Kıyamet mi kopacak?
Uykuları bozuldu. Avuç avuç uyku ilacı, hatta -aramızda kalsın- rakıların âlâsı bile artık pek bir şeye yaramadı.
Olanları, bugüne kadar öğrendiği, bildiği kıyametlerin hiçbirininkine benzemeyen işaretlere bakıp yorumlamaya çalıştı:
– Çöllere kar mı yağdı? Yağmadı! Çöle kar düşmeden kıyamet mi kopar? Sular kan kızılına mı döndü? Yoo! Sonra kıyamette çekirgeler gelir, her yeri tarumar ederlermiş… Böyle bir şey de yok. Öyleyse bu neyin kıyameti? Kendi kendine “Bu patırdılardan, bu gürültülerden belki de bu kadar korkmamalı” deyip toparlanmaya çalıştıysa da olmadı.
Bir yaver çekine çekine yanına yaklaştı, “Beyfendi” dedi, “Kıyamette Deccal gelir” derler; GBT sorgulamalarını sıklaştırıp kıyameti koparamadan yakalayalım onları… Akşam haberlerinde vatandaşlar, tevelerin altyazılarında “Aksaray’da 14 Deccal yakalandı.. Gaziantep’te basılan evde başkanları ve altı kalaşnikof..” gibi haberler okusunlar.
“Tamam” dedi, “bunlar aynen yapılsın”!
“Sonra şu duvardaki Saatli Maarif Takvimi’nde ‘kıyamet kopacak’ diyen bütün sayfaları da yırtsak kıyamet mıyamet kopmaz.”
Bu da yapıldı.
– Binanın ön cephesinin pencere görevlilerini sabahları çok erken uyandırın, nöbetleri boyunca pancurların arasından baksınlar: Güneş batıdan mı doğuyor? Böyle bir şey olursa hemen alarm zillerine basılsın.
– Bir de dikkat etsinler, Deccal meccal geçiyor mu caddeden.
– “Deccal nasıl bir şeydir” diye soruyorlar.
– Alnında “kâfir” yazarmış; okuma yazması olsun olmasın her Müslüman bunu okurmuş. Ayrıca ellerinin başparmağı yokmuş. Belki de var ama bunu saklar, sadece dört parmağını gösterirmiş bize. Bağırınca alt dudağı sarkar, gözleri pörtlermiş.
Oysa bilemedikleri, düşünemedikleri gerçek, Nâzım’ın şiirlerinde vardı:
Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır
duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile
kendi kendilerin reddü inkâr edile
ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin
duyuldu uykusundan uyandığı
zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin!”
Bunu bilenler az değildi ama gerçeği ona söylemekten çekinen yakını çoktu.