60. YILINDA 27 MAYIS 1960
Suay Karaman
27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 60. yılını kutladığımız bu günlerde ülkemizde genel durum ve görünüm hiç iyi değildir. Yıllardır 27 Mayıs 1960 Devrimi’ne ‘darbe’ diye saldıranlar, ülkemizde demokrasi, hukuk, sanayi, tarım, hayvancılık, kültür, eğitim, bilim, sanat ve daha aklınıza ne gelirse her şeyi kötü duruma getirdiler.
Askeri harekâtlar ve ihtilaller, topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanırlar. Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu şekilde belirlenir. 27 Mayıs 1960 İhtilali, 27 Ekim 1957 tarihinde yapılan ve yolsuzluk bulaştırılan genel seçimle gelen sivil iktidarın, demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir. 27 Mayıs 1960 sabahı ve sonrasında sevinç gözyaşları içinde, coşkuyla sokağa dökülen halkımızın, baskıcı yönetimden kurtulmanın mutluluğu içinde günlerce gösterilerde bulunması, 27 Mayıs’ın halk tabanındaki desteğinin en belirgin kanıtıdır. 27 Mayıs sabahı radyoyu dinleyen halkımız, kısa bir süre sonra, sokaktaki askerlerle sarmaş dolaş olmuştu. Askeri araçların üzerine ellerinde bayraklarla gençler doluşmuştu. İnsanlar sokaklarda birbirileriyle kucaklaşıyordu. Bu görüntüler acı ve sıkıntılarının sona ereceğine inanan insanların kendiliğinden gelişen sevinç gösterileriydi. 27 Mayıs 1960 gününün hemen ertesinde, 27 Mayıs için coşkulu marşlar bestelenmesi, Türk ordusuna şükran sunmanın göstergelerinden biridir.
27 Mayıs 1960 İhtilali, tartışmasız bir devrimdir. İhtilal, toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan ve bir grubun yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve sosyal yapısında oluşan ani ve şiddetli değişikliklerdir.
Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir. 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin amacı şöyle açıklanmıştı: “insan hak ve özgürlüklerini, ulusal dayanışmayı, toplumsal adaleti, bireyin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı olanaklı kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuksal ve sosyal temelleriyle kurmak ve Atatürk Devrimleri’ni yeniden yaşama geçirmek.” Bu amaçla yola çıkılarak 1961 Anayasası’yla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla, 27 Mayıs tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır.
27 Mayıs 1960 sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirdiği, Atatürk devrimlerine sahip çıkmak ve demokrasiyi korumak için giriştiği bu hareketi, tartışmasız bir “ihtilal” olarak tanımlamak gerekir. Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutmamak gerekir.
“Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olmak üzere ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı. Türkçe söylenen ezan Arapça’ya çevrilmiş, irticaya ödünler verilmiş, özgürlükler kısıtlanmıştı. TBMM’nin onayı olmadan Kore’ye emperyalist ABD’nin çıkarı için asker yollanmıştı. 6-7 Eylül 1955 olaylarındaki tahriklerin baş sorumlusu DP iktidarıydı. İsmet İnönü’yü öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenlenmişti. Muhalefeti cezalandırmak için Meclis Tahkikat Komisyonu kurulmuş, bu komisyonun yetkilerinin genişletilmesinden sonra, Ankara ve İstanbul’da olaylar çıkmış, ölen ve yaralananlar olmuştu. Ulusal bütünlüğümüz parçalanmış, yönetim partizanlaştırılmıştı. Basın ağır sansür altında tutulmuş, gazeteciler hapse mahkum edilmişti. Enflasyon, pahalılık, dış borçlar, karaborsa giderek artmış, nüfuz ticareti, vurgun, rüşvet, keyfi yönetim ve baskı bu dönemin ana karakteri olmuştu. Vatan Cephesi kurarak, halkı birbirine düşürenlere ve “siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” diyenlere bugün “demokrasi yıldızı” denildiğine tanık olmaktayız.
Öncelikle özgürlüğü ilke edinen 27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa ihlalleri yapılmasının önüne geçilmiştir. Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik hale getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Milli Güvenlik Kurulu, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur. 1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve hakim güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplusözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır.
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır. 27 Mayıs 1960 Devrimi olarak adlandırılan tarihsel olayın ürünü 1961 Anayasası ile ülkemize sosyal devlet anlayışı yerleştirilmiş, özgür bir ortam yaratılmış, çağdaş bireysel hak ve özgürlüklerin sağlanması başarılmıştır.
27 Mayıs 1960 İhtilali’nin olumsuz yanı idam cezalarının onaylanmasıdır. İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar gerçekleştirilmiştir. İdam cezalarını hiç kimse için onaylamak doğru değildir. Ne Menderes zamanında sokaklarda herkesin gözü önünde yapılan idamları, ne Menderes ve bakanlarının idamını, ne Talat Aydemir ile Fethi Gürcan’ın idamını, ne Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını, ne de 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamını onaylamak, insanlığa yakışmaz. İdam cezası, insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır.
27 Mayıs 1960 öncesinde, Demokrat Parti iktidarında demokrasinin, hukukun ve özgürlüğün olmadığını herkes bilmektedir. Buna karşılık demokrasiye darbe olarak adlandırılan 27 Mayıs 1960 hareketi, topluma özgürlüğü, hukuku, demokrasiyi ve aydınlanmayı getirmiştir. 27 Mayıs döneminde oluşturulan kuruluşların ve çıkarılan yasaların, topluma, demokratik rejime ve ülke yönetimine sağladığı olumlu kazanımların, aradan geçen 60 yıla karşın hala yaşaması, 27 Mayıs Devrimi’nin tarihimizdeki aydınlık ve onurlu yerini aldığının kanıtıdır. Bu nedenle 27 Mayıs 1960 Devrimi, gerek toplumsal dayanakları, gerekse yaratılan çağdaş ve devrimci anayasası ile Hürriyet ve Anayasa Bayramı’dır.
27 Mayıs’ı anlamak için, Anadolu’da başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk ilke ve devrimlerini, tam bağımsızlığı, emperyalizm karşıtlığını ve yurtseverliği özümsemek gerekir. Bu özümsemeden payını alamamış siyasetçiler, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni darbe sayarlar ve yıllardır kendi yaptıkları sivil darbeyi görmek istemezler.
Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturmaktır. Ülkemizde siyasi iktidar sistemli ve bilinçli bir şekilde sivil darbe uygulamaktadır. Siyasi iktidarın tüm yaptıkları bir yana, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşen AKP iktidarının, bu karara karşın ülkeyi yönetmesi tam anlamıyla bir sivil darbedir.
Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. Bu yüzden ülkemizde gerçek demokrasi etkin ve egemen kılınmalı, hukukun üstünlüğü gerçek anlamda sağlanmalıdır. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir…
Sayın Karaman, düşüncenize, kaleminize sağlık. 27 Mayıs gecesi nedense uykum kaçmış, radyo dinliyordum, 18 yaşındaydım, siyasal düşüncelerim sosyal adalet, sosyal devlet kavramları yönünde oluşuyordu. DP iktidarının saçmalıkları ve demokrasiyi yok edişi, ve kitlelerin buna arka çıkışı beni çok üzüyordu. Devrimi ben de alkışladım. Bugün üzerinde yeniden düşününce belki artık alkışlamıyorum ama güncel TV programlarında “her devrim kötüdür” papağanlığı, devrim kurbanlarına takdir, yad ve gözyaşı yarışı beni yine çok üzüyor. Yukarıdaki yazınızda birbirini tamamlayan iki aksiyomunuz var: “Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutmamak gerekir.”, “Ülkemizde siyasi iktidar sistemli ve bilinçli bir şekilde sivil darbe uygulamaktadır.”.
Siyasal iktidar darbe uygularsa buna karşı bir karşı darbe gelebilir. Toplumu baskı altına almaya çalışmak çok kötü bir hastalıktır, toplum, başka bir çözüm bulamazsa , buna karşı antikor üretir, kimi durumlarda bu antikorlar da vücuda zarar verebilir. Tıpta bunun örnekleri vardır. Sağlığına zarar verilmeyen bir vücud, durduk yerde antikor üretmez. Toplumun ve demokrasinin sağlığıyla uğraşılmasın ki sonradan antikorlardan yakınmaya gerek olmasın.
Sayın Suay Karaman; elinize, dilinize, yüreğinize sağlıklar diliyorum. Ayrıca sizi buraya taşıyan Sayın Ahmet Saltık Hocamıza da çok teşekkürler ediyorum. Yazılmış, dile getirilmiş görüşleri noktasına, virgülüne kadar tam yerinde görüyorum. Bunların aksi fikirleri beyan eden, edegelen sarsak insanları da kınıyorum. Ben 27 Mayıs eyleminde İzmirde Hava Harp Okulunda öğrenci idim. 27 Mayıs sonrası İzmir’deki bütün üniversite öğrencileri bizim okula geldiler, onlarla doya doya kucaklaştık. Artık ülkemizin tamamen düze çıktığına kanaat getirmiştik. Fakat maalesef Gümüşpala denen biri çıktı ortaya, herşey bozuldu ve bugünlere geldik. Başarılar ve sağlıklar diliyorum.
Bazıları TV ve basında konuşuyor-yazıyor; “bütün darbeler kötüdür, ben darbenin her türlüsüne karşıyım.” Bunu kim(ler) der böyle? Her halde durumu bozulan(lar), işine gelmeyenler der. Yahu kardeşim, yapılan darbe ülkeyi ve toplumu kötü gidişattan kurtarmış ve daha iyiye götürmüşse neden kötü olsun darbe? Yapılan darbe kötü gidişi durdurmuş ve daha iyiye götürmüşse neden kötü olsun? Bizde öyle algı yaratıldı ki “darbeyi sadece silahlı kuvvetler yapar.” Hayır efendim, darbeyi siviller de yapar ama hazmettire hazmettire, yavaş yavaş yaptığı için, üstelik de bazı kesimleri doyuruyorsa bu sivil darbe onların işine geldiği için ona “darbe” demezler!