Dünya Çevre Günü’nde TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu “Sıfır Karbon Ayakizi” Hedefi Çağrısı
Bugün yaşı kırk ve dolayında olan pek çok insanın çocukluğu köyde, kırda ve bol bol oyun alanları olan sokaklarda geçmiştir. Kentlileşme oranının oldukça düşük olduğu o dönemlerde, her bir mahallede boş araziler çocukların oyun alanı olarak sayısız düşe ev sahipliği yapmıştır. Kızılderililerle beyazların kapıştığı, kazananın genelde kızılderililer olduğu oyunlardan sonu gelmez siyah ve beyaz takımların -TV’lerin siyah beyaz olmasının kaçınılmaz etkisiyle- mücadelesine dayalı futbol maçlarına dek, tüm gün sokakta, doğada geçen bir çocukluk.
O dönemin çocukları büyüdü, anne ve baba oldular. Onlar büyürken, kentler de büyüdü. Oyun alanları olan boş arsaların hepsine, gözü dönmüş bir rant anlayışıyla binalar yapıldı. Önce yatay, sonra ise dikey olarak “gelişti”, çirkinleşti kentler. Çocuklar parklar dışında “doğa” ile karşılaşamazken, doğal yaşamın döngülerinden de habersiz hale geldiler. Yüzlerce yılın birikimi olan bilgiler, sadece bir iki kuşakta unutulmaya başladı.
Bu kadar ile kalsa, her dönemde gündeme gelen bir geçmiş “altın çağ” arayışı deyip geçebilirdik. Ama durum bundan biraz farklı. İnsan faaliyetleri dünya ekosisteminin dengesini bozmaya başladı tarihte ilk kez. Yeşil bir gezegenin, bildiğimiz anlamda yaşama izin veren tek gezegenin varlığına imkan veren atmosfer yapısı, sanayi devriminden bu yana geçen iki yüzyıllık sürede bozulmaya başladı. Bunun ilk işaretleri gelişmiş ülkelerdeki zaman zaman yaşanamaz hale gelen kentler ile ortaya çıktı. O yüzdendir ki ilk hava kalitesi düzenlemeleri gelişmiş ülkelerde, özellikle de İngiltere’de gündeme geldi.
Sonra, kirlenen temiz su kaynakları, asit yağmurları, nükleer santral faciaları, incelen ozon tabakası ile 20. yüzyıl bir anlamda çevre felaketleri çağı oldu. Asit yağmurları ve incelen ozon tabakasına karşı örgütlenen dünya toplumları, şaşırtıcı bir şekilde çözüme ulaşma başarısı göstererek, bazı kimyasalların kullanımını, bir anda sonlandırdılar. Eş zamanlı olarak küresel düzeyde çevre toplantı ve anlaşmaları gündeme geldi. Dünya ayaktaydı, umut canlanmıştı ki işte o noktada her şey kötüye gitmeye başladı.
Dünya geliştikçe, ilerledikçe enerji ihtiyacı artıyor, bunun için de bilindik, fosil yakıtlar temelli enerji üretim araçları daha çok kullanılıyordu. Petrol ve kömür gibi bugün için ne cehennemden çıktıkları çok iyi anlaşılan enerji kaynakları, bir yandan inanılmaz siyasi ve ekonomik güce sahip karteller yaratırken, öte yandan bütün toplumsal yaşamın kendileri üzerinden kurulmasını sağlamışlardı. Bilmediğimiz ise bu karbon temelli fosil yakıtların atmosferin yapısında değişim yaparak küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişikliğine sebep olduklarıydı.
Bugün küresel ısınma ve iklim değişikliği olgusu, gözünü bilime ve gerçeklere kapamış, fosil yakıt lobisinin parasal gücüne sırtını dayamış bir yönetici eliti dışında herkes için bir “gerçektir”. O kadar gerçektir ki pek çok insan yakın bir gelecekte kendi “yaşadıkları” ve “bildikleri” bir dünyanın geride kalacağını belli belirsiz hissetmekte ve doğada oynama şansına sahip son çocukların kendi çocukları olacağı konusunda ciddi bir şekilde endişelenmektedirler.
İnsanların endişe ve korkuları yersiz olmadığı gibi son derece de önemlidir. Fosil yakıt lobisi, kendi çıkarlarını “kamu yararı” olarak sunma konusunda bugüne kadar başarılı olmuşsa da artık bu eşik aşılmıştır.
- Yaşanabilir bir çevre ve dünya ekosistemi hakkı, bugün insan hakları kuramının merkezine yerleşmiştir. Siyasetçiler ve yasa yapıcılar bu gerçeği dikkate almak zorundadır.
Gelişen teknolojiler, insan uygarlığının gerek duyduğu enerjinin üretimi için hiç karbon salınımına neden olmayan güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerjiyi kullanılabilir hale getirmiştir. Pek çok ülkede “sıfır karbon ayakizi” hedefi gündeme gelmiştir. Atmosferin yapısını değiştirerek küresel ısınmaya neden olan karbon ve bileşiklerinin doğaya salınımına engel olan veya salınan karbonu dengeleyen politikalar üreten bu ülke ve şehirlerin “yaşam hakkını” destekleyen bir yeni dönem çağrısına yol açtıkları tartışmasızdır.
Tam da bu noktada, birincil enerji kaynağı bağımlısı ve net ithalatçısı olan Türkiye, enerji dönüşümünde örnek bir ülke olmak ve sıfır karbon ayakizi hedefini benimsemek için kilit noktadadır. Sonsuz bir güneş ve diğer yenilenebilir enerji kaynakları ülkesi olmasına karşın, fosil yakıt lobisine teslim olmuş bir şekilde bugüne gelen ülkemizde, geleceği şekillendirecek olgu, köklü bir enerji devrimidir. Israrla ve hatalı bir şekilde “halen” yürütülmekte olan fosil yakıt temelli enerji politikaları ülkeyi bir çıkmaza sokmuştur. Kamu ve toplum yararı yerine sermaye gruplarının çıkarları öne çıkarıldığından ne sağlıklı bir enerji politikası üretilebilmekte ne de küresel ısınmaya karşı oluşan dünya koalisyonunda onurlu bir yer elde edilebilmektedir.
Sözün özü; bir 5 Haziran’da, Dünya Çevre Günü’nde daha ülkemiz açısından olumlu bir beklenti içinde olmaktan uzağız. Uluslararası toplantılarda, sanki bu sadece bir para meselesiymiş gibi, “gelişmiş ülkeler dünyayı kirletti, bu bizim de hakkımız, biz de dünyayı kirletmek istiyoruz” söylemine sarılmak, ülke insanına yapılabilecek en büyük kötülüktür. Küresel ısınma ve iklim değişikliği başta olmak üzere tüm çevre sorunları sınır aşan, daha doğrusu sınır “takmayan” sorunlardır.
Önümüzdeki dönem, insan uygarlığının yaşanabilir bir dünyada varlığını sürdürmesine yönelik bir mücadeleye sahne olacaktır. Sayısı yüz yirmi bini geçen avukatların meslek örgütü olarak Türkiye Barolar Birliği, iklim değişikliği (AS: artık iklim krizi!) ve küresel ısınma sorunlarının yaşam hakkının ihlali anlamına gelen, insan hakları kuram ve uygulamasının merkezine yerleşmiş en önemli sorunlardan biri olduğunun kabulü ile, planlanan tüm termik santral projelerinin iptali, var olanların olanaklı en kısa sürede kapatılması, yurttaşların kendi gereksinimlerini kendilerinin karşılayabilmesine olanak veren “çatıda güneş panelleri” başta olmak üzere enerji ihtiyacının tümünün yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması, bütün ülke çapında “sıfır karbon ayakizi” hedefinin benimsenmesi ile doğal yaşam alanlarının korunarak artırılması için daha güçlü, daha kararlı, daha nitelikli ve daha çok sayıda avukat ile katkı sunmaya hazırdır.
Saygılarımızla. 05.06.2019
Türkiye Barolar Birliği
Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu