“Bu Nasıl Hukuk, Nasıl Bir Adalet”

“Bu Nasıl Hukuk, Nasıl Bir Adalet”

Dostlar,
Balyoz Davası kararları 20 Eylül 2012’de açıklandı.

Üzerinden 40 uzun gün geçti.

Halk deyimiyle “40’ı çıktı”!

Dile kolay, 40 uzuuuuun gündür yurtseverler hala zindanda, hücrelerde..

Gündem fırtınası ise kurgulu biçimde sürdürülüyor.

Silivri vd. zindanlarda tutsak alınan yurtseverlerimizi unutmamak zorundayız.

Bu nedenle Sayın Hayrettin Ökçesiz’in
“Bu Nasıl Hukuk, Nasıl Bir Adalet” başlıklı yazısını özellikle sizlere sunmak istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
31.10.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================================

HUKUK POLİTİKASI

Hayrettin Ökçesiz
okcesizhayrettin@gmail.com
http://okcesizhayrettin.blogspot.com

DHA’dan Cem Tursun geçenlerde özetle şu haberi geçti:

“Bu Nasıl Hukuk, Nasıl Bir Adalet”

Balyoz Planı iddialarına ilişkin 250’si tutuklu 365 sanıklı davanın 106. duruşması sanıkların esas hakkındaki savunmalarının alınmasıyla devam etti. Tutuklu sanık Bilgin Balanlı, sanıkların ve avukatların delillerin toplanması, tanık dinlenmesi ve bilirkişi heyeti oluşturulmasıyla ilgili taleplerinin hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildiğini belirtti. Evrensel hukuk gereği savcının iddiasını ispatlaması gerekirken, bizzat savcının, sanık delilleri çürütmekle görevlidir, dediğini ifade eden Balanlı, şunları söyledi:

  • ‘Bizler iddiaların aksini maddi gerçekler ve bilimsel raporlarla ortaya koyduk. Ancak, bütün bu gerçeklere rağmen mahkemenizin ve iddia makamının kanaatinin değişmediği anlaşılıyor. Adaletin doğru olarak tecelli edebilmesi için savunma amacıyla daha çok kanıt sunma ve daha derin araştırma isteme hakkımız dahi görmezlikten geliniyor. Soruyorum, bu nasıl bir hukuk, nasıl bir adalet? Türk Milleti adına yargılama yetkisini kullanan bu mahkemede artık hakkın ve hukukun sağlanamadığını düşünüyorum.’ dedi.”

Bu ağır suçlamalara yargıçlar hiçbir şey söylemiyorlar. Söyleyemiyorlar. Hep söylendiği gibi, onlar kararlarıyla konuşuyorlar. Ancak bu kararlarda başka bir ses duyuluyorsa; başka (araç) değerler uğruna ve başka güçler adına verildikleri düşünülmeye başlıyorsa, bir kıyamet de kopmaya başlıyor demektir. Yukarıdaki sözleri tüm Silivri sanıkları bir biçimde sürekli söylüyorlar. Ülkenin tüm zindanlarından bu iniltiler yıllardan beri geliyor. Oysa Demokratik Hukuk Devletlerinde, sanıkların, yargılandıkları mahkemeler hakkında böylesi suçlamalar, suç ihbarları yapmaları pek ayrıksıdır.

Bir yargılamanın adaletle sonuçlandığı yargısına götürecek tek kanı, yargıcın, tarafların güvenini kazanmış ve bu durumunu sonuna dek sürdürebilmiş olmasıdır. Yargıç bu güveni tek başına kazanamaz. Bu süreçte yargıç kimliğine verilen değerin ve yargıcın gösterdiği kişilik özelliğinin yarattığı ortam kadar, verilen kararların nitelik değerlerinin uyandırdığı saygı da çok önemlidir.

Bu yüzden biz de Ziya Paşa’ya nazire olarak

“Âyinesi kararıdır yargıcın, mahkemenin, lafa bakılmaz

Onların görünür rütbe-i aklı bu eserlerinde“ demek zorundayız. Bu akıl derecesi bireysel olduğu kadar, kolektiftir aynı zamanda. Yani yargıcınki yanında, bir de “mahkeme aklı”ndan söz etmeliyiz.

Yargıca yönelttiğimiz kişilik değerlerinin mahkemenin kararlarında yansımasıyla, bu güvenin temel taşları yerleşmeye başlar. Hiçbir kararın aşamayacağı evrensel çelişkiler ve adaletsizlikler bile bu güveni kolaylıkla sarsamaz. Çünkü bu güvenin duyumsanmak için beklediği ilk ve tek şey, insancı ve insancıl bir yargılama, mahkeme ve yargıçtır.

Yargıç kendisini insanlıktan çıkaran yasalara kulluk etmek yerine, bu yasalara bir çeki düzen vermeye çalışmalıdır. Çünkü, her zaman söylediğim gibi,

  • yasaları parlamentolar, hukuku yargıçlar yapar.

Yani yasa, çıkar çıkmaz hukuk değildir. Daha çok, onun hammaddesidir. Mahkemelerde işlenerek hukuka dönüşür. Bu yöntem, geceden sabaha torbalarına yasa dolduran siyasetçilerin heveslerine set çekebilmek bakımından da önemlidir. Ama bu yöntem özellikle, yargıca insancı ve insancıl bir yargılama yapabilmesine olanak ve cesaret verebilmesi bakımından çok önemlidir. Yargıç bu yöntemi göze alabilirse, insan olabilmek ve kalabilmek için çok önemli bir fırsatı yakalamış demektir. Benimsemezse peki, ne olur? Yalnızca yargıç olur, kendisine başbakanlarca “gerekenin söylenebildiği” bir yargıç olur tabii ki…

  • Yargıç yasalara körü körüne uymak yerine, onları her zaman aklının ve vicdanının süzgecinden geçirmelidir. 
  • Hiçbir kaygı ve heves onun aklını ve vicdanını karartmamalıdır.

Buraya kadar söylediklerime anlam kazandıracak şu noktayı hemen belirtmeliyim:

  • Yargıcın aklı ve vicdanı kaba bir akıl ve vicdan olmamalıdır.
    Bunların incelmesi, güçlenmesi, zenginleşmesi gerekir.

Genç bir insanı bu mesleğe hazırlarken amaçlanacak tek şey belki budur. Elbette bu işi yapacak kurumların ve mensuplarının, öğrencileri böyle bir akıl ve vicdana eğitme yetkinliği taşımaları önkoşuldur. İnsancı ve insancıl, adil bir yargılama her şeye karşın olanaklıysa, ancak böyle olanaklıdır. Değilse, alışılagelmiş siyasetçi profilini yargıçlar için de düşünmek zorunda kalacağız. İşleri de birbirlerinin işlerine çok benzeyecek…

Yukarıdaki çerçevede yasakoyucu gibi davranmasını beklediğimiz yargıcın kişilik örneği bu profil olamaz. Bu aktörler birbirlerinin gerçekliklerini değil, ideal durumlarını örnek alabildiklerinde ancak, burada söylediklerim anlamlı olabilir

(Cumhuriyet Bilim Teknik 14.09.2012)

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir