Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Gıcır gıcır anayasa

Özdemir İnce
Özdemir İnce
26 Mayıs 2024, Cumhuriyet

 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamalarda özetle şunları kaydetmiş:

  • “Yamalı bohçaya dönüşen 1982 Anayasası ile ağır aksak bugünlere kadar gelebildik. Cumhuriyetimizin 100. yıldönümünü üzülerek ifade ediyorum darbe anayasası ile karşıladık ve geçirdik. Bunu Türk siyaseti adına bir eksiklik olarak gördüğümü daha önce de dile getirdim. Karşımızda insicamı bozulmuş, bütünlüğü kaybolmuş, ileri demokrasi ve radikal vesayetin izlerini aynı anda taşıyan bir anayasa bulunuyor. Bu hakikati sadece biz değil hukukçular da sık sık
    ifade ediyor. Mevcut anayasanın yeni Türkiye’yi taşıması mümkün değildir.
  • 85 milyon olarak yeni yüzyılda yeni anayasa ülküsünü gerçeğe dönüştürmemiz gerektiğine inanıyorum. Bunu kendimiz için istemiyoruz, Türkiye’nin, milletimizin buna ihtiyacı var.
    Siyaset kurumu sivil anayasa yapabilecek kudrete, toplumsal temsiliyete, olgunluğa sahiptir. Türk demokrasisi yeni ve sivil bir anayasayı ülkemize kazandırarak darbe geleneğiyle hesaplaşmasını tamamlamalıdır. Yeni anayasa sadece siyasetin konusu da değildir. Sivil toplum, akademi, baro, gazetecilerin ve darbelerin mağdur ettiği tüm kesimlerin de süreci sahiplenmesini arzu ediyoruz.”

Bir gazete yazısında bu kadar uzun alıntı yapmak akıllıca bir şey değil ama “benmerkezci” (egoist) bir görüşü silkelemek için bunu yapmak zorundayım:

1982 Anayasası Danışma Meclisi, kendi üyeleri arasından, Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında, 15 üyeden oluşan bir “Anayasa Komisyonu” seçti. Bu komisyon, 23 Kasım 1981 tarihinde çalışmaya başladı ve hazırladığı anayasa taslağını 17 Temmuz 1982 tarihinde Danışma Meclisi’ne sundu. Danışma Meclisi görüşmelerden sonra taslağı 23 Eylül 1982 tarihinde kabul etti. Tasarı 18 Ekim 1982 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilerek halkoyuna sunulmak üzere 20 Ekim 1982 tarihli ve 17844 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı. Tasarı 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan halkoylaması sonucu %8.63 oranında “hayır” oyuna karşılık %91.37 oranında “evet” oyu ile kabul edilmiştir. Bu şekilde halk tarafından kabul edilen anayasa, 2709 sayılı yasa olarak 9 Kasım 1982 tarihli ve 17863 mükerrer (yineleyen) sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Aldıkaçtı başkanlığında kurulan 15 üyelik Anayasa Komisyonu’nda kabzımal, şoför, gümrük komisyoncusu falan yoktu. Tamamı hukuk bilgini idi. Bunu yazmam, Kenan Evren darbesini onayladığım anlamına gelmez.

Hukuk bilginlerinin hazırladığı anayasa, TC vatandaşlarının % 91.37 oyuyla kabul edilmiştir.

  • Halkın kabul ettiği anayasa “sefil” değil, “sivil” anayasadır.

Ayrıca bir ülkeyi demokratik kurallara uygun anlayışla yönetmek için birinci sınıf ANAYASA gerekmez. Bir hükümet ya da bir Başyüce kötü bir anayasaya karşın ülkesinde demokrasinin bütün kurallarını uygulayabilir. AKP genel başkanının ülkeyi despotik bir anlayışla yönetmesinin kaynağı mevcut anayasa mı? Anayasayı ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını çöpe atmasının nedeni mevcut anayasa mı?

  • Ben, daha iyi anayasa istemiyorum bu anayasa uygulansın yeter!

Ben, AKP genel başkanına şunu öneriyorum:

“Sivil toplum, akademi, baro, gazetecilerin ve darbelerin mağdur ettiği tüm kesimlerin” temsilcilerinden oluşan bir anayasa yapma kuruluna kendi kafasına uygun bir anayasa yaptırsın… Eşeği yokuşa sürmenin gereği yok!

Zaten CHP de Mevcut anayasayı uygulamayan bir yönetim anlayışıyla anayasa yapmayız, önce sen mevcut anayasayı uygula diyor. CHP haklıdır, mevcut anayasayı uygulamamaktan, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulamamaktan sabıkalı bir iktidarla ortaklaşa bir anayasa yapmak mümkün mü? Bizim köylü Göde Omar da Gök Veli de Deli Hapa da bu tongaya düşmez vallahi!

AKP’nin ve liderinin T.C. Anayasası’nın ilk dört maddesine karşı olduklarını burada yinelemenin gereği yok. Kurnazlık edip “İlk üç madde dokunulmazdırderler ama bu üç maddenin korucuyu zırhı olan dördüncü maddeyi es geçerler.

MADDE-4: Anayasanın 1’inci maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

R.T. Erdoğan’ın tek başına yapacağı, yaptıracağı gıcır gıcır anayasayı hiç merak etmiyorum.

En iyi anayasa cildi gevşemiş, sayfaları sararmış anayasadır.

Mustafa Aydınlı şiiri : BİR EŞEĞE BAKAMADIN İBİLİ!

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı

 

 

BİR EŞEĞE BAKAMADIN İBİLİ!

Köyden göçer iken bedava verdim
Bir eşeğe bakamadın İbili
Duyunca katlandı efkârım derdim
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Eşek diye yalvararak gelmiştin
Samanıyla yularıyla almıştın
Giderken keyifle ıslık çalmıştın
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Eşeğimi benden yalvardın aldın
Ne yaya yürüdün, ne yolda kaldın
Yazın bindin kışın dağlara saldın
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Köye geldim eşeğime bakayım
Düşmüş ise nalın mıhın çakayım
Zebun ise sana türkü yakayım
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Eşeğin kalmamış eşeklik halı
Gağşamış semeri kırılmış nalı
Boynunaydı eşeğimin vebalı
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Arpası kalmamış samanı yarı
Tepeden tırnağa yağır her yeri
Hayvanı koymuşsun kemikle deri
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Gayet mülayimdi eşeğin huyu
Çok gördün bir çenik samanı suyu
Sırtında gezdin de bütün yıl boyu
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Eşeğin cinsliği köyün dilinde
Desen desen nakış vardı çulunda
Dilerim ki işin gitmez yolunda
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Otlar sarar bağlamanın bayırı
Eşek düşte görür yeşil çayırı
Bahar gelse eşek kendin doyuru
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Geçemedim Harami’nin çayını
Kertme’li de bize etti oyunu
Ne yemin verdiniz ne de suyunu
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Az mıydı eşekten aldığın verim
Tarlada bostanda derdiğin derim
Devrilesi o boyuna aferim
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Dedesli ilinde eşeğim tekti
Çok işini gördü kahrını çekti
Sonunda açlıktan nalları dikti
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Bu eşeğin bizde çoktur hatırı
Bir dem aratmazdı atı katırı
Baksan yazmaz idim bunca satırı
Bir eşeğe bakamadın İbili
***
Kara boncuk gibi eşeğin gözü
Halını görenin dayanmaz özü
Aydınlı kahrından söyler bu sözü
Bir eşeğe bakamadın İbili
***

  • Köyden kente göçen yaşlanan köylü amca, yıllarca koştuğu eşeğini, bedelsiz olarak komşusu “İbili” ye verir (mahlastır..). Vefasız “İbili” emanet eşeği yazın çalıştırır, kışın samansız-susuz kendi haline bırakır. Eşek, sahipsiz köyde yaşam savaşımı verir. Sahibinin olayı bana hüzünle anlatması üzerine, duyduğum acıyı bu dizelere döktüm. “Hayvan hakları haftası”nda hiçbir hayvanın
    aç-susuz ve bakımsız kalmaması, herkesin hayvanlara karşı insanca duyarlı olması dileğiyle.

Seferberlik ve Savaş Durumu Yönetmeliği

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Seferberlik ve Savaş Durumu (Hali) Yönetmeliği 22 Mayıs’ta  (2024) Cumhurbaşkanlığı’nca yayınlandı (RG s.32553).

Yönetmelik incelendiğinde aşağıda belirtilen hukuka ve demokrasiye aykırıyı düzenlemeler dikkati çekmektedir :

Seferberliğin amacı başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere devletin tüm güç unsurlarını (ögelerini) barış durumundan savaş durumuna getirmek olmasına karşın, yapılan düzenleme, aşağıda inceleneceği gibi, üstü kapalı bir sıkıyönetim düzenlemesidir.

Yönetmelikteki tanımlar belirsiz, ucu açık ve yorum gerektirecek biçimde yazılmıştır.
Örneğin buhran dönemi şöyle tanımlanmıştır (Md.4g) :

  • “Milli menfaatleri doğrudan veya  dolaylı olarak tehdit eden veya etmesi muhtemel olan
    veya dış olay veya olayların ayrı ayrı veya birlikte vuku bulduğu ve çatışmaya ve
    savaşa götürebilecek seviyeye gelmeleri ile ortaya çıkan kriz durumu
    .”

Milli menfaatleri dolaylı olarak tehdit etmesi muhtemel iç olaylar” ifadesi belirsiz ve yoruma açıktır. Otoriter bir cumhurbaşkanı tarafından baskı aracı olarak kullanılmaya rahatlıkla elverişledir.

Gerginlik dönemi tanımı ise şöyledir (Md.4m): “Milli menfaatleri içte ve dışta olumsuz etkileyebilecek olayların ülkeyi bir buhran durumuna tırmandırması hali.”

Bu tanımlara dayanarak Cumhurbaşkanı’na seferberlik ilan etme yetkisi verilmiştir.

Yönetmeliğin 24. maddesi şöyledir:

Ayaklanma olması veya cumhuriyete karşı kuvvetli eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması durumunda cumhurbaşkanı seferberlik ilan edebilir. Seferberlik ilanı aynı gün TBMM’nin onayına sunulur.”

Hukuksal Durum

1982 Anayasasının 122. maddesi, olağanüstü yönetim yöntemleri başlığı altlında
– sıkıyönetim,
– seferberlik ve
– savaş halini
düzenlemekte idi.

Buna göre; Cumhurbaşkanın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun görüşünü aldıktan sonra, süresi altı ayı geçmemek üzere yurdun bir veya birden çok bölgesinde sıkıyönetim ilan edebilir… TBMM sıkıyönetim süresini uzatabilir, kısaltabilir veya sıkıyönetimi kaldırabilir… Sıkıyönetim komutanları Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olarak görev yaparlar.

2017 anayasa değişikliğinde bu madde kaldırılmıştır. Bu maddeye dayalı 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Yasası anayasal dayanaktan yoksun kalmıştır.

Şimdi de 2941 sayılı bu yasaya dayanarak bir yönetmelik yayınlanmıştır. Dolayısı ile bu yönetmelik anayasal dayanaktan yoksundur

Daha önce bakanlar kurulunda olan seferberlik ilan yetkisinin cumhurbaşkanına bırakılması cumhurbaşkanlığı hükümet sistemimin gereğidir. Yapılan düzenleme ile değişiklik öncesi anayasada belirtilen Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK), TBMM’nin ve Genelkurmay Başkanlığı’nın işlevleri zayıflatılmış tüm yetki Cumhurbaşkanı’na bırakılmıştır. Bu durum cumhurbaşkanlığı hükmet sisteminin sakıncalı sonuçlar doğurabileceğine çarpıcı bir örnektir.

 Değerlendirme:

Yönetmeliğe göre cumhurbaşkanı belirsiz kimi tanımlara dayanarak tek başına seferberlik ilan edebilecektir.

Seferberlik ilanında 2941sayılı Seferberlik ve Savaş Durumu Yasası uygulamaya konulacaktır :

Bu yasanın 12. maddesine göre;
– cumhurbaşkanının atayacağı komutanlar,
– kendi bölgelerinde genel güvenlik, asayiş ve kamu düzeninin sağlanması ve sürdürülmesi
– ve deniz limanları ile sınırların denetimi, yıkıcı etkinliklerin önlenmesi,
– ajanların ve kaçakçıların aranıp bulunması için gerekli önlemlerin saptanması ile
– bu çalışmaların yürütülmesinde ulusal makamlarla işbirliği yapar
– ve gerektiğinde kolluk güçlerini buyruğuna alır

  • Bu düzenleme adı konmamış bir sıkıyönetim rejimidir.

Partisi TBMM’de çoğunlukta olan, “devlet = hükümet” anlayışına sahip otoriter eğilimli bir Cumhurbaşkanı, toplantı ve gösteri yürüyüşü veya ifade özgürlüğü anayasal haklarını kullanan muhalefetin eylemlerini “milli menfaatleri dolaylı olarak tehdit etmesi ihtimali olan davranışlar” olarak yorumlayabilir ve atadığı komutanlar eliyle sıkıyönetim uygulamasına benzer önlemler alabilir.

  • Bu durum demokrasiye açık bir tehdittir.

Yönetmelikteki kimi ifadelerin belirsiz (muğlak), ucu açık ve yoruma bağlı ifadeler olması,
genel bir hukuk ilkesi olan “öngörülebilirlik” ilkesine aykırıdır.

Sonuç

22 Mayıs’ta (2024) Cumhurbaşkanlığınca yayınlanan “Seferberlik ve Savaş Hal Yönetmeliği” anayasal dayanaktan yoksun ve  “öngörülebilirlik” hukuk ilkesine aykırıdır.

Yönetmelikle Cumhurbaşkanı, kendi kendisine tanıdığı ucu açık, yoruma bağlı yetkileri
kötüye kullanarak tek başına seferberlik ilan edebilir ve sıkıyönetim uygulamasına benzer uygulamalarla hak ve özgürlükleri ciddi düzeyde kısıtlayabilir

İdari bir işlem olan bu yönetmeliğine iptali veya açıklığa kavuşturulması için idari yargı yoluna başvurulmalıdır.

DEVLET OTORİTESİ Mİ YOKSA TARİKAT ve CEMAAT İRADESİ Mİ? MİLLİ İRADE KİME AİT?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Eğer bir ülkedeki:

A- Eğitim sisteminde,
B- Güvenlik güçlerinin kullanılmasında,
C- Adalet ve yargı sisteminde
D- Sağlık sisteminde
…………………………… ve
Z- Tüm devlet kurumlarında,

Devlet otoritesi (yetkesi) giderek dinci tarikat ve cemaatların ya da benzeri örgütlerin iradesi (istenci) ile biçimlenmeye başlarsa, o ülkedeki ulusal istenç (milli irade) ve devletin hükümranlık (egemenlik) gücü zaafa düşmüş (zayıflamış), ulus ya da milli devlet eksen kaymasına uğramış demektir.

Eşler (kadın – erkek) nasıl ki “Eş” olma (karı – koca) hakkını – yetkisini başkasına devredemez ise, devlet de yönetim gücünü ve hakkını asla meşru devlet örgütlenmesi dışında kalan kişi ve kurumlara veremez.

  • Ulusal Egemenlik bölünemez, paylaşılamaz!

Devlet, Ulus adına en üst kurumsal otoritedir (yetkedir).

Çünkü ulusal egemenlik vekâlet kabul etmez!

Toplumu yönetme yetkisi de hiçbir tarikat, cemaat ya da benzeri paralel (koşut) bir yapıya devredilemez.

Ulusal irade (istenç) yalnızca, Anayasanın koyduğu devlet organları eliyle kullanılabilir ve ancak böylesi bir devlet meşru olur. Çünkü Halk / Millet, mutlak egemenlik hakkını, kendi adına anayasal ve meşru biçimde oluşan siyasal iktidara (Yürütme’ye), Yasama ve Yargı’ya geçici olarak vermiştir.

Türkiye FETÖ tehdidi ve tehlikesini bu nedenle yaşamıştı.

Tarihin tekkerrür etmemesi (yinelememesi) için geçmişten ders alınması gerekir.

Çünkü devlet otoritesi (yetkesi); dinler, ideolojiler, dogmalar, partiler, dernekler, tarikatlar, cemaatlar, hizipler, odalar, sendikalar, kişiler, makamlar… üstü bir üst otoritedir (supreme power).

Ancak, söz konusu otoritenin (yetkenin) hak, hukuk, adalet ve iyi niyet kurallarına göre herkese karşı yansız olarak kullanılması gerekir..

  • Demokratik hukuk devleti kurallarına tam bağlı kalarak ve evrensel etik ilkelere
    mutlak saygı ve bağlılık ile..
    (23.05.2024)

Randevu krizinden gece polikliniklerine

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel 24.05.2024 BİRGÜN

     google-news

Bozuk sağlık sisteminden kaynaklı sorunları akıl dışı yöntemlerle çözme telaşı bitmiyor.
Arada ezilen de hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımız ve ihtiyacı olan sağlık hizmetini alamayan yurttaşlarımız oluyor.

Sağlıkta kötü gidişin en belirgin göstergelerinden biri hastanelerden randevu alınamaması.
Hani “hastanelerde kuyruk dönemi bitti” deniyor ya, işin aslı yurttaşlar telefon ve bilgisayar başında randevu için günlerce, haftalarca uğraştıklarından hastaneye gelemiyorlar.
Hatırlarsınız, Sağlık Bakanlığı randevulardaki sıkıntının sorumluluğunu yurttaşlara yüklemişti. Öyle ya randevu alanların yüzde 30’u randevusuna gelmiyordu; devlet,
randevusuna uyan vatandaşını severdi, o halde bu konuya el atılmalıydı.

ONAYLI RANDEVU DÖNEMİ

Geçtiğimiz hafta başlayan uygulamayla Hastanelerden aldığınız randevuyu bir gün öncesinde saat 20’ye kadar Merkezi Hekim Randevu Sistemi’nden (MHRS) onaylamanız gerekiyor. Onaylamazsanız randevunuz iptal oluyor. Onaylayıp gitmezseniz, 15 gün o branştan randevu alamıyorsunuz. Sağlık Bakanı, bir haftalık değerlendirmesinde randevuya sadakatın arttığını bildirdi, ancak rakam vermedi.

Sorunlar mı? Tabii ki yaşanmaya başladı. Bir gün önce randevusuna onay ver(e)meyen hastalar ertesi gün hastaneye geldiklerinde randevularının iptal olduğunu öğrendiler, randevusuz muayene olmaya çalıştılar, olamazsa da çalışanlarla tartıştılar. Olan yine hekimlere oldu,
iş yükleri katlandı. Hastane idareleri bu tür durumların çözümü için hekimlerden
“tolerans göstermelerini” istedi.

Peki gerçekten hastanelerdeki talep patlamasının, kalabalıkların, beş dakikada muayenelerin, tıklım tıklım acil servislerin sorumlusu randevusuna gelmeyen yurttaşlar olabilir mi?
Sağlık Bakanı’nın MHRS randevu ve günlük muayene sayılarına dair verdiği son veriler
2024 bütçe sunumuna ait. Buna göre günde 1,2 milyon randevu veriliyor, ancak bunun çok üzerinde 1,5 milyon randevusuz muayene yapılıyor. Yani MHRS randevularının çok üzerinde randevusuz hasta zaten bakılıyor. Hastaneler, randevusuna gelmeyen hastaların yerine randevusuz hastalar alıyorlar, hekimlerin boş vakitleri yok. Bakanlık, sürekli gelen şikayetler nedeniyle daha çok randevu verip “durumu kurtarmak” istiyor. Ancak olmuyor,
çünkü mevzunun temelinde sevk zincirinin olmadığı, insanların hastane hastane dolaştığı hastalıklı sağlık sistemi yatıyor.

24 SAAT POLİKLİNİK BAŞLIYOR

Hastaların muayene olamama krizine bulunan bir diğer dâhiyane çözüm de “acil yeşil alan branş poliklinikleri”. Bu fiyakalı isim bir biçimde yedi gün 24 saat rutin poliklinik muayenesi anlamına geliyor. Geçtiğimiz ay Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’nde 7/24 uzman polikliniği uygulaması getirileceği haberlerini hastane idaresi yalanlamış ve şu açıklamayı yapmıştı:

“Sosyal medya platformlarında yer alan, hastanemizde 7/24 uzman hekim poliklinik uygulamaları iddiaları asılsızdır. İhtiyaç duyulan branşlarda ve sürelerde mevzuat çerçevesinde uygulama yapılmaktadır.”

Ancak hastane idaresinin tam da bu çerçevede hazırlık yaptığı geçen hafta birimlere gönderilen resmi yazıyla netlik kazandı. Meseleyi özetlemeye çalışayım:

Türkiye’de acil servislerin büyük oranda acil olmayan hastalarca dolu olduğu biliniyor.
Bu hastaların geri çevrilmeyip muayene edilmeleri için “yeşil alan poliklinikleri” icat edildi.
Yeşil alanda görülen hastaların önemli bölümü, takip eden günlerde branş polikliniklerine yönlendiriliyor. Yani sorun orada çözülmüyor, öteleniyor, hastanın randevu alıp ilgili branşa gitmesi gerekiyor. Şimdi Bilkent Şehir Hastanesi şöyle demiş oluyor:

Biz iç hastalıkları, genel cerrahi, ortopedi, enfeksiyon hastalıkları, aile hekimliği, beyin cerrahisi, üroloji, göğüs hastalıkları ve nöroloji branşlarında “acil yeşil alan branş polikliniği” adında kuracağımız birimlerde 7/24 uzman hekim bulunduracağız, acile başvuran poliklinik hastalarını buralara yönlendirin.

Hastane, ihtiyaca göre bu branşlarda değişikliğe gidilebileceğini de bildiriyor. Yazıda can alıcı bir nokta da performans göstergeleri üzerine. Hekimlere bir anlamda, “bu süreçteki olumsuzluklar alacağınız parayı da kötü etkiler” deniyor. Uygulamanın zamanla diğer hastanelere yaygınlaştırılmak istendiği anlaşılıyor.

Bu durumda neler olabilir? Örneğin 15 yıllık şeker hastası rutin kontrolü için gece 3’te dahiliyeciye uğrayabilir, 10 yıllık prostat hastası gece 2’de muayeneye gelebilir, 30 yıllık epilepsi hastası altı aydır gel(e)mediği kontrolü için sabaha karşı 5’de nöroloğun kapısını çalabilir.
Bunun bilimle, sağlık hizmetlerinin gereği ile ilişkisi yok. Bu şekilde nitelikli sağlık hizmeti verileceğini söylemek de olanaksız. Sağlıkta gelinen noktanın akıl dışılığını, popülizmi gösteriyor.

Ne pahasına?
Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının tükenmesi, sağlığını kaybetmesi, şiddete uğraması,
halkın da nitelikli sağlık hizmeti yerine göz boyamalara razı olması.
Biz ısrarla bu uygulamaların çözüm olmayacağını, bilim ve aklın gereği bir sağlık sistemi kurulmadıkça sıkıntıların süreceğini anlatacağız, doğruyu göstereceğiz.

Din ne işe yarar?

Özdemir İnceÖzdemir İnce
24 Mayıs 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’nin en iyi gazetesi benim yazdığım Cumhuriyet gazetesidir. Lise öğrenciliğimde Cumhuriyet ve Dünya gazetesini satın alıp okurdum, spor haberleri için Hürriyet gazetesine bakardım. Hürriyet gazetesini ilk kez 7 Ağustos 1948 günü satın almışım, 12 yaşımda. Birinci sayfasında Londra Olimpiyat Oyunları’nda grekoromen stilinde olimpiyat şampiyonu olan Mersinli Ahmet ile Mehmet Oktav’ın fotoğrafları var. Takım halinde ikinci olmuşuz.

Cumhuriyet gazetesi gözdem ve öğretmenimdir ama başka gazetelerin iyi işlerini görmeme engel değildir bu. Örneğin Sözcü gazetesinin birinci sayfasını çok beğenirim. 17 Mayıs 2024 günlü birinci sayfası bana bu yazıyı esinledi.

Manşet: Diyanet her gün yiyor et! Kafiyeli! Din adamlarının yemek listesi bu yazıyı ilham etti. Güney Amerika’nın Katolik rahiplerinin dışında dünyanın geri kalan ülkelerindeki din adamları, kapitalizm ve sömürüden yanadır. Birinci sınıf beş yıldızlı otellerde toplantı yapıp buralarda yatan ve çatal kaşık şakırdatan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) imamlarının pahalılıktan ve müzmin açlık ile yoksulluktan şikâyetçi olup durumu eleştirdiklerini hiç duydunuz mu? Adamlar sanki bir sömürge ülkesinde kolonyal düzenin temsilcileri…

“DİB ya da kısa adıyla Diyanet, 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kurulan, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurumdur. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur. 9 Temmuz 2018’de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmıştır.

Anayasanın 136. maddesinde, Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.’ hükmü yer almaktadır.”

Mevcut DİB Kuruluş ve Görev Yönetmeliği’nde yukarıdaki ilkeler yer almaktadır. Sözcü gazetesi ayıs ayının yemek listesini yayımlamış. Afiyet şeker, lop lop et olsun. Dünkü (23 Mayıs) menüsü şöyle: Mantar çorbası, fırın köfte, nohut salatası, keşkül. Listede ana yemek olarak ekşili köfte, orman kebabı, Ankara tava, etli nohut, tavuk döner, çiftlik kebabı, soslu misket köfte, etli taze fasulye, tavuk külbastı, hünkâr beğendi, sebze graten, çiftlik köfte, tavuk şinitzel, etli taze fasulye, et döner, fırın köfte, patlıcan musakka, etli kuru fasulye, püreli kebap, piliç Topkapı, kıymalı ıspanak, karışık ızgara. Ayrıca çorba çeşitleri, ara sıcaklar ve dört çeşit son tıkıntı var.
Bu listeyi okusun, halkın bir yeri şişer vallahi!

Diyanet son dört ayda 31.8 milyar lira harcamış! 17 Mayıs 2024 tarihli Sözcü gazetesinde
Deniz Ayhan’ın haberi şöyle:

‘Yiyin efendiler yiyin’

“Milyarlarca liralık bütçesi ve lüks makam araçlarıyla gündemden düşmeyen DİB’nin
üst düzey yöneticileri için hazırlanan öğle yemeği listesi ortaya çıktı. Vatandaşın ucuz et için zifiri karanlıkta kuyruklara girip saatlerce kuyruk beklediği, çocukların ete ulaşamadığı bir ülkede DİB’nin üst düzey yöneticileri için hemen her gün etli yemek çıkıyor. Sebze yemekleri de kıymalı yapılıyor. Diyanet’in 17 Mayıs, yani bugünkü sofrasında ‘mısır çorbası, çiftlik köfte, bulgur pilavı, meyve’ olacak.”

Yemek maliyetlerinin bir kısmı bütçeden karşılanırken DİB Başkanı Ali Erbaş, bir günlük yemek için 67.5 TL ödüyor. DİB başkan yardımcıları, Din İşleri Yüksek Kurulu başkanı, Diyanet Akademisi başkanı, genel müdürler, rehberlik ve teftiş başkanı, strateji geliştirme başkanı da bu mönü için 67.5 TL ödüyor. Diyanet’te çalışan 4/D’li işçiler radyo TV personeli ve KOMAŞ personeli ile başkanlık personeli 100 TL ödüyor. Misafirler için ise yemek 110 TL. Aşçı, bekçi, hizmetli, şoför, yönetmen, 4/B sözleşmeli personel bu yemek için 30 TL, başkanlık müşaviri, baş müfettiş, hukuk müşaviri, avukatlar da 42 TL ödüyor.

Sosyal adalete göre az kazananın az, çok kazananın da az kazanandan fazla ödemesi gerekmez mi? Gerekir ama

  • DİB’de demek ki dinsel adalet uygulanıyor, sosyal adaletin yeri yok.

Not: Bu konuda Diyanet bir açıklama yapmıştır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Din ne işe yarar?24 Mayıs 2024

Anayasa Mahkemesi ve başsavcı ataması

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 23.05.2024, BİRGÜN

Anayasa Mahkemesi’ne son 6 ayda yapılan baskı ve engellemelere 60 yılda -darbeler dahil- hiç tanık olunmadı. Bu yaşananlar karşısında Anayasa Yargısı kitabıma nokta yerine (;) koyabildim. Ancak ne var ki 16 Mayıs ataması,  tasavvur sınırlarını da zorladı.

İHLAL ÖDÜLLENDİRİLDİ

Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını uygulamayan ve üstelik AYM üyelerine karşı suç duyurusunda bulunan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na atandı.

Bu atama, AYM için kapatılmaktan daha ağır bir yaptırım. AYM üyeleri, tepki olarak görevden çekilmediklerine göre, özeleştiri yaparak karar tercihlerini gözden geçirmeleri beklenir. Nasıl?

Özellikle norm denetiminde Yürütmenin ve Yasamada Cumhur İttifakı çoğunluğunun Anayasa dışı düzenlemelerini görmezlikten gelme eğiliminden vazgeçerek. AYM için ölçü, Anayasa’dır.

ETKİLİLİK TESTİ

AYM, Can Atalay hakkında Anayasa’ya uygun karar verdi.

Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerini bilerek ve isteyerek üst üste ihlal eden Yargıtay 3CD Başkanı ise ‘ödüllendirildi’.

Kim ödüllendirdi? Yasama, Yürütme ve Yargı. Nasıl?

Yasama: 3CD’nin AYM kararını tanımayan metnini TBMM’de okudu…

Yargı: Yargıtay, 3CD Başkanı’na seçilmesi ve atanması için yeterli olmasa da oy verdi.

Yürütme: 1. sırada olmayan 3. CD Başkanını atadı.

Anayasal düzeni zedeleyici bu işlemler dizisi hukuksal deyimlerle açıklanamaz; çünkü karşılaştırmalı anayasa yargısına yabancı bir süreç (Bkz. “Baskıcı yönetimle ve direnen yargıçlar”, 8.1.24).

Şimdilik şu kayıtla yetineyim:

  • AYM kararlarını uygulamamak ve uygulatmamak, adil yargılanma hakkı
    ihlalinin (çiğneminin) ötesinde, AYM’nin görev yapmasını engellemektir.

Haliyle, AYM için görevine içkin bir kavram olarak haysiyet (dignitas) sorunu oluşturmakta.

Bu nedenle AYM, Anayasa ve hukuka daha çok sarılmalı. Nasıl?

Etkililik için 6 ölçüt:

-gündem önceliklerini belirlemek,
makul sürede karar vermek,
-yürürlüğün durdurulması (özellikle 9 aylık süre söz konusu ise) kararları vermek,
-gerekçe ve karar eşzamanlılığını gözetmek,
-eksik referans uygulamasını gidermek.
-kararlarda tutarlılık ilkesini gözetmek.

ATAMA ve AND

Bunları yapmak için dayanakları da var AYM’nin:

And : “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ve temel hak ve özgürlükleri koruyacağıma; görevimi doğruluk, dürüstlük, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, her türlü etki ve kaygıdan uzak olarak Anayasanın dayandığı temel ilkelere uygun hukuk anlayışı içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yerine getireceğime büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

-Anayasa ve karşılaştırmalı anayasa yargısı verileri,
-Kamu yararı,
Toplumun ve ülkenin geleceği.

Tercihlerini Anayasa gereklerinden çok kendilerini atayan Yürütme ve Yasama beklentileri yönünde yapan özellikle yeni üyeler için, atayan makam değil üzerine and içilen metin belirleyici olmalı.

AYM HAYSİYETİ (ONURU)

AYM’den iptali istenen yasaların çoğu, talimat yasalarıdır. Saray veya Bakanlık bürokratlarından gelen metinleri çok sayıda imza ile Teklife çeviren Cumhur İttifakı vekillerinin, Komisyon aşamasından Genel Kurul oylaması sonuna dek başlıca uğraşı, ‘virgülüne bile dokundurtmamak’!

Dahası, torba yasaların çoğu, içerik olarak yasal nitelikten uzak. Öngörülebilirliği ve hukuksal belirliliği olmayan yasa ve hükümlerini ayıklamak, AYM için bir haysiyet göstergesi aynı zamanda.

BAŞVURAN 1. PARTİ

AYM’ye başvuran Parti olarak CHP, 31 Mart (2024) sonrası artık 1. Parti!
AYM’nin denetlediği metinleri oylayanlar ise, 2. (AKP) ve 4. (MHP) Parti vekilleri.
TBMM’ye sayısal olarak henüz yansımayan bu demokratik değişiklik bile, kendilerini atayanlara karşı minnet borcunda hisseden kimi (bağımsız statüye sahip) AYM üyelerinin (bir erdem olarak) tarafsız (yansız) karar verebilmeleri için başlıca itici güç olmalı.

Son söz yerine bir soru                      :

AYM, eğer Anayasa’ya açıkça aykırı olan dezenformasyon maddesini iptal etse idi,
AKP-MHP ikilisi ‘etki ajanı’ düzenlemesi girişiminde bulunabilir miydi?
======================================
Yazarın Son Yazıları

Liberal dünya düzeninin sonunun başlangıcı

Nejat Eslen
EMEKLİ TUĞGENERAL

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ve NATO’nun nükleer stratejisini hazırlayan önemli strateji geliştirme merkezi RAND’ın mayıs ayında yayımladığı, “The Sources of Renewed National Dynamism” (Yenilenen Ulusal Dinamizmin Kaynakları) başlıklı rapora göre, azalan göreceli üretim kapasitesi, yaşlanan nüfusu, kutuplaşan politik sistemi, yozlaşmış bilgi ortamı, Çin’in giderek artan meydan okuyuşu ve çok sayıda kalkınmakta olan ülkenin Amerikan gücüne olan saygısındaki azalma ABD’nin rekabet gücünü tehdit etmekte ve düşüşünü hızlandırmaktadır. RAND’a göre, tarihi örnekler, düşüşteki büyük güçlerin nadiren yeniden yükselişe geçtiğini göstermektedir.

İmalat kapasitesindeki göreceli düşüş, küresel güç mücadelesinde, ABD’nin en güçlü rakibi Çin ile ilişkisinde, en önemli sorunu oluşturmaktadır. Dünyada hâlâ en büyük gayrisafi hasılayı gerçekleştiren ABD’nin 2023 yılında dış ticaret açığı 773 milyar dolardır. Aynı yıl, Çin’in dış ticaret fazlası ise 823 milyar dolar; ABD’nin Çin ile ticaretindeki açık ise 280 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

ABD’NİN ASIL SORUNU

Bu çelişkinin nedeni, ABD gayrisafi hasılasında en büyük payı imalat değil, hizmet sektörünün almasıdır. 2023 yılı değerlerine göre ABD imalat sektörünün gayrisafi hasıla içindeki payı, 2.8 trilyon dolar ile sadece yüzde ondur. Aynı yıl Çin’de ise imalat sektörü 5.59 trilyon dolar ile toplam gayrisafi hasılanın yüzde 31.7’sini oluşturmuştur. Bir başka ifade ile Çin’in imalat sektörünün kapasitesi, ABD’nin imalat sektörünün kapasitesinin yaklaşık iki katıdır.

Örnek olarak ifade etmek gerekirse, çelik ve elektrikli araç (EV) üretiminde Çin’in, açık ara ABD’nin önünde olduğu söylenebilir. 2023 yılında, Çin’in çelik üretimi 1.019 milyon ton; ABD’nin çelik üretimi ise sadece 80.7 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Aynı yıl Çin’de 9.3 milyon elektrikli araç (EV) üretilmiş ve dünyada, çoğu Batı markalı elektrikli araçların satışının yüzde altmış beşini Çin gerçekleştirmiştir.

ABD, Çin’in imalat sektöründeki bu üstünlüğüne, Trump’ın başkanlık döneminden bu yana Çin’den ithal edilen ürünlere yüksek gümrük vergisi uygulayarak karşı koymaktadır. Biden yönetimi, 14 Mayıs 2024’te, Çin’den ithal edilecek çelik ve alüminyum ürünlerine yüzde 25, yarı iletken ürünlere yüzde 50, elektrikli araçlara yüzde 100, elektrikli araç bataryalarına yüzde 25, güneş pillerine yüzde 50, tıbbi ürünlere yüzde 50 gümrük vergisi uygulayacağını açıklamıştır.

DÜZEN ÇÖKÜYOR

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulan kurallara dayalı dünya düzeni olarak da tanımlanan dünya düzeni, ekonomide ve uluslararası ilişkilerde liberalizmi esas alan dünya düzeni olarak tanımlanmıştır. Açık pazarlar, serbest ticaret, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, gümrük vergilerinin kaldırılması bu düzenin karakterini oluşturmuştur. ABD, Çin mallarına yüksek gümrük vergileri uygulayarak liberal dünya düzeninin kurallarını çiğnemekte ve korumaya çalıştığı bu düzeni kendi elleri ile tarihin mezarlığına gömmektedir.

Bu şartlarda, Çin’in yükselişini frenlemek ve küresel liderliği sürdürebilmek için ABD’nin önünde iki seçenek olduğu ifade edilebilir:

Birincisi, imalat sektörünü yeniden güçlendirerek Çin ile rekabet edebilecek kapasiteye çıkarmak. Bu seçeneğin, birçok nedenle başarı ihtimalinin düşük olduğu söylenebilir.

İkincisi, Asya-Pasifik’te Çin’e karşı Ukrayna savaş modelini Tayvan ile uygulamak ve başta Japonya ve Filipinler olmak üzere bölgedeki müttefikleri bu savaşta kullanmak. Savaşmadan hasmın direncini kırmayı amaçlayan stratejik kültürü nedeni ile Çin’in bu oyuna gelmesi uzak bir olasılıktır.

İKTİDAR ADAYININ POLİTİK TUTUMU

Son sözüm iktidar adayı CHP ile ilgilidir. CHP, “Türkiye Atlantik blokunun üyesidir; bu nedenle de her şartta Atlantik bloku ile birlikte hareket edecektir.” diyerek bu anlayışa göre dış politika mı uygulayacaktır; yoksa dünyadaki bu değişimi ve kurulmakta olan yeni düzeni dikkate alarak, daha esnek dış politika vizyonu mu geliştirecektir. Bu sorunun yanıtı Türkiye’nin yazgısını etkileyebilecektir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22 Mayıs 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri; hiçbir suçu olmayan, yaşlı ve hastalıklarla boğuşan generalleri kin – intikam duygusu ile 1000 gün cezaevinde tutanlara…

 

NEPOTİZM

RTE, muhalefeti nepotizmle (akraba-eş dost ayırımcılığı) mücadeleye çağırdı.

Milletin aklıyla alayı sürdürüyor.

Nepotizmin önde geleni kimdir?…
(AS: Mülakat ile acımasız kıyım neden sürüyor?? Seçim öncesi söz verip tutmadın!??)

TASARRUF

Köprü, tünel ve otoyollara zam bindirildi.

Somali’ye 5 bin metrekarelik arsa hibe edildi. Üzerine büyükelçilik binası yapılıp hediye edilecek.

Vatandaş ödesin; yandaşlar/çeteler, rüşvetçiler cebe indirsin; tasarruf masalları anlatılsın…

AUDİ

DİB Audi 8 kiralık makam aracını, tasarruf önlemleri kapsamında iade ettiğini açıkladı.

Şuna tepkilerden / korkudan desek!…

KAPATILSIN

Muharrem İnce’nin 21 bin kişiyle yaptığı ankette “%77 “Diyanet kapatılsın” çıkmış.

Aklın yolu…

ÇAY

Rize’de çay üreticileri, verilen düşük taban fiyatına tepki gösterdi.

Sandıkta reislerine rekor desteği sürdürsünler, düzelir…

ATAMA

RTE, Yargıtay Başsavcılığı’na en çok oy alan aday yerine, Anayasa Mahkeme kararını tanımayan ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan Muhsin Şentürk’ü atadı.

Saray yargısı…

APARAT

Kılıçdaroğlu, Kobani kararlarından sonra Özel’e “dikta rejimleriyle el sıkışılmaz ve sistemin aparatı olunmaz!” dedi.

“Ekmek için Ekmeleddin” dayatmasında kim, neyin aparatı idi?…

ZARAR

Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz, “kamuda çift maaş” tepkileriyle ilgili olarak,
ikinci maaşın verilmemesi durumunda kamunun zarara uğrayacağını iddia etti!!??

Akla zarar…

HAYIR

Savunma Sanayi Başkanlığı’na bağlı tüm şirketleri “Hayra Davet Vakfı”na yakınlığı ile bilinen bir firma denetliyormuş

Hayırlısı!..

ASKER

Suriye’de ve Adana’da görevli iki tuğgeneralin makam aracının, insan kaçakçılığında kullanıldığı açıklandı.

TSK’nın içini tarikatlarla pisleten siyasal iradenin başarısıdır…

OĞUL

MEB, CHP’yi akraba kayırmacılığı ile suçlayan RTE’nın oğlu Bilal’in vakfına okulların kapılarını açtı.

Mehterandan beter, hep geriye…

MÜDÜR

RTE’nin hınk deyicisi Bahçeli, “Ben cezaevi müdürü olmuş olsaydım aftan yararlananların listesine bakar, ‘Çetin Doğan sen orada yoksun’ der, geri içeri alırdım” dedi.

Müdür olabilir miydi?..

Filistinlilerin trajedisi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
20 Mayıs 2024, Cumhuriyet

İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından soykırıma uğrayan milyonlarca Musevi’nin trajedisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Müslüman Filistinlilerin trajedisine dönüştü.

Avrupa’da soykırıma uğrayan Museviler bir devlet kurmak istediler ve Britanya’nın da desteğiyle, ağırlıklı olarak Müslüman ve Arap olan Filistinlilerin yaşadıkları toprakları seçtiler ve bu topraklarda İsrail’i kurdular.

Oysa bu topraklarda Musevi nüfus binlerce yıldır bir azınlık idi. Antikçağda bu topraklarda Müslümanlardan önce Musevilerin yaşamış olması olgusundan yola çıkılarak, antikçağ referansıyla, İsrail devletinin kurulması sağlandı.

Bugün devletler antikçağ referansları ve temelleri üzerine kurulacak olursa yeryüzündeki bütün sınırların altüst edilip yeniden çizilmesi gerekirdi. Bu ölçütün günümüzün uluslararası hukuku açısından saçma ve tümüyle insanlık dışı olduğu açıktır.

Günümüzün uluslararası hukuku açısından, antikçağ referanslarıyla birlikte, “kutsal topraklar” ve vaat edilmiş topraklar gibi dinsel söylemlerin de, devlet kurma ve sınır çizme ölçütleri içinde yer alamayacağı açıktır.

Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşulları ve Musevi soykırımının insanlık tarihinin en büyük soykırımı olması nedeniyle, Birleşmiş Milletlerin ve dünya devletlerinin çoğunluğunun onayı ile İsrail devleti kuruldu.

Sonuçta bugün İsrail’de, o dönemin koşullarıyla ve kararlarıyla ilgisi olmayan ve İsrail’de doğmuş ve büyümüş olan milyonlarca Musevi İsrailli yaşamaktadır. İsrail’deki Musevilerin büyük çoğunluğu, Avrupa’da ve ABD’de doğanlardan değil, İsrail’de doğanlardan oluşmaktadır. Ayrıca İsrail vatandaşlarının yaklaşık yüzde yirmisi Müslüman Araplardan oluşmaktadır.

Bu gerçekler dikkate alındığında, köktendinci terör örgütü Hamas’ın ve köktendinci İran’daki yönetimin yapmaya çalıştığı gibi, İsrail devletinin ortadan kaldırılması hedeflenerek, İsrail ile Filistin arasında bir barışın sağlanamayacağı açıktır.
***
Öte yanda, İsrail’in, Birleşmiş Milletlerce onaylanmış yasal sınırlarının dışına taşarak, Batı Şeria’yı, Doğu Kudüs’ü, Gazze’yi ve Golan tepelerini işgal etmiş olması da, İsrail ile Filistin arasındaki olası bir barışı olanaksız kılmaktadır.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te bini aşkın İsrailli sivili öldürmüş olmasının ardından, Benjamin Netanyahu’nun önderliğindeki İsrail hükümetinin, 35 bin sivil Filistinliyi öldürmüş olması da, barış umutlarını tümden ortadan kaldırmıştır.

Netanyahu hükümeti, kimilerince soykırım olarak yorumlanan bu insanlık dışı katliamlarla,
bir yandan Hamas’ın, bir yandan da Musevileri katleden Adolf Hitler’in ve Nazilerin düzeyine inmiştir.

İsrail’de Netanyahu hükümetini protesto eden on binlerce insan sokaklara dökülmüş olsa da, bu kesimin, çoğunluğu temsil ettiği söylenemez. Ayrıca bu protesto gösterilerinin, Hamas’ın elindeki rehinelerin serbest bırakılmasına odaklanması, katledilen 35 bin Filistinlinin arka planda kalması, İsrail halkının çoğunluğunun, ırkçı ve ayrımcı tutumu terk edemediğinin göstergesidir.
***
Bütün bunlar olup biterken, ABD’nin dört bir yanındaki üniversite öğrencileri, Gazze’deki katliamları kampüslerde (yerleşkelerinde) protesto ettiler. Protestocular salt Filistinlilerden, Araplardan ve Müslümanlardan ibaret de değildi (oluşmuyordu). Müslümanlar, Hıristiyanlar, Museviler, ateistler, agnostikler, deistler, adalet için bir araya geldiler.

ABD hükümeti ve üniversite yönetimleri ise kampüse (yerleşkeye) polis sokarak bu gösterilere karşı baskı ve şiddet uyguladılar; öğrencileri ve öğretim üyelerini göz altına aldılar; öğrencileri disipline sevk ettiler (verdiler).

Kendisi de Musevi olan, ailesi Nazi döneminde soykırımda katledilmiş olan Vermont Senatörü ve eski Devlet Başkanı adayı Bernie Sanders ise bu eylemlere destek verdi; öğrencilere baskı uygulayan hükümeti eleştirdi.

Demokrat Parti içinde ABD Devlet Başkanlığı adaylığı için yapılan önseçimlerde oyların yaklaşık yüzde 40’ını alan ve özellikle gençlerin arasında geniş bir tabanı olan Bernie Sanders’ın bu eleştirileri de çok önemlidir.

Böylece, Filistinlilerin yaşadıkları trajedinin, bazıları için ABD seçimlerinde de büyük bir trajediye yol açacağı, neredeyse kesinlik kazandı.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları