Etiket arşivi: Günde ortalama beş saat televizyon seyreden bir toplumun bireyleri

Okuma Gereksinimi: Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi

Okuma Gereksinimi: Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi

Armağan Erman (Kültür Fen Lisesi)

Batı ülkelerinde belirlenmiş ihtiyaçlar listesinde 18. sırada olan kitap, bizim ülkemizde 235. sırada yer almakta. Bu istatistiklere göre toplumumuz kitaba bakış açısıyla pek çok 3. dünya ülkesinin de gerisinde. Bu tablo üzücü olmasının ötesinde çok da düşündürücü. Eğitimin her aşamasında kitap okumayı dilimizden düşürmüyoruz. Kampanyaların ardı arkası kesilmiyor. Konu hakkında makaleler, en yetkili ağızlardan öğütler, okunması gereken eser listeleri, okullarda okuma saatleri, roman sınavları ve daha birçok okumayı özendirici tedbirler, teşvikler…

Okuma alışkanlığını bilimsel olarak şöyle tanımlayabiliriz:

Kişinin bir gereksinim olarak algılaması sonucu okuma eylemini yaşam boyu sürekli ve düzenli şekilde gerçekleştirmesi… Burada dikkat çekici olan, okumanın bir gereksinim olarak algılanmasıdır!

ABD’li psikolog Abraham Maslow’un ünlü “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramiti
1943 yılında ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir. Hiyerarşinin en alt basamağında açlık, susuzluk, cinsellik, oksijen, uyku, dışkılama gibi fizyolojik ihtiyaçlar bulunur.

Daha sonra sırasıyla güvenlik gereksinimi, ait olma ve sevgi gereksinimi, saygınlık gereksinimi ve piramidin en üstünde de yaratıcılık, erdem, doğallık, önyargısız olma, gerçekçilik gibi alt başlıkların bulunduğu “kendini gerçekleştirme” gereksinimi bulunur.

Günümüzde de kabul gören bu teoriye göre, birey bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak giderilmeden bir üst düzeydeki kategoriye dolayısıyla “kişilik geliştirme” düzeyine geçemez. Başka bir deyişle karnı doymayan birey, güvenliği önceliğine alamaz. Ya da kendini sürekli bir tehdit altında hisseden insanın dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinim hissetmeyeceği açıktır.

Gelişmiş ülkelerdeki yüksek okuma oranlarının en basit açıklaması, bu piramidin katlarında apaçık duruyor aslında. Temel ihtiyaçlarını karşılayan ve eğitim düzeyi yüksek toplumlara ait bireyler yatırımını kendi öz benliğine yapacak ve kendini geliştirecektir doğal olarak. Bu düzeye gelmiş bireyin okumak için teşvik edilmeye, kampanyalarla güdülenmeye de ihtiyacı yoktur. Okuma alışkanlığı kazandırmak için yıllardır aynı ezberi tekrar edip durur uzmanlar. İlk akla gelenler:

OKUMA ALIŞKANLIĞI İÇİN

Evinizde mutlaka bir kitaplık bulundurun. Romantik ve şık bir öneri! Bir kitaplığın ev dekorasyonunda sağlayacağı sıcaklığı hiçbir mobilya sağlayamaz. Üstelik ev sahibini entelektüel de gösterir!

Aile büyükleri belli zamanlarda, belli bir süreyi kitap okumaya ayırmalıdır. Gerçekçi olalım lütfen! Mutfak dahil her boş alanın bir televizyon ekranıyla dolduğu evlerimizde televizyonları kapatıp okuma saatleri yapan bir tanıdık aile var mı çevrenizde?

Ebeveynler çocuklarına okudukları şeylerin önemini anlatabilir. Kendi çocukluğumdan biliyorum. Yönlendirilmekten hoşlanmadım hiç ve annemin önerdiği kitap bende hep “eski moda” algısı yarattı.

Çocuklara çevre kütüphanelerin tanıtılmasına yönelik geziler düzenlenmelidir. Öğrencileri eğitimin her aşamasında sınav yarışına sokan eğitim kurumlarından
kaç tanesi böyle bir geziyi gerekli görüp planlar acaba?

Öğretmenler konuyla ilgili çeşitli etkinliklerde bulunmalıdır. Çok acı bir gerçek ki istatistikler geleceğin okuyan neslini yetiştirmekle görevli öğretmenlerimizin de
okuma alışkanlığı yönünden çok düşük oranlara sahip olduğunu göstermekte.

ÇOCUK: KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME EVRESİNE ÇABUK GEÇİŞ

Aslında dönmek istediğim yer yine Maslow’un piramidi

Temel fizyolojik ihtiyaçları karşılanmış ve kendini güvende hisseden bir çocuk en basit haliyle seviyor, seviliyor ve saygı da görüyorsa, artık bu basamağın en üst noktasındaki kendini gerçekleştirme evresine geçecektir. Bunun için de mutlaka kitapların o muhteşem büyüsüne kapılacaktır.

Kendine güvenen, ailesinin kendisine değer verdiğinin bilincinde olan, kendisine fikir danışılan, sevgiyle donatılan her çocuk kitap okuma alışkanlığına doğallıkla sahip olacaktır. Çünkü sağlıklı bir ortamda büyüyen her çocuk gelişime açıktır. Olağanüstü şartlar gelişmezse, hedefleri vardır. Ve bu hedefler doğrultusunda kendini geliştirecek ve zenginleştirecek en önemli materyalin kitaplar olduğunun bilincindedir.

Evinde azarlanan, şiddet gören, hiçbir konuda fikri alınmayan, önemsenmediğini düşünen bir çocuğun ebeveynleri isterse yirmi dört saat kitap okusalar özendirici olamazlar. Kendilerini dışlanmış ve yetersiz hisseden bu çocuklar “kendini gerçekleştirme” noktasında çok farklı ve istenmeyen sonuçlar doğurabilecek eğilimler ve alışkanlıklar geliştirebilirler.

Okullarda, elinde “okunması gereken eserler” diye adlandırdığı listelerle dolaşan bir öğretmen, çocuğun elindeki mesela vampir serisinden bir kitabı bu zırvayı mı okuyorsun yaklaşımıyla değerlendirirse, çocukta doğması muhtemel okuma alışkanlığını peşinen baltalamış olur. Eğitimciler olarak değişen dünyada kemikleşmiş önyargılarımızı kıramadığımız sürece ezberleri tekrarlamaktan öteye gidemeyiz. Ondan sonra da yazın deniz kenarında bir plajda, “Türklerle yabancıları nasıl ayırırsınız?” diye soran üniversite hocamın kendi sorusuna verdiği “yabancılar kitap okuyor, biz de etrafı dikizliyoruzdur” cevabıyla kızaran yüzümün her sene deniz kenarlarında aradığı kitap okuyan Türkler görüntüsünü daha uzun zaman göremeyeceğini çaresizce kabul ederiz.

Temel ihtiyaçlarını karşılayan bir bireyin artık en büyük sorunu kendini nasıl geliştireceğidir. Kişisel merakları ve kariyeriyle ilgili hedefleri doğrultusunda mutlaka bilinçli bir kitap okuru da olacaktır. Yıllar önce okuduğum ve güleyim mi ağlayım mı bilemediğim bir gazete haberinde, gayet ciddi görünümlü ve müdürlük makamında oturan bir adam görevini yapmış ve vicdanen rahatlamış bir yüz ifadesi eşliğinde şu müjdeyi paylaşıyordu okurlarıyla: İşyerinin oldukça zengin kütüphanesindeki bazı kitapların arasına para koyduğunu söylüyor ve böylece rekor düzeyde okuma bekliyordu. Eminim öyle olmuştur!

Geçmişinde kitaplarını suçlu ilan edip yakarak cezalandıran bu toplumun hafızasında kitabın “suçlu” algısı da mevcuttur. Gelişme arzusu duyan, genç ve dinamik nüfusuyla övünen, gelecekte büyük ülke olmayı hedefleyen bir toplumda öncelikle bu algıyı düzeltmek gerekir. Günde ortalama beş saat televizyon seyreden bir toplumun bireyleri kitap okumanın hazzına vardığında zaman bulamama gibi bir bahaneye de sığınmayacaktır.

SAYISAL VERİLERE BAKALIM

Bazı sayısal verilerle durumu daha net ortaya koymakta yarar var.

*AB ülkelerinde yıllık kitap harcaması 500 dolarken Türkiye’de bu rakam 2 dolar düzeyinde (Az veren candan mı?)

*Öğretim üyelerinin % 21.9’u sadece akademik yayın okuyor.
(Yazmakla meşgul olma ihtimalleri var!)

*Bir Japon yılda ortalama 25 kitap okurken Türkiye’de 6 kişiye bir kitap düşüyor. (Adamlar bir yandan da dünyayı turlayıp gördükleri karıncanın bile resmini çekerken okuyorlar da. Saygılar!)

*Toplam nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitap ortalama 100.000 tirajla basılırken, ülkemizde bu rakam 2000- 3000 civarındadır. (Tedbirli olmakta fayda var, hem korsan payını da düşünmek lazım!)

Buna benzer daha yüzlerce araştırmanın iç karartıcı sonuçlarını sıralamak mümkündür. Fakat bunları yazmak, duyarlı insanları üzerken okuma alışkanlığıyla ilgili olumlu bir katkı da yapmaz. Okumayan insan istatistiklere bir katkım olsun diye aniden bir kitap kurdu haline gelmez. Bu ihtiyaç ancak içselleştirildiğinde pratiğe dökülebilir.

Ben çözümün yine Maslow’un piramidinin katlarında olduğuna inanıyorum.

  • Temel ihtiyaçları giderilmiş, 
  • güven duyduğu bir ortamda yaşayan ve 
  • kendini değerli hisseden, 
  • saygı gören, 
  • seven ve sevilen

her insan kendini geliştirme noktasında bir mola verecek ve bu mola esnasında gözlerini kamaştıracak kitapların ışığından hayatının hiçbir döneminde vazgeçemeyecektir.

(Dostlar, görseli biz ekledik.. Dr. Ahmet Saltık, 1.11.12,
http://egitimvaktim.com/maslow%E2%80%99un-ihtiyaclar-hiyerarsisi)