ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 27 Kasım 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

LİBOŞ

CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan, “Bakınız bugün Mavi Vatan’dan ne Dışişleri Bakanı ne Cumhurbaşkanı söz ediyor. Zira Yunanistan’la Ege’de bahar yaşanıyor. Bu fena mı? Kötü mü? Asla.”

Bu adam Yunanistan’da AKP şubesi açmalı … 

HIRSIZ

RTE’nin açtığı dava ile yargılanan Kılıçdaroğlu,

  • “Karşınıza Sayın Yargıç, ‘hırsıza, hırsız’ dediğim için çıktım… Başçalan, Hırsız ve Başhırsız’ dedim” ifadelerini kullandı ve sözlerinin hiçbirinden pişman olmadığını dile getirdi.

Nasrettin Hoca ne demişti? “Hırsızın hiç suçu yok mu?”..

KAYIP

İçişleri Bakanı Yerlikaya,150 bin 327 sığınmacının kaybolduğunu, Avrupa’ya gittikleri değerlendirildiği için kayıtlardan sildiklerini söyledi.

Bu yöntemle hiç sığınmacı kalmaz (!!)…

MAHRUKİ

Seçim dürüstlüğü anketinde 165 ülke içinde 123’üncü olan ülkemizde YSK’yı eleştiren
Nasuh MahrukiHalkı yanıltıcı bilgi vermekten ve yargı organlarını aşağılamaktan” tutuklandı.

Halkı yanıltan yargıyı kim tutuklayacak?.. 

İMAM

Öğretmen sayısı sürekli azalırken, DİB’lığı personelinin toplam memurlar içindeki payı
altı yılda binde 39.7’den binde 44.2’ye çıktı.

Ülkede ahlaksızlık neden artıyor?..

ANAMIZ

Yılda 3.5 milyar TL kar eden Çayırhan Termik Santrali yaklaşık 2 milyar TL’ye satılmaya çalışılıyor.

Alıcı adaylarından biri de Cengiz.

İktidar bir yandan, Cengiz öbür yandan milletin anasına “doyamadılar“!!…

TÜRKİYE’de EKONOMİ İLE İLGİLİ  BEN DE KONUŞMAK İSTERİM !

Nazan Savaş, koronavirüs ile mücadelenin sesi olduProf. Dr. Nazan SAVAŞ
Halk Sağlığı Uzmanı
ADD – Atatürkçü Düşünce Derneği Üyesi

  • Günümüzde Türkiye’nin ekonomisini, küreselleşmeyi belirleyen uluslararası kuruluşlardan bağımsız değerlendiremeyiz.
  • Özellikle Dünya Bankası son 40 yıllık dönemde Türkiye’nin politikalarına, toplumsal değişimine ve ekonomisine yön veren önemli bir kurumdur.
  • Dünya Bankası Grubu, son olarak 11 Nisan 2024’te 2024-28 Mali Yıl Ülke İşbirliği Çerçeve Belgesini (CPF) yayınlanmıştır.
  • Bu Belgede (dokümanda), şu andaki cari açığımızın önemli nedenlerinden olan IBRD, IFC ve MIGA’nın varolan (mevcut) kredilerine ek olarak, yeni kredi ve garantiler alınması programlanmıştır.
  • Böylece, Dünya Bankası Grubunca en çok kredi (Borç!) verilen üçüncü sıradaki ülke olarak Türkiye’nin, 17 milyar $ tutarındaki portföyüne, beş yıl boyunca 18 milyar $ düzeyinde bir kaynak daha sağlanması planlanmıştır.
  • Bunların tümü “borç” olarak Türk Milleti’nin üzerine binmektedir. Gerek kamu gerek kamu-özel ortaklı yatırımlar, gerekse özel sektör bu kredilerden yararlanmaktadır.
  • Ve maalesef bu yatırımlar üretime değil, daha çok hizmet sektörüne yöneliktir ve ödeme güvencesi (garantisi) kapsamındadır. Otoyollar, şehir hastaneleri.. gibi. Otoyolların borcu doğrudan vatandaşlarca ödenirken, şehir hastanelerinin kullanım ücretleri SGK tarafından ödenmektedir. Hastanelerde kullanılan gereçlerin (malzemelerin) ve aygıtların (cihazların) tümü yine döviz ödemeli olarak SGK kaynaklarıyla satın alınmaktadır. Böylece hem SGK’nın akçalı (mali) yükü artmakta hem de bu yüzden cari açığımız daha da büyümektedir.
  • Enerji gereksinimimizin karşılanmasında, dağıtımında ve yeni yenilenebilir enerji kaynakları yaratılmasında özelleşen elektrik şirketleri üzerinden, özellikle yine Dolar cinsinden geri ödemeli bu krediler kullanılmaktadır.
  • Öte yandan gerek tarımsal gerek endüstriyel yerli ve ulusal (milli) olan üretim alanlarımız gittikçe daralmıştır. Endüstride temel girdiler yüksek ve teknoloji ürünleri dışalım (ithal) bağımlılıkları, tarımsal üretimde melez (hibrit) tohum, dışalım (ithal) canlı hayvan… gibi yeni bağımlılıklar dayatılmıştır.
  • Bir yandan da, Dünya Bankası ve IMF’ye seçenek olarak kurulduğu belirtilen BRICS ile  Türkiye’nin görüşmeleri gerçekleşmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BRICS için “Gelişen münasebetlerin mevcut angajmanlarımızın alternatifi asla değildir ve olamaz!” dese de, borç çıkmazından ve yüksek enflasyondan kurtulmanın yine borç alarak mücadelesini (!) vermek istediğini görüyoruz. Erdoğan’ın BRICS toplantısına katılması ile TUSAŞ’a terör saldırısının yapılmasının yakın tarihlerde olması gerçekten anlamlıdır.
  • Erdoğan bir konuşmasında, 83 BİN’den FAZLA ÇOKULUSLU ŞİRKETE ev sahipliği yaptığımızı anlattı. Türkiye’de bu şirketlerin üretim etkinliklerinin, AR-GE ve lojistik merkezlerinin olduğuna ve dışsatımımızın (ihracatımızın) %31’inin bu şirketlerce yapıldığını söyledi. Kazan-Kazan yaklaşımından söz etti. Öyle ise Sayın Erdoğan, şirket ölçeğinde Türkiye’nin kazançlarını ve yitiklerini de açıklamalı.
  • Ülkemizde çalışan SEKSEN ÜÇ BİN uluslararası şirketin döviz kazancından Türkiye Cumhuriyeti kasasına daha çok para aktarılmalı. Madem ülkemizi tercih ediyorlar ve buradan dışsatım (ihracat) gerçekleştiriyorlar, mutlaka şirket kazançları “çok yeterli” olsa gerek. ENFLASYONUN YÜKÜ, BU ÇOKULUSLU ŞİRKETLERE DAHA ÇOK AKTARILMALI.
  • Elbette Türkiye için yabancı yatırımcı da değerli, ancak bunların nicelik ve niteliği bizim çıkar ve ekonomimizi tehdit edecek boyuta ulaşmamalı.
  • Günümüzde gelinen noktada, 2024 için 10 aylık Enflasyon TÜİK eliyle %48,58 (Ekim 2024) olarak açıklanmıştır. ENAG verisinin neredeyse yarısıdır.
  • Yıllık enflasyon en çok konut, gıda, lokanta/oteller kesiminde gerçekleşmiştir.
  • Ana sanayi sektörlerinde yıllık enflasyon imalatta %32, elektrik ve gazda %20, ara mallarda %32 olarak açıklanmıştır.
  • Bu durumda, üretimde durma noktasına gelinmemesi özellikle yerli üreticiler için olanaklı gözükmemektedir. Üstelik asgari ücret belirlenmesinde enflasyon verisi temel bileşen iken.
  • Asgari ücretin artırılması konusu belki iki biçimde ele alınabilir:
    Hizmetler sektöründe çalışan çok sayıdaki asgari ücretli ile
    Reel üretim sektöründeki asgari ücretliyi ve bunların işverenlerini aynı tutmamak..
    Üretim sektörü işverenine daha çok pozitif ayrımcılık, görece en adaletli yol gibi duruyor.
  • DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) mutlaka yeniden kurulmalı ve
    Maliye Bakanlığı yine özerk olmalıdır.
  • TRT’nin yeniden özerk ve yansız olması sağlanmalıdır. Özel yayın kuruluşlarının gelirleri bağımsız Maliye Bakanlığınca denetlenmelidir. Artık basında parayı veren düdüğü çalmamalıdır. Reklam gelirleri elbet olacaktır, ancak etik olmayan biçimde aktarılan paralar özel yayın kuruluşlarını da satın alıyor ve bu durum toplumsal kutuplaşmayı daha da artırıyor. Haksız kazançlar toplumsal yozlaşmaya daha da çok neden oluyor. Akşamları TV ekranları ya toplumu uyutan dizilerle ya da yandaş kesimin sözde tartışma programlarıyla (gerçekte iktidar propagandasıyla dolduruluyor.
  • Uzayan derin EKONOMİK BUNALIM ve çok yüksek ENFLASYON, TOPLUMSAL YOZLAŞMAYI ve DUYARSIZLAŞMAYI, çürümeyi de birlikte GETİRİYOR
  • Gençler ve işsizler bu haksız yükü daha çok çekiyor.
  • Bahis (şans) oyunlarına ilgi ve bağımlılık çok yaygınlaşmış durumda.
  • Uyuşturucu madde bağımlılığı ürkütücü boyutlarda, 10-12 yaş dilimini bile sardı.
  • Milli eğitim, ulusal (milli) değil!
  • Endüstri meslek liseleri ve çıraklık okulları niteliksiz olarak değerlendiriliyor,
    gerekli biçimde düzenlenmiyor
  • Suriye’li ve öbür kayıt dışı işgücü ile nitelikli (kalifiye) emek açığı kapatılmaya çalışılıyor.
  • SURİYELİ ve öbür SIĞINMACILAR ve EKONOMİ SORUNU; salt demografimizi etkilemiyor; eğitim, istihdam, sağlık, sanayi, tarım, ekonomi ve güvenlik vb. pek çok alanı yıkıcı biçimde etkiliyor. Kimi alanlarda saçma (absürt) ve çelişkili (paradoksal) olarak yasal – yasa dışı sığınmacılardan ucuz ve sigortasız emek olarak yararlanma ve öbür sorunları görmeme miyopluğu içselleştirilmiş toplumda. Özellikle Hatay’da organize sanayi bölgeleri, inşaat ve tarım alanları Suriyeli işçiden geçilmiyor. Sağlık giderlerinden tutun, işverenin vergi kaçırmasına dek sayılamayacak düzeyde sorun birikimli olarak ekonomimizi çok olumsuz etkiliyor.
  • TERÖR SORUNU ve EKONOMİ… Dış bağlantılı dev sorun! Ardalanda (arka planda) kurumsal küresel (global) sermayenin olmamasının olanaksızlığını artık sağır sultan bile söylüyor.
  • İç cephe sıkılaşması kavramı da sanki onların icadı gibi… Bu durumla ilgili kimi kez eski kerli felli siyasetçilerden, kimi kez de halk yardakçısı (popülist) olmaya çalışan konu mankeni siyasetçilerden zaman zaman böylesi yeni kavramlar – savsözler (sloganlar) ve yeni söylemler işitsek de, son 40 yıllık sürecin devamıdır yaşananlar.

Mustafa Kemal’in askerleri

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

AKP hükümetinin, özellikle 2007 yılından beri, devletin tüm kurum ve kuruluşlarında yaptığı gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de laiklik karşıtı kadrolarla donatma girişimleri tüm hızıyla sürüyor.

AKP iktidarı bu operasyonu önce, Recep Tayyip Erdoğan’ın “başbakan” olduğu dönemde, Fethullah Gülen çetesiyle birlikte, “Ergenekon”“Balyoz” ve “Casusluk” olarak bilinen kumpas (tuzak) “davalarıyla” gerçekleştirdi.

İktidarın paylaşımı mücadelesine bağlı iç rekabetin bir sonucu olarak AKP’nin Fethullah Gülen çetesiyle yollarını ayırmasından ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra, AKP hükümeti aynı süreci tek başına yürütmeye devam etti.

Darbe girişimi bahane edilerek, “Milli Savunma Üniversitesi” adını taşıyan ve AKP’nin güdümünde “Milli” Savunma Bakanlığı’na bağlı yeni bir kurum oluşturuldu; Kara Harp Okulu, Hava Harp Okulu, Deniz Harp Okulu bu üniversiteye bağlanarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın kontrolünden (denetiminden) çıkartıldı; Genelkurmay Başkanlığı’nın yetki alanı sınırlandırılıp, AKP’li siyasetçilerin bakanlık yaptığı “Milli” Savunma Bakanlığı’nın yetkileri artırıldı; Türkiye’nin en köklü askeri liselerinden birisi olan Kuleli Askeri Lisesi kapatıldı; GATA gibi askeri hastaneler ve tıp akademileri kapatıldı, TSK tıp hizmeti açısından altyapısız bırakıldı; Jandarma Genel Komutanlığı ve okulları AKP siyasetinin güdümündeki İçişleri Bakanlığı’na bağlandı.

Böylece, TSK içindeki FETÖ kadrolaşmasını bertaraf etmekle yetinmek yerine, TSK’nin bölünüp parçalanmasının ve AKP’nin İslamcı siyaseti doğrultusunda siyasallaşmasının yolu açıldı.

Bu süreçte TSK’de, FETÖ dışındaki laiklik karşıtı dinci cemaatlerin ve tarikatların kadrolaşmasının yolu açıldı; yüksek “askeri” şuralarda, “taraf olmayan bertaraf olur” stratejisi uygulanarak, AKP yandaşı olmayan komutanlar üst kademelere  (rütbelere) atanmadılar veya emekliye sevk edildiler; siyasal partilerin güdümünde olmadan Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyan askerler ve komutanlar, TSK’de edilgenleştirildiler; Montrö Sözleşmesi’nin ihlaline (çiğnenmesine) ve “sarıklı amiral” vakasına tepki gösteren emekli amiraller bile gözaltına alındılar, haklarında kumpas (tuzak) “dava” süreçleri başlatıldı.
***
Son olarak, Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde, resmi törenin bitiminden sonra, yeni mezun olan teğmenlerin, anayasanın ikinci maddesinde yer alan demokratik, laik, sosyal hukuk devletine bağlı kalacaklarına dair (ilişkin) ant içmeleri ve Mustafa Kemal’in askerleriyiz slogan atmaları üzerine; önce AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan teğmenleri hedef aldı; arkasından “Milli” Savunma Bakanlığı, teğmenler hakkında soruşturma başlatıp, onları ihraç talebiyle (istemiyle) disipline sevk etti.

Milli Savunma Bakanlığı olmaktan çıkıp, Ümmetçi Savunma Bakanlığı gibi davranan bakanlık, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, utanmadan, söz konusu teğmenlerin disiplinsizlik yaparak TSK’nin itibarını (saygınlığını) zedelediklerini iddia etti!

  • Oysa, anayasaya sahip çıkan teğmenleri disipline sevk ederek ve TSK’den ihraç etmeye çalışarak, anayasa karşısında disiplinsizlik yapan, anayasaya meydan okuyan,
    AKP hükümetinin kendisidir. 

Anayasanın değiştirilemez olan ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek olan ikinci maddesinde yer alan demokratik, laik, sosyal hukuk devletini yerle bir ederek anayasal düzeni yıkan, anayasanın itibarını (saygınlığını) zedeleyen, yine AKP hükümetinin kendisidir.

AKP hükümeti, anayasaya bağlı teğmenlere bir disiplin ve itibar dersi verecek konumda değildir! Ama AKP hükümetinin bu genç ve vatansever teğmenlerden alacağı çok ders vardır.

Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşımız’ın önderidir, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurucusudur ve TSK’nin başkomutanıdır.

  • TSK üyelerinin, Mustafa Kemal’in askerleri olmalarından daha doğal
    ve doğru bir şey olamaz. 

Atatürk’ü TSK’den silmek isteyenler gaflet, dalalet ve hıyanet içindedirler ve bunun hesabını bir gün mutlaka hukuk ve tarih önünde vereceklerdir!
==========================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Anormal hükümet18 Kasım 2024

Düzenlemek / denetlemek ve yaptırım uygulamak

Siyaset 21.11.2024, BİRGÜN

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


Yasama (kural koymak), yürütme (kuralları uygulamak) ve yargı (kuralları ihlal edene yaptırım uygulamak); üçlü işlev olarak devletin varlık nedenini açıklar. Bu üçlü, devlet-birey, devlet-toplum ve devlet-çevre (ülke) ilişkilerinde geçerli: Madencilik faaliyetlerinden sağlık hizmetlerine, eğitim hizmetlerinden yapı sektörüne dek, ‘düzenleme / denetleme ve yaptırım’ üçlüsü geçerli.

Bunların dayanakları, devletin olumlu yükümlülükleri bağlamında genel ve tikel olarak Anayasa’da var. Öyle ki Anayasa, Devlet için yalnızca koruyucu değil, geliştirici ve ilerletici önlemler alma yükümlülüğü de öngörmekte:

  • “Devletin temel amaç ve görevleri… kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
    sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
    gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
    (md.5)

Hak ve özgürlükler bütünü için geçerli bu yükümlülükleri devlet, düzenleyerek ve örgütleyerek, ilgili hak ve özgürlüklere özgü önlemler alarak, görev + yetki + sorumluluk zincirinde aksaklık durumunda yaptırım uygulayarak yerine getirir.

Eğitim ve sağlık, bu yükümlülüklerin başında gelmekte.

Sağlıkla ilgili olanı:

  • “Devlet, insan hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” (md.56)

Kuşkusuz konu ile ve insan yaşamı ile ilgili başkaca birçok hüküm var Anayasa’da.

Kamuoyunda Yenidoğan çetesi veya skandalı olarak bilinen toplu davayı, Bakırköy 22. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM) 18 Kasım Pazartesi görmeye başladı.

Tıp tarihine geçecek vahametteki (ürkünçlükteki) bu dava, öncelikle madde 56’nın Devlet için öngördüğü “planlama tekeli” ve “denetleme” yükümlülüklerinin yerine getirilmediğini göstermekte. Bununla sınırlı olmayıp, kamu makamlarının Anayasal görev + yetki ve sorumlulukları bakımından genel zaaflarıyla bağlantılı. Devleti yönetim anlayışının payı da belirleyici.

Devletin varlık nedeni, sorunsalın merkezinde yer almakta.

İnsan haklarına dayanan Devlet mi, yoksa insan haklarına saygılı devlet anlayışı mı?

İnsan haklarına dayanan değil, devlet ve insan ilişkisi saygı bağına indirgenen Devlet, toplum yerine kolayca parti ve kişi hizmetine yönlendirilebilir. (2017’de Devleti temsil ve Yürütme yetkisinin bir kişide birleştirilmesi, aynı kişinin parti başkanlığı görevini üstlenmesi ile Devletin kamu tüzel kişiliği ve partinin özel hukuk tüzel kişiliği iç içe geçti: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme).

2017 kurgusu, kendine özgü uygulamaları da birlikte getirdi:

Özel okullar sahibi MEB,
Özel hastaneler patronu Sağlık Bakanı,
Oteller zinciri maliki kültür ve turizm bakanı…

Öte yandan Varlık Fonu Başkanı PBDBY.

Bu ortam ve koşullarda Yenidoğan çetesi, Anayasa madde 56’nın sonucu değil, tam tersine,
bu hükmün Devlet için öngördüğü planlama, düzenleme ve denetim yükümlülüğü ihlalinin ürünü.

Hükümetin, siyasal sorumluluğun ve karar alma düzeneklerinin tasfiye edildiği bir kurguda,
görev + yetki + sorumluluk zinciri işletilebilir mi?

Daha genel olarak Devlet’in yasama, yürütme ve yargı işlevlerine denk düşen erkler ayrılığından söz edilebilir mi?

Anayasa’ya sistematik saygısızlığın ve mutlak siyasal çürümüşlüğün mahkeme salonuna yansıyan bölümü, adeta buzdağının (aysbergin) görünen yüzü.

DİB’in kılıç kuşanmasına seyirci kalan, ama teğmenleri kılıçtan yoksun kılmada kararlı
olan PBDBY, Yenidoğan çetesi ve duruşma salonuna taşınabilen uzantıları karşısında sessiz.

Duruşma başladıktan sonra, “çeteyi çökerttik” beyanı (Sağlık Bakanı) ise, çetenin ve çürümüşlüğün itirafı.

Anneler ve babalar, mağdurlar ve yurttaşlar, Bakırköy 22. ACM’den adil yargılama bekliyor.
Hangi ACM? İstanbul Barosu’nun bile davaya katılma istemini reddeden…
============================
Dostlar,

İstanbul Barosu’nun çiçeği burnunda başkanı, dostumuz, saygın hukukçu, Anayasa Hukuku ustası Prof. Kaboğlu‘nun bu yazısı, deyim yerinde ise “içimizi sızlattı“.

1971’de Hacettepe’de tıp eğitimine başlamıştık. 54. yıldayız. Hep SAĞLIK HAKKINI savunageldik. Hatta uzmanlık alanımızı da özenle – özellikle “Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği” olarak seçtik bu uğurda.. Son 21 yıldır da “Sağlıkta Dönüşüm” denen IMF-DB dayatması, kökü dışarıda sağlık politikasızlığı ile boğuştuk (özelleştirmenin – yozlaştırmanın özgün adı Health Transformation!).

Geldiğimiz yerde, adına “devlet” denilen ve ceberrutlaşan yapı, yenidoğan ve en masum –
en çaresiz – en korunaklı olması gereken bebeklerin yaşam hakkını bile koruyamıyor ve o erki
tam güç kullanan siyasal iktidar, hala akıl almaz ve asla kabul edilemez kertede hoyrat, despot!

Thomas Hobbes, “Homo homini lupus” (insan insanın kurdudur) kaygısı temelinde çok güçlü bir devlet yapılanması kurgulamıştı. LEVIATHAN adını verdiği bu “yeryüzü tanrısı” ancak bir “ölümlü tanrı” olarak insanoğlunu dizginleyebilirdi..

Gel gör halimizi beş yy. sonra Hobbes usta!

AYM‘nin (Anayasa Mahkemesi) bile frenleyemediği, 21. yy’ın şafağında siyasal tarihe örnek (!)
bir totaliterliği yaşıyoruz..

Yeni siyasal – hukuksal kuramlar geliştirmek durumundayız kanısındayız.

İnsanı insanlaştırmayı hala beceremedik.

Felsefe eğitiminden başlamalı..
Taa erken çocukluk yıllarından, aile içinde.
İnsanı insanlaştıracak değerler eğitimi..
Çok sıkı.. Adalet, insan hakları, insan sevgisi, dürüstlük, çalışkanlık, çağına sorumlu birey, demokrasi… gibi temel değerleri içselleştiren ve davranışa dönüştüren bir eğitim dizgesi.
Başaran ülkeler var yeryüzünde.. İskandinavlar, Japonlar ilk usa gelenler.
***
Bırakmak yok peşini..
Tanrı’nın sözde yeryüzü gölgesi ruhbandan – mutlak krallardan geldik günümüze..
Daha alınacak yolumuz var. Ama başardıklarımızı küçümsemeden, onların birikimi ve deneyiminden güç alarak daha, daha uygar bir yeryüzü düzenine doğru..

Homo sapiens‘i “Homo contemporaries“e dönüştürme umudunu-uğraşını hiç kesmeden..

Sevgi ve saygı ile. 21 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Atatürkçü teğmenler, tarikatçı bakan

Olayların Ardındaki Gerçek

Cumhuriyet gazetesi, başyazı

Atatürkçü teğmenler, tarikatçı bakan

Harp okulundan mezun olup diploma almanın coşkusuyla kılıç çekip “Atatürk’ün askerleriyiz” diyen teğmenler ordudan ihraç istemiyle disiplin kuruluna gönderildiler.

Oysa o teğmenlerin hiçbir kötü kasıtları, hiçbir örgütlü girişimleri, hiçbir planları ve art niyetleri yoktu. Sadece harp okulundan mezun olmanın heyecanıyla bir hareket yapıyorlardı.

Nasıl liseden, üniversiteden mezun olan gençler “ritüel” bir gösteri olarak şapkalarını, keplerini havaya fırlatıyorlarsa onlar da bir “ritüel” olarak kılıçlarını çekip geleneksel yeminlerini yapmışlardı.

Bu yazıdaki iki fotoğraf her şeyi açık bir biçimde anlatıyor.

Fotoğrafta amiral, cüppesini giymiş takkesini takmış tarikat toplantısına katılıyor. Bu gerici davranış disiplinsizlik sayılmıyor, eylemi yapan amiral ceza almadan kurtarılıyor.

Genç teğmen, sınıf birincisi olarak harp okulundan mezun olmanın coşkusuyla kılıç çekip “Atatürk’ün askerleriyiz” diyor ama ona ceza verilmesi için harekete geçiliyor.

Bu fotoğraf AKP iktidarının ikiyüzlülüğünü ve tarikatlara olan bağlılığını gösteren bir belge olarak tarihe geçecektir.

Yandaş basın teğmenler konusunu genişleterek “İki teğmenle cunta bitmez” sloganı ile konuyu büyütmek istiyor. Yandaş basına göre, “30 Ağustos’ta korsan tören düzenleyen iki teğmenin ordudan ihracı yetmez, kripto cunta yapılanması daha derin”.

TSK’yi tamamen tasfiye etseler çok sevinecekler.

TARİKATLAR BAKANLIĞI

Bir başka olay Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in kararları ve uygulamalarıdır. Laikliğe karşı çıkıyor, milli eğitim faaliyetlerinde tarikatlara olağandışı olanaklar tanıyor. Ensar, TÜGVA, TÜRGEV gibi vakıflar imzalanan protokollerle eğitimde söz sahibi kılınıyor. ÇEDES adı verilen bir proje ile okullara “manevi danışman” atamaları yapılıyor. Okullarda ders saatlerinin cuma namazına göre ayarlanması, 4-6 yaş grubundaki (dilimindeki) çocuklara din dersi dayatması gelirken Diyanet’in okulöncesi Kuran kurslarına sadece 1 yılda 200 bin öğrenci kaydediliyor. 2010 yılında 493 olan imam hatip lisesi sayısı 2024’te 1205 adet artırılarak 1698’e çıkarken, aynı dönemde fen lisesi sayısı yalnızca 250 artarak sadece 365’e çıkıyor. Dinsel okul 1205, fen lisesi sadece 365.

Tekin tarihi altüst ederek “Sizin anladığınız laiklik şudur: 1940’lı yılları hatırlayın, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kuranıkerim öğrenmesini yasaklamak. Ben evrensel laiklikten yanayım, sen Türkiye’ye özgü kendi icat ettiğin laiklik kavramını bana dayatıyorsun” ifadelerini kullanıyor.

Tekin, anayasada yer alan laikliği hedef alıyor. Siyasal İslamın bir temsilcisi olan Tekin’in uygulamaları ve açıklamaları kabul edilemez.

FETÖ’nün sınav uygulamalarını model alarak milyonlarca gencin yaşamıyla oynayanlar, “FETÖ şifresi” ve “mülakat” oyunlarını bugün de sürdürüyor.

Tekin, “Laiklik Kuran öğrenmenin yasaklanmasıdır.” diye yalanlarla laikliği yok ederek okulları tarikatlara teslim etmenin propagandasını yapıyor.

İster otoriter ister demokratik rejimlerde olsun siyasal iktidarlar bir gün yerlerini terk ederler. Değişim olur, bu siyasal yaşamın altın kuralıdır. Atatürk yaşama veda etti, İnönü 12 yıl cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra kendi isteği ve kararıyla çok partili rejime geçti ve 1950’de iktidarı barış içinde DP’ye devretti. Bu dönemler tarihe geçti.

Değişim sonrası 10 yıl, 20 yıl ya da 50 yıl sonra siyasal iktidarlar hakkında tarihsel bir değerlendirme yapılır.

Bu değerlendirme kesinlikle AKP siyasal iktidarı için de yapılacaktır. Hiçbir kastı olmadığı halde yaşamlarının daha başlangıcındaki o genç teğmenleri hedeflerinden ve mesleklerinden koparanlar tarihin ağır yargısına uğrayacaklardır.

Aslında teğmenlerin ihraç edilmeleri siyasal bir karardır. Bu siyasal karara boyun eğip uygulayan bugünkü Kara Kuvvetleri komutanı, Genelkurmay başkanı ve milli savunma bakanı da bu konuda tarihin ağır hükmünden kendilerini kurtaramayacaktır.

Tarikat ve cemaatleri “sivil toplum kuruluşu” olarak niteleyen, onlara laik Cumhuriyetin bütçesinden “ulufe” dağıtan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de laik Cumhuriyeti yok etmeye çalışan bir siyasi kişi olarak siyasal tarihe geçecektir.

Tarih, gerçekleri not eder ve gelecek kuşaklara iletir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 20 Kasım 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÖZGÜRLÜK

KHO 2024 devre birincisi Ebru Teğmen’e, “Mustafa Kemal’in askeriyiz” sloganı attığı için fotoğrafını da koyarak sinkaflı hakaret eden bir ahlaksız için cumhuriyet savcısı “İsmini yazmamış, fikir özgürlüğüdür” diyerek kovuşturmaya gerek görmedi. Tepkiler üzerine kararın değiştirildiği açıklandı.

Ben o savcının ismini bile bilmiyorum…

SÖMÜRÜ

Menzil lideri Muhammed Saki Elhüseyni, cemaatin 17 milyar TL’lik serveti olduğunu açıkladı.

Din satışı karlı iş…

BAŞARILI

Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü, velilere “Başı açık öğrenciye de şort giyene de karışırım” diyen, müdür yardımcısının kullandığı odanın kapısını kırdığı için açığa alınan eski imam hatip ortaokulu müdürü Ergin Kaya Kırbıyık’a ‘üstün başarı’ ödülü verdi.

Gericilere hizmette başarılı…

GÖRÜN

CHP’li belediyelere konser harcamaları bahanesiyle saldırılırken, 486 aracı olan Cumhurbaşkanlığı’na 20 araç daha alınıyor.

Gören görür…

VERGİ

İYİ P. Milletvekili Turhan Çömez soruyor;

  • “Siz hiç beş şirkete 540 milyonluk ihale verip,
    130 kez vergi indirimi yapan iktidar gördünüz mü?”

AKP gibisi görülebilir mi?..

BORÇ

RTE, Kırgızistan’ın T.C.’ye olan 65,5 milyon Dolar borcunu siliverdi.

Vergiyi veren bana sormadı, herhalde cebinden verdi…

TORPİL

AKP Elazığ İl Başkanı Ş. Yıldırım işe alımlarla ilgili, “İlçe başkanı referans oluyor,
adaletsiz değil mi?”
 sorusunu, “E, bu kadar da olacak canım..” diye yanıtladı.

Her türlü haksızlık onların hakkı…

DİSİPLİNSİZLER

KHO mezuniyet töreninden sonra “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atanlardan beş teğmen ile birkaç subay, disiplinsizlik suçlaması ile Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edildi.

Belli ki, atacaklar.

Tarikatlara hizmette ve biatta kusur işleme disiplinsizliği gösteremezler…

KARIŞTIRICI

Teğmenlerin YDK’na sevki ile ilgili Bahçeli,

‘Türkiye’yi karıştırmaya çalışanlara heves etmemeliyiz. MSB’nin kararına saygı duyuyorum’ dedi.

APO’yu Meclise çağırana heves etmeliyiz değil mi?..

LAİKLİK

Dinci eğitim bakanı Tekin, laiklerin din düşmanı olduklarını söyledi.

Eyyy Tekin bey!, Laiklik din düşmanlığı değil yobazlık karşıtlığıdır.

Kafanı, gözünü gerçeklerin dünyasına aç…

TEĞMENLERİN YEMİNİ ve AKP iktidarının düşman hukuku

Dostlar,

19 Kasım 2024 günü akşam, 20:15 – 20:35 arasında  (TSİ), Viyana’dan yayın yapan Düzgün TV‘nin konuğu olduk. Sn. Serdar Altun’un sorularını yanıtladık.

Teğmenler, “Tayyip Erdoğan’ın askerleriyiz..” diyerek kılıç çatsa idiler ne olurdu acaba??

Ana konu, TEĞMENLERİN YEMİNİ ve AKP iktidarının düşman hukuku uygulaması idi.

TBB (Türkiye Barolar Birliği) de bir basın açıklaması yaparak disiplin soruşturmasının hukuk dışı olduğunu bildirdi (bir bölümü aşağıda..) :

  • Kara Harp Okulu’ndan başarı ile mezun olan teğmenler hakkında yemin töreni sonrası Atatürk’e ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkan bir mezuniyet ritüeli nedeniyle Disiplin Kanunu’nun 20/1-c maddesi gereğince Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarına zarar verme gerekçesiyle ‘silahlı kuvvetlerden ayırma cezası’ istemli disiplin süreci başlatıldığı haberleri basına yansımıştır. İnanmakta zorlandığımız bu haberlere ilişkin olarak
    TSK’dan bir açıklama gelmemiş olması ise üzüntümüzü ve kaygımızı artırmıştır.
  • TSK mensupları için Mustafa Kemal Atatürk’e ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak Anayasa’dan ve yasalardan kaynaklı görev ve sorumlulukları gereğidir. Zira Anayasamızın özü, lafzı ve ruhuyla Cumhuriyetin kurucu değerlerine, Atatürk ilke ve devrimlerine dayanmaktadır. Ayrıca gerek askerlik yemini gerekse TSK İç Hizmet Yönetmeliği demokratik, laik, hukuk devleti ilkeleri üzerinde yükselen Cumhuriyeti korumak ve
    ona bağlılık unsurlarını içermektedir.

Ayrıca 52 Baro ortak bir açıklama ile TBB’ni pekiştirdi (özetle) :

  • “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılık bildirmek, subaylarımız için
    bir tarihi bilinç ve sorumluluktur”
  • Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde demokratik ve
    laik hukuk devleti ilkesi üzerine inşa edilmiş, devlet düzenini bu kurucu anayasal değerlere dayandırmıştır. Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup genç subayların, kurucu değerlere bağlılığı ifade özgürlüğünün toplu kullanımı olup Anayasa güvencesi altındadır.
  • Ayrıca söz konusu eylemin 6413 s. Türk Silahları Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun 20’nci maddesinde düzenlenen TSK’dan ayırma cezasını gerektiren sınırlı sayıdaki hallerin kapsamında sayılamayacağı, anılan yasanın lafzından açıkça anlaşılmaktadır. https://www. yeniarayis.com/yazi/52-baro-tegmenlerin-ihrac-talebine-iliskin-ortak-bir-aciklama-yapti-8840)

***
Ceza Hukuku Öğretim Üyeleri Prof. Adem Sözüer ve Prof. Doğan Soyaslan da teğmenlere, anılan Disiplin Yasası m.20 uyarınca ceza verilemeyeceğini belirttiler. Prof. Soyaslan’ın Cumhuriyet Gazetesinde yer alan makalesi son derece net ve aydınlatıcı. (http://ahmetsaltik.net/ 2024/11/18/tegmenlere-ceza-istenemez/, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/tegmenlere-ceza-istenemez-prof-dr-dogan-soyaslan-2269699)

  • Teğmenleri cezalandıracak olanlar, TCK 257 ve 117 maddelerini ihlal eder nitelikte suç işlemiş olacaklardır.
    ***

AKP iktidarı açıkça DÜŞMAN HUKUKU uyguluyor. Ülkemizin doğası yağmalanırken, anayasa ayaklar altında iken, Anayasa Mahkemesi ve AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararları uygulanmazken, enflasyonda dünya rekorları kırarken, yargı – sağlık ve eğitim başta kamu hizmetleri çökmüşken… on milyonlarca insan yaygın – derin yoksulluğa itilmişken, ülkenin kritik dış politika ve güvenlik sorunlarına neden olunmuşken… İÇ CEĞHEYİ ÇÖKERTMEYE çalışan bir iktidar..

YALNIZCA VE YALNIZCA RTE’nin 1-2 kez daha CB seçilmesine kilitlenmiş ve gemileri yakmış bir siyasal kadro.. Acımasız gündem oyunları ve manevralar ile toplumu her yönden kuşatıyor.. Reçeteyi Prof. Emre Kongar yazdı (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/emre-kongar/topyekun-saldiriya-karsi-topyekun-direnis-2270136)

  • Topyekûn saldırıya karşı topyekûn direniş!

“Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti”ne dayalı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün temel kurumları, tek tek ve aynı anda büyük bir saldırı altında yozlaştırılıyor.

“Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti”ne karşı olan bu topyekûn saldırıya karşı, Anayasa’ya uygun olan, topyekûn bir Demokratik Direniş sergilenmek zorundadır.

Elbette bu direnişin öncülüğünü siyasal partiler üstlenmeli ve Demokratik Rejimi savunan partiler, sendikalar, meslek odaları, barolar, insan hakları dernekleri ve benzeri bütün Demokratik Toplum Örgütleri ile işbirliği yapmalıdırlar.
***
Sözlerimizi şöyle bağladık :

Görevde kaldığı her saniyede ülkemize onulmaz ve giderimi çok zor / olanaksız zarar veren
– Bu adımlarla iktidarını pekiştirme amacı güden
– Yönetemeyen ve yarattığı çok boyutlu ağır bunalımları daha da derinleştiren
– Yolsuzluklara bulaşmış ve siyasal – yargısal hesap sorulamayan

– EN ÖNEMLİSİ : 2017 Anayasa değişikliği halkoylaması HUKUK DÜNYASINDA DOĞMAMŞ /

YOK HÜKMÜNDE OLAN, dolayısıyla MEŞRU OLMAYAN..

Veeee… Mart 2024’ten bu yana 2. parti durumunda, iktidarının “halen” geçerli siyasal dayanağı bulunmayan…. bir siyasal iktidarla

Hangi NORMALLEŞME? 
Hangi YUMUŞAMA?
Hangi UZLAMŞA??

Yurttaşın yoksulluktan, baskıdan…… beli bükülmüştür ve bu bilinçli bir kurgudur!
İÇ CEPHE TÜMÜYLE ÇÖKERTİLMEDEN bu ……… kadrodan kurtulmak gerekmektedir.

Anamuhalefet CHP, tarihsel bir demokratik seferberlikle, halkın meşru direnme gücü ile yelkenlerini doldurmalı ve bu “çökertme planı” olanca hızla sonlandırılmalıdır.
***
Konuşmamızı izlemek için lütfen tıklayınız.. (biz 3. ve son konuşmacıyız, yaklaşık 20 dk.)

https://youtu.be/uMpmfhwdmy8 

Teğmenlere dokunmayın,
Tarih ve ulus asla bağışlamaz!!
Anlayacağınız dilden : Çooook oy yitirirsiniz..
Anlaşıldı mı!?

Sevgi ve saygı ile. 20 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Ordu’nun İtibarı

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu.

30 Ağustos’ta Kara Harp Okulu diploma töreninde resmi tören bittikten sonra kılıçlarını çekerek Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyen teğmenlere Milli Savunma Bakanlığı (MSB) disiplin soruşturması açtı. 25 Kasım’da yargılanacaklar.

Teğmenler, Ordu’nun itibarını (saygınlığını) zedelemekle suçlanıyorlar. (Cumhuriyet, 17 Kasım 2024)

Ordu’nun saygınlığı, ebedi Başkomutan Mutafa Kemal Atatürk’e bağlılık göstererek zedelenmez.

  • Atatürkçü general/amiral ve subayları çıkartıp FETÖ’cüleri alarak ve 15 Temmuz girişimine ortamı hazırlayarak;
  • Yaşamlarını TSK’ya hizmetle geçirmiş, ileri yaştaki generalleri ağır sağlık sorunlarına karşın uzun süre hapiste tutarak;
  • Özel kuvvetlerin kozmik odasına FETÖ‘cü savcıyı sokarak;
  • Çok gizli harekat planlarını ortaya dökerek;
  • Donanımlı, yurtsever tertemiz genç subayları casusluk ve fuhuşla ilişkilendirilerek; 
  • Genelkurmay Başkanını terör örgütü lideri olmakla suçlayarak;
  • Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde askeri helikopter ve üniforma ile siyasal bir görevle Abdullah Gül’ün evine giderek;
  • Üniforma ile AKP mitinglerine ve salon toplantılarına katılarak;
  • Ankara’da zırhlı birlikler okulunun nizamiyesini çöp kamyonları ile kapatarak;
  • General/amiral yükselme ve emeklilik kararlarında askerlikle ilgisi olmayan
    atanmış sivil bakanlara karar yetkisi vererek;
  • Askeri mahkemeleri, hastaneleri ve liseleri kapatarak;
  • Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve MGK Genel sekreterliğinin işlevini azaltarak,
  • Sivillere general/amiral hakları vererek;
  • Genelkurmay Başkanlığı makamını işlevsiz duruma getirerek;
  • Devlet protokolünde Genelkurmay Başkanını Diyanet İşleri Başkanının arkasındaki
    bir sıraya koyarak;
  • Ulusal bayramlardaki görkemli geçit törenlerini iptal ederek zedelenir.

Bütün bunların sonucu olarak dışarıda üniforması ile gururla dolaşan askerler görünmez olmuş; en güvenilir kurum anketlerinde her zaman açık ara birinci olan TSK’nın bu konumu aşağıya düşmüştür. Ordu’nun saygınlığına bağlı olarak ordu – ulus bütünleşmesi de zedelenmiştir.

Bu yapılanların yanında genç teğmenlerin Mustafa Kemal’e bağlılıklarını bildirmelerinin Ordu’nun saygınlığını zedelediğini savlamak büyük ve ağır bir haksızlıktır.
Asıl teğmenlere soruşturma açarak Ordu’nun kalan saygınlığı zedelenmektedir.

Teğmenlere yapılan haksızlık karşısında siyasal ve toplumsal muhalefet daha  gür ses çıkartmalı Atatürkçü Düşüne Derneğ  (ADD) ve Türkiye  Emekli Subaylar Derneği (TESUD), Türkiye Barolar Birliği (TBB) bata olmak üzere demoratk kitle örgütleri geniş çaplı “Biz de Mustafa Kemal’in askerleriyiz” kampanyası örgütlemeli, ve teğmenlere sahip çıkmalıdır.

Anormal hükümet

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

18 Kasım 2024, Cumhuriyet

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

AKP hükümetinin demokratik kültür bağlamındaki anormallikleri sona ermiyor. CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne hukuka aykırı biçimde kayyum atanmasından sonra, şimdi de Ankara Belediyesi ve İstanbul Belediyesi için konser soruşturmaları başlatıldı!

Amaç, cumhurbaşkanı seçimini kazanmalarına neredeyse kesin gözüyle bakılan olası cumhurbaşkanı adaylarının, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın aday olmalarını önlemek!

Özetle, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan“seçime” sadece kaybedecek (yitirecek) “rakiplerle” girmeye karar vermiş durumda!

Bu aslında, seçim yapmamakla özdeş bir durum. Çünkü serbest ve özgür olmayan bir “seçim”, seçim değildir! Erdoğan ve AKP açısından son derece acıklı olan bu tablo, AKP’nin ve Erdoğan’ın, milletin özgür iradesinden kaçtıkları, millete değer vermedikleri anlamına gelmektedir!
***
Ekrem İmamoğlu, 2019 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerini ilk kez kazandığında, seçimi hukuka aykırı biçimde iptal ettiler.

Tekrar edilen (yinelenen) seçimi AKP yine kaybedince (yitirince), İstanbul Belediyesi’ne müfettiş ordusu yolladılar.

Bu operasyondan da bir sonuç alamayınca, İstanbul Belediyesi’nde PKK’li teröristlerin işe alındığını iddia ettiler.

Bunun da uydurma olduğu ortaya çıkınca, dünyada örneği bulunmayan bir “ahmak davası” icat ettiler; Ekrem İmamoğlu, kendisine “ahmak” diyerek hakaret eden eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya aynı ifadeyle yanıt verince, kendisi hakkında hapis cezası ve siyaset yasağı talebiyle (istemiyle) sahte bir dava süreci yürüttüler.

Bu da yetmedi, son olarak Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i tutukladılar, yerine bir kayyum atadılar; bu operasyon üzerinden Ekrem İmamoğlu’na uzanmaya çalıştılar.

Bu da yeterli gelmedi, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın da aday olmasını önlemek için, konser etkinliği harcamaları konusunda bir soruşturma başlattılar; aynı soruşturmayı İstanbul Belediyesi için de devreye soktular.

İki belediye de, kendi dönemlerindeki konser ve etkinlik harcamalarının, AKP dönemindeki konser ve etkinlik harcamalarının çok altında olduğunu, verilerle, raporlarla, olgularla kanıtladıkları halde, AKP’nin propaganda aygıtları bunu görmezden geldiler; “AKP istediğini yapar; çünkü AKP efendi, CHP köle” zihniyetiyle (anlayışıyla) hareket etmeye devam ettiler.

AKP hükümetinin cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili hokkabazlıkları muhtemelen (olasılıkla) bunlarla da kalmayacak. Hükümetin, elektronik oylamasistemini kısmen veya tamamen (tümüyle) yürürlüğe koyma girişimi, sıradan bir gelişme değildir.

Diktatörlüğün olduğu ülkelerde, elektronik oylama sisteminin suistimal edilmesi (kötüye kullanılması) ve seçimlere hile karıştırılması yüksek bir olasılıktır.
***

  • AKP hukuk, anayasa ve yasa tanımayan teokratik bir padişahlık rejimi kurmuştur.

Böylesine anormal bir rejimde, muhalefetin seçim kazanması neredeyse olanaksızdır.

AKP, özellikle 2007 yılından beri anayasanın, laiklikle; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığıyla; bağımsız yargıyla; düşünceyi ifade, yayınlama, örgütlenme ve medya özgürlüğüyle ilgili 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 138. maddelerini düzenli olarak ihlal etmektedir!

Anayasanın bu maddelerini rahatlıkla ihlal ederek (çiğneyerek) sivil darbe yapan bir hükümetin, serbest ve özgür bir seçim gerçekleştireceğine inanmak, ancak şuursuzlukla (bilinçsizlikle) açıklanabilir.

Anayasal düzeni yıkarak sivil darbe gerçekleştiren böyle bir hükümetin, yapılacak bir “seçimi” beklenmedik biçimde yitirmesi durumunda, askeri darbe yapması bile olasıdır!
***
Bu nedenle;

  • CHP’nin, “normalleşme” adını verdiği ucube yolu bir an önce terk etmesi,
  • bu sözcüğü siyasal literatüründen çıkartması ve
  • yukarıdaki gerçeklerin ışığında yeni bir strateji geliştirmesi gerekmektedir.

Anormal bir hükümetle “normalleşme”, normal olanın da tümüyle bertaraf (yok) edilmesiyle sonuçlanır.
====================================
Dostlar,

Sn. Prof. Öymen, haftalık Cumhuriyet gazetesi köşe yazılarında son derece yerinde belirlemeler yapmakta ve gerçekçi çözüm önerileri geliştirmekte, sunmaktadır.
Bu çabası, doğrultu tutarlığı ekseninde sürmektedir.

Çok bilinen ve paylaşılan bir değerlendirmedir : 2500 yıl gerilerde Antik Çağ Yunan düşünürü (Filozofu) Plato(n), “Krallar filozof olsa ya da filozoflar kral..” demişti..

Felsefe Profesörü Öymen, geçen Kasım’da (2023) CHP Kurultayında genel başkan adayı bile olamadı. Başarsaydı günümüzde CHP ve ülkemiz koşulları “ne ölçüde daha iyi” olurdu,
meraka değer.
**
Sn. Öymen bu yazısını bağlarken “… yukarıdaki gerçeklerin ışığında yeni bir strateji geliştirmesi gerekmektedir. Anormal bir hükümetle ‘normalleşme’, normal olanın da tümüyle bertaraf (yok) edilmesiyle sonuçlanır.” vurgusu yapmakta.

07 Kasım 2024 günü Cumhuriyet gazetemizde köşe yazımızı (ERDOĞAN’ın Çaresizliği” Tehdidi, Ahmet Saltık: ‘Erdoğan’ın çaresizliği’ tehdidi)bağlarken biz de şu tümceye yer vermiştik :

  • Anamuhalefet herkese bu yaman kurguyu açıklıkla anlatmalı,
  • gerekirse önceki stratejik hatalar için özür dilemeli
  • ve yeni savaşım hattı sil baştan örülmelidir.

***
Halk arasında “aklın yolu birdir” söylemi yaygındır. Gerçekte bu içerik hem demokratik değildir hem de bilimsel. Genelgeçer söylem, bir dayatma boyutu taşımaktadır.
Akıllar, değişik yorumlarla – usavurumla çeşitli vargılara erişebilirler.
Özellikle sosyal bilimlerde gerekirci (deterministik) olma olanağı yoktur.
Kaldı ki, pozitif bilimlerde de bilimin gerçeği görecelidir ve sınanarak pekiştirilme gereksinimlidir.
***
Ancak Sayın Öymen ve bizimle sınırlı kalmayan çok sayıda görüş sahibi, benzer önermededir :

– Görevde kaldığı her saniyede ülkemize onulmaz ve giderimi çok zor / olanaksız zarar veren
– Bu adımlarla iktidarını pekiştirme amacı güden
– Yönetemeyen ve yarattığı çok boyutlu ağır bunalımları daha da derinleştiren
– Yolsuzluklara bulaşmış ve siyasal – yargısal hesap sorulamayan
– EN ÖNEMLİSİ : 2017 Anayasa değişikliği halkoylaması HUKUK DÜNYASINDA DOĞMAMŞ /
YOK HÜKMÜNDE OLAN, dolayısıyla MEŞRU OLMAYAN..

Veeee… Mart 2024’ten bu yana 2. parti durumunda, iktidarının “halen” geçerli siyasal dayanağı bulunmayan…. bir siyasal iktidarla

Hangi NORMALLEŞME? 
Hangi YUMUŞAMA?
Hangi UZLAMŞA??

Yurttaşın yoksulluktan, baskıdan…… beli bükülmüştür ve bu bilinçli bir kurgudur!
İÇ CEPHE TÜMÜYLE ÇÖKERTİLMEDEN bu ……… kadrodan kurtulmak gerekmektedir.

Anamuhalefet CHP, tarihsel bir demokratik seferberlikle, halkın meşru direnme gücü ile yelkenlerini doldurmalı ve bu “çökertme planı” olanca hızla sonlandırılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 18 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

Teğmenlere ceza istenemez!

Prof. Dr. Doğan SOYASLAN | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMTeğmenlere ceza istenemez!

Prof. Dr. Doğan SOYASLAN
Ceza Hukukçusu

18 Kasım 2024, Cumhuriyet

 

Harp okullarını bitiren teğmenler, yemin töreninde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözleri ile haykırdılar. Mustafa Kemal de Harbiyelidir ve geleneksel olarak her törende anılır. Yemin töreni gelenekseldir. Kılıç çatan genç teğmenler Mustafa Kemal’in eylemleri ve söylemleri doğrultusunda hareket edeceklerine yemin etmişlerdir.

Onlar için Mustafa Kemal; çocukluğunda üç kardeşini ve babasını yitirmiş, annesine ve kız kardeşine sahip çıkmış, askeri lise ve Harbiye’den sonra 1905’te kurmay yüzbaşı olmuş, hasta haliyle 1911’de Trablusgarp’a gönüllü olarak gitmiş, gözünden yaralanmış, Boğazları geçmek İstanbul’u işgal etmek isteyen güçlerin yenilgisinde büyük rolü olmuş, ülke işgal edilince Türk halkına önderlik ederek 1919 yılı Mayıs – Haziran aylarında Samsun’dan Amasya’ya gelmiş, oradan halkı direnmeye çağırmış, Erzurum – Sivas kongrelerinden (Temmuz ve Eylül 1919) sonra 23 Nisan 1920’de TBMM’nin toplanmasını sağlamış, Sevr Andlaşmasını kabul eden padişah hükümetine isyandan dört kez idama mahkûm olmuş, Türk ordusuna başkomutanlık yaparak düşmanı yurttan atmış, ülkeyi Arap ilkçağı değerlerine göre idare eden din adamlarının elinden almış, egemenliği halkın doğrudan kendisine vermiş, akla – bilime, analitik düşünceye dayanan bir kültürel yapı oluşturmuş, Türk halkını uykudan uyandırarak Cumhuriyeti ilan etmiştir.

‘CEZALANDIRIN’ TALİMATI

Teğmenler Mustafa Kemal’in yaptığı gibi bu ülkenin toprak bütünlüğü, özgürlükçü Cumhuriyeti korumak için gerekirse canlarını feda edeceklerini haykırmışlardır.

  • Gerçekte bu idealizmi kutlamak gerekir.

Cumhuriyete sahip çıkmak her Türk’ün görevidir.

Kimsenin özgürlüğü istememe, aklını kullanmama özgürlüğü yoktur.

Bir hukuk devletinde (eğer varsa) disiplin suçu veya genel suç işlendiğinde hukuk düzeninin gereği ilgili kurumlar harekete geçer, idari ve adli prosedür içinde savunmalar alınır,
suçlular cezalandırılır. Olayda Milli Savunma Bakanlığı konuyla ilgili herhangi bir soruşturma açılmadığını açıkladıktan on gün sonra cumhurbaşkanı, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesini haykıranların cezalandırılacaklarını söyledi.

Cumhurbaşkanının bu sözleri, Milli Savunma Bakanlığı’na ve yargı kurumlarına “Teğmenleri cezalandırın!” talimatı anlamına gelmektedir.

İlgili kamu görevlileri ya cezalandıracaklar ya da görev yerlerinden olacaklardır.

  • Böyle bir emir ve telkin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde ifadesini bulan bağımsız ve tarafsız kurum ve mahkemelerde yargılanma hakkını ihlal etmektedir.
  • Anayasanın 138/2 maddesinde ifadesini bulan hiçbir organın mahkemelere talimat veremeyeceği ilkesine aykırıdır.

İSLAM HUKUKUNA GÖNDERME

Ayrıca kanunsuz emir niteliğindedir.
Konusu suç oluşturan emri veren de yerine getiren de sorumludur (AY md. 137/2).

Teğmenleri cezalandıracak olanlar, TCK 257 ve 117 maddelerini
ihlal eder nitelikte suç işlemiş olacaklardır.

Cumhurbaşkanının teğmenlerin cezalandırılmasını istemesi, İslam hukukundaki tazir hakkına dayanır. Tazir hakkına dayanan cezalandırma siyasal hava ve çıkara göredir. İlkçağ toplumlarına özgüdür. İçeriği belirsiz ve öngörülemez olduğundan, olay gerçekleştikten sonra suç ortaya çıkarılıp cezalandırıldığından, kanunilik ilkesini ihlal eder.

21. yüzyıl toplumlarında böyle bir cezalandırma kabul edilemez.

Hukuk güvenliğini ortadan kaldırmaktadır.

  • Cumhurbaşkanının baskısı (emri) ile verilen cezalar yok hükmünde olacaktır.

Gün gelir o yokluk tespit olunur.

Cezayı verenler kendileri cezalandırılır.

Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet sayesinde ülkeyi 23 yıl idare edeceksiniz,
Cumhuriyet için canımızı vereceğiz diyenleri cezalandıracaksınız.
Bu tutarlı bir tavır değildir.