‘Ne bilimi ulan?..’
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 15 Mayıs 2020
Anahtar sözcük: Rejim.
Hayatın her alanında; siyasette de, ekonomide de, dış politikada da, sporda da, sanat dünyasında da kendini buram buram hissettiriyor rejim değişikliği.
Ve şimdi de, belki de son 100 yılın en ciddi küresel ve ulusal sorunu ile boğuştuğumuz bugünlerde pandemi ile mücadelede de bunun izlerini “fevkalade” bir şekilde görmekteyiz.
Daha o günlerde, yani rejimi değiştirmek ve parlamenter sistemin tabutuna son çivileri çakmak istediklerinde avazımız çıktığı kadar bağıra bağıra söylemiştik. “Yapmayın. Bu girişim, (haydi daha da açık yazayım – bu darbe) sadece ATATÜRK Cumhuriyeti’nin değil, ufacık da olsa kırıntıları kalmış olan parlamenter sistemin de yıkımı anlamına gelir..” diye haykırmıştık. Bizim gibi demokrasinin safını tutanlar, sadece hazırlık ve tasarım aşamasında değil, 16 Nisan 2017 günü yapılan hileli oylamanın sonuçlarının “kuzu kuzu” kabullenilmesi aşamasında da kendilerini paraladılar.
Neden?
Çünkü yapılan şey bir “teknik” değişim, şekilsel bir “revizyon”un ötesindeydi. Bir darbe ile demokrasinin “tüm kalelerinin, tüm burçlarının, tüm tersanelerinin, tüm fabrikalarının, atölyelerinin üzerinden buldozerle geçmek”ti. Sanayisinden medyasına, sivil toplumundan adliyesine, irili ufaklı tüm kurumlarının ve aslında demokrasi denen seçeneğin “berhava” edilmesiydi.
Dediklerimiz bir bir yaşandı… Ve geldik bugüne.
En somut örneğini pandemi ile mücadele sürecinde yaşamıyor muyuz?
Bir Sağlık Bakanı var ülkenin. Aslında herkesin (hâlâ) eski anlamda “Bakan” zannettiği bir makamın temsilcisi. İnsanlarda öyle bir izlenim uyandırıyor. Sanki bir “Bakanlığı” var da, onun bünyesinde birileri çalışıyor da, kararlar alınıyor.. filan. Aslında bir “Kabine Sekreteri” bir de Bilim Kurulu var. Masanın etrafında çok sayıda değerli (kinaye ile yazmıyorum bunu. Yerden göğe kadar o unvanlarını hak eden hocalarımız bunlar) bilim insanları sıralanmış ve durum değerlendirmesi yapıp “Bakan Bey”e sunuyorlar ve bir karar alınıyormuş gibi bir “sanal” izlenim.
Oysa gerçek, “Yeni Rejim”in, yani “Tek Adam Rejimi”nin damgasını taşıyor. Alnına koca puntolarla vurulmuş damgasını. Hem de, gizli saklı da değil, alenen ilan ediliyor bu “yeni işleyiş.”
Nasıl mı? Şöyle:
Sağlık Bakanı bir tıp doktoru. Bilim Kurulu’nda da çok değerli prof.’lar, doç.’lar, Dr.’ler oturuyor. Ama hiçbirinin (Bakan dahil – ben değil, kendisi söylüyor) karar yetkisi yok. Hatta, iki günde bir tekrarlıyor bunu Sayın Bakan. Adeta ben sadece “buralara bakıyorum” demeye getiriyor.
Soruyorlar Bakan’a: AVM’lerin açılmasına Bilim Kurulu ile siz mi karar verdiniz?
Yanıtlıyor: Hayır. Zaten kapatmak için de karar verilmemişti ki. Sayın Cumhurbaşkanımız…
Soruyorlar: Futbol?
Yanıtlıyor: Sayın Cumhurbaşkanımız…
Soruyorlar: AVM’lerden sonra camiler de?…
Yanıtlıyor: Sayın Cumhurbaşkanımız…
Soruyorlar: Bayramda da sokağa çıkma yasağı?
Yanıtlıyor: Sayın Cumhurbaşkanımız…
“E o zaman…….” diye devam sorusu sormuyor (soramıyor) kimse tabii. Ne yazık ki.
Aslında sadece o değil, tüm bakanlar, tüm bürokratlar, hepsi aynı şeyi yapıyor. 3 cümlelik bir uzun açıklama ya da uzun bir cevap metninde 33 kez “Sayın Cumhurbaşkanımız” sözünü tekrarlamaktan öteye gidemiyorlar. Her şey “oraya” bağlı. “Orası” karar veriyor her şeye.
Bunun adı demokrasi olamaz.
Yeni Rejim’in demokrasiyi ve hukuku, adaleti ve (son süreç bize gösterdi ki) hatta bilimi bile böylesine kayıtsız şartsız tekeline almasından memnun olanlar da “Biz çoğunluğuz nasıl olsa… Ve bir şikâyetimiz yok. Siz de tatava etmeyin” tavrı da cabası.
Son “pandemi ile mücadele” sürecinde de Sağlık Bakanlığı’nın “Bilimsel Yayın Denetimi – Bakanlık onayı” kararı alınması da işin, deyim yerindeyse “tuzu biberi” niteliğinde.
Bilim Akademisi’nin değerli üyelerince bu konuda bir “feryat” niteliğindeki bildiride, anayasanın “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama yayma ve bu alanlarda araştırma hakkına sahiptir” diyen 27’nci maddesi ile “Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler…” diyen 130’uncu maddesine atıflar bulunuyor.
Göğüs hastalıkları alanında değerli çalışmaları ile tebarüz eden Toraks Derneği de, bu “itiraz”a sesini ekleyerek “Bilim insanlarının çalışmalarının ve yönteminin politik irade tarafından denetime tabi tutulması kabul edilemez bir tutumdur. Ayrıca hangi çalışmalara hangi kriterlerle onay verilip verilmeyeceği konularında şeffaf bir tutum sergilenmemesi…” diye de önemli bir “kuşkuya” (arızaya) daha dikkat çekiyor.
Şimdi, akıllara şu geliyor: Acaba toplam bilimsel çalışma ve emek birikimleri belki de yüz binlerce yıla yaklaşan onca bilim insanının çalışmaları da, acaba klasörler halinde “Saray”a götürülüp “o masa”ya mı sunulacak?
Olur mu olur? Burası Türkiye. Cevap ne olur? Burası Türkiye.
Virüse bir gün galebe çalacağız mutlaka.
Ama kendimizce “gerçek bir başarı öyküsü” ve gerçek bir “normalleşme” zaferi ilan etmek istiyorsak, bizi böyle bir mücadele de bekliyor.
Demokrasiye, parlamenter rejime, kısacası “çağdaş dünyaya” geri dönüş mücadelesi.
Zor, ama imkânsız değil.
Asıl sorun, “Ben nereden bileyim? Ben bir naçiz Bakanım.. Ben bilmem yukarısı bilir..” zihniyetinde.
Askeri Şûra’daki “kes ulan..” da unutulmadı…æ
Uyan ey ulusum! Her şeyini senden alıyorlar.