Etiket arşivi: Mersin Protokolü

Siyasi partiler ne işe yarar?

Siyasi partiler ne işe yarar?

portresiAli Rıza AYDIN
Anayasa Mahkemesi E. Yazmanı (Raportörü)
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/siyasi-partiler-ne-ise-yarar-166057, 18.08.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’de son yıllarda yaşanan Anayasa ve hukuk devleti ihlallerinin listesi bir hayli kabarık. OHAL KHK’leri açık ara öne geçse de liste zirvesindeki laik hukuk devleti”, “laik cumhuriyet ilkeleri” ihlalleri artarak sürmeye devam ediyor. İhlal yerini “yok sayma”ya bıraktı bile. Daha da önemlisi, bu kampanyaya dinsel normların hukuk belgelerine yerleştirilmesiyle ve mahkeme kararlarıyla hukuk ve yargı da katılıyor.

Hemen her konuda olduğu gibi, laiklik konusunda da Parlamento içi ve dışı muhalefetin siyasal ve hukuksal kabulcülüğü ve suskunluğu, kamuoyunu fazlasıyla etkiliyor ve “sorun yok” havası yaratılıyor. Komünist Parti bu konuda iki farklı dava açarak hem siyasal hem de hukuksal sorumluluğu yaşama geçirecek adımlar attı. Davalardan biri, Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile İl Müftülüğü arasında imzalanan protokolün iptali için açıldı. Protokol, “maneviyat kazandırma” adı altında, çocukların 4 gün okula, 1 gün camiye götürülmesinin planlandığı “Minik Yürekler Kardeşlik Bilincinin Farkında” projesini içeriyordu. Mersin 1. İdare Mahkemesi, davanın esasına girmeden “ehliyet” yönünden ret kararı verdi.

İkinci dava, Başbakanlık tarafından yayımlanan cuma namazı genelgesinin iptali için açıldı. Genelge, mesai saatlerinin cuma namazına göre düzenlemesini içeriyordu. Bu sefer de Danıştay 16. Daire, yine davanın esasına girmeden “ehliyet” yönünden ret kararı verdi. Özetle şöyle dediler:

  • İdari işlemler, ancak bu idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurulabilenler tarafından iptal davasına konu edilebilir.  Davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin, hukuken korunması gereken bir menfaat bağının bulunması dava açma ehliyeti için gerekli sayılır. Bu bağlamda, Mersin Protokolü ve Başbakanlık genelgesi ile davacı siyasi parti (Komünist Parti) arasında güncel, kişisel ve meşru bir menfaat ilişkisinin bulunduğunun kabulüne olanak bulunmadığından, davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.      

Her iki davada da mahkemeler, işin içinden kestirmeden kurtulma yolunu, kolaycılığı seçtiler. Bunu yaparken de siyasal partilerin ellerini kollarını bağlamaya, onları susturmaya gerekçe oluşturdular. Kararların hukuksal yönden sonucu, AKP hükümetinin, laik hukuk devleti ilkelerini, Anayasa’yı ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ni hiçe sayarak dinselleşmeyi devlet ve hukuka yerleştirmesinin denetiminden kaçmak; siyasal yönden anlamı ise siyasi partileri toplumsal denetim aracı olmaktan çıkarmak… Oysa idari yargı tarihi, yıllarca siyasi partilerin açtığı davalarla beslendi. Ama dönemin yargısı artık siyasi partileri sınıflandırarak karar vermeyi tercih ediyor:  İktidar partisi her şeyi yapmakta serbesttir; düzen içi muhalefet partileri iktidar partisinin yaptıklarını onayladıkça,  göz yumdukça ya da ilgisiz kaldıkça serbesttir; iktidar partisinin ve düzenin siyasetini, faaliyetini, işlemini ve hukukunu kabul etmeyen partilere sorgulama ve denetleme izni verilmez.

Egemen düzen, “demokrasi var, demokrasinin vazgeçilmez unsuru partiler var. Bu partiler tabii ki düşünebilir, siyaset üretebilir; ama yalnızca iktidar partisi gibi” diyor ve devam ediyor “hadlerini aşarlarsa yargı önlerini keser”. Teoriye girmeden Anayasa’dan kısaca anımsatalım. Siyasi partiler, vatandaşların “kurma ve üye olma” hakkına sahip oldukları, “siyasi faaliyette bulunma hakkını” kullandıkları, “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır”. Uyacakları esaslar Anayasa’da gösterilmiştir; faaliyetleri “demokrasi ilkelerine uygun” olur. Yasaklar da Anayasa’da gösterilmiştir. Anayasa içinde faaliyet sürdürürken “demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine” uygun hareket ederler.

Komünist Parti tarafından açılan davalar, “rasgele açılmış dava” değil; dinselliğin siyasete, topluma ve devlete yerleşmesinin, dinsel normların hukukun içine girmesinin önüne geçilmesi, ortadan kaldırılması; Cumhuriyet’in en temel ilkesi laikliğin yaşatılması davasıdır. Anayasa’ya göre kurulmuş, Siyasi Partiler Kanunu’na tabi her partinin açması gereken davadır. Laikliğin savunulması konusunda dava ve husumet ehliyetlerinin tüzelkişiliğe sahip tüm partilerde bulunduğu tartışmasızdır. Boyun eğmeyenlerin partisinin, sermaye düzeni ve emperyalizmin sömürüsü karşısında susmayacağı gibi; gericilik karşısında da susmaması olağandır. Bir siyasi partinin laikliği savunmak için dava açması da olağandır ve Anayasa’nın gereğidir.

Olağan olmayan, laik hukuk devletinde laikliği yok sayan düzenleme, işlem ve eylemlerin çoğalması; siyasi partilerin bu saldırı karşısında susması; Anayasa ve yasalara göre karar vermesi gereken yargının da bu işlemler için açılan davalardan kestirme yoldan kaçmasıdır. Olağan olmayan, Türkiye’nin içinde bulunduğu batakta, siyasi partilerin düzenle ve iktidar partisi ile özdeşleşen tavırlarıdır. İdeoloji, ilke ve siyaseti benimsemek demek, sorun ve sapmalara da aynı doğrultuda çözümler getirmek, gerçeklerin düzen siyasetinden güçlü olduğunu yaşama geçirmek demektir. İdeoloji, ilke ve siyasetle birlikte “eylem”i tüm parti faaliyetlerine yansıtmak, “kuramı hayatla beslemek” demektir.

“Siyasi partiler ne işe yarar?” sorusunun yanıtı sınıfsaldır ve partileri, “yıkılmış üzerinde oyalanarak kurulu düzeni tüm çürümüşlüğüyle koruma” ile “yeniyi yaratıp kurmak için mücadele etme”  başlıkları altına sıralar. “Türkiye’de düzen partileri” olmakla “Türkiye’nin Komünist Partisi” olmak arasındaki temel fark da budur.

==================================

Dostlar,

Değerli dostumuz E. Anayasa Mahkemesi Yazmanı (Raportörü) Sn. Ali Rıza Aydın, SOL Haber portalında son derece yararlı makaleler yazmakta. Muhasebe kökenli bilinen kişi Anayasa Mahkemesi’ne başkan atannca, Sn. Aydın’ın görevden ayrılmasını istemişti.

Bu yazının temel konusu, Anayasada korunan LAİKLİK ilkesinin göz göre göre, bilerek ve tasarlayarak AKP iktidarınca çiğnenmesini önlemeye yönelik 2 dava. Ne hazin ki, Cumhuriyetin yaptırımı olmak durumundaki bağımsız (?) yargı, önincelemeden kusur bularak (!) İdari Yargılama Usulü Yasası’nın (İYUK) md. 14/3-c’yi dayanak yaparak 2 red kararı vermiş bulunuyor. Dileriz bu 2 “tipik” yargı kararı, hukuk fakülterleinde / bizim de mezun olduğumuz fakülte Siyasalda (Mülkiye).. namuslu İdare Hukuku hocaları tarafından örnek olay olarak incelensin.

Sn. Aydın ve arkadaşları Bölge İdare Mahkemesinde istinaf yoluna gideceklerdir umarız (İYUK md. 15/4). Gitmelidirler ve o aşamadaki durum da görülmelidir.

Son günlerin kuzu postuna bürünmüş siyasal iktidarına ne denli güvenilebileceğime ilişkin tipik örneklerden biridir.