ÖĞRETMENİM
GÜNÜNÜ KUTLASAM MI?
Mustafa AYDINLI
E. Öğretmen, Yazar
Öğretmenler günü kutluyoruz, heyecandan yoksun ve buruk. Başarı, mutluluk, güven, huzur, gelişmişlik değerleri kutlanır. Sevinilir, heyecan duyulur. Öğretmeni bitiren, ikinci iş yapmaya mahkûm eden, sosyal ve ekonomik olarak öğretmeni yerlerde süründüren bir düzende, bir günde neyin kutlamasını yapacağız?
Aslında öğretmenlerin iki günü vardır. Birincisi 1994 yılında UNESCO tarafından kabul edilen ve yüze yakın ülkede kutlanan 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü‘dür. Öbürü ise ülkemize özgüdür, 24 Kasım günü kutlanır. Atatürk‘ün, özellikle eğitim çağı dışındakilere okuma – yazma öğretmek amacıyla 1928 yılında açılan Millet Mektepleri‘nin başöğretmenliğini kabul ettiği tarihi temel alır. Eğitim tarihimiz açısından anlamlı olmakla birlikte, bu günün Öğretmenler Günü olarak kutlanması 12 Eylül döneminin dayatması ile olmuştur. (AS: Dönemin Milli Eğitim Bakanı E. General Hasan Sağlam’ın yerinde girişimleri ile..)
Bir ulusun çağdaş ülkeler düzeyine erişebilmesi için eğitim ve öğretimin nitelikli olması, bilimsel yöntemlerle yürütülmesi, hurafelerden arındırılması gerekir. Eğitim sorunlarını çözen uluslar; kültürel, sanatsal, bilimsel, teknolojik, sosyal, ekonomik alanlarda da kalkınmış ve ilerlemiştir. Bilimsel öğretiyi temel almayan ve buna gerekli ilgiyi göstermeyen ülkeler, başka ülkelerin oyuncağı olmak durumundadır. Kalkınmış, çağdaş bir ülke olmanın temel göstergesi;
- Eğitim ve öğretimin ulusal ve evrensel niteliği, çağdaşlığı, akla ve bilime dayanmasıdır.
Aslında Türkiye öğretmenlerinin şanlı bir tarihi vardır. Bu coşkulu tarihin ilk ivmesi Köy Enstitüleri ile başladı. Köy Enstitüleri, başta Fakir Baykurt olmak üzere, pek çok seçkin eğitimci yetiştirdi. Günümüzde eğitimde azıcık idealist ruh varsa bu, o günlerden, o hamurdan o mayadan gelir.
Köy Enstitülü yıllar (1942-1954), Cumhuriyet bilincine erişmiş kadroların eğitim seferberliği idi. Mustafa Kemal Atatürk’e göre;
- “Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır.”
Dönemin öğretmen lideri ve devrimci yazarı Fakir Baykurt ne güzel söylemişti;
- “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.”
Köy Enstitülerini kapatan (1954, Demokrat Parti, Bayar – Menderes) egemen güçlerin öğretmene karşı hıncı bitmedi, kırk bin köyü aydınlatan bu meşalenin söndürülmesi için az çaba gösterilmedi. Öğretmen yetiştiren okulların kapısına paslı, kara kilitler vuruldu. Nitelikli öğretmen yetiştirmeye son verildi. İşsiz, öğretmenlik kariyerinden yoksun kişiler hiç olmazsa öğretmenlik yap diye atandı. Öğretmenler farklı sendikalara bölünüp güçsüz düşürüldü. Aynı yazgıyı paylaşan öğretmenler birbirine düşürüldü.
Sözde öğretmenlerin evi vardı. Oralar, öğretmen evinden çok kentin ileri gelenlerinin konuklarını ağırladığı yerler oldu. Devasa öğretmen evlerinde, öğretmenin birlikte oturup çay içeceği, oyun oynayacağı, birşeyler okuyabileceği, sosyalleşeceği lokaller çok görüldü, oralar ya kökten kaldırıldı ya da en iyimseri bodrum katlara, izbe yerlere sürüldü. Egemenlerin biricik çocuklarını yetiştiren öğretmene uygun gördüğü yerler bu havasız, köhne yerler oldu. Söze gelince, “Öğretmenler bizim baş tacımız.” edebiyatı hız kesmedi kuru kuruya.
Makam ve mevki hırsıyla öğretmenlerin birbirini harcaması tetiklendi. Öğretmenler partiler arası çıkar geçişleri yapan, yanardöner milletvekillerine döndü. Dün A sendikasındaki öğretmeni, çıkar hırsıyla bugün B sendikasında görür olduk. Üzülerek belirtelim ki öğretmenden de devşirmeler türetildi.
Eğitim bir ticari metaya dönüştürüldü. Al gülüm ver gülüm örneği okul ticarethane, öğrenci müşteri konumuna indirgendi. Bununla da kalınmadı; öğretmenler, özel okullarda parası olanların dadılık görevini üslenen, bilgi ve görgüsünden yararlanılan insan konumuna getirildi. Haftada 26 saat ders veren öğretmen, 1600 TL aylık alıyor. 1972’de 35 gram altın eden öğretmen aylığı, günümüzde 15 gram altına denk.
Bu seçkin mesleğin hiçbir kariyerini bırakmadılar. Saygınlığını bırakmadılar. Öğretmenim günün kutlu olsun demeye dilimiz varmıyor. Bağışlayın beni, öğretmenim tüm bunları saydıktan sonra bitişini, tükenişini mi kutlayalım öğretmenim? Karamsarlığımızı bağışlayın öğretmenim, keşke gününüz gün olsaydı da kutlasaydık içimiz övünç dolarak. Gün demek, gün görmek demek, bayram demek, keşke birlikte mutluluğun güzel günlerin anılarını yad ederek gün görüp birlikte kutlasaydık.
Bitişin, tükenişin bayramı mı olur öğretmenim? Bu gün, gününü gördüğün günü (dönemi) kutlamak gibi geliyor bana. Bu günün, dönemin kutlu olsun diyorum her şeye karşın öğretmenim. Öğretmenin akıl ve bilimi emeğiyle, alın teriyle, yiğit nefesiyle, sabırla yurt sevgisiyle harman etmesiyle karanlıklar yıkılacak.. Tarih boyunca hep böyle oldu çünkü.
Aydınlık yarınlarda, o zaman, günün şimdiden kutlu olsun öğretmenim!