“Yaşlanmaktan daha büyük mutsuzluk olabilir mi?” şeklinde yanıtlamıştı André Malraux gazetecinin yönelttiği soruyu. Benzer soruyu Plan ve Bütçe Komisyonunda kendime yönelterek, “hukuk devletinden uzaklaşmaya tanık olmaktan daha büyük mutsuzluk olabilir mi?” dedim.
Görüşülmekte olan torba yasa önerisine, başlıkla ilgisi bulunmayan maddeler, başka bir torbadan çıkararak adeta ‘tepiştirilmişti’. Sırf o nedenle, 23 Ekim Cuma akşamı da Ankara’da kaldım.
Komisyon başkanı bana söz verirken, yaşça büyüklüğümü ima etmesi üzerine, Ankara Hukuk Fakültesi’ne girişimin 50. yılına da yollama ile sorgulamayı yaptım.
Ne var ki bir önceki hafta Genel Kurul’da torbadan çıkarılarak bu metne konan maddeleri geçiştirme eğilimi, gece yarısı Komisyonu terk etme nedeni oldu.
Sonraki gün geldiğim İstanbul’dan Ankara’ya dönmeden, bu kez kendimi Anayasa şantaj ve iftiraları karşısında buldum. 2019 Genel Kurul’daki son konuşmamda, “TBMM’nin 100. yılı vesilesiyle hükümetsiz Meclis” nitelemesi ile hüzünle kutladığım 2020 ‘Türkiye siyaseti’, bana da dersler verdi:
Önce, nitelikli yasama ereğinde hazırladığım “yasama yetkisi devredilemez” başlıklı rapor: “Kaboğlu, Türklüğü Anayasa’dan çıkarmayı öneriyor” vb. çarpıtmalarla kamuoyu yanıltılmak istendi (Şubat).
Sonra, “Ayasofya müze olarak kalsın…” sözlerim nedeniyle linç kampanyası başlatıldı.(Haziran).
Nihayet, partiler arası yapılan ilkeler çalışmasını, “Anayasa taslağı” şeklinde çarpıtılarak, parti içi hesaplaşmalar aracı olarak kullanıldı; bilgi kirliliği malzemesi yapıldı (Kasım-Aralık).
Covid-19’un aldığı canlar, 2020’yi en hüzünlü yıla çevirdi.
En uzun konaklama
TBMM, ocak ayının son haftasında başladığı 2021 TBMM çalışması, nisan sonuna kadar sürdü. 30 Nisan’a dek ayrıksız her gün TBMM’de oldum. Meclis’teki odam iç tarafta olduğu ve gün ışığından çok az yararlandığım için, çoğu kez akşam vaktini fark etmedim. Hatta, cumartesi ve pazar günleri, Meclis bahçesine yürümek için çıktığımda, bahçeye bakan yüzlerce oda için acaba ne kadar zaman diliminde kullanılıyor sorusunu da kendime sormadım değil. Ankara’da 21. yüzyılın en uzun ikameti ve sonrasında, geçen yılın derslerini güncellemeye çalıştım:
-Nitelikli yasama: ‘Yasama Yetkisi devredilemez’de işlenen sorunlar, Covid-19 fırsatçılığı yapılarak 2020’de derinleşti; 2021’de kayda değer hiçbir olumlu gelişme olmadı.
-Ayasofya: Baş imamın beyanları bile, camiye çevriliş amacını ifşa etmeye yetti.
-Anayasa: “Şimdi yeni anayasa vakti” sözleri (1 Şubat), sadece üç ay sonra, “işte yeni anayasa” (4 mayıs) açıklaması ile karşılığını buldu.
Üstelik sözde “kapanma”, ama aslında “yasaklamalar” ve seyahatler eşliğinde tam bir karmaşa ortamında:
Alkollü içecekler ve kolluk şiddet uygularken görüntü vb. yasaklar, genelge ile mi yoksa sözlü talimatla mı kondu tartışmaları sürerken, iki adım daha atıldı:
-Yürütme yetkisini tek başına kullanan Cumhur (ve parti) başkanı, kendini bütün kamu görevlilerinin sicil amiri kılarak, idare yetkilerini de uhdesinde topladı.
-İki hukuk fakültesi daha kurarak, Türkiye genelinde kaldırılan anayasa hukuku ve idare hukuku boşluğu, adeta bunlarla doldurulmak istendi.
Bütün bu Anayasa dışı ve hukuka aykırı işlem ve uygulamalar yokmuş gibi, “100. Yıl için 100 maddelik Anayasa taslağı” gündeme çıkarıldı (4 Mayıs). Metin nerede sorusu, “önce büyük ortağımla paylaşacağım” şeklinde yanıtlandı.
16 Ekim 2016’da “Türkiye’de fiili bir durum vardır ve bu çözülmelidir” sözleriyle fitillemişti Anayasa değişikliğini; bu kez büyük ortak ateşledi; öncülüğü kendisi yaptı. Nedenler meçhul olsa da, aktörler ve hedefler aynı; değişen ise, sadece roller.
Eğer T. Özakman yaşasa idi, Anayasa üzerine, “Resimli Osmanlı Tarihi” oyununu 2023 için mutlaka güncellerdi.
1970’ler (Malraux), 1980’ler (Özakman) ve anayasa oyunları… Sahi, 2023 yolunda nedir sizce en büyük mutsuzluk?