“Bu Nasıl Hukuk, Nasıl Bir Adalet” | ||
Dostlar,Balyoz Davası kararları 20 Eylül 2012’de açıklandı. Üzerinden 40 uzun gün geçti. Halk deyimiyle “40’ı çıktı”! Dile kolay, 40 uzuuuuun gündür yurtseverler hala zindanda, hücrelerde.. Gündem fırtınası ise kurgulu biçimde sürdürülüyor. Silivri vd. zindanlarda tutsak alınan yurtseverlerimizi unutmamak zorundayız. Bu nedenle Sayın Hayrettin Ökçesiz’in Sevgi ve saygı ile. Dr. Ahmet SALTIK ================================================== Hayrettin Ökçesiz DHA’dan Cem Tursun geçenlerde özetle şu haberi geçti: “Bu Nasıl Hukuk, Nasıl Bir Adalet” “Balyoz Planı iddialarına ilişkin 250’si tutuklu 365 sanıklı davanın 106. duruşması sanıkların esas hakkındaki savunmalarının alınmasıyla devam etti. Tutuklu sanık Bilgin Balanlı, sanıkların ve avukatların delillerin toplanması, tanık dinlenmesi ve bilirkişi heyeti oluşturulmasıyla ilgili taleplerinin hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildiğini belirtti. Evrensel hukuk gereği savcının iddiasını ispatlaması gerekirken, bizzat savcının, sanık delilleri çürütmekle görevlidir, dediğini ifade eden Balanlı, şunları söyledi:
Bu ağır suçlamalara yargıçlar hiçbir şey söylemiyorlar. Söyleyemiyorlar. Hep söylendiği gibi, onlar kararlarıyla konuşuyorlar. Ancak bu kararlarda başka bir ses duyuluyorsa; başka (araç) değerler uğruna ve başka güçler adına verildikleri düşünülmeye başlıyorsa, bir kıyamet de kopmaya başlıyor demektir. Yukarıdaki sözleri tüm Silivri sanıkları bir biçimde sürekli söylüyorlar. Ülkenin tüm zindanlarından bu iniltiler yıllardan beri geliyor. Oysa Demokratik Hukuk Devletlerinde, sanıkların, yargılandıkları mahkemeler hakkında böylesi suçlamalar, suç ihbarları yapmaları pek ayrıksıdır. Bir yargılamanın adaletle sonuçlandığı yargısına götürecek tek kanı, yargıcın, tarafların güvenini kazanmış ve bu durumunu sonuna dek sürdürebilmiş olmasıdır. Yargıç bu güveni tek başına kazanamaz. Bu süreçte yargıç kimliğine verilen değerin ve yargıcın gösterdiği kişilik özelliğinin yarattığı ortam kadar, verilen kararların nitelik değerlerinin uyandırdığı saygı da çok önemlidir. Bu yüzden biz de Ziya Paşa’ya nazire olarak Yargıca yönelttiğimiz kişilik değerlerinin mahkemenin kararlarında yansımasıyla, bu güvenin temel taşları yerleşmeye başlar. Hiçbir kararın aşamayacağı evrensel çelişkiler ve adaletsizlikler bile bu güveni kolaylıkla sarsamaz. Çünkü bu güvenin duyumsanmak için beklediği ilk ve tek şey, insancı ve insancıl bir yargılama, mahkeme ve yargıçtır. Yargıç kendisini insanlıktan çıkaran yasalara kulluk etmek yerine, bu yasalara bir çeki düzen vermeye çalışmalıdır. Çünkü, her zaman söylediğim gibi,
Yani yasa, çıkar çıkmaz hukuk değildir. Daha çok, onun hammaddesidir. Mahkemelerde işlenerek hukuka dönüşür. Bu yöntem, geceden sabaha torbalarına yasa dolduran siyasetçilerin heveslerine set çekebilmek bakımından da önemlidir. Ama bu yöntem özellikle, yargıca insancı ve insancıl bir yargılama yapabilmesine olanak ve cesaret verebilmesi bakımından çok önemlidir. Yargıç bu yöntemi göze alabilirse, insan olabilmek ve kalabilmek için çok önemli bir fırsatı yakalamış demektir. Benimsemezse peki, ne olur? Yalnızca yargıç olur, kendisine başbakanlarca “gerekenin söylenebildiği” bir yargıç olur tabii ki…
Buraya kadar söylediklerime anlam kazandıracak şu noktayı hemen belirtmeliyim:
Genç bir insanı bu mesleğe hazırlarken amaçlanacak tek şey belki budur. Elbette bu işi yapacak kurumların ve mensuplarının, öğrencileri böyle bir akıl ve vicdana eğitme yetkinliği taşımaları önkoşuldur. İnsancı ve insancıl, adil bir yargılama her şeye karşın olanaklıysa, ancak böyle olanaklıdır. Değilse, alışılagelmiş siyasetçi profilini yargıçlar için de düşünmek zorunda kalacağız. İşleri de birbirlerinin işlerine çok benzeyecek… Yukarıdaki çerçevede yasakoyucu gibi davranmasını beklediğimiz yargıcın kişilik örneği bu profil olamaz. Bu aktörler birbirlerinin gerçekliklerini değil, ideal durumlarını örnek alabildiklerinde ancak, burada söylediklerim anlamlı olabilir
|