İktidara karşı olanların günde üç posta sabah, öğlen ve akşam, en ağır hakaretlere uğradıklarını televizyon kanallarından izliyoruz. Ancak bu konuda kazanılacağı umudu olmadığı için ya dava açılmıyor, açılsa da mahkemelerden “Bunlar eleştiridir, hakaret sayılmaz, katlanmanız gerekir” yollu kararlar çıkıyor.
İktidar mensupları ise açtıkları davalardan milyonlar kazanabiliyor.
Çünkü güngörmüş, çileler çekmiş ve bu yüzden filozof olmuş halkımızın dilindeki bir atasözünde de belirtildiği gibi, “Hanım kırar bardağı kaza olur, hizmetçi kırar suç olur!”
İKTİDAR HANIMEFENDİ, MUHALEFET HİZMETÇİ!
Ezen ve ezilenler arasındaki ilişkinin bir yönüne yollama yapan bu atasözündeki “hanımefendi”, konumuz açısından iktidardakiler, “hizmetçi” de muhaliflerdir. İktidar mensupları, hangi suçu işlerlerse işlesinler, hesap vermek zorunda değillerdir. İster ayakkabı kutularında milyarlar saklasınlar, ister en küçük bir eleştiri karşısında küplere binip hakaretlerde bulunsunlar, onlardan hesap soracak bir mekanizma yoktur. Güya en duyarlı oldukları bir konuda “Bakara makara” diye ayetleri hafife alanlar bile büyükelçi yapılıyor. Yeter ki bu soygun düzenini desteklesin.
- Cumhurbaşkanının tarafsızlığı çoktan tarihe karışmıştır.
İktidarın kutuplaştırıcı tutumu nedeniyle millet fena halde bölünmüş bir durumda olmasaydı, muhalefet mensuplarının, gazetecilerin, televizyoncuların veya sosyal medya kullanan herhangi birimizin iktidara karşı kullandığı uygunsuz sözleri eleştirebilirdik. Gene de içimizden de olsa bu gibi ifadeleri uygun görmediğimiz açıktır. Fakat bunu yazı ve sözle dile getirmede tutuk davranıyorsak, karşı tarafın ağza alınmayacak hakaretleri karşısında hiçbir şey yapılmamış olmasındandır. Adı lazım değil, Demirören’e Ziraat Bankasından kredi ile aldırılan bir gazetedeki köşe yazarının yaptığı gibi, muhalefetin hatalarını dile getirip iktidarın hataları ve hakaretleri konusunda sus pus olanları gördükçe gazetecilik mesleğinin utancından yerin dibine batması gerekir.
NAMAZ POLİSİ NE ZAMAN GÖREVE BAŞLAYACAK?
Son zamanlarda iktidar, oy yitirdikçe din bekçiliğine soyunmaya başladı. Yakında bütün felsefe dergileri kapatılabilir. Sokaklarda namaz polisinin elinde sopa ile gezmesine az kaldı! İktidarın başı ekonomi politikasını bile “Nas”la açıkladığına göre, “Nas” dedikleri diğer kuralların da adım adım yürürlüğe konulacağını bekleyebiliriz. Olmayacak şeylerden söz ettiğimi düşünenler olabilir. 20 yıl önce Türkiye’nin bu hale getirileceğini kim kestirebilirdi?
- Şimdiki durum, Osmanlı döneminde yaşananlardan çok daha korkutucudur.
Şu farkla ki, yüz yıllık laiklik sistemi altında yetişenler ve dünyaya bakarak zihinleri gelişmiş olanlardan meydana gelen bir halk kitlesi var. İktidar, bu kitlenin gericiliğe karşı oluşturduğu barikatı, bütün politik araçlarla yıkmaya çalışıyor.
- Bu iktidar ki, sanki dünya işlerini çekip çevirmek için değil de vatandaşlara dinin emirlerini tebliğ etmek için iş başına gelmiştir!
Osmanlı halifeleri, özellikle 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın başlarında bugünkü Diyanet İşleri Başkanı kadar görev ve sorumluluk taşımıyordu. Buna, eğitim ellerine teslim edilen tarikatları da ekleyiniz!
ARTIK DİYET ÖDEMEYİ REDDETMEK
- Türkiye’nin ufku her gün biraz daha kararıyor.
Halkın bir bölümü, yapılan sosyal yardımlar karşılığında adeta tutsak alınmıştır. Milletin tümü Ömer Seyfettin’in öyküsünde işlediği demirci gibi “diyet” ödemek zorunda bırakılıyor. Öyküde diyet, demircinin kolunu kesip diyetini ödeyen mütegallibenin önüne atılarak ödenmişti. Bugün halk bu diyeti kol ve bacağını kesip atarak ödeyemez. Diyet, 20 yıldır AKP’yi iktidarda tutarak ödenmiştir. Artık diyet ödemeyi reddetmek gerekir. Bunun yolu, sesini yükseltmek ve sandık başında aklını başına almış olarak davranmaktır.
Önümüzdeki ilk genel seçimde;
- Bir iktidar değişikliğini sekteye uğratacak bütün yan çizmeler,
- “Bir baş ol da ne başı olursan ol!” anlayışıyla uyduruk parti kurmalar,
- demokrasi ittifakının dışında kalma niyetleri,
- sandığa gitmemeler,
- halkın geleceğine karşı işlenmiş bir suç olacaktır.