13 Aralık 2012’de ben de Silivri’deydim..

E. Amiral Türker ERTÜRK

13 Aralık 2012’de ben de Silivri’deydim..


13 Aralık 2012
 tarihinde ben de Silivri’deydim.

  • Orada bir yargılama yapılmadığını, yapılamayacağını ve yapılmak istenmediğini en başından anlayan ve kavrayan birisi olarak oradaydım.

Amacım orada, yargılama adı altındaki tiyatroda kurban rolünde sahneye zincirlenerek çıkarılmış yurtseverlere destek olmaktı.

O gün Silivri’ye “Ergenekon davası” için gitmiştik. Esasında yoktu Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Poyrazköy ve daha nice diğer operasyonel davaların birbirinden farkı!

Bu davalar hukukun olduğu ve adaletin arandığı bir yargılama değildi. Farklı zamanlarda bu davaların belli bölümlerini bizzat duruşmalara giderek izledim. Suçlanan insanların masumiyeti ve kanıt diye öne sürülenlerin uydurma ve dijital terör unsuru belgeler olduğu o kadar açıktı ki, anlamamak ve fark etmemek imkansızdı.

Bu davaları izlerken hep duygudaşlık yaptım, kendimi avukatların, savcıların ve yargıçların yerine koydum ve değerlendirme yaptım. Eğer yargıç olsaydım; daha ilk tanıkları dinledikten ve maddi kanıt diye sunulan belgeleri gördükten sonra hemen sanıkların hepsini bilaistisna serbest bırakır bu komployu ortaya çıkaracak soruşturmayı başlatırdım. Ama böyle olmuyordu, olay benim gördüğüm kadar basit değildi. O zaman işin içinde başka işler ve hesaplar vardı.

  • Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalar; ABD’nin Türkiye’de yaptırmak istediği rejim değişikliğinin baskı, intikam, yakın tarihimizi yeniden yazma ve en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine bağlı tüm kurumlarını tasfiye aracıdır.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, kurucu felsefesi, Anayasa’sında belirtilen ideolojisi,
Lozan antlaşmasına bağlılığı ve kırmızı çizgileri ile ABD’nin kendisine biçtiği rolü oynamak istememektedir.

Arkasındaki güç aynı

– 1992’de Muavenet’in vurulması,
– 1993’te Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis suikastı,
– Yine aynı yıl 2 Temmuz 1993’te’da Madımak ve 5 Temmuz’da Başbağlar katliamları,  
Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ortadan kaldırılması emrini veren ve O’na karşı yapılan suikast girişiminin arkasında aynı güç vardır.

Irak’a girmek istemeyen Ecevit’in başbakanı olduğu 57’inci hükümet gitmelidir diyen ve yerine 18 Kasım 2002’de AKP’yi iktidara getiren yine aynı güçtür.

Hiç şüpheniz olmasın ki, bu güç 4 Temmuz 2003’de Süleymaniye’de işbirlikçileri tarafından sevinçle karşılanan Türk Askeri’nin başına çuval geçirilmesi olayında olduğu gibi Ergenekon ve Balyoz’un da arkasındadır.

Şimdi bir düşünün Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar yapılamasaydı şu anda komşumuz Suriye’ye karşı sürdürdüğümüz gayri ahlaki ve çıkarımıza olmayan bir savaşı başlatır mıydık?

Tahayyül etmeye çalışın bu operasyonlar olmasaydı, aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler, bilim insanları ve kahraman askerler zindanlara atılmasaydı, olmaz ise olmaz kırmızıçizgilerimizden olan Irak’ın toprak bütünlüğüne karşı tavır alır mıydık?

Şu anda Irak’ı bölmeye çalışan Barzani ile dost, bu ülkeyi bütünleştirmeye çalışan Maliki’ye düşmanız ve terörle mücadele değil müzakere ediyoruz.
İşte ülkemizin mezarını kazan bu ahlaksız ve hain politikaları uygulatabilmek için Ergenekon, Balyoz ve diğerleri gerekliydi.

13 Aralık’ta bu bilinç ve farkındalıkla Silivri’ye gittim. Mahkeme salonuna büyük bir izdiham nedeniyle son anda girmedim. Belki de daha iyi oldu. Orda adalet açısından görebileceğim bir şey yoktu. Onlara destek açısından bu işi benden daha iyi yapacağını bildiğim insanların içeriye girmiş olduğunu görmenin huzuru ile tekrar kalabalığın arasına karıştım.

Bini aşkın insan ile temas ettim ve kısa da olsa konuştum. Gerçekten orada olmalıydınız. İnsanların tepkisini, infialini, yurtseverlere sahip çıkabilme duygusunu, ülkemizin hızla uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanıyor oluşunu kavramışlığını ve ülkelerinin kaderine sahip çıkma sorumluluk duygusunu görmeliydiniz.

Bastil ve Silivri önünde duygular da aynı

Gerçekten ben de çok duygulandım. Gözlemlerimin en üzücü tarafı orada bulunan kalabalığın Meclis’ten iktidarı ile muhalefeti ile artık ümidini kestiğidir.
Aynı kanaat görüştüğüm bazı muhalefet milletvekillerinde de mevcuttur.
Halk Cumhuriyete, kurucu ideolojiye sahip çıkılmasını ve Atatürk’te birleşilmesini istemektedir. Artık halk için ayrım ya millicisin ya da gayri millicisin şeklindedir.

Silivri’ye yurdun her tarafından hafta arası olmasına rağmen 100 bini aşkın insan gelmişti. Bu insanları oraya getiren neden yakınlarının yargılanıyor olması değildi.
Bu durumda insan sayısı çok çok azdı. Bu insanlar ülkelerine, Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimlerine sahip çıkmak ve emperyalist işbirlikçiliğine isyan etmek için Silivri’ye gelmişlerdi. Dünya tarihine bir göz atınız bu sayıda insanın bir cezaevi veya mahkeme önüne geldiği ilk örnektir.

XVI. Louis zamanında Fransa’da kralın ve hükümet üyelerinin talimatları üzerine
komplo ve yönetimi devirme gibi uydurma suçlarla tutuklananlara ev sahipliği yapan ve hücrelerinde ünlü yazar ve filozof Voltaire’i de ağırlayan Bastil Hapishanesi’nin kapısına 14 Temmuz 1789’da dayanan insanların sayıları Silivri’ye dayanan insan sayısından fazla değildi ama sanırım duyguları benzerdi.

Cumhuriyetimiz yok olurken, iç barışımız dinamitlenirken, ülkemiz göre göre bölünmeye doğru giderken, topraklarımız emperyalizme peş keş çekilirken, komşularımıza karşı emperyalizmin emri gereğince düşmanlık yapılırken, yurtseverler uydurma belgelerle zincirlere vurulmuşken ve her geçen gün durum daha da kötüye giderken saklanarak ve sütre gerisine sinerek normal yaşamınızı sürdürebilir misiniz?

Sizi yurtsever bir mücadeleye katılmaktan alıkoyan daha önemli ne mazeretiniz olabilir?

Saygılar sunarım. (19.12.12)

===========================================

Dostlar,

Türker Paşa ile 13 Aralık 2012 günü Silivri’de uzaktan görüştük.. El sıkışamadık..

Yazdıklarının altına ben de imzamı atıyorum..

Sevgi ve saygı ile.
20.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

13 Aralık 2012’de ben de Silivri’deydim..” hakkında bir yorum

  1. Rıza GÜNER

    BASTİL HAPİSHANESİNİ BÜYÜK FRANSIZ DEVRİMİNİ YAPAN ÖZGÜRLÜK-ADALET-EŞİTLİK İDEALLERİYLE COŞAN HALK HAREKETİ BOŞALTMIŞTI…

    Silivri’de 13 Aralık’ta toplanan halk; “Büyük Fransız Devrimi’nin Yurttaşlığı” gibi bir yardımlaşma ve dayanışma ağıyla birbirine bağlı ve bir amacı gerçekleştirmek isteyen bir halk değildi.

    Kendileri ve herkes için; ÖZGÜRLÜK, ADALET, EŞİTLİK isteyen, bir halk da değildi.

    Her hangi bir insanlık halini, mesela doğuda otuz yıldır süren gayri nizami harpte ölen elli altmış bin kişiyi olsun dert eden insanlar da değildiler…

    Aksine, Türker Ertürk Paşa’nın deyimiyle; TERÖRLE MÜZAKERE DEĞİL, MÜCADELE EDİLMESİNİ isteyen insanlarmış… Doğu’da otuz yıldır süren gayri nizami harbin durmasını istemeyen, ölen elli altmış bin kişiye ek olarak, yüz binlerce insan öldürülmesini savunuyorlarmış…

    Ertürk Paşa bu kadarla kalmıyor, bu kadar insanın, Türk devrimlerine sahip çıkmak, Kurucu İdeolojide ve Atatürk’te birleşilmesi için oraya toplandığını iddia ediyor… Ve elbette, doğudaki GAYRİ NİZAMİ HARBİN KURBANLARI DA YARARLANIR DİYE gerçek bir adalet istemiyor… Adaleti yalnızca Silivri Davaları için istiyor… Ve birgün sonra Silivri’de on binlerce kişinin olmayacağını aklına getirmiyor. Bindirilmiş kıtaların göstereceği tepkinin daima bir günlük, bir saatlik ve hatta bir dakikalık olacağını kimsenin bilmediğini sanıyor.

    Fethullah Hocaefendi Hazretleri, 1990’li yıllarda şöyle diyordu; “ÖYLE BİR YAY GERİLDİ, ÖYLE BİR FIRTINA KOPACAK Kİ; YER GÖK SARSILACAK, KARŞISINDA DÜNYANIN EN BÜYÜK ORDULARI DİZE GELECEKTİR!”

    Fethullah Hocaefendi Hazretleri, elli yıldır ekiyor!.. Şimdi ektiklerini biçmek de hakkıdır…

    Peki Türker Ertürk gibi Paşalar 68 ve 78 Kuşağı’nı ezmekten, doğuda on binlerce insan öldürmekten başka ne yaptılar?

    Türkiye’nin ilerici, devrimci ve uygar potansiyelini; yani Alevileri, sosyalistleri, işçileri, köylüleri ve aydınları; 1920’li 1930’lu yıllarda İsyancı diye, 1940’lı 1950’li yıllarda YIKICI ya da Komünist diye, 1960’lı 1970’li yıllarda Anarşist ve Yıkıcı diye, 1980’li 1990’lı yıllarda ve hala Bölücü ve Terörist diye HOVARDACA EZİP HARCADIKTAN SONRA, Türkiye’de devrimci, ilerici ve uygar bir HALK POTANSİYELİ KALMADI.

    Bu nedenle, Bastil Zindanı’nda Devrimcileri kurtaran bir halk, SAYENİZDE Türkiye’de hiç olmadı. Halkı da, devrimcileri de, her yerde topyekün imha etmeye baktınız ve insan hayatına zerre kadar değer vermediniz. Sizin için kimse parmağını bile oynatmaz. “BİZ OTUZ BEŞ BİN TERÖRİST ÖLDÜRDÜK!” diyerek terörle ne kadar iyi mücadele ettiğini iddia eden İlker Başbuğ gibi generalleri kurtarmaya gelecek bir halk ise; dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman olmamıştır.

    Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir