Zafer ARAPKİRLİ
27 Temmuz 2021,
Zafer ARAPKİRLİ – Kendi ayağımıza sıkmak (krttv.com.tr)
Çünkü, sıradan bir nezle, grip benzeri bir hastalıktan değil, bütün dünyanın bilim kurulları biraraya gelmiş olmalarına rağmen henüz kesin ve yüzde yüz garantili bir tedavi eden bir ilacın bulunamadığı, bulunan ve uygulanmakta olan aşıların bile yüzde yüz (bazı yaş ve hastalık gruplarında çok daha az) etkinliğinin kanıtlanamadığı bir beladan söz ediyoruz.
Evet… Böyle bir bela ile karşı karşıyayız. Şu ana kadar sadece ülkemizde 50,000’in üzerinde can alan bir bela bu.Dünya çapında yaklaşık 4.2 milyon hayata malolan bir bela. Böyle bir şeyi ciddiye almamanın, ve sanki bu işin üstesinden gelmişiz de, artık normal yaşamlarımıza geri dönmenin zamanıymış gibi davranmanın “intihar”dan başka nasıl bir izahı olabilir?
Birtakım aklı evvellerin “Aşının içine gizli güçlerin yerleştirdikleri ve bizleri izleyecekleri mikro çip komplosunun” bile, neredeyse hastalığın kendisinden daha fazla ciddiye alındığı bir dünyadan, ölümün suratına adeta gülümseyen bir canlı türünden söz ediyorum. Artık, sokaklarda maske takan insanlara “komik bir aksesuarla dolaşan kişiler” muamelesinin yapıldığı, yeme-içme mekanlarında ve sigara içilen mekanlarda bulunanların, hatta oralara bile gitmeden, cadde ve sokaklarda yeme-içme-dumanlanma bahanesi ile maskeyi çıkarmanın marifet sayıldığı günleri yaşıyoruz.
Birkaç günlüğüne gittiğim bir Avrupa ülkesinde maske neredeyse unutulmuş. Mesafe desen hak getire. Bundan 3, 5, 10 yıl önce nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyor insanlar. Covid konulu uyarı levhaları, afişler ve sağa sola yapıştırılmış sticker ilanlar, adeta “eski devirlerden kalma tarihi – nostaljik izler” görünümünde. Oysaki, yangın alev alev yanmayı sürdürüyor. Özellikle “varyant” dedikleri yeni türleri, üstelik de “mevcut aşı uygulamalarının etkili olamayacağı” uyarısı ile birlikte can almaya devam ediyor.
- Peki, biz yani insan denen canlı türü ne yapıyoruz?
“Ama abi öyle diyorsun da… Esnafın da yüzü güldü şu turizm mevsimi ile. Fena mı oldu kapıların açılması? Bak bir sürü turist geliyor. Sadece mekan sahipleri, otel sahipleri değil, yöre esnafı da iş yapıyor bu açılım sayesinde…” muhabbetine esir olmuşuz. İyi söylüyorsun da canım kardeşim;
- Ölüyoruz, ölüyorsun, öleceğiz, ölmeye devam edeceğiz. Ölmeyenin bile, hastalığa bağlı olarak vücudunda oluşan kalıcı hasarları anlatmadılar mı sana?
Sana (şu ana kadar) bulaşmamış olması, ya da hasta etmemiş olması, virüse (ölümcül virüs diyeyim de belki daha etkili olur) maruz kalmadığın, belki senin başkalarına bulaştırmadığın ve yaymadığın anlamına gelmiyor ki. Yapmayın, kurban olayım! Geçim sıkıntısını bilmeyen, işsizliğin, sofraya bir tas çorbayı koyabilmenin güçlüğünü hayatında çekmemiş, konaklarda yalılarda büyümüş biri yazmıyor bu satırları. Esnafımızın ve diğer sektörlerde Covid’e bağlı olarak çekilen olağanüstü sıkıntıların neler olduğundan bihaber biri de yazmıyor.
Toplumsal, milli ve küresel bir ölüm tehlikesinden hem de öyle “uzaklardan yaklaşmakta olan” filan değil, “Şuracıkta, burnumuzun dibinde belki de şu an farkında olmasan da ciğerlerinde dolaşmaya başlamış bulunan” bir ölüm tehlikesinden söz ediyorum.
“Ama abi öyle diyorsun da, hükümet de bize bir şey yapmadı ki… Bir destek görmedik ki. Kepenkler 1,5 yıldır kapalıydı. Açtı kapıları hamd olsun. Üç beş kuruş giriyor cebimize…” mi diyeceksin? Hükümete sitemini sandık zamanı eyleme geçip gösterecek misin? Yoksa yine “Hamd olsun kara günümüzde açtı mekanlarımızı bize elini uzattı” diye iktidarda mı tutacaksın? Onu da göreceğiz canım kardeşim.
- Vahim ve ölümcül bir tercih yapıyorsun canım kardeşim.
Birkaç hafta ya da ayın cirosunu kurtarabilmek, ertelediğin düğünü yapabilmek, evine bir kat daha çıkabilmek, arabanı yenilemek, hatta ve hatta borçlarının bir kısmının faizine yetişebilmek uğruna canından olmak, evladının ve belki başka “ciğerinin parçası” yakınlarının cenazelerini kaldırmak daha mı tercih edilesi bir seçenek? Salgın ve küresel anlamda “Pandemi” durumlarında, kişilerin tek tek hayatlarının değil, toplumsal “hayatta kalabilme çabasının” öne çıkarılması gerektiğini, hükümetler maalesef kavratamıyor insanlara. Peki, insan zekası, bunca yüzyılın, binyılın evriminden geçmiş insan zekası, bunu nasıl olur da kavrayamaz?
Neden bilime ve bilim insanlarına kulak vermez? Gece gündüz neredeyse gözyaşları içinde, hançerlerini yırtarcasına adeta yalvarıyor bilim insanları. Tıp aleminin önde gelen simaları: “Yapmayın, açmayın, zamanı değil, çok ağır bedel öderiz” diye yalvardılar olmadı. Göz göre göre açtınız, saldınız herkesi ortalığa, virüse adeta “Buyur, gönlünce bulaşmaya, can almaya devam et…” diye açık çek verdiniz. Şimdi de aynı canhıraş çağrıları yineliyorlar:
“Yapmayın. Bu sorumsuzluğa bir son verin. Turizm mevsiminin tatil aylarının bitmesini beklemeyin. Bir an önce geri dönün bu yanlıştan. Sonbahara varmadan çok ağır bir tablo ile karşı karşıya kalacağız… Bugün bunu yapamazsak, bu kış daha fazla cenaze kaldırırız” diyorlar.
Tık yok. Hem karar vericilerden, hem de bu konuda elini taşın altına koyması gereken ve yukarıda altını çizdiğim “Toplumsal farkındalığı” göstermesi gereken on milyonlarca insandan. Sağlık Bakanlığı, tutuyor “Ne kadar çok aşı yaptığının” propagandasına odaklanıyor. Yahu bu zaten senin görevin, aklı başında yönetimler zaten bu dediğini aylar önce yaptı ve neredeyse bitirdi bile. Şimdi, deyim yerindeyse “Yoldan geçeni tutup aşılıyorlar” ya da isteyen, eczanelere, hastanelere hatta AVM’lere girip ücretsiz istediği zaman aşı oluyor.
Ama bununla bitmiyor ki… Mesafe en önemli önlem. Yani insanları barlara, kafelere, dükkanlara, otellere, havuzlara, kapalı mekanlara salonlara doldurmakla “Mesafeye uyun” çağrısını aynı anda yapmak, hangi aklın ürünüdür? Maskelerin kullanılmadığı yüzbinlerce yeme içme mekanını, on milyonlarca insana açmak ve sonra da “Maskenizi ihmal etmeyin” demek hangi sivri zekanın ürünüdür?
Ondan sonra “temizlik temizlik temizlik…” Yahu bu ülke zaten bütün gün elini yıkayan, çoğu milletten farklı olarak elinin altında sürekli bir kolonya şişesi bulunduran bir ülke. Bununla bitiyor mu?
Kısacası, toplu intiharı önlemenin yolu, bir an önce şu açılımdan geri dönmenin kararını almaktır. Yoksa önümüzdeki aylar bizi geçen yılkinden de daha büyük bir felaket tablosu beklemekte.
Ben ölmek istemiyorum. Toplu ölümlere ağlamaktan bıkmadınız mı? Ben bıktım. Çünkü göz göre göre intihar ediyoruz. Zaten siyasi ve toplumsal anlamda, bu yıkım rejiminin bu insana zerrece değer vermeyen, hiçbir yerleşik değerimizi önemsemeyen, sadece kendi aile çevreleri dahil bir avuç azınlığın refah ve mutluluğu için çalışıp çabalayan bir yıkım ekibinin başarısızlıklarına teslim olmuş durumdayız. Bari sağlığımızı düşünerek onları bu konuda farklı bir şeyler yapmaya zorlayalım..
Var mısınız? “Abi bi dur kurban olayım. Çoluk çocuğu aldık . Güneye indik üç beş günlüğüne.. Bi tatilden dönelim. Bakarız..” mı diyeceksin? Sevgili anacığının, babacığının, kayınvalidenin, dayının, teyzenin belki de çocuğunun (evet çocukları da vuruyor artık bazı varyantlar) cenazesini mi bekliyorsun aklını başına devşirmek için?
“Abi bi dur gözünü seveyim. Kasamız üç beş Ruble, Dolar Euro gördü aylar sonra. Ses etme. Şu restoranın masalarını yenileyeceğim. “ mi diyorsun?
Sen bilirsin. İntihar iyi bir şey değil. Hatırlatmak istedim. Ben görevimi yapayım da.
Benim işim bu çünkü. Gazeteci diye dolaşıyorum ortalıkta. Hakkını vermem lazım.
Şezlonguma uzanıp, müziğin ve elimdeki kadehin tadını çıkarıp yapamam bunu.
Bak, ben de tatilde (tatil mekanında değil), yıllık iznimde yazıyorum bunu.
“Ben 3’ncü aşımı da dün oldum. Artık yırttım. Bana ne el alemden” diyemem.