İki ayrı kimliği, iki ayrı kişilik tanımını, iki ayrı ruh halini, iki ayrı beyinsel formasyonu, iki ayrı kültürü, kısacası iki aynı dünyayı, hatta galaksiyi temsil eden oyunlardan söz ediyoruz. Biri salonu – odayı, diğeri “bitirimhane”yi temsil ediyor.
Satranç zekayı kullanarak, yani beyin denen organla oynanır.
Barbut (yabancı dillerde barbooth, barboute, barbudi kökenlerinden geliyor) oyunu ise bilek gücü ile oynanır.
Satranç’ta bir birikim, bir kültür, bir düşünce sistematiği, bir beyinsel disiplin ve hesaplama kabiliyeti vardır.
Barbut oyununda ise “Haydi oğlum kemik!..” naraları ile iyi bir “bilek sallaması”na güvenilir. Bilek gücü ve zar şansı yani…
Satranç’ta, “zar tutma” benzeri hilelere yer yoktur. Neticede taşların belli bir kural dahilinde dizili olduğu ve belli kurallara bağlanmış hareket yeteneği vardır. Bir “terbiye”, bir “elegance” söz konusudur yani.
Barbut’ta ise tam tersine bir kuralsızlık ve “vulgarlık” egemendir. Zaten arada bir bağıra çağıra, küfrede küfrede oynanması, işin doğasındandır.
Satranç oyununun sonunda kavga çıktığı pek görülmemiştir. El sıkışarak başlar, el sıkışarak biter. Mesela tavladaki gibi, “yenilenin koltuk altına sıkıştırılmaz” satranç tahtası.
Barbut oyunu seanslarının çoğunda kafa göz yarma, bıçaklama, hatta ateşli silahların konuşması vakâyi adîyedendir.
Bu iki oyunun (haydi biraz cömert davranayım: Sporun) karşılaştırmasını yapmak, aklıma nereden geldi?
***
Son günlerde, hem iç politikada hem de dış politikada atılan adımları, önüme düşen haber metinlerinden ve görüntülerden izlerken, ister istemez bu tür karşılaştırmalar yapmak geldi içimden. Diplomasi gündeminin en sıcak mevzuu durumundaki “İsveç–Finlandiya–NATO–Veto” başlığı mesela…
İç politikadaki “Reis” (Mahalle erkek grubu önderi–Maço bir grup lideri) kimliği ve tavrının, dış politikada pek uygun düşmeyeceğini hesaplayamadığı anlaşılan Cumhurbaşkanı ile “Ona uyum sağlayayım da hem gözüne girerim hem de kamuoyunun kulağına hoş gelir” diyen Hariciye Vekili’nin üslûplarından söz ediyorum.
Satranç–Barbut karşılaştırmasını o yüzden yaptım.
Bir ülkenin, üstelik NATO gibi küresel bir teşkilatın en eski üyelerinden birinin “ağırlık koymaya –sözünü dinletmeye” yönelik ciddi ve vakur tutum almasına kimsenin diyeceği yok da… Bu tavrı alırken “Züccaciyeci dükkanına dalan fil” tavrı uluslararası çapta bize nasıl puanlar kazandırıyor, nasıl kaybettiriyor? Bunun hesabını yapmaktan biraz uzak bir çizgiyi kastediyorum.
***
Hem parlamentolarının hem de kabinelerinin önemli bir ekseriyetini kadınların oluşturduğu bir kültürün temsilcilerine “Yemişim lan sizin feminizminizi!” mealinde çıkışlar yapmanın “sakilliğini” ve seviyesizliğini anlatmaya çalışıyorum.
Kaş yapayım derken göz çıkarmanın, “Bu furyada ABD’den 2, 3 tayyare alır mıyız?..” uyanıklığına başvururken, daha üç gün öncesine kadar “Bu F-35’leri birlikte üretmedik mi kardeşim? Hem parasını da ödedik. Nasıl el koyarsınız?” derken, bugün “Acaba F-35 satarlar mı bize?” diye kendi malımıza bir daha para ödeyip satın alma çizgisine düşmenin komikliğine dikkat çekmek istiyorum.
Bugüne kadar “NATO genişlesin, biz de daha güçlü bir ittifakın parçası oluruz böylece” derken, bugün “Cesedimizi çiğnemeden asla!..” demenin sefilliğini anlatmaya çalışıyorum.
Daha üç beş vakit önce PKK ve El Nusra dahil her türlü eli kanlı terör teşkilatı ile “al takke ver külâh” iş tutarken, bugün elâlemi “Terör–terörist sevici” diye küfrederek aşağılamaya dönük tavrı eleştiriyorum.
Satranç’ı değil de Barbut’u andıran bir üslubun sizi götüreceği yer, hayırlı bir yer değildir. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Sadece kendiniz olsanız, haydi neyse. Ülkelerin–devletlerin–milletlerin itibarına düşen leke, kayıtlardan öyle kolay kolay silinmiyor.
Dün, 19 Mayıs vesilesi ile bir kez daha hayırla yâd ettiğimiz, bu ülkenin, bu Cumhuriyet’in kurucuları sizleri görse, utançla nasıl öfkelenirlerdi kim bilir? Çünkü…
“İki ayyaş” diye utanmazca aşağılamaya çalıştığınız “O ikili”nin Lozan ve Montreux masalarında oynadıkları “tarihi satranç müsabakalarından” (zaferlerinden) zerre kadar ders almadığınızı, tam tersine hasetlikten çatladığınızı her gün, her saat kanıtlıyorsunuz.