Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.
102. yıl dönümünü kutladığımız Büyük Saldırı (Büyük Taarruz) ve Başkomutan Meydan Muharebesi ulusumuzun yazgısın değiştiren önemli tarihsel olaydır. Büyük Atatürk’ün sözleri ile Cumhuriyet’in temeli burada (Dumlupınar’da) atılmıştır.
Bu utku kazanılmasaydı Lozan Barış Andlaşması yapılamaz, Cumhuriyet ilan edilemez, dolayısı ile Devrimler yapılamaz, tarih başka türlü yazılırdı.
Öncesi:
30 Ağustos Utkusu, Kurtuluş Savaşımızın kesin sonuçlu utkusudur. 15 Mayıs 1919’dan beri Batı Anadolu’yu işgal eden, emperyalistlerin üzerimize gönderdiği Yunan ordusunun büyük bölümü Dumlupınar’da yok edilmiş, kurtulabilenler düzensiz olarak kaçıp ülkemizi terk etmişlerdir.
Kurtuluş Savaşımız Mondros Ateşkesinden (30 Ekim 1918) sonra, ordusu teslim alınmış, ülkesinin her yanı işgal edilmiş, savaş yorgunu, hasta, yoksul ve geri bıraktırılmış bir ulusun zamanın en güçlü devletlerine karşı tarihte ilk kez başarı ile verdiği emperyalizme karşı
halk savaşıdır ve bu niteliği ile “mazlum uluslara” örnek olmuştur.
Büyük Atatürk savaşın stratejisini, “iç hat manevrası” olarak bilinen bir stratejiye dayandırmıştır. Buna göre öncelikle içeride işgalciler ve Padişah hükümetlerinin işbirliği ile ulusal savaşıma (mücadeleye) karşı çıkan ayaklanmalar bastırılmış, doğuda Ermeni işgaline
son verilmiş, güneyde Fransızlara karşı Kuvayı Milliye direnişi örgütlenmiştir.
Doğu ve güney cepheleri güvene alındıktan sonra bütün güç, kesin sonucun alınacağı Batı Cephesine yöneltilmiştir. Batı Cephesinde ise ilk evrede Kuvayı Milliye direnişi ile zaman kazanılırken, düzenli TBMM ordusu kurulmuştur.
TBMM ordusu, Bursa’dan Eskişehir’e ilerlemek isteyen Yunan ordusunu İnönü mevzilerinde
iki kez durdurarak ilk utkularını kazanmıştır. İnönü’den sonra güçlenerek Ankara hedefli büyük saldırıya geçen Yunan ordusu karşısında TBMM Ordusu, Sakarya mevzilerine çekilmiştir.
Savaşın doruk noktası Sakarya muharebesidir. TBMM Ordusu, Başkomutan Mustafa Kemal’in yayınladığı Ulusal Yükümlülük Buyrukları (Tekalifi Milliye Emirleri) ile eksiklerini tamamlar ve güçlenirken, Yunan ordusu uzayan ikmal yollarının güvenliğini sağlayamamış, ikmalsiz kalmış, morali bozulmuş ve yitiklerini tamamlayamadığı için Ankara’ya varamadan gücünü tüketmiştir. Güç üstünlüğü TBMM Ordusuna geçmiştir. Sakarya’da yenilen Yunan ordusu, Eskişehir- Afyon hattına çekilerek burada savunma için hazırlanmıştır. İngiltere, Sakarya yenilgisinden sonra Yunanistan’a desteğini kesmiştir.
Düşmanın Durumu
Sakarya’dan sonra temas hattı, Marmara denizinden Büyük Menderes ırmağına dek 800 km’dir. Yunan ordusu kuvvet çoğunluğu ile Eskişehir ile Afyon arasındaki bölgede savunmadadır. Toplam asker sayısı 200.000’dir. Üç kolordusunun birini Eskişehir karşısında, birini Afyon karşısında mevzilendirmiş, bir kolorduyu ikisinin orta gerisinde yedekte tutmuştur. Kuvvet çoğunluğu güneydeki kolordu bölgesindedir. Afyon güneyindeki Ahırdağı, Çiğil Tepe, Tınaz Tepe, Belen Tepe, Erkmen Tepe, Kalecik Sivrisi’ni kapsayan 12 km’lik bir cepheyi 15.000 askerle savunmaktadır. Ordu komutanı General Hacianesti, savaşı İzmir’den yönetmektedir. Yunan ordusu Sakarya’daki yitiklerini tamamlamakta ve savunma için hazırlanmaktadır. Yunan savunma mevzilerini denetleyen Ordu Komutanı Hacianesti, “Türkler bu mevzileri altı ayda geçerlerse altı saatte geçtik diye övünebilirler.” demiştir. Yunan ordusu, TBMM ordusunun ne zaman, nereden ve ne denli güçle saldıracağını öğrenmeye çalışmaktadır.
TBMM Ordusunun Durumu
TBMM Ordusu Sakarya’dan sonra eksiklerini tamamlamış, o zamana dek savunma savaşı yapan Ordu, “saldırı ordusu” durumuna getirilmiştir. Asker sayısı 200.000’dir. İki ordu (1. ve 2. Ordular) ve bir süvari kolordusu (5. süvari kolordusu) olarak örgütlenmiştir. Baskın etkisi oluşturmak için saldırının zamanını, yerini ve gücünü saklamaktadır.
Büyük Saldırı Kararı
Sakarya’dan sonra Başkomutan Mustafa Kemal‘in kararı, Eskişehir – Afyon hattındaki düşmanı son bir vuruşla yenmek ve kesin sonucu almak idi. Ancak bunun için kimi hazırlıkların yapılması ve o zamana dek savunma savaşı veren Ordunun, ”saldırı ordusu” dorumuna getirilmesi gerekiyordu ve bunun için zamana gereksinim vardı.
Hazırlıklar
Sakarya’da düşmanı yenmiştik ama biz de çok yitik vermiştik (3713 şehit, 19.480 yaralı,
5639 kaçak[1]).
Sakarya Muharebesi tarihte eşi az görülür bir “subay muharebesidir. Sakarya’da TBMM Ordusunun 277 subayı şehit olmuş, 1058 subayı yaralanmıştır.[2] Subay eksiklerini tamamlamak için Harbiye öğrencileri cepheye gönderilmiş, başarılı çavuşlar subay yapılmış, yedek subay talimgahı açılmış ve işgal bölgelerinden kaçabilen subaylardan yararlanılmıştır.
Er eksiklerini tamamlamak için 1899, 1900 ve 1901 doğumlular askere alınmıştır.
Gereç yitikleri ise, Mustafa Kemal’in Başkomutan yetkisi ile yayınladığı Ulusal Yükümlülük Buyrukları (Tekalifi Milliye Emirleri) ile ulustan toplananlarla tamamlanmıştır.
Ancak silahlar çok değişik kaynaklardan alındığı için standart değildir, bu da cephane bütünlemesini zorlaştırmaktadır. Bu sakıncayı gidermek için tüm hafif silahlar bir yerde toplanmış, türlerine göre ayrılmış ve her tümene bir tür silah olarak yeniden dağıtılmıştır. Benzer biçimde değişik kaynaklardan sağlanan toplarla atış yapılarak atış cetvelleri güncellenmiştir. Çeşitli kaynaklardan alınan cephane, yine çeşitli kaynaklardan alınan silahlara uydurulmuştur. Bütün bunlar zaman almaktadır.
Personel, silah ve gereçlerin tamamlanması yeterli değildir, Orduya “saldırı ruhu” kazandırılması da gerekir. Bu amaçla her düzeyde kuramsal ve uygulamalı saldırı eğitimleri yapılmıştır.
Hazırlıklar yapılırken Başkomutan zaman baskısı altındadır. Zaman çok uzarsa düşman savunma hazırlıklarını artırır ve saldırımızı zorlaştırabilir, kısa zamanda da Ordu tam hazır duruma gelmeyebilir. Öte yandan TBMM’de Başkomutan’a karşıcı (muhalif) bir öbek oluşmuş, “Niçin taarruz etmiyoruz?” diyerek baskı yapmaktadır. Düşman, Türk Ordusunun ne zaman, nereden ve ne denli güçle saldıracağını öğrenmeye çalışmaktadır. Başkomutan ise saldırı zamanını ve yerini gizleyerek baskın yapmaya hazırlanmaktadır. Başkomutan “Saldırıya hazırız” derse düşmana belirti (emare) verecek, baskın etkisi yok olacak; “Hazır değiliz” derse karşıcıların tepkisini çekecektir. Mustafa Kemal, “Kararımız taarruzdur ancak hazırlıklar için zamana gereksinimimiz var. Yarım hazırlıkla taarruz etmektense hiç etmemek daha iyidir.” diyerek saldırı zamanı hakkında bir belirti vermeden, TBMM’deki havayı yatıştırmıştır.
Tüm hazırlıların tamamlanması yaklaşık bir yıl sürmüş, Ordu Ağustos 1922 sonunda saldırıya hazır duruma getirilmiştir.
Planlama
Plan yapılmadan önce Komutan, karargahına bir “ana fikir” verir. Başkomutanın ana fikri şöyledir: “Düşmanın sağ kanadından şiddetli bir darbe ile cephesini Afyon güneyinden yarmak, kuvvetinin büyük bölümünü kuşatarak Dumlupınar önlerinde muharebeye mecbur etmek ve imha etmek.”
Saldırı planı yapılırken önce düşmanın ağırlık merkezi saptanır. Ağırlık merkezi “Düşmanın neyini alırsam onu yenerim?” sorusunun yanıtıdır. Mustafa Kemal, Büyük Saldırıda (Büyük Taarruzda) Yunan ordusunun ağırlık merkezi olarak İzmir – Uşak – Afyon hattını seçmiştir.
Bu hat karayolu, demiryolu ve telgraf ile cephedeki Yunan kolordularının ikmal üssü ve ordu komuta merkezi olan İzmir’e bağlamaktadır. Bu hat kesilirse cephedeki Yunan kolorduları ikmalsiz kalacak, ordu komutanı ile bağlantı kuramayacak, eşgüdümlü hareket edemeyerek teker teker yenileceklerdir.
Saldırı Planı
Plana göre, 25-26 Ağustos 1922 gecesi 5. süvari kolordusu düşmanın “aşılmaz” olarak gördüğü Ahır Dağı’nı sızma yürüyüşü ile aşacak, 26 Ağustos sabahı Afyon ovasına inerek düşmanın ikmal ve iletişim hattını kesecek ve geri çekilmesine engel olacaktır. 26 Ağustos sabahı topçu hazırlık ateşinden sonra birinci hattaki birlikler baskın biçiminde hızla saldırıya geçecek ve Afyon’un güneyindeki tepeler hattından düşman cephesini yararak büyük bölümünü kuşatacaktır. Cepheyi yarmak için Afyon’un güneyindeki Ahırdağı, Çiğil Tepe, Tınaz Tepe, Belen Tepe,
Erkmen Tepe, Kalecik Sivrisi’nin ele geçirilmesi gerekmektedir.
Yığınaklanma
Düşmanın ağırlık merkezi olan İzmir – Uşak – Afyon hattını kesmek için en elverişli yer, Afyon’un güneyindeki tepeler hattıdır (Ahır Dağı, Çiğil Tepe, Tınaz Tepe, Belen Tepe, Erkmen Tepe, Kalecik Sivrisi). Asıl saldırı (taarruz) buradan yapılacak ve düşman cephesi buradan yarılacaktır.
Ancak bu bölge düşmanın en güçlü savunduğu bölgedir (12 km’de 15.000 asker). O halde bizim bu bölgeye düşmandan üstün güç yığmamız gerekiyordu. Afyon bölgesine güç, zorunlu olarak Eskişehir bölgesinden (2. Ordu’dan) kaydırılacaktı. Bu da Eskişehir bölgesinin zayıflatılması demekti. Düşman güneye birlik yığdığımızı öğrenirse, buraya daha çok güç getirerek saldırımızı zorlaştırabilirdi. Ayrıca Eskişehir bölgesinin zayıflatıldığını gören düşman, Eskişehir – Ankara yönünde saldırabilir veya Afyon bölgesindeki asıl gücümüzü kuzeyden kuşatarak göller bölgesine atabilirdi. Bu riskleri azaltmak için Eskişehir bölgesindeki 2. Ordu’dan Afyon bölgesindeki 1. Orduya üç kolordunun gizlice kaydırılması ve asıl saldırımızın yeri hakkında düşmanın yanıltılması gerekiyordu. 50 uçağı ile gündüzleri havadan gözetleme yeteneğine sahip düşman karşısında gizliliği sağlamak zor bir görevdi.
Ayrıntılı planlanan ve disiplinle uygulanan gizleme ve aldatma önlemleri ile kuzeyden güneye
üç kolordu düşmana sezdirilmeden kaydırılmış ve Afyon güneyindeki asıl saldırı bölgesinde düşmanın asker sayısı bakımından altı katı, top sayısı bakımından dört katı güç, gizlice yığınaklanmıştır. Güneye yığınaklanma o denli gizli yapılmıştır ki, Yunan komutanlar hiçbir şeyden habersiz, 25/26 Ağustos 1922 gecesi eşlerini de çağırarak Afyon’da büyük bir eğlence düzenlemişedir.
Saldırı Başlıyor
Yunan komutanlar 26 Ağustos sabahı Afyon’daki eğlenceden cepheye döndüklerinde, 04:30’da Türk topçusunun sessizliği bozan tanzim ateşi ile karşılaşmış ve tam bir baskına uğramışlardır. Topçu tanzim ateşinden sonra “hazırlık ateşi” ile düşman mevzileri parçalanmış ve topçusu susturulmuştur. 06:00’da piyadelerimiz saldırıya başlamıştır. Cepheden saldırıya uğrayan
Yunan komutanlar, arkalarında Türk süvarilerini görünce şaşkınlıkları ürküye (paniğe) dönüşmüştür.
Baskın biçimindeki şiddetli saldırımız sonunda, 26 Ağustos 1922 günü, “altı ayda geçilemez” denilen düşman mevzileri geçilmiş; Tınaz Tepe, Belen Tepe ve Kalecik Sivrisi alınmıştır.
27 Ağustos’taki saldırı ile ilk gün alınamayan Çiğil Tepe ve Erkmen Tepe de alınarak, planlandığı gibi düşman cephesi Afyon’un güneyinden yarılmıştır. Cepheden şiddetli baskı ve geride süvarilerimizin varlığı karşısında düşman, gerideki savunma hatlarına düzenli olarak çekilememiş, 29 Ağustos’ta kuzeyden 5. süvari kolordusu ve 2. Ordu, doğudan ve güneyden
1. Ordu tarafından Dumlupınar önünde kuşatılmıştır.
30 Ağustos 1922
Saldırının 5. gününde, planlandığı gibi düşman Dumlupınar önünde kuşatılmış,
sıra yok etmeye (imhaya) gelmiştir.
29 Ağustos gecesi Başkomutan, Afyon’daki karargahında dinlenmektedir. Batı Cephesi Harekat Şube Müdürü Binbaşı Tevfik Bıyıklıoğlu, birliklerden gelen durum raporlarını haritaya işlemiş ve Başkomutana sunmuştur. Haritada düşmanın Dumlupınar önünde kuşatıldığını gören Başkomutan, hemen İsmet ve Fevzi Paşaları çağırmış, komutanlar durumu değerlendirdiklerinde kesin sonuç zamanının geldiğine karar vermişlerdir. Ayrıntılı buyruk (emir) yazmaya zaman yoktur. Başkomutan, Fevzi Paşa’yı kuzeye 2. Ordu bölgesine göndermiş, kendisi de 1. Ordu Komuta yerine giderek çatışmayı yönetmiştir.
30 Ağustos’taki çatışmada düşmanın beş tümeni yok (imha) edilmiştir. Boş bırakılan
Kızıltaş geçidinden geçerek kuşatmadan kurtulanlar, Uşak – İzmir yolundaki pusularda
tutsak alınmışlardır. Tutsaklar arasında Yunan Anadolu ordusu komutanlığına yeni atanan General Trikopis de bulunmaktadır.
İzleme (Takip)
Yok veya tutsak olmaktan kurtulabilen Yunan askeri, birlik bütünlüğü bozulmuş olarak,
ürkü (panik) durumunda ve geçtikleri yerleri yakarak kaçmaya başlamışlardır.
Askeri kurallara göre kaçan düşman izlenir.
31 Ağustos günü öğlen saatlerinde Başkomutan Gazi Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fevzi Çakmak ve Batı Cephesi Komutanı Tümgeneral (Ferik) İsmet İnönü, muharebe meydanının ortasında düşman tarafından yakılmış olan Çal Köyü’nün içinde, kırık bir kağnı arabasının üzerinde oturarak durum muhakemesi yaptılar. Verdikleri karar, düşmanın
İzmir’in doğusunda yeni bir savunma düzeni almasına olanak vermemek için, bütün birliklerle İzmir yönünde izlenmesidir.
Bu karar üzerine Başkomutan, birliklere bir kutlama iletisi gönderdi iletinin sonu şöyle bir buyruk ile bitiyordu :
- “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri!”
Bu buyruğu alan Batı Cephesi birlikleri, dokuz günde 350 km yürüyerek 9 Eylül’de İzmir’e,
10 Eylül’de Bursa’ya girdiler. 18 Eylül’de ölenler ve tutsaklar dışında ülkemizde Yunan askeri kalmamıştı.
15 Mayıs 1919’da İzmir’de açılan Batı cephesindeki savaş, 9 Eylül 1922’de yine İzmir’de,
TBMM Ordusunun kesin utkusu (zaferi) ile sonuçlanmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Askeri utkunun sonuçları önce Mudanya Ateşkes Andlaşması sonra da Lozan Barış Andlaşması ile alınmıştır. Mudanya’da İtilaf devletleri, Trakya’nın da boşaltılmasını kabul etmişlerdir.
Kurtuluş savaşımızın siyasal ve hukuksal sonucu ise Lozan Barış Andlaşmasıdır.
- Lozan’da bugünkü sınırlarımız içinde tam bağımsızlığımız emperyalistlere kabul ettirilmiştir. Kuşkusuz Lozan’daki siyasal başarı büyük saldırıdaki askeri başarının ürünüdür.
Büyük Saldırı (Büyük Taarruz) dünya savaş tarihinde planlandığı gibi yönetilen az sayıdaki muharebelerden biridir. Her evresi planlandığı gibi gerçekleşmiştir. Bu da Mustafa Kemal ve komuta kurulunun askeri yetkinliğini göstermektedir.
Bu denli kesin bir sonucun alınabilmesi için, saldıranın savunandan 2-3 katı güçlü olması gerekir. Ancak ulusun tüm olanakları zorlanarak düşmana denk bir güç oluşturulabilmiştir (200 000 / 200 000). Bu nedenle 800 km’lik cephenin 12 km’lik bir kesiminde düşmanın altı katı güç gizlice yığılarak kesin sonuç alınabilmiştir. Asıl saldırımızın yerini anlayamayan düşman, yedek kolordusunu kullanmaya fırsat bulamadan yenilmiştir.
Güçlerin denk olmasına karşın bizim en önemli güç çarpanımız, komutanların yetkinliğidir. Büyük Saldırıdaki (Büyük Taarruz) komutanların tümü, askeri ortaokuldan başlayan eğitimden geçmiş, Balkan savaşında, Libya’da ve 1. Dünya Savaşının çeşitli cephelerinde deneyim kazanmışlardır. Buna karşın Yunan komutanlar, Orduya siyaset girmesinin sonucu olarak
“Kralcı – Venizelos’çu “olarak ikiye bölünmüş, yaraşırlığa (liyakate) göre değil siyasetçilere sadakate göre atanmışlardır. Savaş deneyimleri yoktur.
Salt “Kralcı” olduğu için yarbayken kral tarafından Ordu komutanı yapılan Hacianesti,
savaşı İzmir’den yönetirken (!), Mustafa Kemal en ileri hatlardan yönetmiştir.
Kaçınılmaz sonuç Hacianesti’nin yenilmesidir.
Ulusumuzun yazgısını değiştiren Büyük Utku (Zafer), her yıldönümünde coşku ile kutlanmalıdır. Bu tür kutlamalar genç kuşaklara tarihimizi anımsatmak, TSK’nın gücünü göstermek ve
Ordu -Ulus bütünleşmesini pekiştirmek bakımından gerekli ve yararlıdır. Ancak önceki yıllarda yapılan coşkulu Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü törenleri 2016’dan sonra yapılmamaktadır.
Büyük Utku (Zafer), her 30 Ağustos’ta 2016 öncesinde olduğu gibi coşkulu törenlerle kutlanmalıdır.
[1] Celal Erikan. Kurtuluş Savaşı Tarihi, T. İŞ Bankası Yayını, İstanbul, 2008, syf. 267
[2] a.g.e.