Ulustan kurtuluş savaşı..

Mustafa Balbay
ankcum@cumhuriyet.com.tr
17 Eylül 2012 – Cumhuriyet

Ulustan Kurtuluş Savaşı!
Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın sık kullandığı bir söz vardır:

“Geçmişimizi ne kadar iyi bilirsek geleceğimizi o kadar iyi planlayabiliriz.”

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın 90. yılındayız. Geçen hafta 26 Ağustos’tan 9 Eylül’e giden yolu özetlemiştik.

Türk süvarileri 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi ve Kurtuluş Savaşı resmen zaferle
sonuçlandı ama bunun uluslararası alanda kabul görmesi hemen gerçekleşmedi. Başta İngilizler olmak üzere Yunanistan’ı cesaretlendiren büyük devletler kendi yenilgileri anlamına da gelen 9 Eylül’ü kabul etmekte zorlandılar. İstanbul’da kalmanın, Çanakkale’yi vermemenin yollarını aradılar.

Tabii ki olmadı.

Yeri geldikçe vurguladığımız gibi Kurtuluş Savaşı’nı kuruluş savaşı izledi.
İmparatorluğun küllerinden çağın bütün değerlerine açık bir ulus inşası başladı.
Kurtuluş Savaşı günlerinde Atatürk’ün attığı pek çok adımı şöyle özetleyebiliriz:
Daha savaş devam ederken yeni devletin, yeni ulusun temelleri de atılıyordu.
Örneğin, Yunan askerlerinin top atışlarının Ankara’dan duyulduğu günlerde,
15-21 Temmuz 1921’de “Birinci Maarif Kongresi” düzenlenmişti.
***

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın 90. yılındaki kilometre taşlarını ağız tadıyla, gönül coşkusuyla, tüm ülkeye yayılan yığınsal katılımla kutlayamadığımız şu günlerde, eğitimden dış politikaya kadar yaşadıklarımız akla şöyle bir benzetmeyi getiriyor.
Ulustan Kurtuluş Savaşı!

Üniter bir devletin temelini oluşturan ulus kavramına ilişkin ne varsa unutturuluyor,
daha da ötesi itibarsızlaştırılıyor. Bu durum kavramların yanı sıra kurumlar için de geçerli.

Eğitim sistemindeki yaz-boz uygulamalarına baktığımızda, son 10 yıldır her biri ötekinin yaptığını bozan 4 ayrı hükümetin işbaşında olduğunu söyleyebiliriz. 4 milli eğitim bakanının her biri adeta 4 ayrı partinin temsilcisiydi.
Bakanların kendi dönemleri içinde kendileriyle ters düşen çelişkili adımlar atmasını saymıyoruz.

Tüm bunlara karşın ortak hedefleri değişmedi.

Eğitimin birliği ilkesini ortadan kaldırmak ya da kendi amaçları doğrultusunda ayrı bir “birlik” kurmak.

Bir kuşağın aynı eğitim sistemi içinde yetişmesinden vazgeçtik, gelecek yıl üniversiteye giriş sınavına hazırlanacak bir öğrencinin hangi koşullarla karşı karşıya kalacağı belli değil.

Bir eğitim sistemi düşünün ki, en son akla gelen öğretmenler.

Görüşü sorulan milli eğitim müdürleri, “Binalar tamam, bahçeler biraz küçüldü, kitaplar da hazır” diyor, başka bir şey söylemiyor.

Bu anlayış bizi kuruluş temelleri üzerinde yükselen bir ulus olma dışında her yere götürür!
***

Dış politikada da içeride-dışarıda açıkça dile getirilen konulardan biri şu:
“Türkiye, bölgesinde mezhep politikası izliyor.”

Özellikle Ortadoğu’nun mezhep haritası dikkate alındığında karşımıza halka halka farklı katmanlar çıkıyor. Hal böyle olunca daha baştan ülkelerin içinde “taraf” oluyoruz.
Bu yolla ne ülkesel barışlar olabilir ne de bölgesel…

İktidar bu anlayışını ne yazık ki içeriye de taşıyor. Suriye politikası eleştirildiğinde buna hemen mezhepsel çağrışımlarla karşılık veriyor.
Tüm bunların üstüne Meclis’in de tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da gerilimli açılacağını görüyoruz.

Geçen yıl tutuklu milletvekilleri sorunu gölgesinde açılan Meclis, 24. dönemin 2. yasama yılında daha ciddi gerilimlere gebe. Zira AKP, TBMM’yi yıl boyu, 2013 yerel seçimlerini, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini, 2015 genel seçimlerini kendi hedefleri doğrultusunda yeniden düzenlemek için kullanacak.

Böylesi durumlara uyan güzel bir Anadolu sözü vardır:

Hasandağı arpalıktır, eğer saban girer ise.
Her derede bir değirmen, eğer suyu gelir ise.
Her kümesten bir tavuk, eğer köylü verir ise.
Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelir ise.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir