Sarı Yelekliler: Unutulanların öfkesi
Sarı Yelekliler üç haftadır alım gücünün düşmesi ve başta akaryakıt olmak üzere çeşitli ürünlere yapılan zamlar karşısında sokaktalar. Gelir dağılımı adaleti en temel istemleri. Temsili demokraside temsil görevini üstlenenlerin zevk ve sefalarının son bulması (maaşlarının düşürülmesi, seyahat ve ulaşım harcamalarının denetlenmesi ve yalnızca zorunlu olanlarının karşılanması, eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilmesi, vs.) da bir o ölçüde istemleri arasında yerini alıyor. Temsilcileri aradan çıkarıp siyasete doğrudan müdahil olma istemleri bile var: Bireysel yasa teklifinde bulunmak istiyorlar. Köşelerinden çıkıp kendilerini unutmuş olan siyasilere seslerini yükselten kişiler bu protestocular. Kısacası “Biz de varız” diyenler.
Tıpkı Gezi eylemlerinde olduğu gibi, Sarı Yelekliler’in eylemleri vesilesiyle en çok dillendirilen konu, siyasetle olan mesafeleri ve örgütsüz olmaları. Protestocuların önemli bir bölümü eylemler öncesinde siyasetle ya çok zayıf ilişki içindeler ya da apolitikler. Hatta içlerinde hiç oy kullanmamış olanlar var. “Salt kendi çıkarları için hareket eden bu küçük siyasal toplulukla (siyasileri kastediyor) işi bitirmek gerek” diyorlar (Le Monde, 5 Aralık 2018). Zira, siyasilerin yalnızca kendi yerlerini korumak için mücadele ettiğini düşünüyorlar. Bu sözler bize sorunun önemli boyutlarından birinin “temsili demokrasiye duyulan güvensizlik ve siyasilere ilişkin bıkkınlık hali” olduğunu gösteriyor. Seçimlik demokrasiye yönelik bir “yetti artık” hali bu. Mevcut haliyle siyaseti yeterince anlamadığı, sıradan insan olarak hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşündüğü için siyasetten uzak durduğunu, ancak “siyasetin gündelik yaşamı üzerindeki etkisini anlamasıyla” bu eylemlere dahil olduğunu söylüyor birçoğu. Sokak siyaseti tam da bu noktada, daha az görünür, o zamana kadar sesi çıkmamış veya sesini duyuramamış olanlarda “yapabilirim, değiştirebilirim” düşüncesinin oluşması ve pekişmesi için olanak sunuyor. Oy sandığında tek başına iken, sokakta, sorunların ne kadar da ortak olduğunu görüp nicel gücünün farkına varıyor. Yapmak ve değiştirmek için araçlardan yoksun olmadığını görüyor. Sahip oldukları “dayanıklılık kayıtlarının”, yani insanların başlarına geleni anlamlandırmak, onunla mücadele etmek ve sorunların üstesinden gelmek için bireysel ve kolektif bir pratik dağarcığına sahip olduklarının farkına varma durumu bu.
- İnsanların, aynı sorunlardan mağduriyet yaşarken ve kendi köşelerinde tek başına çaresizce ve sessizce durma halinden, köşelerini terk ettikleri, bir araya geldikleri ve kolektif pratik dağarcıklarını kullandıkları bir konuma geçme hali.
Sokakta öğreniyorlar. Siyasetin kendi gündelik yaşamlarının içinde ve hatta yaşamlarının bizzat kendisi olduğunu öğreniyorlar. Sokak siyaseti dayanışmayı ve yoldaşlığı öğretiyor, siyasallaştırıyor. “Blokaj eylemlerinde, barikatlarda, dinliyoruz, tartışıyoruz ve fikir alışverişi yapıyoruz” diyor bir Sarı Yelekli.
Maruz kalınan devlet şiddeti çoğu durumda bu dayanışmayı güçlendirir, safların sıklaşmasına neden olur. Ortak bir mesele, amaç etrafında seferber olan çok farklı görüşlerden insanlar birlikte hareket etmeyi öğrenir. Gruplar taleplerini dış dünyaya anlatmak için anlamları ve araçlar setini kullanmayı öğrenir, ki zaten sokak siyaseti bu açıdan oldukça zengin bir alet kutusuna sahip.
Sarı Yelekliler talep etmeyi ve seslerini duyurmanın yollarını öğrenirken, hükümet kanadından istemler karşısında gelen ilk yanıtlar cop, gaz bombası, şiddet ve hor görme oldu. “Seslerini duymamak olanaklı değil” açıklaması ve bir dizi geçici çözüm sonradan geldi. Salt bu tavrından dolayı Macron’u “demokrat” olarak niteleyecek değiliz elbet. Böyle olmadığını, hükümet sözcüsü Benjamin Griveaux’nun 5 Aralık tarihinde eylemlerin son bulması için açık çağrı yapmayanları da suçlu kabul etmesi ve “bu bir politik karşıtlık değildir, bu cumhuriyete bir saldırıdır” açıklamaları açıkça göstermiş oldu. Çünkü yalnızca protestocuları değil, protestoları açıkça eleştirmeyenleri de kriminalize etti (AS: suça bulaştırdı).
Macron hükümetinin zamları askıya alarak geri adım atması göstericilerde o kadar da heyecan uyandırmışa benzemiyor. En azından büyük bir kısmında. “Sanki maymunların önüne fıstık atıyorlar” diyerek tepki göstermeleri de bundan olsa gerek.
“Hiçbir şeyi yarıda bırakmıyoruz” sözleri adeta başbakan Edouard Philippe’in sözlerine yanıt oluyor. Eylemcilerin büyük çoğunluğu Noel’e kadar eylemleri sürdürme eğiliminde. Yılın bu dönemi Paris’in en fazla turisti çektiği dönem. Zamanlama bu açıdan önemli. Hem seslerini daha çok duyurma hem de hükümeti köşeye sıkıştırma bakımından stratejik önemde bir zaman dilimi. Bununla birlikte, göstericilerden bir bölümü altı ay sonra yeniden sarı yelekleri giymeye hazır olduklarını belirterek hükümeti uyarıyor. Bu aynı zamanda şimdi sürdürmek isteyenlere de bir mesaj.
Önümüzdeki günler hareketin nasıl bir yol alacağını gösterecek.
Hareketin yayılıp başka coğrafyalarda da seferber edici bir kıvılcım olup olmayacağı da şimdilik net değil. Şimdilik ortalık sisli.
Bu denli yoğun sisin içinde açık olan şu ki, “unutulmuşlar” olarak tanımlanan Sarı Yelekliler toplumsal hoşnutsuzluklarını seslerini çıkararak giderme yolunu seçti. Üstelik de şiddetin muhatap alınmalarında önemli bir araç olduğunu, kendilerini görünür kıldığını düşünüyorlar.
İtirazı yalnızca alım güçlerinin düşmesine ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe değil, onlar aynı zamanda “bizim seçtiklerimiz bizi ne kadar temsil ediyor” diye soruyorlar.
Hem de çok yüksek sesle.
Bu açıdan bakılınca da Sarı Yeleklilerin mücadelesi aynı zamanda siyasal sistemlerin yeniden inşa edilmesi mücadelesi…