Cumhuriyet, 21 Mayıs 2021
Son günlerin en çok konuşulan mevzuu, yani şu malum “Mafya-Siyaset-Devlet-Medya” işleri ile ilgili en özlü ve en doğru sözü Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan söyledi:
- “Terör örgütleri gibi suç çeteleri de zehirli bir yılan gibidir. Onlarla aynı çuvala girerseniz, daha sonra başınıza geleceklere rıza göstermiş olursunuz.”
Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri iki şekilde de algılanabilir:
1. Sözünü ettiği bu şer odaklarından biri ile yani zaman içinde önce “Muhterem Hoc’efendi”, sonra “Hizmet Hareketi”, ardından Şer Odağı ve nihayet “Tabanı İbadet. Ortası Ticaret, Tavanı İhanet olan Fetullahçı Terör Örgütü”ne dönüşen FETÖ ile edinilmiş bir acı tecrübeden pişmanlığını dile getiriyor olabilir.
2. Bugün yaşanan Peker – Soylu ilişkisine (şimdi çatışmasına), hatta ortağı Bahçeli – Çakıcı ilişkisine bir gönderme yaparak, “Valla beni karıştırmayın. İşler sarpa sardığında size sahip çıkmam. Ortada bırakırım. Sonucuna katlanırsınız” da diyor olabilir.
Zaman gösterecek.
Ama ortada “Zehirli yılanla aynı çuvalda bulunmuş olmanın” son derece öngörülebilir ve tartışmasız sakıncaları vardır. Kimin kime “yılan” diye baktığından -(ki, işin bu tarafı bizi zerre kadar ilgilendirmiyor)- bağımsız, çuvala girenin başına gelebilecekleri çocuklar bile bilir.
On yıllar önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Cumhurbaşkanı ve CHP’nin efsane genel başkanı İsmet (İnönü) Paşa’nın, uluslararası ilişkileri tarif ederken söylediği o veciz sözü de buna benzer. İsmet Paşa da “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayıyla yatağa girmek gibidir. Başınıza ne geleceği belli olmaz” demişti. Tam da bu durumu anlatıyor.
Üstelik bir de “Yatak” metaforunu (aman aman) kullanıyordu rahmetli, nur içinde yatsın…
Siyasetçinin her tür çevre ile ya da çıkar odağı veya çıkarını gözeten kişi, örgüt ya da çevre ile ilişkisi olur. Neticede siyaset bu. Kazanır da kaybeder de. Bir siyasi bedel öder. Kimi zaman başına “hukuki sorun” da açabilir. Kendi derdidir.
Ama bu son olayda, beni (medya olarak bizi) asıl ilgilendiren unsur, “Çuvala girmiş gazeteci”dir.
Ağabey-kardeş iki gazetecinin durumunu ibretle izlediniz. Aslında, yıllardır hepimizce bilinen ama sektörün kendi içindeki bir tür “Omerta sessizliği” ile kendine sakladığı, “Yahu bunun gibi neler var! O da yapıyor bu da yapıyor. Her cenahta var bunlardan. İktidarda da muhalefette de” diye içine attığı bir fenomenden söz ediyoruz.
Siyasetçilerle vıcık vıcık, işadamları ile patronlarla cıvık cıvık, kulüp başkanları ile yıvış yıvış, ama en önemlisi de mafya çeteleri ile mide bulandırıcı ilişkiler içindeki düzinelerle gazeteci kılıklı şahıs cirit attı bizim âlemde. Atmaya da devam ediyor, maalesef.
Sonunda, mafya lideri ile İçişleri Bakanı arasında (her ne sebeple olursa olsun) arabuluculuğa soyunmuş olan kardeşlerden biri iş üstünde yakalandı. Yakalanınca bunu inkâr edip bir de “İftira ediyorlar. Bunu söyleyen şerefsizdir” deyip atarlanınca, ağır biçimde bedel ödettiler. Hem mafyacı ağır bir dille hakaret etti, hem de Bakan suç duyurusunda bulundu. Başı çifte belaya girdi. Bir de program yaptıkları kanallardan ekran yasağına, yazı yazdığı gazeteden de yazı yazma yasağı geldi. Tanrı, kimselere göstermesin.
Hani Karadenizliye sormuşlar ya, idam sehpasında “Son arzun nedir?” diye.. “Ha bu bana bi ders olsun” demiş. O hesap.
Şimdi sektörün tümünü, yani namusu ile gazetecilik yapan, bu tür angajmanlara (yılanlı çuvallara) girmeyen binlerce meslektaşı tenzih ederek söylüyorum:
Çok kirlendik. Çoook…
Üstelik, kirlenenlere işaret ettiğimizde de “Sana ne be abi. Sen mi düzeltecen? Herkes kendi vicdanından sorumlu” diye terslendik. Hatta ve hatta patronların, (kendi işlerine de yaradıkları için) böylelerine özel bir tolerans ve özel muamele gösterdiklerine tanık olmadık mı?
Görevimiz belli. Başta tek tek gazeteci meslektaşlar olarak, meslek örgütleri olarak, temiz kalmak isteyen medya kuruluşları olarak, bu kiri, bu pisliği, bu ayıbı temizlemek için harekete geçmek gerekiyor.
“Başlama vuruşunu” şöyle yapmayı öneriyorum:
Gazetecilerin hepsi, istisnasız, bir “servet beyanında” bulunmalı. Kaç yıldır bu mesleği yapıyor? Ne iş yapmış? Kaç para kazanmış? Ne mal mülk edinmiş? Nasıl edinmiş? Onca milyonu (varsa) nasıl edinmiş? Herkes bilsin. Para kazanmak ayıp değil. Ama gazetecilikten mi kazanmış? Ne yapmış da bunları edinmiş. Bilinsin. Herkes buna göre bir “not” alsın.
Kimin kiminle görüştüğüne, oturup kalktığına kimse karışamaz. Özellikle gazeteci, herkesle görüşür. Devlet insanı ile de iş insanı ile de suç örgütü (evet suç örgütü) elemanı ve hatta terör örgütü elemanı ile de… Önemli olan, bu görüşmeyi hangi kapasite ile yapılmıştır. Gazeteci görüşür, röportaj yapar, bilgi edinir ve yazar-çizer-anlatır-aktarır.
İş, çıkar, nüfuz ilişkisine girmez. Arabulucu, ulak filan olmaz. Laf taşımaz. Girerse, girmişse bir bedeli olur. O bedel kişisel bir bedel olmakla kalsa beni (bizi) ilgilendirmeyebilir. Kurumunu da ırgalamayabilir.
Ama meslek kirlendi hanımlar – beyler.. Üzerimize leke çalındı. Toplum bize saygısını yitirdi. Bunu acilen temizlemeliyiz. Haydi harekete geçin!