Dostlar,
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültei Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyelerinden bilge adam,
sevgili dostum Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan‘dan nefis bir deneme daha sunmak istiyoruz size..
ADAM OLMAK… Sindire sindire okumalar..
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.9.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
========================================================
ADAM OLMAK
Prof. Dr. Yıldırm Beyatlı Doğan
• Bu yazımda adam olmaktan söz etmek istiyorum. Bu yazı okunduktan sonra ‘Adam’ kılığında dolaşmayı sürdürenlerin başına geleceklerden sorumlu değilim. Onların kıllarına bir şey olmadı ama kılıkları döküldü. Ürktükleri şey başlarına geldi: Sonunda çıplak kaldılar! Oralarını buralarını örtmeye çalıştıklarından birbirlerine bakacak halleri kalmadı. Başta söylediğim üzere başlarına gelenlerden kendileri sorumlu. Neden benim sorumluluğumda olsun? Ortalarda dolaşmasalardı ya da
onlara uygun giyinselerdi.
Babasının sen adam olamazsın dediği adam sonra ‘baş’ olmuş. İlk işi babasına tükürdüğünü yalatmak istemiş. Adamcağızı yanına çağırtmış. Garibim, berikinin böbürlendiğini görünce;
‘Ben sana baş olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim!’ diyerek oradan çıkmış.
Günümüzde kimi babaların bir an önce çıkıp gitmek isteyeceği o kadar çok post mekânı var ki!
Say say bitmez! O makamlar ya yüksek tavanlı kısa ya da alçak tavanlı uzun koridorlara açılır. Öyküdeki baba nasıl bir koridordan doğru kendisini dışarı attı bilemiyorum.
Adam olmak dendiğinde post modern tahayyülün öncelediği bir örüntü var. Mutlak sözü edilmeli! Adam olmak denilince çoğu kez başkalarınca değerlendirilip derecelendiren bir nitelik akla gelmektedir. Köşe dönücülerin miras bıraktığı ve murislerinin delicesine hala güttükleri bir yol var: Tribünlere oynamak dedikleri sahtecilik, adam olamayanların kendileri gibi olduğuna inandıkları yozlara bol keseden dağıttıkları alkış demektir. ‘Seyirci böyle istiyor’ ‘İzleyicinin tercihi bu’ ‘Halkımız böyle istiyor’ Söz konusu bu ibarelerin nasıl oluştukları sır değil yani.
Pek çok yazımda dile getirdiğim bir husus var. Psikoterapide de geçerlidir.
Karşınızdaki ile ilgili şu iki soruyu yanıtlamadan başka bir şey ne düşünün ne de söyleyin:
1. Kişinin ne söylediği değil nasıl söylediği önemlidir.
2. Kişi, söylerken, söylediğine kendisi inanıyor mu?
Adam olan kişi, nasıl üzerinde daha çok durur. Beklendiği üzere adam olan kişi inanmadığı bir şeyi asla söylemez. Reel politik, retorik gibi saçma sapan anlamlara çıkacak biçimde kullanılan sözcükler adam olamamış olanların söylem ve edalarını gizlemek amacıyla kullanılan silahlardan yalnızca birkaç tanesi.
Adam olmaya dair başka bir ölçütten daha söz etmek istiyorum.
İnsanlar konuşurlarken göz teması sürekli değildir. Süre ve sıklık o iki kişinin ilişkilerinin niceliğine ve niteliğine bağlıdır. Ebeveyn çocuk, karı koca, nişanlılar, evliler, boşanmışlar, boşanacak olanlar, ilk kez karşılaşanlar, son kez karşılaştıklarını bilenler ve daha binlercesi birbirlerine bakarken bakışmaları kısa ya da uzun, seyrek ya da sık mutlak değişir. Bakışma değişeceği vakit göz teması kaybolur.
Oysa insan, küçücük bir el aynasına baktığında, yalnızca kendi bakışlarını görür.
Kendisi ile bakışır. Kendi ile bakışması süresini belirleyemeyeceği bir bakışmadır.
Çünkü insan kendisi ile bakışırken göz temasını sonlandıramaz.
Adamlık, insanın kendisiyle bakışabilmesinin hem nedeni hem de sonucudur.
İşi gücü bırakıp aynada kendinizi seyredin demiyorum. İnsanın kendisi ile bakışması dediğim kendisi ile aynada göz göze gelmesidir. Kendi gözlerine bakarken ne düşündüğü değil nasıl düşündüğü önemlidir. Kendisiyle bakışabilmesi düşündüğü ve söylediği ile ilgili taşıdığı inancı yansıtmaktadır.
Aksi takdirde aynada oluşan buğu insanın kendisiyle bakışmasını olanaksız kılar. Buğulanan aynada çoğu kez görüntü de bozulmuştur. Adam olan kişinin baktığı ayna buğulanmaz. Çünkü içerisi ve dışarısı arasında ısı farkı yoktur. Kişinin görünür kaldığı iklim ile olduğu iklim arasında fark yoktur. Kişi, adamsa eğer, baktığında kendini görür. Bakışlarını aklına teslim ettiği için baktığı vakit aynasında gördüğü gerçeğin kendisidir. Dolayısı ile
• Üstlendiği sorumluluk,
• Sürdürdüğü rol,
• Tanımlı ödev ve görevleri,
• Kendine yakıştırdığı işlevsellik gibi şu an aklıma gelen başlıklar konusunda tereddüt yaşamaz.
Yok olan değerler arasında aynasında kendisiyle bakışabilen insan halini, gerçek adamlığı da saymak gerekir. Adamlık bireysel ve toplumsal gerçekliğin belli bir yüksekliği iken şimdilerde yalnızca ‘iş’ oldu. Eskinin ‘ne iş olsa yaparım’ açlığı ve panayır kurnazlığı buna da talip oldu.
Onlar, bir iş olarak gördükleri adamlığın peşindeler!
Oysa ne iş olsa yaparım diyenler neyin iş olabileceğine karar verenler arasında artık.
Seçerken ve seçilirken izlenmesi gereken asıl doğrultu adamlıktır diye düşünüyorum.
Seçmek denince hemen akla gelen reel politiğin oy adını verdiği sopa ucunda sallanan meyve işlevselliği değil tabi. Söylediğim şu; kişi, başlangıçta kendini seçememişse başka bir seçimde bulunması olanaksızdır. Ayrıca kendini seçen insanlar düşüncelerini seçen insanlardır.
Sonucu belli seçimler, kralların ya da benzerlerinin ille de kendilerinin olduğu belirlenmiş süreçlerdir. Şimdi krallar azaldı. Padişahlar yok oldu.
Ancak…
Post modern tahayyül var. Hem rezil, hem vezir olabilirsiniz. Hatta krallığınızı kimse engelleyemez. Ancak mekânınıza, küçük ya da büyük, asla ayna sokmayın. Onun yerine gidin dere kenarına; kendinizi görmek için eğilin suya bakın. Bir tarafınız bakan tarafınızdan ağır değilse suya düşmesiniz.
Velev ki düştünüz. Dipteki çamurda sizi karşılayacak yağdanlığın adı fırıldak nergistir.
Post modern tahayyüle göre onun adı Narsisos’tu.
Saygıyla. 26.8.11
Prof. Dr. Yıldırm Beyatlı Doğan