Atatürk’ün sofrası, günün koşullarında bir tür “think tank” idi. Fazla mesai, gece mesasisi idi yanmış-yıkık yurdun kalkınması için. Büyük Atatürk’ün dehasının ürünü bir beyin fırtınası ortamı idi. İnsanlar O’nun kuşatıp-teslim alan büyülü karizmasından sıyrılarak özgürce görüşlerini sunardı. Hatta kafa tutarlardı Dr. Reşit Galip gibi.. (Bu kişi kısa süre sonra Milli Eğitim Bakanı yapılmıştır!) Herkesin çatal-kaşığının yanında kurşun kalem ve not defteri olurdu. Hiç kimse 2 dubleden fazla alkol almaz ve asla sarhoş olan görülmezdi. Alınan notlar ertesi sabah uygulamaya konurdu..Atatürk’ün sofrası, TÜRK DEVRİMİ’nin İŞLİĞİ (atölyesi-hamamı!) idi..
Atatürk’ün sofrası, günün koşullarında bir tür “think tank” idi.
Fazla mesai, gece mesasisi idi yanmış-yıkık yurdun kalkınması için.
Büyük Atatürk’ün dehasının ürünü bir beyin fırtınası ortamı idi.
İnsanlar O’nun kuşatıp-teslim alan büyülü karizmasından sıyrılarak
özgürce görüşlerini sunardı. Hatta kafa tutarlardı Dr. Reşit Galip gibi..
(Bu kişi kısa süre sonra Atatürk tarafından Milli Eğitim Bakanlığına atanmıştır!)
Herkesin çatal-kaşığının yanında kurşun kalem ve not defteri olurdu.
Hiç kimse 2 dubleden fazla alkol almaz ve asla sarhoş olan görülmezdi.
Alınan notlar ertesi sabah uygulamaya konurdu..
Atatürk’ün sofrası, TÜRK DEVRİMİ’nin İŞLİĞİ (atölyesi-hamamı!) idi..
Büyük Atatürk, Sofra dağıldıktan sonra da aldığı notları değerlendirir,
sabahlara dek çalışırdı. Hatta, “İnönü şimdi sabah mesaisine başlamıştır..” diyerek kısa bir uykuya çekilirdi..
İşte Osmanlı’nın enkazından, günümüz Türkiye’si işte böyle olağanüstü çabalarla yaratıldı. Bu insanüstü özveriyi ve kurguyu kavrayamayanlar utanmadan bir de
dil uzatıyorlar. Doğrusu çok haksızlık ediyorlar..
Son olarak :
Büyük Atatürk alkole bağlı karaciğer sirozundan ölmedi!
O’nun ölüm nedeni, cephelerde birkaç kez yakalandığı sıtma hastalığı idi.
Savaş koşullarında hiç dinlenme ve düzenli sağaltım alma olanağı yoktu..
Zaten elde salt KİNİN vardı ilaç olarak.. Acı ilaç yani..
İşte yinelenen sıtma-kinin-dinlenememe kısır döngüsünün sonunda karaciğer yetmezliği geldi.. Ve O’nu aramızdan çooooook erken kopardı..
Çok değil, 10-15 yıl daha başımızda kalsaydı bu gün bambaşka bir Türkiye’de olurduk..
Ama artık dövünmenin yararı yok.. Görev bizde.. bayrak yarışı bizde..
O da aynen şöyle söylüyor :
“ İki Mustafa Kemal vardır : Biri ben, etten ve kemikten, geçici Mustafa Kemal..
İkinci Mustafa Kemal, O’nu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem. O ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum.
Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.
O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz.Geçici olmayan, yaşaması ve başarması gereken Mustafa Kemal, O’dur. ”
Kutsal emaneti koruyup geliştirmek namus borcumuzdur..
Dostlar,
Atatürk’ün sofrası, günün koşullarında bir tür “think tank” idi.
Fazla mesai, gece mesasisi idi yanmış-yıkık yurdun kalkınması için.
Büyük Atatürk’ün dehasının ürünü bir beyin fırtınası ortamı idi.
İnsanlar O’nun kuşatıp-teslim alan büyülü karizmasından sıyrılarak
özgürce görüşlerini sunardı. Hatta kafa tutarlardı Dr. Reşit Galip gibi..
(Bu kişi kısa süre sonra Atatürk tarafından Milli Eğitim Bakanlığına atanmıştır!)
Herkesin çatal-kaşığının yanında kurşun kalem ve not defteri olurdu.
Hiç kimse 2 dubleden fazla alkol almaz ve asla sarhoş olan görülmezdi.
Alınan notlar ertesi sabah uygulamaya konurdu..
Atatürk’ün sofrası, TÜRK DEVRİMİ’nin İŞLİĞİ (atölyesi-hamamı!) idi..
Büyük Atatürk, Sofra dağıldıktan sonra da aldığı notları değerlendirir,
sabahlara dek çalışırdı. Hatta, “İnönü şimdi sabah mesaisine başlamıştır..” diyerek kısa bir uykuya çekilirdi..
İşte Osmanlı’nın enkazından, günümüz Türkiye’si işte böyle olağanüstü çabalarla yaratıldı. Bu insanüstü özveriyi ve kurguyu kavrayamayanlar utanmadan bir de
dil uzatıyorlar. Doğrusu çok haksızlık ediyorlar..
Son olarak :
Büyük Atatürk alkole bağlı karaciğer sirozundan ölmedi!
O’nun ölüm nedeni, cephelerde birkaç kez yakalandığı sıtma hastalığı idi.
Savaş koşullarında hiç dinlenme ve düzenli sağaltım alma olanağı yoktu..
Zaten elde salt KİNİN vardı ilaç olarak.. Acı ilaç yani..
İşte yinelenen sıtma-kinin-dinlenememe kısır döngüsünün sonunda karaciğer yetmezliği geldi.. Ve O’nu aramızdan çooooook erken kopardı..
Çok değil, 10-15 yıl daha başımızda kalsaydı bu gün bambaşka bir Türkiye’de olurduk..
Ama artık dövünmenin yararı yok.. Görev bizde.. bayrak yarışı bizde..
O da aynen şöyle söylüyor :
“ İki Mustafa Kemal vardır : Biri ben, etten ve kemikten, geçici Mustafa Kemal..
İkinci Mustafa Kemal, O’nu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem. O ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum.
Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.
O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz.Geçici olmayan, yaşaması ve başarması gereken Mustafa Kemal, O’dur. ”
Kutsal emaneti koruyup geliştirmek namus borcumuzdur..
Sevgi ve saygı ile..
12.7.12, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
http://www.ahmetsaltik.net