Aselsan cinayetlerinin izini sürmek..
olmak üzere devletimizin ilgili güvenlik teşkilatlarıdır. Mühendislerin ölümleri ile ilgili soruşturmalarda gerekli özen gösterilmedi, kayıtlara kaza veya intihar olarak geçirilerek,
hemen aceleyle ilk dosyaları kapatıldı. Daha sonra tekrar açılan dosyalara farklı bilgiler girdi. Her süreçte gizli bir elin devrede olduğu anlaşılıyor. Aslında ilk ölümler, 2004 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve TÜBİTAK’ta çalışan iki uzmanla başladı. Aselsan Cinayetleri adlı bir kitap yazan, Melik Duvaklı, savunma sanayinin tarihi gelişiminin ardında yaşanan güç savaşını ve büyük rant kavgalarından bahsetmektedir (1). Duvaklı’ya göre; askeri casusluk soruşturulmaları derinleştirilirse, savunma sanayinde yaşanan cinayetler de aydınlatılır. Türk Silahlı Kuvvetleri, TÜBİTAK, Havelsan, Aselsan, GES Komutanlığı gibi tüm stratejik kurumlarda birilerinin hücre sistemi ile örgütlenerek, projeler ve ilgili kişiler hakkında bilgi ve belge toplandığını ve bunların yabancı güçlere verildiğini açıklıyor. Aselsan olayları kapsamında hükümet kanadında öyle bir hava estiriliyor ki 2004’den itibaren hükümet savunma sanayini millileştirmiş de Batılılar karşı çıkmış, bu yüzden mühendislerimiz öldürülüyormuş. Cemaat kesimi ise 1998’de Orgeneral Çevik Bir tarafından belirlenen büyük satın alma projeleri böylece iptal olduğundan, Kemalist kesimden hiç ses çıkmıyor diyerek yeni bir algılama yönetimi yapıyor ve gene bu cinayetlerin üstü örülecek diye veryansın ediyordu (2).Konu bu noktaya gelince, önce işe kısa bir savunma sanayi özeti ile başlayacak, sonra bu olayların arkasında kimler olabileceği ile ilgili görüşlerimizi açıklayacağız.
Türk Savunma Sanayi’nin millileştirilme çalışmaları
“Türk Savunma Sanayi Stratejisi ve Politikası” ile Silahlı Kuvvetlerin ihtiyaçlarının güvenli ve istikrarlı biçimde karşılanması amacıyla yüksek teknolojiye sahip harp silâh ve araçlarının yurt içinde üretilmesi hedeflendi (3). Böylece Türkiye’de savunma sanayini geliştirme gayretleri hızlanmış ve bugünkü gelişmelere önayak olmuştur.Büyük bir gayretle yürütülen bu çalışmalar sonucunda toplam AR-GE harcamaları 700 milyon ABD dolarına ulaşmış, TSK ihtiyaçlarının yurtiçinden karşılanma oranı %54’ü geçmiştir. Bugün itibariyle savunma sanayinde ulaşılan seviyeye bakıldığında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaç duyduğu ana silah sistemlerinin birçoğu artık ülkemizde geliştirilmekte ve üretilebilmektedir (4).
Öte yandan, ABD, Türkiye’nin en önemli savunma sanayi tedarikçisi oldu ancak hiçbir zaman Türkiye’nin kendisinden bağımsız ve kontrolü dışında bir teknolojiye sahip olmasını istemedi. Örneğin bize sattıkları F-16’ları ABD’ye ya da Yunanistan’a karşı kullanamazdık, elektronik harp sistemi olmayan F-16’lar bir tabuttan ibaretti. Gece görüş sistemleri olmadığı için F-16’lar ile hava harekâtı yapamıyorduk. Bu teknolojiyi 1990’ların ortasında İsrail ile yakın ilişkilerimiz sayesinde edindik. Karşılığında onlara Konya üzerinde eğitim imkânı verdik. Ancak, böylece bugün Irak’ın kuzeyini gece de bombalayabiliyoruz. On yıllardır hava savunma sistemi istememize rağmen, bir gün bana karşı kullanır diye vermeyen ABD, Çin’den almaya kalktığımızda, Çinliler NATO sistemine sızacak diye yaygara kopardı. Ellerindeki en eski ve işe yaramaz patriotları, fahiş fiyata ve sonu belli olmayan bir zamanda bize satma projesi sundular. Hâlbuki o sistemler Yunanistan’da var ve daha iyisini de Ruslardan aldılar. Eğer ihaleyi ABD’ye verirsek, ne zaman ve hangi şartlarda alabileceğimiz gene günün koşullarına bağlı olacaktır.
Çok değil, Ocak 2015 başında ABD Kongresi, daha önce söz verdiği savaştan kalma donanma gemilerinin Türkiye’ye verilmesini reddetti. Karara gerekçe olarak, Türkiye’nin İsrail’e karşı giderek artan düşmanca tutumu ve Kıbrıs yakınlarında doğal gaz araması yapan Amerikan şirketlerine karşı takınılan tavır öne sürüldü (5).
ABD için tarihsel olarak kriptolama yani şifreli haberleşme en önemli ulusal güvenlik alanlarından biri olagelmiştir. Haziran 1942’de Pasifik’teki Midway deniz savaşında Japon donanmasını deniz haberleşme şifresini çözerek tuzağa düşürmüşlerdi. Eğer o savaşı kazanamasalardı, Pearl Harbor’a denizaltı sokmaları bile mümkün olmayacaktı. Şifre çözme ile Japon savaş planı da büyük ölçüde açığa çıkmıştı ama Japonlar bunun farkında değildi. Böylece Pasifik’te savaşın yönü hep ABD lehine gelişti. ABD, Almanya karşısında da kriptografi avantajını kullandı, Alman haberleşmesine sızıldı. II. Dünya Savaşı’ndan beri Amerikan güvenliğinin kurgulanmasında Pearl Harbor ve kriptografi hep hafızanın bir kenarında bakış açılarını etkiledi. Soğuk Savaş boyunca James Bond tipi ajanlar hep gizli bilgiler ve şifreler peşinde iken film çevirmişlerdi. Kripto çözümü ABD tarafında bir takıntı haline geldi ve mümkün olan herşeyi öğrenmek için Ulusal Güvenlik Ajansı’na (NSA) (6) saldırgan yöntemler kullanmaya başladı (7). Savaş sonrası ABD istihbaratı yapılandırılırken 1951’de kurulan NSA, diğer ülkelerin gizli haberleşmelerini takip ve deşifre etme görevi verilmişti. NSA; esas olarak gizli telefon dinlemelere angajedir ve şifre çözme, kripto ve sinyal istihbaratından sorumludur. Sadece askerleri değil, karşı istihbarat ve karşı terörizm unsurları ile önemli müttefikleri de destekleyen NSA sinyal istihbaratı ve bilgi güvenliği de sağlamaktadır. NSA bünyesinde matematikçiler, fizikçiler, istihbarat analistleri, dil bilimciler, kripto-analistler, bilgisayar mühendisleri gibi bilim adamları çalışmaktadır
ABD istihbarat servisleri içinde en gizlilerinden biri müşterek NSA-CIA gizli sinyal istihbaratı (SIGINT) birimi olan Özel Toplama Servisi (SCS) (8) oldu.Eski NSA çalışanı Edward Snowden’in ortaya çıkardığı bilgilerin başında ABD’nin tüm dünyayı nasıl dinlediğini ifşa eden bir “telekulak haritası” var. Alman Der Spiegel dergisinde yer alan söz konusu harita NSA-CIA ajanlarının dünyanın çeşitli yerlerindeki 90 adet SCS birimini kullanarak aralarında 35 ülke liderinin de bulunduğu milyonlarca kişiyi dinlediğini ortaya koyuyor. ABD diplomatik temsilcilikleri içindeki bu birimler binaların çatılarındaki özel alanlara yerleştirilen ‘Eistein’ kod adlı çok güçlü antenler kullanmaktadır. İstanbul ve Ankara’nın haritadaki renkli farklıdır. Der Spiegel, bunun nedeninin buralardaki dinleme faaliyetlerinin gayri resmi olarak yürütülmesi olduğunu böylece olayın ortaya çıkması halinde bir kriz yaşanma ihtimalinin azaltıldığını belirtiyor. ABD, dinleme yapmak için ilgili ülkede özel bir istihbarat ekibi kurmaktadır.NSA-CIA’nın birlikte oluşturduğu bir SCS’ler, sadece izleme yapmamakta, seçilen hedeflere örtülü operasyonlar da düzenlenmektedirler. Örneğin Türkiye gibi bir ülkede sadece dinlemekle kalmayıp, bu kayıtları değiştirebilir, ya da sahte bilgileri kayıtların içine de karıştırabilir, ya da CIA ile birilerini öldürebilirler.Son yıllarda Ergenekon operasyonlarına yansıyan ses kayıtları ve belgelerin kaynağını tahmin etmek zor değildir. Der Spiegel’in yayınladığı haritaya göre ABD adına dinlemeleri yürüten ekibin Türkiye’deki ayakları İstanbul ve Ankara’daki diplomatik temsilcilik binalarıdır. Türkiye’deki Ergenekon komplosu başlamadan önce gelen 35 Amerikalı istihbarat görevlisinin Türkiye’ye gelişi ile bilgiler, böylece yerine oturmaktadır.Bugün de ABD ve İngiltere, Türkiye’nin de arasında olduğu bazı ülkelerin halkının duyarlılık analizi ile meşguller. Amaç, Türkiye’nin de fitilinin ateşleneceği zamanı ayarlamaktır.
ABD-Türkiye ilişkilerinin arka yüzü..
Ne oldu ise 1990’larda oldu. 14 Ocak 1991 günü, Cudi Dağı’nda kıstırılan PKK’lılara Diyarbakır’dan kalkan ve Çekiç Güç’e bağlı ABD helikopterlerinin malzeme attığı, Genelkurmay Başkanlığı’nca tespit edildi (9). Amerikalıların faaliyetlerini yakından izleyen Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa’yı 17 Şubat 1993 tarihinde Ankara’dan Diyarbakır’a götürecek uçak kalktıktan kısa bir süre sonra düştü. Irak’ın kuzeyinde ABD’nin PKK ile alış-verişine ve Kürt devleti kurulması ile ilgili projelerine ilişkin kesin kanıtlar çıkması üzerine önce Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bir düzen verildi ve doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olmasının yarattığı başıboşluğun önüne geçmek için Harekât Başkanlığı’na bağlandı. Ardından MİT içinden tasfiyeler başladı ve Amerikancı eğilimleri olanlar daha az önemli şubelere kaydırılmaya başlandı. ABD’nin buna tepkisi kendine çöreklenmek için yeni bir kurum bulmak oldu ve böylece polis teşkilatı hedef seçildi.Gülen’in küresel hizmet (!) hareketi, 1990’lı yılların ortasından itibaren ise Orta Asya’da CIA’ya örtü vazifesi gördü ve sadece bu dönemde Kırgızistan ve Özbekistan’da 130 kadar CIA ajanına yataklık yaptı. CIA’nın İslam dünyasına sızmak için Truva atı olan cemaat, Türkiye’deki operasyonları için de örtü sağlayacaktı. 1990’lı yıllarda Gülen Cemaati, ülke içinde de TSK, MİT ve özellikle EGM içine sızma konusunda önemli adımlar atmaktaydı. AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte cemaatin gücü Emniyet içinde görünür hale gelmeye başladı. Emniyetteki Fethullahçı oluşum 2006 yılına gelindiğinde “Emniyette F Tipi yapılanma” şeklini aldı. Ergenekon operasyonlarının ilk sonucu Türk ordusunun Kürt projesi karşıtı politikalara son vermesi ve istenmeyen general ve subayların tasfiyesi oldu. Diğer bir dolaylı sonuç ise Gülen cemaatinin Türkiye içinde meşrulaştırılması idi. Ergenekon ile Türk Polisi, Türk Silahlı Kuvvetleri ve ulusalcı diye adlandırdıkları aydınların karşısına dikildiler.
Aselsan cinayetlerinin perde arkası..
ABD,Türkiye’nin istihbaratından bakanlıklarına, medyasından her yanını saran ABD, Türkiye’nin kendine ait gizli bir şeyini hele özel bir şifreleme sisteminin olmasını istemiyor. ABD istihbaratının önceliği her zaman hedef ülkelerin gizli bilgileri olmuş, dost diye içinde yapılandığı ülkelerin dahi bağımsız bilgi ve şifreleme sistemlerine müsaade etmemiştir. Örneğin 1966 yılında Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından ayrılma nedeni kendi nükleer silah sistemlerinin şifrelerinin ABD tarafından kontrol edilmesine razı olmaması idi. ABD, size şifresini kontrol etmediği bir teknoloji vermez. Örneğin size verdiği kriptolu telefonları kendisi mutlaka çözüyordur ve daha gelişmiş bir teknolojisine sahiptir. Son yıllarda telefonlarımızdan bilgisayarlarımıza her yanımızı kontrol eden ABD, Türkiye’de bilgi güvenliğini yok denecek seviyeye getirmiştir. 2007 yılından itibaren ortaya çıkmaya başlayan kasetler, ses kayıtları, komplo CD.leri cemaat-CIA işbirliğinin sonucu idi. Genelkurmay Başkanlığı yaşanan büyük sızıntılar nedeni ile önemli travmalar yaşadı. Devletin en gizli görüşmeleri internete düştü. Bunların hepsinin arkasında cemaati kullanan CIA yani ABD vardı. Giremediği Özel Kuvvetler Karargâhı’nın kozmik odasına da cemaat sayesinde girmiştir. Sıra genç subaylara geldiğinde onlar için casusluk ve fuhuş senaryoları tezgâhlandı. Başta MİT olmak üzere, kilit yerlerde çalışan pek çok subay, bu suçlamalarla tasfiye edilirken, yerlerine cemaatçiler geldi.2007’den sonra Cemaatin, hükümeti kullanarak TSK.nın özellikle tayin ve terfilerin yapıldığı personel başkanlıklarında etkin bir yapılanma sağladığı görüldü. AKP ve cemaatin arası açıldıktan sonra, hükümetin verdiği cemaatçi subaylar listesine henüz nasıl bir işlem yapıldığı bilinmiyor.
ABD yaklaşık 10 yıldır Rusya-İran ve Türkiye’de bilim adamlarını öldürüyor!
@DocDrSaitYilmaz
Kaynakça-Dipnot
(1) Melih Duvaklı, Aselsan Cinayetleri, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2013.
(2) Zaman, Aselsan Dosyasını ‘İntihar’ Deyip Kapatacaklar, (05 Mayıs 2013).
(3)Savunma ve Havacılık Dergisi: “Değişen Savunma Stratejileri ve Türkiye”, Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu ile söyleşi, Sayı: 4/2001, (Ankara, 2001), 19.
(4) Murad Bayar: Sunuş Yazısı, Savunma Sanayi Dergisi, (Aralık 2010), s.6-10.
(5) Cihan H.A., ABD Kongresi, Türkiye’ye ‘Savaş Gemisi’ Verilmesini Reddetti, (5 Ocak 2015).
(6) National Security Agency
(7)George Friedman, Keeping the NSA in Perspective, Stratfor, Geopolitical Weekly, (April 22, 2014).
(8)Special Collection Service.
(9) Ferruh Sezgin: Helikopter Olayının İçyüzü, Ortadoğu Gazetesi, (4 Şubat 1992).
(10) Aydınlık:Tertipleri 35 kişilik CIA-Pentagon Heyeti Yönetiyor, (16 Mart 2008)
(11)Office of Defense Cooperation.