Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Halil Çivi şiiri : HALK OZANI… HAKKIN SESİ

ŞİİR KÖŞESİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

HALK OZANI… HAKKIN SESİ

Toplumun kulağı gözü,
Halk ozanı, halkın sesi.
Ahlakın aydınlık yüzü,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Sözüne yergiyle başlar,
Padişahı bile taşlar,
Serkeşlik edeni haşlar,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Haram yemez, haram içmez,
Eğri – büğrü yola düşmez,
Doğru söylemekten şaşmaz,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Sözü haktır, özü paktır,
Alnı açık, yüzü aktır,
Erdem kitabı ahlaktır,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Sazın teliyle konuşur,
Vicdan yoluyla konuşur,
Halkın diliyle konuşur,
Halk ozanı halkın sessi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Harama dikmez gözünü,
Edeple yıkar yüzünü,
Hesaba çeker özünü,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
               Xxx
Çiğ laf etmez, gönül kırmaz,
Fitne bilmez, pusu kurmaz,
Şeytanlığa aklı ermez,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sessi.
               Xxx
Irkçılık, dinbazlık yapmaz,
Haktan başkasına tapmaz,
Haksızın elini öpmez,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Akıl dışı yola gitmez,
Kadın, erkek farkı gütmez,
Adil olanı terk etmez,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Halil Çivi der ki candır,
Özü, sözü bir insandır,
Halkıyla tek can olandır,
Halk ozanı, halkın sesi 
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx


17 Nisan 2024, Çiğli / İZMİR

Ortadoğu Krizi Türkiye’yi Nasıl Etkiler?

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

İsrail’in Filistin’e saldırıları sürerken Hamas’ı destekleyen İran’ı cezalandırmak amacıyla Şam’daki İran konsolosluğunu vurması ve buna karşılık İran’ın İsrail’e kitlesel hava saldırısı Ortadoğu’da yeni bir krizi tırmandırdı.

Asıl savaş İran’la ABD arasındadır. İran’ın Filistin’i, ABD’nin de İsrail’i kullandığı bir “vekalet savaşı” (Proxy war) yaşanmaktadır.

Bir yanda İsrail, ABD ve öbür Batı ülkeleri;
öte yanda İran ve Filistin’in bulunduğu bunalımın (krizin) ne denli tırmanacağı, ne denli süreceği, başka hangi ülkeleri kapsayacağı konusunda kestirim ve öngörüde bulunmak, bu dizelerin (satırların) yazıldığı tarihte (14 Nisan) çok zor. Olayların gelişimi yanların (tarafların) karşılıklı hangi adımları atacağına bağlı. Ancak senaryolar düşünülebilir. En tehlikeli senaryo ise ABD’nin bu bunalımı fırsata dönüştürerek, İran nükleer silah geliştirmeden bu ülkeye geniş çaplı bir ortak (kara – hava) harekatı yapmasıdır.

ABD’nin Ortadoğu’daki ulusal çalarları şunlardır :

  1. Petrolün uygun fiyatla ve kesintisiz olarak Batı pazarlarına akması,
  2. İsrail’in güvenliği,
  3. Tek bir devletin (özellikle ABD’ye düşman bir rejimin) bölgede baskın duruma gelmesinin önlenmesi. .

Özellikle, nükleer güce sahip bir İran, ABD’nin bu üç çıkarına da tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle İran 1979’dan bu yana ABD’nin hedefindedir. ABD bu son bunalımı fırsata çevirerek İran’a askeri bir girişimde bulunabilir.

ABD’nin İran’a yönelik olası askeri girişiminin hedefi rejimi değiştirerek kendisine yakın bir rejimi iş başına getirmek ve İran’ın nükleer silah üretim yeteneğini yok etmek olacaktır. Rejim değişikliği 1951’de İran Başbakanı Musaddık’a karşı yapıldığı gibi örtülü bir harekâtla ya da Irak’a ve Afganistan’a yapıldığı gibi geniş çaplı bir hava – kara harekâtı ile yapılabilir.

Ancak İran, ülkesinin ve nüfusunun büyüklüğü, ekonomik ve teknolojik düzeyi, askeri gücü, dinsel-siyasal örgütlenmesi ve devlet geleneği bakımlarından Irak ve Afganistan’dan çok farkıdır. Amerikan askeri girişimininim Irak ve Afganistan’da olduğundan çok daha büyük bir direnişle karşılaşması, savaşın uzayarak yıpratma savaşına dönüşmesi ve ABD’nin yenilerek çekilmesi olasılığı yüksektir. Böyle bir yenilgi, zaten çökmekte olan Amerikan imparatorluğunun sonu demek olacaktır.

Bu senaryodan en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.

Siyasal Etkiler

ABD’nin 1991 ve 2003’te Irak’a yaptığı gibi İran’a geniş çaplı bir kara ve hava harekatı yapması durumunda, ülkemizin coğrafyasından yararlanmak istemesi ve 2003’te olduğu gibi hava sahamızı, kimi üs ve limanlarımızı kullanma istemi gündeme gelebilir.

Türkiye ABD istemlerini karşılarsa, emperyalist bir ülkenin komşusuna saldırısını destekleyen bir ülke durumuna düşecek ve uzun yıllar sorunsuz olarak komşuluk yaptığımız İran ve Filistin halklarında kuşaklar boyu sürecek bir düşmanlığa neden olacaktır. Sorunlu olduğumuz komşular zinciri tamamlanacaktır. İran’ın ABD ile savaştan yengi ile çıkması durumunda, bize karşı düşmanlığı daha sert olacaktır.

ABD istemlerini kabul etmememiz durumunda zaten çok sorunlu olan ABD ile işkillerimiz daha da bozulacaktır.

Ekonomik Etkiler

Olası bir İran – Amerikan savaşında İran’ın en önemli kozu Hürmüz Boğazı’nı trafiğe kapatmak veya deniz trafiğini tehdit etmek olacaktır. İran, özel kuvvetleri, deniz ve hava kuvvetleri ile ve kıyıdan atılacak füzelerle Hürmüz Boğazı’nı kapatmak veya trafiği tehdit etmek olanak ve yeteneğine sahiptir.

Hürmüz Boğazı’ndan günde ortalama 114 tankerle  dünya petrol greksiniminn % 40’ı olan 17 milyon varil petrol taşınmaktadır. Boğazın tıkanması durumunda dünya çapında petrol arzı azalacak, ayrıca petrol taşımacılığı riskli olduğundan petrol fiyatları artacaktır.

Petrol fiyatlarının artması, enerji bakımından dışarıya çok bağlı Türkiye’de maliyet enflasyonunu ve dış ticaret açığını artıracaktır. Ekonomimiz ayrıca dünya ekonomisinin gerilemesi nedeniyle ile dolaylı olarak da olumsuz etkilenecektir.

İç Güvenlik Bakımından

ABD’nin yukarıda sıralanan Ortadoğu’daki ulusal çıkarlarını gerçekleştirecek hedeflerinden birisi bölgede kendi denetiminde bir Kürt devleti oluşturmaktır. Bunun için Irak, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürtlerin bu devletlerden ayrılmalarını ve birleşerek “Büyük Kürdistan’ı” kurmalarını amaçlamaktadır. Projenin Irak ayağı 1991 ve 2003’teki Körfez Savaşları sonunda gerçekleşmiştir. ABD halen Türkiye ve Suriye Kürtleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Sonra sıra İran’a gelecektir. Bu ülkeye yapılabilecek askeri girişim (müdahale) sonunda İran Kürtlerinin de Irak’takilere benzer ayrı bir egemenlik alanı kazanmaları olasıdır. ABD ile savaşan İran’ın Kürtler üzerindeki baskısı azalacak, İran Kürtleri ABD’nin de kışkırtması ile daha eylemli duruma geleceklerdir.

Böyle bir durumda ülkemizdeki ayrılıkçı terör örgütünün eylemleri de artacak, bölücü örgüt İran topraklarından da yararlanacak ve terörle savaşımda cephemiz genişleyecektir. Cepheyi genişletmek stratejide istenmeyen bir durumdur.

Ayrıca, ABD İran’a askeri girişimde bulunur ama  rejimi değiştirmeyi başaramazsa, İran’daki dinci rejim yayılmacı duruma gelir; bu da bölgede köktendinci akımların güçlenmesi ve ülkemizde dinci rejim isteyenlerin daha eylemli duruma gelmesi sonucunu doğurur.

Sonuç ve Öneriler

İsrail ile İran ve Filistin arasındaki var olan bunalımın (krizin) genişleme ve başta ABD olmak üzere başka ülkeleri de katarak yayılma riski bulunmaktadır. Bu durum ülkemizin ulusal çıkarlarını tehdit etmektedir.

Türkiye öncelikle bunalımın sonlandırılması için diplomatik çaba göstermelidir.

Bunalımın tırmanması ve bir ABD – İran savaşına dönmesi durumunda, yukarıda belirtilen riskleri azaltıcı önemleri şimdiden düşünmek ve planlamak gerekmektedir.

Bunun için ulusal güvenlikle ilgili kurum ve kuruluşlar (Milli Güvenlik Kurulu, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı) ve uzmanların görüşleri alınarak devlet aklı  kullanılmalı ve hazırlıklı olunmalıdır.

Erdoğan’a açık ve ivedi çağrı

Image

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci
www.ahmetsaltik.net  profsaltik@gmail.com
19 Nisan 2024, Cumhuriyet
Ahmet Saltık: Erdoğan’a açık ve ivedi çağrı (cumhuriyet.com.tr)

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/erdogana-acik-ve-ivedi-cagri-2197718 

Web sitemizde (www.ahmetsaltik.net), 47 yıllık hekim ve sağlık hukukçusu olarak kezlerce yazdık:

T.C. Anayasası
D. Görev ve yetkileri (Cumhurbaşkanının)
Madde 104 – (Değişik: 21/1/2017- 6771/8 md.) (16. fıkra)
“Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır.”
***
Bu fıkrada tanımlanan “yetki”, aynı zamanda “görevdir”.
Koşulları doğduğunda böylesi bir görevin yerine getirilebilmesi için cumhurbaşkanına tanınan
özel ve özgü (münhasır) ve bağlı bir yetkidir.

Üstelik anayasa, “görev-yetki ayrıştırılamaz” ilkesi temelinde herhangi bir önkoşul ve sınırlama da tanımlamamıştır. Yüksek makamın sağduyusu ile “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle” olgusunu ayrıca betimlememiş ve herhangi bir koşula bağlamamıştır.

Kaldı ki devletimizin resmi bilirkişi kurumu, yasayla oluşturulan (1982, 2659 s. yasa) ve görev-yetkileri belirlenen Adli Tıp Kurumu’ndan da uzman hekimlerce “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama” durumu, bilimsel tıbbi kurul raporuna bağlanmıştır.

Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu, Çetin Doğan’ın hastalıklarını şöyle sıraladı:

  • Diabetes mellitus, hipertansiyon, koroner arter hastalığı, opere lomber dar kanal, sağ peroneal sinir hasarı, sağ düşük ayak, işitme kaybı.
  • Doğan için oybirliği ile “kocama hali” raporu verildi.

Mezar evlerde günahsız insanları işkenceyle öldüren Hizbullah davası sanığı 71 yaşındaki
Mehmet Emin Alpsoy’un, Saadet Partili sandık görevlilerini katleden 75 yaşındaki Hacı Sülük’ün, Sivas’ta yazarları-ozanları diri diri yakan 75 yaşındaki Hayrettin Gül’ün hapisliklerini hasta ve yaşlı diye hızla kaldıran cumhurbaşkanı, hapisteki generallerin dosyasını neden 1 yıldır bekletiyor?

Bu rapor geçen yıl 6 Nisan’da savcılığa yollanmış.

Tablo bütünüyle nettir ve bu rapor bir yılı aşkın zamandır Erdoğan’ın masasındadır.

Düzmece (kumpas) 28 Şubat davası hükümlüsü Sayın E. Org. Çetin Doğan, anılan hükümlüler ile karşılaştırılamayacak ölçüde ağır sağlık koşulları ve

  • açık, yakın, somut ölüm riski ile yüz yüzedir!

Erdoğan açıkça, koşulları nesnel olarak doğduğu halde, yetkisini bilerek ve isteyerek – kasıtlı olarak kullanmayarak, üstelik bunu ayrımcılık temelinde ve kin güderek görevini yerine getirmemekte (“Dininizi ve kininizi eksik etmeyin” sözleri O’nun… “dindar ve kindar nesil yetiştirme”… de!) ve Türk Ceza Yasası bakımından zincirleme süregelen suç işlemektedir.

Davranışının sonuçlarını öngörebilecek durumdadır. Tasarlayarak ve zamana yayılan biçimde cinayet suçu ile eşdeğer tipik eylem sergilemektedir. Saray hukukçularının bu eylemin
TCK’deki ağır karşılığını Erdoğan’a netlikle anımsatma yükümlülüğü vardır.

Erdoğan ayrıca anayasaya göre ettiği tarafsızlık yeminini de çiğneyerek bir kez daha anayasayı çiğneme (ihlal) suçu işlemektedir. Haydi biz söyleyelim: Bu suçun yaptırımı TCK m. 309’dadır; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır! Suç süregelmektedir (temadidir).

Erdoğan, Yüce Divan’a sevki için 400 vekilin oyununun gerekliliğine güvenmektedir.
Ancak bu anayasa maddesi 360 vekil + halkoylaması ile değiştirilebilir ve keser de döner sap da.
Bir gün hesabı yasal olarak sorulur!

  • Acaba Erdoğan, gerçekten ahirette hesaba çekileceğine Müslüman olarak inanıyor mu?!

İVEDİ-NET ÇAĞRIMIZ

Erdoğan bir an önce, sağduyulu davranarak, daha çok gecikmeden, anayasal görevini, bu bağlamda tanınan özgü (münhasır) bağlı yetki ile yerine getirmek zorundadır. Tersi mutlak bir keyfiliktir,
kesin olarak hukuk dışıdır ve açıkça suçtur.

Devlet adam öldürmez, öldüremez!

Kimse Erdoğan’dan merhamet dilenmiyor. Tersine, zorunlu göreve çağrılıyor.

Sevgi, saygı, derin kaygı ama UMUT ile.
=================================
Yazının pdf biçimi : 16. Erdoğan’a açık ve ivedi çağrı, 19.4.24

“1924 – 2024 : Cumhuriyet Anayasacılığı”

Dostlar,

20 Nisan 2024 günü, ANAYASA-DER (Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği) olarak sanal ortamda çevrim içi oturum düzenledik.

20 Nisan 1924 Anayasasının 100. yılı idi.

Konu,  1924 – 2024 : Cumhuriyet Anayasacılığı idi.

Oturuma, Dernek Başkanı Sn. Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu da katıldı ve sunum yaptı.

Program ekteki gibiydi.

Biz de Derneğin üyesi olarak katılımcı ve konuşmacıydık. (20 dk.)
Konumuz “Türk Anayasacılığında Sağlık Hakkı : 1924-2024” idi.

20 Nisan 2024 Toplantı Programı

Sunumlar, bizim önerimizle makaleye dönüştürülecek ve kitaplaştırılacak.

Şimdilik bizim sunumumuzun özetini paylaşalım :
***
Özet
Türkiye’de Anayasalı devlet olma 1876’ya tarihli. 1909’da 2. Meşrutiyet ile ilk anayasa yenilendi. Osmanlı Devletinin dağılmasından sonra 1921’de 3. Anayasa ve 1924’te 4. Anayasaya sahip olduk. Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 2023’te ilk yüz yılını doldurdu, Türk Anayasacılığı da 20 Nisan 2024’te. 1924 Anayasasında sağlık hakkı kavramı yer almadı, küresel birikim de elverişli değildi. Birkaç değişiklikle 36 yıl yürürlükte kaldı ve laikleşme, demokratikleşme, hukuk devletine erişme, egemenliğin ulusa evrilen Anadolu halkınca kullanılması aşamalarına Atatürk Türkiye’sinde beşiklik etti. 27 Mayıs 1960 devrimiyle, yeryüzünün en özgürlükçü anayasalarından biri olan 1961 Anayasası’na sahip olduk. 49. madde konut hakkı ile birlikte yurttaşa sağlık hakkı tanıdı, devlete de ödev olarak verildi. 224 sayılı yasa ile sağlık hizmetleri sosyalleştirildi. 12 Mart 1971 darbesi ile 35 maddesi geriye doğru değiştirildi, 12 Eylül 1980 darbesi ile yürürlükten kaldırıldı. 1982 Anayasası 56. maddesinde sağlık hakkını çevre hakkı ile iç içe düzenledi. Küreselleşme baskıları ile sağlık hizmetleri özelleştirilmeye, kamu geri çekilmeye başlandı. “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında Dünya Bankası – IMF dayatması uygulamaya kondu. Zorunlu genel sağlık sigortasına geçilerek, prim = ek vergi ile sağlık güvencesi kondu. Sosyal güvenlik kurumları tek çatıya alındı, SGK giderek karşıladığı sağlık hizmeti ve mallarını kıstı ve çok onur kırıcı biçimde tamamlayıcı özel sigorta dayatıldı. 2017 sonrası “tek adam despotizmi”ne ve anayasasızlaştırma fetretine savrulduk. Venedik Komisyonu hukuk yolu ile demokratikleşme çabası içinde ama Türkiye, AİHS-AİHM kararlarını yerine getirmiyor. “Askıda anayasa” karanlığından Türkiye hızla çıkmalı. Sağlık, doğuşta kazanılan temel insan hakkıdır ve herkes erişebilmelidir. Öncelik koruyucu sağlık hizmetlerine, sağlıklı – güvenli yaşama verilmeli. Küresel dayanışma-işbirliği zorunlu!
Anahtar sözcükler : Sağlık Hakkı, Türk Anayasacılığı, 1924 Anayasasında sağlık,
1961 Anayasasında sağlık hakkı, 1982 Anayasasında sağlık hakkı, Küreselleşme ve sağlık hakkı

Abstract
Constitutional statehood in Turkiye dates back to 1876. The first constitution was renewed with the 2nd Constitutional Monarchy in 1909. After the dissolution of the Ottoman Empire, we had the 3rd Constitution in 1921 and the 4th Constitution in 1924. The Republic of Turkiye completed its first hundred years on October 29, 2023, and Turkish Constitutionalism on April 20, 2024. The concept of the right to health was not included in the 1924 Constitution, due to  global accumulation was not favorable. It remained in force for 36 years with a few changes and was the cradle of the stages of secularization, democratization, evolution into a state of law, and the use of sovereignty by the Anatolian people, who evolved into a nation, in Ataturk‘s Turkiye. With the revolution of May 27, 1960, the 1961 Constitution, one of the most liberal constitutions in the world, was reached. Article 49, along with the right to housing, gave citizens the right to health and defined it to the state as a duty. Health services were socialized with Law No. 224. 35 articles were amended retroactively with the military coup of 12 March 1971, and was abolished with the another military coup of 12 September 1980. The 1982 Constitution regulated the right to health intertwined with the right to the environment in Article 56. With the pressures of globalization, health services began to be privatized and the public sector began to withdraw. The World Bank – IMF imposition was put into practice under the name of “Transformation in Health“. By switching to compulsory universal health insurance, health insurance was introduced with premium = additional tax. Social security institutions were brought under a single roof, and supplementary private insurance was imposed in a very degrading and restrictive manner on the health services and goods covered by SGK. After 2017, we were thrown into “one-man despotism” and the interregnum of deconstitutionalization. The Venice Commission is trying to democratize through law, but Turkiye does not fulfill the ECHR-ECHR decisions. Türkiye must quickly emerge from the darkness of “suspended constitution”. Health is a fundamental human right acquired at birth and everyone should have access to it. Priority should be given to preventive health services and a healthy and safe life. Global solidarity-cooperation is mandatory!
Keywords : Right to health, Turkish Constituonalism, Health in the 1924 Constitution, Health to right in the 1961 Constitution, Health to right in the 1982 Constitution, Globalisation & health

Ülkemizin bir an önce parlamenter demokrasiye dönmesi ve
tek adam despotizmi karanlık döneminin sona ermesini diliyoruz.

Ülkemizin, taa 1808 Sened-i İttifak‘a dek götürülebilecek demokratikleşme – anayasal rejim olma çabası 200 yılı geçiyor.

Bu ciddi ve çok değerli birikim, AKP=RTE/MHP fetreti ile asla heder edilmemelidir.

Ülkemizin bu gerici kuşatmayı yaracak güç ve birikime sahip olduğu kanısındayız.

Anayasa hukukçuları da siperlere.. hem de ön önlerde..

Sevgi ve saygı ile. 21 Nisan 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

20 Nisan 1924 ANAYASASI 100 yaşında.

Sinan MEYDAN
Tarihçi

23 maddelik 1921 Anayasası çok yetersizdi. Cumhuriyete uygun, daha kapsamlı çağdaş bir anayasa hazırlanması gerekiyordu. Yeni bir anayasa hazırlamak için meclisteki Anayasa Komisyonu dışında uzmanlardan bir kurul oluşturuldu. Hazırlanan yeni anayasa taslağı Atatürk’ün de katıldığı toplantılarda tartışıldı. 1924 Anayasası hazırlanırken, birçok Avrupa ülkesi ve ABD Anayasası incelendi. Anayasa Komisyonu Başkanı Celal Nuri İleri, hazırlanan 108 maddelik anayasa taslağını “Türk Cumhuriyeti’nin Anayasası” olarak adlandırdı. TBMM’de anayasa tasarısı üzerinde yapılan Meclis görüşmelerinde anayasayı bir Kurucu Meclisin hazırlaması, Millet Meclisi yanında ikinci bir meclisin gerekli olduğu, cumhurbaşkanına verilmek istenen geniş yetkiler tartışma konusu oldu. İki meclis ve cumhurbaşkanına fesih ve veto yetkileri verilmesi reddedildi. Tasarıda 7 yıl olarak belirlenen cumhurbaşkanlığı süresi de 4 yıla indirildi. Ayrıca Bakanlar Kurulu’nun sadece cumhurbaşkanı tarafından onaylanması yeterli görülmeyerek hükümetin Meclisten güvenoyu almasına karar verildi.

  • 20 Nisan 1924’te kabul edilen 105 maddelik Teşkilatı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası) öncelikle “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” biçimindeki 1. maddenin değiştirilemeyeceği hükmü ile yeni rejimi güvenceye aldı. (Md.102)

Yasama ve Yürütme yetkilerini Meclise, yargı yetkisini bağımsız mahkemelere bıraktı. (Güçler ayrılığı) Meclis, hükümeti her zaman denetleyebilecek, hatta görevden uzaklaştırabilecekti.

1924 Anayasası,

  • “Türkiye halkına, din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından Türk” denileceği hükmüne yer verdi. (Md. 88).

Böylece son derece kapsayıcı, demokratik, “yurttaşlık bağını” esas alan bir millet/ulus tanımı yaptı. Yani 1924 Anayasası’nda, 1921 Anayasası’ndan farklı olarak milletin adına (Türk Milletine) yer verildi. 1924 Anayasası’nda, 1921 Anayasası’ndan farklı olarak “yargı” ve “haklar” bölümü vardır. Bu bölümde “yargıç bağımsızlığı”, “yargıç güvencesi”, “yargılamanın açıklığı”, “Yüce Divan”, “savunma hakkı” ve “yargı bağımsızlığı” kavramlarından söz edilir. “Türklerin Kamu Hakları” bölümünde de düşünce, söz, yayın, seyahat, mukavele (sözleşme), çalışma, mülkiyet, toplantı, dernek, şirket kurma hak ve özgürlükleri ile can, mal, ırz, konut dokunulmazlığı, basın, haberleşme özgürlüğü, yasal mahkeme ilkelerinden söz edilir.

1924 Anayasası’nda, 1921 Anayasası’ndan farklı olarak “yerel yönetimle” ilgili hükümler iyice azaltıldı. Türkiye Cumhuriyeti üniter (tekil) devlet olarak yapılandırıldı. Türkiye Cumhuriyeti, aynı zamanda, “laik” bir devlet olacaktı. Ancak dönemin koşulları gereği anayasa kabul edilirken laikliğe aykırı -Atatürk’ün ifadesiyle bazı fazlalıklara- yer verilmişti. Bu anayasaya göre de din işlerini yerine getirmek Meclisin göreviydi. (Md. 26). “Türkiye Cumhuriyeti’nin dini İslam’dır” maddesi bu anayasada da vardı. (Md.2)

10 Nisan 1928’de yapılan değişiklikle “Devletin dini İslam’dır” ve “Dini hükümlerin yerine getirilmesi” maddeleri anayasadan çıkarıldı.

“Vallahi” sözcüğü de “Namusum üzerine söz veriyorum” biçiminde değiştirildi.

  • Böylece anayasa fiilen ve hukuken laikleştirildi.

5 Aralık 1934’te anayasada yapılan bir değişiklikle “30 yaşını bitiren erkek ve kadın her Türk’ün milletvekili seçilebilmesine” izin verildi. Böylece kadınlara seçilme hakkı verildi. Daha önce 18 olarak belirlenen seçmen yaşı 22’ye çıkarıldı. (Md. 10,11) 5 Şubat 1937’de anayasada yapılan son büyük değişiklikle Atatürk ilkeleri (6 Ok) anayasaya eklendi. Böylece 2. madde şöyle oldu:

  • “Türkiye devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.
    Resmi dili Türkçedir, Başkenti Ankara’dır.”

Laikliğin anayasaya girmesi ile Türkiye Cumhuriyeti resmen Laik bir Cumhuriyet halini aldı.

2024 yılında 1921 Anayasası’nı örnek almaktan söz edenler, Atatürk döneminde yapılan değişikliklerle birlikte, üniter (tekil) ve laik Cumhuriyetin kurucu belgesi durumundaki 1924 Anayasası’nı ağızlarına almamaktadır. Yasa metni, tutanaklar.

www5.tbmm.gov.tr/develop/owa/ka

Türkiye ahalisi ‘hayır’! dedi

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 18.04.2024 BİRGÜN

Bugün, 18 Nisan 2024
Öbür gün, 20 Nisan 1924: Anayasa’nın 100. Yılı.
Önceki gün, 16 Nisan 2017: Anayasa değişikliğinin 7. Yılı

İki karşıt kutup: Anayasa ve siyasal tarih açısından birbirine bu denli zıt iki anayasal ve siyasal  bilançoya rastlamak zor. Neden ve nasıl?

İKİ DEVLET MİRASI

1924, Cumhuriyet anayasacılığının simgesi olarak yüzyıllık kurumlar, kurallar ve değerlerin en güçlü eşiği.

1921 Devlet’i kuran Anayasa; 1924 ise, Devlet’in yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası.

Meclis Hükümeti ile 192 oldukça özgün. 1924 ise, 1909’a daha yakın; çünkü, Meclis hükümetinden parlamenter rejime doğru kaymayı temsil ediyor.

1924, 1928 ve 1937 değişiklikleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini ortaya çıkarıyor.

1961 Anayasası ile parlamenter rejim, klasik kurum ve kuralları ile kuruluyor. 1982’de yürütme ve Cumhurbaşkanı ağırlıklı sapmalar olsa da parlamenter rejimin ana düzenekleri korunuyor. 1987-2004 çizgisindeki değişiklikler, ‘hukuk devleti onarımı’ ile örtüşüyor.

Cumhuriyet’in 3 Anayasasının ortak paydaları:

-TBMM önünde sorumlu Hükümet,
-Devlet başkanı olarak sorumsuz ve yansız CB,
-Kurul olarak yönetim ve toplu siyasal karar düzenekleri.

MİRAS’IN REDDİ

2017 Anayasa değişikliği, bunların hepsini tasfiye etti. Bununla, gerçekte, Cumhuriyet anayasacılığı kazanımlarını değil yalnızca, (Devlet başkanlığı ve hükümet ayrılığının nüvesinin atıldığı Fatih dönemine gitmeksizin) 1876’da başlayan anayasal ve siyasal kazanımları da.

Hangi ortamda? OHAL ortam ve koşullarında, üstelik mühürsüz oy ve zarflar geçerli sayılarak.

İki Devlet mirasını reddeden AKP-MHP ikilisi şu üçlü durumu yarattı:

– Özü boşalttı: Cumhuriyet’in üçlü ortak paydası kurum ve yetkileri tek kişiye verilerek,
‘insan haklarına dayanan laik ve demokratik hukuk devleti”nin içeriği boşaltıldı.

-Açık aykırılık: Tek kişi, çoklu anayasal yetkilerle yetinmedi; anayasal statüsü ile bağdaşmadığı halde parti başkanı oldu.

-Fiili durum: Uygulama ise, her ikisinin ötesinde dezenformasyon, fiili durum, istismar ve ikiyüzlülüklerle örülü. Anayasadışılıktan birkaç örnek: 2017’de;

-Anayasa ve yasa tekeli Yasamaya bırakıldı; ama hemen bütün yasa önerileri bürokrasiden geliyor; Anayasa çıkışları da Meclis dışından.

Hükümet kaldırıldı, ama Yasama ve yürütme koalisyonu (Cumhur İttifakı), TBMM’yi işlevsiz kıldı.

-Bakanlar, Yürütme ve siyaset dışına çıkarıldı; ama seçim sahasına sürülerek AKP-MHP’ye oy devşirme makamları olarak kullanıldı.

Bu ortamda kotarılan Kişi+Parti+Devlet (K+P+D) füzyonuna, 31 Mart ile merkez + yerel halkası eklenmek istendi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistem (CBHS), tam bir sanal kurgu, bürokratlar grubu olarak ‘fiili kabine’ görüntüsü bile fikir verici…

Ele geçirilen anayasal yetkiler ve bunların keyfi biçimde sürekli kötüye kullanılması, yürürlükte olanları da uygulanamaz kıldı. Yargı yetkisi, bunların başında geliyor.

Denetimsiz ve keyfi yönetim, “devlet, toplum, ülke” üçlüsünde onulmaz tahribat, kırım ve kıyımlara yol açtı.

  • “Türkiye ahalisi” (1924), 31 Mart’ta aslında “çifte füzyon”a ‘ hayır’! dedi.

Bu nedenle, sanal CBHS için “gözden geçirme, güçlendirme, tadilat, tamir” vb. söylemler, “yalancı anayasacılık” ifşasından başkası değil.

ANAYASAL YURTSEVERLİK

Bu ortam ve koşullarda doğru, gerçek ve temiz bilgi yaymak, anayasal yurtseverlerin hareket eşiği olmalı. Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) ürünü üç anayasa hali (özü boşaltma, aykırılık ve fiili uygulamalar) ve bunun sürdürülemezliği asla göz ardı edilmemeli.

1. Parti CHP’ye çok yönlü sorumluluk düşüyor. Şimdilik:

-Yürürlükteki Anayasa’ya saygı istemini,  TBMM içinde ve dışında sürekli kılmak,
-PBDBY yerine, Cumhuriyet mirasını ileriye taşıyacak ‘anayasal demokrasi’ hedefine odaklanmak.

“Hangi yüzle yeni Anayasa istiyorsunuz?” anlamlı başlığını atan (16 Nisan)

BirGün’e, “demokratik anayasa” mücadelesinde nice ‘0’lı yıllara!

2024, çok yönlü toplumsal seferberlikle 1924 ruhunun canlandığı yıl olsun!
============================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 17 Nisan 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BAHÇELİ

Bahçeli, son seçimine giren RTE’den sonra parti başkanlığını bırakma kararı alan Meral Akşener’e de “gitme” çağrısı yaptı.

Neden, ne demek istedi?

  1. Senin gibisini bulamayız
  2. Gidersen aramızdakileri söylerim haaa!..

ADALET

Antalya’daki teleferik kazasında CHP’li belediye başkanı dahil sorumlu görülen 13 kişi hemen gözaltına alındı.

İktidardakiler ve işbirlikçilerinin sorumlu olduğu olaylarda da yargı böyle çalışsa…

ŞEYH

Kendilerini ‘peygamber torunu’ olarak tanıtan iki Suriyelinin, Kur’an Kursu ve tekke olarak faaliyet gösterecek olan medrese için para topladığı açıklandı.

Adamlar bizim milleti çözmüş…

KUR’AN

Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, önceki seçimdeki gibi göreve başlarken Kur’an’a el basarak yemin etti.

Laikliğin içine etmek için AKP’li olmak koşulu yok…

ÜLEŞ

FETO ziyaretçisi AKP İzmir Milletvekili Şebnem Bursalı, Monaco’da yediği ıstakozun fotoğrafını paylaştı.

Vatandaşın payını göndermiş…

AKP’li eski belediye başkanı Ekrem Yavaş, “Çekilin, aç Türkler tatilden dönüyor” paylaşımı yaptı.

Osmanlıcı AKP’lilerin Türk’e ve halka bakışı…

ENSARCI

Ensar Vakfı’nın eski Muğla Şube Başkanı Prof. Dr. Osman Raşit Işık, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığına atandı.

Eğitimin içine etmede ileri aşama…

EKONOMİST

Merkez Bankası 2023’te 818 milyar TL zarar etmiş.

Bütçe üç ayda 513 milyar TL açık vermiş durumda.

Enflasyonda dünyada öncülerdeniz.

Ne mutlu bize, İHL mezunu ekonomist bir dünya liderinin yönetimindeyiz!…

DEVLET

İsmailağa Cemaati’nin kullandığı Mekke Nur Camisinde 100’den çok kaçak göçmeni bulan polisi, imam tehdit etti. Kendi amiri dahil baskılara karşın kaçak göçmenler hakkında işlem yapan polis memurunun görev yeri değiştirildi. (AS: Ayrıca silahı alınıp psikoloğa yollanmış!!?)

T.C. Devleti’nin durumudur…

Köy Enstitüleri

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Büyük Atatürk’ün önderliği ve Anadolu halkının olağanüstü özverileri ile bağımsızlık savaşı sonunda kurulan Cumhuriyeti kalıcı duruma getirmek, bir daha tutsak düşmemek amacıyla yapılan Devrimin en önemli ögelerinden biri eğitim ve kültür devrimidir.

Eğitim ve kültür devriminin dünyada geri bıraktırılmış ülkelere örnek olacak, kalkınmayı köyden başlatacak ögesi ise 17 Nisan 1940’da kurulan Köy Enstitüleridir.

Gereksinim

Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye 12 yıllık sürekli savaşlardan yeni çıkmış, ülke yıkıntıya dönmüş, geriye yoksul, hastalıklı gelişmemiş bir Türk nüfus kalmıştı. Ülkenin nüfusu 12 milyondu. Bunun % 80’i 40 bin dağınık köyde yaşmakta idi. Erkek nüfusun %23,3ü, kadın nüfusun %8,2’si okuryazardı. 40 bin köyden 37 bininde okul yoktu. Eldeki okulların çoğu üç sınıflı idi. Beş sınıfı köy okulu yoktu. Okul yapılsa bile kentli öğretmeni köyün ilkel koşullarında tutmak zordu. Köyler bakımsız, güvensizdi, soygunlar yüzünden birer mezarlığa dönüşmüştü. Eli silah tutan köylüler askere alınmış, köyler yıllarca erkeksiz kalmıştı. Askere gidenlerin yarısından çoğu sağlıklı olarak köylerine dönemiyordu. Köylerdeki bütün işler dul kadınlara, yaşlı erkeklere ve çocuklara yüklenmişti. Bunların ürettiklerinin yarısından çoğunu da hırsızlar, müstelzimler, tahsildarlar, asker kaçakları ellerinden alıyordu. Köylülerin çoğu için eşkıya baskını, soygun, hırsızlık, yol kesme gibi olaylar olağandı. Bunları önleyemeyen Devlet köylülere hiçbir şey vermiyor, üstelik ürünlerinin % 10’nu aşar vergisi olarak ellerinden alıyordu.

Sağlıksız yaşam koşulları ve yetersiz sağlık sistemi nedeniyle hastalıklar ve ölümler yaygındı.
Özetle köyler, bakımsız, yoksul, eğitimsiz ve sağlıksız idi.

Oysa yeni bir devlet kurulmuş, kurucular bu devlete çağdaş uygarlığa ulaşma ve geçme ulusal hedefini göstermişlerdi. Çağdaş uygarlığa ulaşmanın ön koşulu nüfusun çok büyük çoğunluğunu oluşturan köyleri ve köylüleri bu acınası durumdan kurtarmaktı. Kalkınmayı köyden başlatmak o zamanki koşulların zorunlu kıldığı bir öncelikti. Talim Terbiye Kurulu üyesi Halil Fikret Kanad’a göre “Türk devrimini kökleştirmek gerekir. Bu kökleştirme kentlerden değil, köylerden başlatılmalıdır. Köylüyü etkileyebilecek en etkili güç ise köy öğretmenleridir.”

Köylünün uyanması, bilgili ve bilinçli olması aynı zamanda demokrasinin de gereği idi. O zamana dek köyde en büyük otorite (yetke) olan imamın karşısına bilgili, kültürlü, donanımlı, Atatürk devrimini özümsemiş köyün yabancısı olmayan öğretmen gerekmekte idi.

İlk Girişimler

Köylüleri uygulamalı ileri tarım teknikleri konusunda eğitmek 1923 İzmir / Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan kararlardandı. Atatürk kongreyi açış konuşmasında köylülere yönelik üretim odaklı eğitim üzerinde durmuştu. Ancak uygulamaya geçmek için koşulların oluşmasına gerek vardı.

1935 CHP 4. Kongresinde köyün kalkındırılması için önlem alınmasına karar verildi.
Köy Enstitüleri başlangıçta toprak reformunun tamamlayıcı bir ögesi olarak düşünülmüştü, topraksız köylüye toprak verilecek, köylü bu toprağı çağdaş tarım tekniklerine göre ekip biçecekti.

Mili Eğitim Bakanı (1935-1938) Saffet Arıkan Cumhurbaşkanı Atatürk’le çözüm ararken Atatürk’ün aklına Ordu geldi. Büyük devrimci “Eğitim yaptırdığımız çavuşlardan yararlanabiliriz.” dedi.

  • Köy Enstitülerinin kuruluş yasası 1940’ta çıktı ama fikir babası Atatürk’tü.

Köy Enstitülerinin ilk adımı, askerliğini çavuş olarak yapmış, okuma-yazma bilen gençlerin kendi köylerinde görev yapmak üzere “köy eğitmeni” olarak eğitilmesi ile atılmış oldu. İlk aşamada 85 genç Çifteler / Eskişehir’de eğitime alındı. Altı aylık eğitimden sonra kendi köylerine dönüp “köy eğitmeni” olarak köylülerini eğitmeye başladılar.

Köy Enstitülerinin yaşama geçirilmesinde öncü rolü kendisi de bir öğretmen olan ve Avrupa’da “üretim odaklı eğitim” konusunda kendisini yetiştirmiş olan, Enstitü öğrencilerinin “Tonguç babasıİsmail Hakkı Tonguç oynamıştır. Tonguç’un, Bakan Saffet Arıkan döneminde 1935’te vekil olarak, Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde 1940 yılında asıl olarak İlk Öğretim Genel Müdürlüğüne atanması, Köy Enstitüleri girişimini hızlandırırdı. İki devrimci öğretmen; Bakan Hasan Ali Yücel ve İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un işbirliği bu tasarımı yaşama geçirdi.

Tonguç’un ilk işi köy eğitmenleri deneyiminden yararlanarak bu konuda Bakan’a tasarımı (projeyi) sunmak oldu. Bakan Yücel, Tonguç’u yurt çapında bir inceleme gezisine gönderdi. Tonguç ülkeyi coğrafya ve tarımsal koşullara göre 21 bölgeye ayırdı her bölgenin merkezi bir yerinde demiryolu ulaşımına yakın bir Enstitü kurulmasını önerdi.

Köy Enstitüleri yasa tasarısı 1940 ilkbaharında Meclise geldi. Bakan Yücel tarafından coşku ile savunuldu ve 17 Nisan 1940’ta yasalaştı (3803 sayılı yasa). Çoğu toprak ağası 38 milletvekili oylamaya katılmamıştı. Yasa gereği, öğrenciler belirlenen yerlerde kendi okullarını inşa etmeye başladılar.

Enstitülerde Eğitim

Köy Enstitüleri

– eğitimde bütünlük,
– bireysellik,
– çevre ve zamana görelik,
– üreticilik,
– özgürlük,
– rehberlik,
– toplumsallık,
– demokratiklik,
– karma eğitim

gibi çağdaş eğitim ilkeleri üzerine kuruldu.

Köy Enstitülerine beş yıllık ilkokulu bitiren öğrenciler alındı. Eğitim süresi beş yıldı. Program uygulamalı eğitime dayanıyordu. Derslerin % 50’si normal ortaokul dersleri, geri kalanın yarısı tarım, yarısı da sanat dersleri idi. Öğrenciler sabah sporu niteliğinde kızlı – erkekli halk oyunları ile güne başlıyor, bir saatlik okuma saatinden sonra eğitimi sürdürüyorlardı. Her öğrenci Bakan Hasan Ali Yücel zamanında Tercüme Bürosunca Türkçeye çevrilen edilen dünya klasiklerinden her yıl 25’ini okumakla yükümlü idi.

Cumartesi günleri eleştiri (tenkit) günü idi. O gün haftanın genel bir değerlendirmesi yapılır, hafta içinde yöneticiler ve öğretmenlerce yapılan yanlışlar öğrencilerce açıkça eleştirilir ve öğrenciler karşısında hoşgörü ile yanıtlanırdı. Bu aynı zamanda uygulamalı demokrasi dersi idi.

  • Öğretmen öğrenciye şiddet uygulayamaz, aşağılayamazdı.
  • Bunları yaparsa öğrencinin de aynı biçimde karşılık verme hakkı vardı.

Amaç açık düşünceli, düşünebilen, düşüncesini korkusuzca dile getirebilen, özgüveni yüksek öğretmenler / köy önderleri yetiştirmekti. Öğrenciler arasından öğrenci başkanı, kültür başkanı seçilirdi. Kültür başkanının görevi basını izleyerek yurtta ve dünyadaki gelişmeler hakkında arkadaşlarını bilgilendirmekti. Beş yıllık eğitim boyunca toplam 30 haftalık (her yıl 6 hafta) dinlence (tatil) vardı. Resim, müzik, tiyatro alanlarında kendini yetiştiren bir kuşak yaratıldı. Tarım derslerinde her Enstitü, bölgesinin koşullarına uygun bir alanda uzmanlaşmıştı Örneğin Trabzon’da balıkçılık, Kars’ta hayvancılık, Kastamonu’da arıcılık, ipekböcekçiliği…

Demokratik yaşamın egemen olduğu Enstitülerde yönetimden öğretmen ve öğrencisine, hizmet gören çalışanlarına dek herkes dayanışma ve birlikte davranma dürtüsüne sahipti.
Öğrencilerin bilgi ve kültürlerini artırmak amacıyla yurt çapında tarihsel ve turistik yerlere, müzelere, sanayi kuruluşlarına geziler düzenlenirdi.

Zamanla Köy Enstitülerinin öğretmen gereksinimi ortaya çıkınca 1943 yılında Hasanoğlan’da 3 yıllık Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Öbürlerinde olduğu gibi, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitünsün binaları ve öbür birimleri öğrencilerce yapıldı.

Her öğrenci okulu bitirmeden (mezun olmadan) bir çalgı (saz, akerdeon, keman, flüt) çalmasını öğrenirdi. Müzik derslerine Aşık Veysel, Ruhi Su ve Adnan Saygun; tiyatro derslerine Ulvi Uraz gelirdi. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencileri kendi yaptıkları anfi-tiyatroda Gogol, Moliere, Shakespear, Çehov oynuyorlar, İdil Biret’in, Suna Kan’ın konserlerini dinletiyorlardı. Her hafta sonu öğrencilerin hazırladığı ve oynadığı bir tiyatro yapıtı sahnelenirdi.

  • Modern tarım ve hayvancılık dersleri tarlalarda uygulamalı olarak yapılırdı.

Üretilen ürünler öğrencilerin sofralarına getirilirdi.

Kooperatifçilik de uygulamalı olarak öğretilirdi.

Enstitülerde kızlar ve erkekler karma eğitim yapıyorlardı.
Sanat derslerinde erkek öğrenciler, inşaat, demircilik, marangozluk; kız öğrenciler elişi, biçki-dikiş, yemek dersleri alıyorlardı. Enstitüler başta Cumhurbaşkanı İnönü olmak üzere Milli Eğitim Bakanlarının ve “Tonguç Baba’nın” yakın ilgi ve denetimi altında idiler.

1940-1947 arasında 21 Köy Enstitüsü 17 bin köy öğretmeni yetiştirdi. Mezunlar arasında, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün yayınladığı “Köy Enstitüleri Dergisi“nin yazarlığından gelen Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal gibi ünlü yazarlar vardı.

Bu halk eğitimi seferberliği tasarımı Enstitülerle sınırlı değildi. Her bitiren (mezun) köyüne gitmeden üç yıl önce Bakanlıkça muhtara bir yazı gönderilir, o köye atanan öğretmenin okulu, lojmanı, uygulama tarlası ve işleklerinin (atölyelerinin) hazır olması istenirdi. Köy okulunu yaptırmak köylülerin görevi idi. Öğretmenler, Enstitülerde öğrendikleri çağcıl (modern) tarım ve hayvancılığı, kültür ve sanatı köy çocuklarına öğretirlerdi.

  • Öğretmenlerin ayda 20 lira aylıkla 20 yıl zorunlu hizmet yükümlülüğü vardı.

3803 sayılı yasanın 6. maddesi “Köy Enstitüsünden mezun olan öğretmenler köyün her türlü öğretim ve eğitim işlerini görürler. Ziraat işlerinin fenni şekilde yapılması için meydana getirecekleri örnek tarla, bağ, bahçe atölye gibi tesislerde köye öncülük ederler.” demekteydi.

Aynı yasanın 11. maddesi ile de öğretmenin gereksinim duyduğu üretim araçlarının devletçe parasız verileceği belirtilmişti.

Kısa zamanda 25 000 köy Atatürk devrimini benimsemiş; hem öğretmen, hem çağdaş tarımı, inşaatı, marangozluğu, demirciliği bilen, en az (asgari) yeterli sağlık eğitimi olan, üstelik köye yabancılık çekmeyen, köylü ile iletişim kurabilen aydın öğretmenlerle aydınlanmaya başlamıştı.

1940-1946 arasında 15 bin dönüm toprak işlenmiş, 750 bin fidan dikilmiş, 1200 dönüm bağ oluşturulmuştu. 1937-47 arasında ayrıca 150 büyük yapı, 60 işlik (atölye), 150 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 12 balıkhane, 100 km yol yapılmış; ayrıca su boruları döşenmiş, kanalizasyonlar açılmış, seli akıtacak hendekler kazılmıştı.

Kapanış süreci

Başlangıçta toprak reformunun tamamlayıcı bir ögesi olarak düşünülen Köy Enstitüleri, öncelikle topak ağalarının işine gelmemişti. Gerçekte toprak reformu da gerektiği biçimde ve zamanda yapılamadığından, Enstitülerin başlangıçta niyetlenen işlevleri geçersiz kaldı

Hasan Ali Yücel’in 1942’de TBMM’de söylediğine göre, beş yıl içinde sayıları en az 22 000’i bulacak olan Köy Enstitüsü mezunlarının elinde 150 000’e yakın hayvan, 1.5 milyon dönüme yakın toprak, 2 milyona yakın iş araçları bulunması öngörülüyordu. Bu sayılar toprak ağalarının saygınlığı ile birlikte ekonomik güçlerinin de ellerinden alınması demekti.

Enstitülerin kapatılmasında asıl etken, toprak ağalarının karşı koyması ve ağaların / feodal beylerin etkisinde kalan kimi politikacıların oy yitirme endişeleri olmuştur. 2. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında ve sonrasındaki siyasal ortamın da bunlara katkı sağladığı unutulmamalıdır.
Savaş sırasında Türkiye’nin iç ve dış politikasını savaşın gidişi etkilemiştir. Alman orduları Sovyetler Birliği içine ilerlerken, komünizm karşıtlığı ve ırkçı milliyetçilik; Sovyetler Birliği Alman orduları karşısında ilerlerken (1942) ırkçı milliyetçilik karşıtlığı öne çıkmıştır. Savaş sonrasında Türkiye Batı blokunda yer almış, komünizm karşıtlığı, komünist avcılığı politikası egemen olmuştur. Dönem Truman doktrini, Marshall yardımı, ABD Missouri zırhlısının ziyareti dönemidir.

1946’da CHP’nin karşısında toprak ağalarının öncülüğünde Demokrat Parti (DP) kurularak çok partili düzene geçilmiştir. İşte toprak ağaları da Köy Enstitülerine karşı çıkarken, komünizm karşıtlığını ve dinsel-kültürel duyarlıkları kullanmışlardır.

Enstitülere yönelik en önemli suçlamalar, kız ve erkeklerin yatılı okulda birlikte okumalarının ahlaksızlık olduğu ve Enstitülerde komünizmin öğretildiği propagandaları olmuştur.
Enstitülere karşı CHP içinde de muhalefet gelişilmişti. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1946’da ilk kez yapılacak olan çok partili seçimde Köy Enstitülerinin komünistlikle suçlanmasının CHP’ye yitirteceğini öngörmüştü. Yaşamının en zor kararlarından birini vererek, Enstitülerden vaz geçmeyi yeğledi. Bu yönde atılan ilk önemli adım tutucu olduğu bilinen Şemsettin Günaltay’ın 1949’da Başbakanlığa, Köy Enstitülerine karşı olduğu bilinen, Nazi sevici (sempatizan) Şemsettin Sirer’in 1946-47 ve 1948-49 yıllarında Millî Eğitim Bakanlığına atanması odu. Sirer ilk iş olarak İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğünden Talim Terbiye Kurulu üyeliğine atadı. Tonguç daha sonra da Ankara Atatürk Lisesi resim-iş bölümü öğretmenliğine atandı. Tonguç’un Köy Enstitülerinin başından alınması Enstitülere vurulan büyük darbe idi.

  • 14 Mayıs 1950 seçimleri sonucunda 1923’ten beri iktidarda tek parti olan CHP’nin seçimi yitirmesi ve DP’in kazanması karşı devrimin ivme kazandığı bir dönemi başlattı.

Zaten CHP döneminde zayıflatılmış olan Köy Enstitülerine son öldürücü darbeyi DP hükümeti
27 Ocak 1954’te 6234 sayılı yasa ile bu aydınlanma ocaklarını kapatarak vurdu.

Sonuç ve Değerlendirme

Köy Enstitüleri yalnızca köye öğretmen yetiştirme tasarımı değil, bir aydınlanma devrimidir.
Türkiye, çağdaş Batı uygarlığı ile arasını 15. yüzyılda Rönesansı kaçırarak açmıştı. İşte

  • Köy Enstitüleri, bu açığı kapatmak amacıyla
    beş yüzyıl sonra Türk Rönesansı’nı başlatıyordu.

Köy Enstitülerinin yukarıda anlatılan öyküsü devrim – karşı devrim savaşımının (mücadelesinin) somut bir örneğidir. Bu Enstitülerin açılması ve çalışmaları Atatürk devriminin pekiştirilmesi, Türkiye’nin ortaçağ karanlığından aydınlığa çıkması yönünde ne denli devrimci bir atılım ise kapatılması da karşı devrim yönünde o denli büyük bir yitik olmuştur.

Enstitüler yaşatılsa, nicelik ve nitelik bakımından hedeflenen düzeye ulaştırılabilseydi, bugünkü sorunlarımızın çoğu gündemimizde olmayacaktı. Hiçbir ülkeden taklit edilmeyen, tümüyle kendi gereksinimlerimize ve özelliklerimize uygun olan bu aydınlanma ocakları, günümüz ulusal (milli) eğitimine ışık tutabilecek önemli bir deneyimdir.

Dinselleştirilen hatta dincileştirilen eğitim sitemine özgün, çağdaş, devrimci bir seçenektir.

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

İsrail-İran savaşı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

15 Nisan 2024, Cumhuriyet

Hamas adlı köktendinci terör örgütünün 7 Ekim 2023’te İsrail topraklarında gerçekleştirdiği terör saldırısı ve bu saldırının sonucunda yaklaşık 1300 sivil İsrail vatandaşının öldürülmesi ve yaklaşık 300 İsrail vatandaşının rehin alınması, İsrail ile İran arasında bir savaşa dönüştü.

İsrail hükümeti bu terör saldırısına, Hamas’ın egemen olduğu, Filistin’in Gazze bölgesinde gerçekleştirdiği kitlesel katliamla yanıt verince ve bu saldırıların sonucunda çoğu sivil olan 33 bini aşkın Filistin vatandaşı yaşamını yitirince, bir yandan İsrail ile Filistin, bir yandan da İsrail ile İran arasındaki gerginlikler doruk noktasına çıktı.

İsrail’de Benyamin Netanyahu yönetimi yıllardır, İran’ı en büyük tehdit olarak gösterip, ABD’yi İran’a yönelik bir askeri operasyon konusunda ikna etmeye çalışıyordu; ABD ise buna direnerek İran ile bir çatışmadan kaçınıyordu.

İsrail, İran dışında, en büyük tehdit olarak, Irak, Suriye ve Libya’yı görüyordu. “Arap Baharı” adı altında ABD ve NATO destekli askeri operasyonlarla ve bu ülkelerdeki köktendinci örgütlerin desteklenmesiyle, söz konusu ülkeler iç savaşa sürüklendi ve bu ülkeler İsrail için bir tehdit olmaktan çıktı.

Geriye İran kalınca, İsrail hükümeti, ABD’yi ve NATO’yu, İran’ın aleyhinde kışkırtmak için büyük bir mücadele verdi.
***
İsrail gibi istihbarat konusunda güçlü olan bir ülke, 7 Ekim 2023 tarihindeki Hamas saldırısını neden ve nasıl önleyememiştir?

Burada bir istihbarat ihmali mi, yoksa İran ile bir çatışma ortamı yaratmak için kasıtlı olarak önlem almamak mı söz konusudur?

Öte yanda Hamas da, böylesine büyük bir terör eylemini, İsrail’in buna büyük bir tepki vereceğini ve İsrail ile Filistin arasında onlarca yıldır var olan gerginliklerin, daha geniş bir coğrafyaya yayılacağını bilerek gerçekleştirmiş olmalıdır.

İsrail, Hamas’ın terör eylemine karşı sınırlı bir önlem alabilecek ve Hamas teröristlerini nokta hedefi operasyonlarıyla vurabilecek iken, neden sivilleri de içine alan orantısız bir tepki ve kitlesel bir katliam yolunu seçmiştir?

7 Ekim 2023’ten bu yana bölgedeki gelişmelere bakıldığında, Hamas’ın da, İsrail’deki Netanyahu hükümetinin de, yıllardır olmasını istedikleri birçok şeyin gerçekleştiği, Hamas’ın İsrail’e karşı bölgesel ve uluslararası bir örgütlenmeyi ve saldırıyı sağladığı, İsrail’in de İran’ı askeri bir çatışmanın içine sürüklediği görülmektedir.

Hamas’ın Lübnan’daki İran ve Suriye destekli köktendinci terör örgütü Hizbullah tarafından kısmen korunması, bunun üzerine İsrail’in Lübnan ve Suriye’deki İran destekli hedefleri de vurması, son olarak da Suriye’nin başkenti Şam’daki İran Konsolosluğu binasını füzeyle vurması, savaşın bölgeye yayılmasındaki en büyük etken oldu.

Bunun üzerine İran geçtiğimiz hafta sonu İsrail’e havadan füze ve bomba saldırısı gerçekleştirdi. İsrail’in de İran’a havadan saldırı başlatması an meselesi haline geldi.
***
İsrail ile İran arasındaki bir savaşın hem bölge hem de dünya için bir felaket olacağı açıktır. ABD ve NATO böyle bir savaşı teşvik etmek yerine, engellemek için elinden geleni yapmalıdır. Rusya, İsrail ile İran arasında arabuluculuk yapmalıdır. Hem İran’daki hem de İsrail’deki yöneticiler akıllarını başlarına alıp bu felaketi önlemek için ellerinden geleni yapmalıdırlar.

İsrail bir an önce erken seçime giderek, İsrail’i büyük bir felakete sürükleyen Netanyahu hükümetinden kurtulmalıdır.

  • Türkiye bu savaşta kesinlikle taraf olmamalı, kendi güvenliğini sağlamaya odaklanmalıdır.

=================================
Yazarın Son Yazıları 
İsrail-İran savaşı15 Nisan 2024
CHP’nin tarihi zaferi8 Nisan 2024
Trabzonspor ve Fenerbahçe1 Nisan 2024

KARANLIĞA IŞIK KÖY ENSTİTÜLÜ

ŞİİR KÖŞESİ

 

Mustafa AYDINLI

Eğitimci – Yazar
Halk Ozanı

 

KARANLIĞA IŞIK KÖY ENSTİTÜLÜ

Kökleri derinde bir ulu çınar
Ülkesine âşık Köy Enstitülü
Ulusa kalkınma ereği sunar
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Cılavuz’da, Ergani’de, Pulur’da
Yurtsever insanlar yetişti burda
Kıvılcımlar olup dağıldı yurda
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Köyü uyarmayı temel aldılar
Bunun için kalk borusu çaldılar
Çağdaş uygarlıkta karar kıldılar
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Kahıra, çileye hepsi alışık
Ülkede gidişat hayli karışık
Yirmi bir noktada yirmi bir ışık
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Her biri bir köyde yanan meşale
Bir ileri adım, bir güçlü kale
Yıkmak için ağa, patron el ele
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Toprağa can verdi alınlar teri
Tarih görmemişti böyle eseri
Onlar yaşasaydı kalmazdık geri
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Eserleri kalır, yıldızlar kayar
Fakir’i, Makal’ı, Başaran’ı var
Onlar için vatan bir kutsal diyar
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Hepsi birer bilge, işte Enver’i
Daha onlarcası eğitim eri
Kaftancıoğlu’nun dolar mı yeri?
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Tonguç Baba bu iş için terledi
Yücel ile kadroları derledi
Dadaloğlu ozan ruhla gürledi
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Taş ile toprakla ilme ulaştı
Softası, yobazı bu işe şaştı
Hasan Ali Yücel bulunmaz baştı
Karanlığa ışık Köy Enstitülü
***
Aydınlı onlardan alır ilhamı
Coşkusu içimden dağıtır gamı
Kalkınma dedikçe anılır namı
Karanlığa ışık Köy Enstitülü