 2014’te “AKP’nin Yükselişi ve Düşüşü” başlıklı yazımda bu gerilemeyi belirtmiştim. Ancak, “hop” demekle ağaca çıkılmıyor. “Vakit erişmeyince” niyetler gerçekleşmiyor.
  5. AKP ve MHP ortaklığının geri dönülmez biçimde güç yitirmesinin başta gelen nedeninin
    yaşam pahalılığı, işsizlik olduğu ölçüde, partizanlık, adaletsizlik, kibir ve gericileşTİRme olduğunu hesaba katmak gerekir.
  6. İktidarın ülkeyi şeriatçı bir Ortadoğu ülkesi yapmak için tarikatçıları iktidarına ortak etmesi, eğitim sistemini bilimsellikten uzaklaştırması, Hazineyi şeriatçı kimi kuruluşların hizmetine vermek için uyguladığı politikalar, bu seçim sonuçlarından anlaşıldığı üzere geri tepmiştir. Laikliğin güvencesinin devlet değil, halk olduğu yolundaki saptamalarımız doğrulanmıştır.
  7. CHP, Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ve Özgür Özel yönetiminde ilerletilen bir kabuk değişimine uğramaktadır. O artık, “Tek Parti dönemi”nin, yani halkla ilişkisi zayıf bir bürokrat-burjuva partisi olmaktan çıkma yolundadır. 31 Mart 2024 seçim utkusu nedeniyle Genel Başkan Özgür Özel’in belirttiği gibi, CHP artık, diktatörlüğe son vermek isteyen “demokratların” partisidir.
  8. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kurulan “Millet İttifakı” tepede dağılmış olmakla birlikte, halk arasında muhalefetin güçlerini birleştirmesi gerektiği gibi bir anlayışın güçlenmesine neden olmuştur. Nitekim İttifakı dağıtan önderler hemen hiçbir varlık gösteremedikleri halde, Özgür Özel’in “Türkiye İttifakı” dediği kümelenme, ana muhalefet partisinde gerçekleşmiştir.
  9. Sosyalist sol, eskiden olduğu gibi hala parçalı durumdadır. Bu seçimlerde küçük kimi yerlerde görünmelerine karşılık, dişe dokunur bir varlık gösterememiştir. Dünyanın gericilik dönemi yaşadığı bu koşullarda, bunda yadırganacak bir yan da yoktur. Ancak “komünist”ler
    birer öcü sayılmaktan çıkmışlar, seçim pusulalarında yerlerini almaya başlamışlardır.
  10. AKP iktidarının Kürt devrimci ve demokratlarını “terörist” ilan ederek düşmanlaştırmasını, bunların ülkeyi böleceklerini ileri sürerek halkı kendi çevresinde toplama politikasının da
    artık kullanım süresinin bittiği görülmektedir. Partileri hakkında kapatma davası açıldığı, kazandıkları belediyeler “kayyım”la ellerinden alındığı, belli başlı siyasetçilerinin hapishanelerde rehin tutulduğu bu siyaset, kaya gibi yerinde durduğunu göstermiştir.
    Bu parti seçmenlerinin, parti yönetiminin de telkiniyle olsa gerek, kendi adaylarının seçime girdiği İstanbul, İzmir gibi yerlerde AKP karşısında baraj olacak CHP’ye oy vermeleri de
    akıllı bir siyasetin ürünüdür.
  11. Bu seçim sonuçlarının iktidar blokunda yaratacağı etki de önemsiz değildir.
    AKP’nin burnu kırılmıştır.
    Bundan sonra halkın içine destursuz bağa girer gibi giremeyecektir.
    Ordu, bürokrasi, adliye, eğitim, kendi yandaşlarını iyice palazlandırdığı iş dünyasının büyük bölümünü elinde tutuyorsa da, halkın çoğunluğu artık onun elinde değildir.
    Devlet ile halk artık aynı çizgide bulunmuyor.
    Türkiye ikili bir iktidar dönemine girmiştir.
    Önümüzdeki süreçte, Devletin (AKP ve MHP’nin) halkı kazanacağı beklenemez.
    Aksine demokrasi güçleri devleti kazanacaklarıdır.
  12. Utanması gerekenler : Hangi partiden olursa olsun, bu seçime girip de yitirenlerin hiçbiri utanılacak bir şey yapmamıştır. Bu demokratik bir yarışın gereğidir.
    Ancak utanması gereken kişiler de vardır.
    Devletin yansız olması gereken televizyonunu (TRT) iktidar partisinin borazanı durumuna getirenler bundan utanç duymalıdırlar.
    Eski seçim yasalarında oldukça mantıklı olarak seçimle ilgili üç Bakanın (Adalet, Ulaştırma ve İçişleri Bakanları) seçimden bir süre önce istifa edip yerlerine partisiz Bakanlar getiriliyordu.
    Bu uygulamayı kaldırdılar, ama gene de bu Bakanların, AKP adayına oy istemek için yollara düşüp “kapı kapı” gezmeleri hiç yakışık almadı. Bu üç Bakan, kendilerine biraz güven varsa da bunu yitirmişlerdir. Pişman olmaları beklenir.
  13. Seçimlerde oyların gizli verilmesi çok yerinde (AS: zorunlu!) bir uygulama olmakla birlikte, isteyenlerin gerek seçimden önce, gerek seçimden sonra oylarını açıklamaları da bir haktır. Bunun gereği olarak ben de epey bir süredir oy verdiğim kişi ve partileri açıklıyorum.
    Bu seçimde oturduğum Ankara-Çankaya’ya bağlı Koru Mahallesinde yeniden aday olan
    CHP’li Türkân Yezer’e oy verdim. Kendisinden başka aday da yoktu. Çankaya’da ve Ankara Büyükşehir’de CHP’nin adaylarına oy verdim. Oy verdiğim herkes açık farkla kazandı!
  14. Seçimlerde bir kulağım Beyceli köyündedir. Çok ilginçtir ki, burada da CHP’li bir aday olan Şehzat Sarıhan kazanmış. Dikkat çeken husus, O’nun CHP’li olmasından çok Sarıhan sülalesine bağlı olmasıdır. Bu seçimde adaylığını koyanlardan olasılıkla başka CHP’liler de var. Sarıhanlar, tek parti döneminde köyün egemeni idiler ve muhtarlar da hep onlardan olurdu. İlk kez 1973’te bu durum değişti. Arada bu aileden olan İsmet Sarıhan muhtarlık yaptı. Şimdi muhtarlığın yeniden Sarıhan soyadını taşıyan birinin eline geçmesi, Türkiye’deki 31 Mart seçim sonuçlarına ve CHP’nin 1. parti olmasına benziyor.

    Diyeceğim, CHP hakkında Tek Parti’den kalan olumsuz izlenimin genç kuşaklarda silinmeye başladığını gösteriyor.

    Nitekim Beyceli’de AK Parti Ordu adayı seçilmiş olmakla birlikte, CHP’nin oyları da artmış. Geçenlerde yayımladığım bir yazıda CHP’nin 1. parti olamayışını Tek Parti döneminden kalan olumsuz anısına bağlayıp “Özgür Özel, Erdoğan’ı Yenebilir mi?” diye sormuştum.

    31 Mart 2024 Yerel Seçimleri, Özgür Özel’in kişiliğinde demokratik muhalefetin Erdoğan’ı yendiğinin kanıtıdır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 3 Nisan 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri, makamları gereği tarafsız kalması anayasal ve etik zorunluluk iken, yerel seçimde AKP’li adaylara destek veren Cumhurbaşkanı, Bakanlar ve komuta kademesine…


ÖNERİ

Belediyelerden 5 milyon liralık ihale alan AKP Aksaray Milletvekili, 10 bin TL aylık ile geçinme zorluğu yaşayan emeklilere simit – su satma gibi ek işler yapmalarını önerdi.

AKP bu denli akıllı, halden anlar adamları barındırdığı için iktidarda olsa gerek…

ASKER

Milli Savunma Bakanı, Gnkur. Bşk., KK Komutanı ve J. Gn. K. nın vali ziyareti görüntüsü ile AKP’li belediye başkan adaylarına destek verdikleri medyada yer aldı.

Bunlar, yansızlığı ve siyaset üstü olması zorunlu üst düzey makam sahipleri.

Atasözümüz ne güzel;

  • Mevki insana şeref vermez, insan bulunduğu mevkiyi şereflendirmelidir.

VACİP (ZORUNLU)

Cumhur İttifakı’nın dışındaki Yeniden Refah Partisi, Saadet ve sair adaylara oy vermek caiz değildir. Oy verenler mesuldür, günahkar olur ve azaba gider. Cumhur İttifakı’na vermek vaciptir (başka yol yoktur, zorunludur).”

Din adamı geçinen bu tür çıkarcı soytarılara inanmak vacip (zorunlu) midir?…

CAİZ

RTE bankaların promosyon vereceğini müjdeledi.
Diyanet, promosyonun “caiz olmadığına” ilişkin fetva verdi.
(AS: DİB’nın fetva verme yetkisi yok. Bu sözcüğü kullanmak kanımızca doğru değil.)

Anayasamıza göre T.C. laik bir devlet miydi?..

AKTRONOT

Milletin parasıyla uzaya giden astronot (AS: eski pilot!) Alper Gezeravcı, AKP’li adaylara destek toplantılarına götürülüyor.

Ucuzken “Fasulye kendini nimetten sayar” diye bir söz vardı…

TARİKATÇI

AKP Cumhurbaşkanı RTE, Yerel Seçimlere saatler kala, İsmailağa tarikatını ziyaret etti.

Siyasetinin merkez durağı…

BAŞARI

Perinçek, seçimde başarılı olduklarını ve dört ilde birer muhtarlık kazandıklarını açıkladı.

Kutlarım. Hayatının başarısı… (AS: Seçim yasasına göre partiler muhtar adayı gösteremiyor.)

KAYYUM

Van’da seçimi açık ara kazanan DEM Parti’li adayın terörle bağlantısı mazbataya dakikalar kala fark edilip yerine seçimi yitiren AKP’li kayyum atandı.

Durduk yerde sokak karıştı. Yasaklar kondu.

AKP’nin yeni, adil seçim yöntemi!..

Atatürk kazandı

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com
03 Nisan 2024, Cumhuriyet

 

  • 31 Mart 2024 seçiminin galibi Atatürk’tür.
  • Kaybedenler, her türden, her çeşit, Atatürk düşmanlarıdır.

Anıtlarına saldıranlar, annesine küfredenler, şeriatçılar, hilafetçiler, cemaatçiler, Cumhuriyet düşmanları, kadın düşmanları, hayvan düşmanları, mutluluk düşmanları, insanlık düşmanları, yaşamak düşmanları, özgürlük düşmanları, despotluğa uşaklık edenler, Atatürkçü meslek büyükleri hapiste çürümekteyken ağızlarını açmayanlar, aydınlar ortaçağ hukuksuzluğuyla zindanda tutulmaktayken suskun kalan korkak ve kimliksiz okuryazar takımı, hukukçuluk cüppesini despotun ayakları altına seren çakma hukukçular, üniversite kürsülerini binlerce yıl öncelerde çürütülmüş safsatalarla alçaltanlar,

“Keşke Yunan kazansaydı” diyen hainler ve günümüzdeki suç ortakları, ellerine fırsat geçecek olsa kadınları meydanlarda taşlayarak linç edip, hasımlarının kafalarını keserek Türkiye’yi günümüz Afganistan’ından beter duruma getirmeye can atan ruh hastaları, cellat ruhlu potansiyel katil sürüsü, bilim ve bilgi düşmanları, rantçılar, vatan satıcıları,

  • yurttaşı bir dilim ekmeğe, bir bardak çaya hasret bırakanlar,

tavşan yürekliler, kötülük senaryosu üreticileri, oy vermeye gitmeyip düşmanın ekmeğine yağ sürenler, özetle her türlü ve her çeşit kötülük, pislik, alçaklık, gerilik ve gericilik kaybetti.

  • Kazanan tek sözlükle Atatürk’tür.

Açacak olursak çağdaşlık, özgürlük, gelecek ümidi, yaşama sevinci.

31 Mart gecesi izlenimlerimi kısaca özetleyecek olursam:

Başarılı genç kaptan Özgür Özel’in konuşmasındaki “Demokratlar, sosyal demokratlar, milliyetçi demokratlar, Kürt demokratlar” vurgusunu önemli buluyorum. “Demokrat” kalarak, farklı olanın düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne saygı duyarak, ülke sevgisinde ve insan saygısında birleşerek her şeyi konuşup tartışabilmeliyiz. Bilime bağlılığın, çağdaşlığın, yurttaş ve insan olmanın gerekleri bunlardır.

Ekrem İmamoğlu’nun konuşmasındaki dünyaya, dünya ülkelerine, Türkiye’nin çağdaş dünyada sahip olması gereken yere ilişkin geniş ufuklu seslenişini önemsiyorum.

Mansur Yavaş’ın her zamanki dik duruşu ve kararlı sükûnetiyle rantçıları, emek hırsızlarını, vatan topraklarını yağmalayanları yerin dibine batırmasını alkışlıyorum.

Bu söylenenlerden çok özet olarak şu sonucu çıkarıyorum:

  • CHP bu süreçte artık salt CHP değil, sadece bir siyasal parti değil;
    henüz sürmekte olan bu karanlıktan bütünüyle çıkıncaya kadar toplumun öncüsüdür.

Ona oy veren vermeyen herkesin partisidir.

Bu aşamada, yerel yönetimler yoluyla da olsa, yarım kalmış Cumhuriyet Devrimlerinin, özellikle ve başta eğitim alanında sürdürülmesini sağlayacak olan partidir.

  • Emek hırsızlarına ve Aydınlanma düşmanlarına karşı Cumhuriyetin değerlerini söylemde ve eylemde en ufak bir ödün vermeksizin savunup koruması gereken öncü örgüttür.

Aynı zamanda Türkiye’nin çağdaş yüzü olarak başta Batı’nınkiler olmak üzere bütün dünyada çağdaş, demokrat, sosyal demokrat siyasal ve kültürel kuruluşlarla sapasağlam birliktelikler gerçekleştirmesi gereken kuruluştur.

Bunlar için de CHP örgütünün en yukarıdan başlayarak bütün yöneticilerinin, ülkenin küçümsenemeyecek bilim kültür sanat çevreleriyle dirsek ve akıl temasında, var olan bilgi birikimleriyle yetinmeyerek, her alanda kendilerini yenileme ve sonsuzca öğrenme tutkusuyla dolup taşmaları gerekiyor. Burada da örnek yine Atatürk’tür…
***
Yenilene, yenilenlere gelince… Belki de yazar-şair kimliğimle simgeleri önemserim.
Simgeler gerçeğin derin ve çarpıcı anlatım araçlarıdır.
O gece yenilginin simgesi;

  • Bir korkuluğa geçirilmiş gibi duran kara bir palto,
    içteki paniği dışa vuran yüz kasları ve içe dönük bakışlar,
    üzerlerine kara bir örtü atılmışçasına sönük bir ışık altında zorla bir araya getirilmiş
    ve her an dağılmaya hazırmış gibi duran neşesiz ve isteksiz bir küçük topluluktu.

***
31 Mart seçim sonuçları yitirenler için son ya da sonun başlangıcı olabilir.

Fakat bunun böyle olması, kazananların, bu sonucun bir son değil, kendilerine çok büyük sorumluluklar yükleyen bir başlangıç olduğunu anlamalarına ve bir an gecikmeksizin gerekeni yapmaya koyulmalarına bağlıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk kazandı3 Nisan 2024

ADAM KAZANAMADI

Suay Karaman

81 il, 973 ilçe ve 390 belde yöneticilerin belirlendiği 31 Mart 2024 yerel seçimleri ülkemize umut olacak biçimde sonuçlandı. Seçimin galibi (yengini) kesinlikle CHP’dir, ancak şeriatçı yapısıyla Yeniden Refah  Partisi’nin (YRP) çıkışı da önemlidir. Seçimi yitirenler başta AKP olmak üzere, MHP ve İYİ Parti’dir. Sonuç olarak seçimin yenileni tek adamlık heveslisi Tayyip Erdoğan’dır, yeneni ise oylarını CHP’de birleştiren yıllardır çile çeken halkımızdır.

Seçim sonuçlarına göre İYİ Parti ile Kemal Kılıçdaroğlu ve altılı masanın görünmez ortakları silinecektir. Yerel seçimde CHP’yi birinci parti yapan YRP ile MHP’nin aldığı oylar ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) ile yapılan gizli ittifaktır. Tüm çile çekenler ve acıları göğüsleyenler, 22 zorlu yılın sonunda ülkeyi bu duruma sokanlara “dur!” dedi.

Bu seçimdeki başarıyı salt CHP’nin başarısı olarak görmek, gelecek için büyük bir yanılgı olur. Çünkü halkın refah düzeyinin düşmesi ve geçim derdinde boğulması en büyük etkendir. Bunların yanında emeklileri ve yoksul kesimleri hor gören bir yaklaşım, ekonominin çökertilmesi, demokratik ve laik cumhuriyetimizin temellerinin aşındırılmaya ve bireysel özgürlük alanlarının daraltılmaya çalışılması da AKP’ye seçimi yitirten etkenlerdendir. AKP’nin Gazze’deki soykırıma karşı uygulamada hiçbir şey yapmaması ve tabanının istemine karşın İsrail’le ticareti kesmemesi de AKP’de oy yitiğine neden olmuştur. Toplum kendisine en yakın, en görünür protesto tercihini yaparak, birçok seçim çevresinde “Tayyip Erdoğan’a dur” diyeceği seçeneklere yöneldi ve CHP’yi 1. parti yaptı.

Hukuksuzluğun doruğa çıktığı, seçim yasaklarının çiğnendiği, maddi ve manevi olarak devletin tüm olanaklarının AKP için kullanıldığı 31 Mart yerel seçimlerinde saat 17.00 dolayında Tayyip Erdoğanın partililerine “sandıkları terk etmeyin” çağrısı yapması, işlerin iktidar açısından iyi gitmediğinin ilk işaretiydi. Sonucun yengi getirmeyeceğinin ayrımındaydılar. 

Bu seçim yenilgisinden sonra daha dikkatli olması gereken AKP, yeni anayasa yapımını gündeme getirecektir. Muhalefetten, özellikle DEM Parti’den ve CHP listelerinden seçilen transfer milletvekillerinden alacağı destekle isteğine ulaşabilecektir. Bu durumda gerginlik daha da tırmanacak ve istenmeyen olaylar meydana gelebilecektir.

Bu seçim yengisinden sonra CHP, zafer (utku) sarhoşluğuna düşmeden Atatürk’ün partisi olduğunu anımsayarak, Altı Ok’a sahip çıkmalı, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığına sarılmalıdır. Bu seçim yengisinin, sağa sarılarak kazanıldığı olgusu da yanlıştır; bunun üzerinde düşünülmeli ve Parti kendi ilkelerine bağlı kalmalıdır. Bu seçimlerde Tayyip Erdoğan’ın öne çıkması ve devlet olanaklarının kullanılması Türkiye’deki bütün illeri tetiklemiş ve bir dip dalgası ile halk tepkisini açıkça göstermiştir. Yıllardır kazanılamayan birçok yer kazanılırken, İzmir’deki oy oranının %48 olması da düşündürücüdür. CHP yöneticileri bunlardan çok iyi analizler yaparak, gerekli sonuçları çıkararak, öncelikle tüzüğünü demokratikleştirmeli, parti içi demokrasiyi sağlamalı, her alanda yargı denetiminde ön seçimi temel almalı ve hızla iktidara hazırlanmalıdır. 

  • Irk, din, mezhep, etnisite gibi ayrıştırıcı konuları gündeme getirmemelidir. 

Çok partili sisteme geçildiği günden beri ilk kez, Afyonkarahisar’da CHP belediye seçimini kent tarihinin ilk kadın adayıyla kazandı. Afyonkarahisar milletvekili Burcu Köksal, 6 Mart 2024’te “DEM Parti’yi belediyeye sokmayacağım dediği için linç edilmişti. Ekrem İmamoğlu partinin patronu gibi, Burcu Köksal için “ya kendine başka bir iş bulacak ya da başka parti bulacak” demişti. Özgür Özel de bu konuda geveleyip durmuştu. Burcu Köksal’ın belediye başkanı olması Ekrem İmamoğlu’na ve öbürlerine de bir şamar oldu. Bu söylemle gerçek Türk milliyetçilerinin oylarını aldı. Bakalım bunu anlayabilecekler mi?

CHP yerel seçimleri kazandı; esas savaşım (mücadele) şimdi başlıyor. Tüm başkanları kutluyor ve kibirden uzak kalarak, halka yakın sorun çözücü başarılı hizmetler bekliyoruz. Çok dikkatli ve bilinçli olmak zorundayız.

  • Ülkemizin emperyalizmin boyunduruğundan kurtarılarak,
    Ankara’dan yönetilmesi için emek harcamalıyız.

Eşsiz kurtarıcımız büyük Atatürk’ün dediği gibi,

  • “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”

diyerek savaşımımızı (mücadelemizi) kararlı biçimde sürdürmeliyiz.

Atatürk bize yolunu da göstermişti :

  • “Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.”

Azim ve Karar, 1 Nisan 2024

Biraz da sağlık konuşalım 

Prof. Dr. Ülkü Sarıtaş

İç Hastalıkları ve Mide-Bağırsak Hastalıkları Uzmanı

02 Nisan 2024, Cumhuriyet

Yerel seçimler, ekonomik kriz, dizginlenemeyen enflasyon derken sağlığı konuşmaya zaman kalmadı. Oysa sağlık bozulduğunda hiçbir şeyin önemi kalmaz. Mart ayı sağlık açısından toplumun dikkatini belli sağlık problemlerine (sorunlarına) çekmek ve farkındalık oluşturmak için önemli bir ay. 4 Mart Dünya obezite farkındalık günüydü. Ancak toplumun dikkatini çekmek için konu ne basında yeterince yer aldı ne de sağlık otoriteleri tarafından internet sayfalarındaki bilgilendirme dışında konuya toplumsal farkındalık oluşturacak eylemler yapıldı.

Önümüzdeki yüzyılın salgını olacak obezite başta kalp-damar hastalıkları olmak üzere çok sayıda başka hastalığa yol açmakta. Özellikle sosyoekonomik açıdan geri kalmış toplumlarda yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşamamak sonucu karbonhidrat ağırlıklı ve görece daha ucuz olan paketlenmiş ürünlerle beslenme, çocukluk çağından itibaren (başlayarak) obeziteye yol açmakta.

Mart ayı toplum sağlığı açısından önemli bir başka sağlık sorunu olan kalın bağırsak (kolon) kanseri farkındalık ayı. Kolon kanseri önlenebilir veya erken teşhis edilebilir ender kanserlerden biridir. Kolon kanseri olgularının %95’i kolon poliplerinden gelişir. Kolon poliplerinin kanser gelişmeden önce kalın bağırsağın endoskopik incelemesi olan “kolonoskopi” ile saptanıp endoskopik olarak çıkartılması ile kolon kanseri önlenebilir. Bu nedenle kolon kanseri için risk grubundaki (kümesindeki) hastalar (ailesinde kolon polibi veya kanseri olan bireyler, iltihabi bağırsak hastalığı olanlar, kendisinde kolon polibi olan veya kolon kanseri geçirmiş olan hastalar) ile 45 yaş üzerindeki bireyler kolon kanseri tarama testleri olan gaitada (dışkıda) gizli kan ve kolonoskopi ile belli aralıklarla izlenmelidir. Bu yıl kolon kanseri farkındalık ayı için tema, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından mavi renk olarak belirlendi. Bu amaçla İstanbul’da her üç Boğaz Köprüsü mavi renkte ışıklandırıldı. Ancak gündemin politik yoğunluğu nedeniyle toplumda farkındalık oluşturmak için konu daha çok tartışılamadı.

DESTEK YETERSİZ

Önemli ve görece sık görülen bir genetik anomali olan Down sendromu için de 21 Mart “Dünya Down Sendromu Farkındalık Günü”ydü. Down sendromu bireylerin fiziksel özellikleri ve zihinsel yeteneklerinde farklılık gösteren genetik bir durumdur. Milli Eğitim Bakanlığı ve Türkiye Down Sendromu Derneği tarafından özellikle okullarda farklı etkinliklerle kutlanan bu günde, Down sendromlu bireylerin yeterli eğitim ve destekle normal bireylere benzer biçimde bir yaşam sürebilecekleri vurgulanmaktadır.

EKONOMİNİN ETKİSİ

Son olarak Türkiye’nin mücadelede başarı kazandığı ve örnek ülke olduğu tüberküloz (verem hastalığı) için farkındalık oluşturmak ve gerekli önemleri almak için 24 Mart’ın Dünya Veremle Savaş Günü olduğunu belirtelim. Robert Koch tarafından verem hastalığının etkeni olan Mycobacterium tuberculosis basilinin 24 Mart 1882’de bulunmasına gönderme ile DSÖ önerisiyle 1996’dan beri 24 Mart günü, çeşitli etkinliklerle tüberküloz hastalığının sağlık, sosyal ve ekonomik yıkıcı sonuçlarına dikkat çekmek ve kamuoyunun hastalık hakkındaki farkındalığını artırmak için kutlanmakta.

Ülkemizde Cumhuriyetle birlikte sağlık alanında yapılan önemli atılımlardan biri olan “veremle savaş” ile verem hastalığı oldukça azalmıştır. Ancak COVID-19 pandemisi ile birlikte tüm dünyada olduğu gibi bizde de bir artış söz konusudur, özellikle son yıllarda ülkemizin denetimsiz göçmen akınına uğraması ve olguların önemli bir bölümünün bu kesimde saptanması, göçmen sorununun toplumsal ve ekonomik öbür sorunlar yanında sağlığa olumsuz etkilerine de dikkat çekmektedir.